Esra Gök Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloj ...

  • özlü sözler

    20.01.2010 - 21:57

    Hangi güzel yüz ki toprak olmadı,
    Hangi tatlı göz ki yere akmadı.

  • özlü sözler

    20.01.2010 - 21:49

    Vicdanın Allah'ın ilhamı olduğu Kuran'ın Şems Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:

    Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene'. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) . Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

  • özlü sözler

    17.01.2010 - 19:58

    Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz. (Şeyh Sadi)

  • özlü sözler

    17.01.2010 - 19:57

    Güzel söz söyleyen, kimseden kötü söz işitmez. (Firdevsi)

  • özlü sözler

    13.01.2010 - 23:30

    Bütün cihanı araştırdım iyi huydan daha iyi bir haslet görmedim. HZ.MEVLANA (K.S)

  • özlü sözler

    13.01.2010 - 23:16

    İnsan Allah’a kalıbıyla değil, kalbiyle ibadet eder.
    ABDULKADİR GEYLANİ HZ.

  • özlü sözler

    13.01.2010 - 23:15

    Allah’ın muhabbetinde samimi olan, ne ayıp işitir, ne de kulağına ayıp gider.
    Müminin adeti önce düşünüp sonra konuşmaktır. Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür.
    Kendine bir ağırlık veren kimsenin hiçbir ağırlığı yoktur.
    Hüzünsüz bir neşe ve darlıksız bir bolluk olmaz.
    ABDÜLKADİR GEYLANİ HZ.

  • ateist

    10.01.2010 - 16:23

    yazıkkk çok acıyorum onlara...

  • yaradılış

    10.01.2010 - 16:17

    İnsanlığın yaradılışı

    Yaratılmış olan mahlukatın her birinin bir temayülü vardır.İnsan fıtraten Allah’ı (cc) bilmek ve bulmak için yaratılmıştır.İnsanın önüne çeşitli perdeler gelerek yaratılış gayesini unutur.Mesela, bülbül gülün açmadan önceki bir damla suyunu arzu eder.Onu bekler, gül tam açarken, bülbül gaflete düşer,uyur. Gülün içindeki su damlası buharlaşır, gider. Kendine gelen bülbül kaybettiğini bulmak için nağmeler dizer ve öter.Bülbül hiçbir zaman bu suya ulaşamaz.

    İnsanlar da “Elest” hitabını, yani Allah-u Teala Hazretleri’nin bizlere ilk hitabını duyurduğu o sese duyulan özlemi ruh algılar, fakat bunu kimi kadında, kimi parada, kimi de içki şişesinin dibinde arar. Ama ne kadar elde etmiş olsa da içindeki o boşluğu dolduramaz. İnsanların aradığını bulabilmesi ancak Kur’an ve sünnete tabii olmaktır.

  • özlü sözler

    10.01.2010 - 15:53

    İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.
    ABDULKADİR GEYLANİ HZ.

  • özlü sözler

    10.01.2010 - 15:40

    Tabiat Allah'ı hem gösterir, hem gizler.PASCAL

  • özlü sözler

    10.01.2010 - 15:38

    Allah'ın varlığı, bir hakikati ifade eden geometrik teorilerden daha hakikidir.DESCARTES

  • özlü sözler

    09.01.2010 - 16:27

    Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım. (Necip Fazıl Kısakürek)

  • atatürkün sözleri

    29.12.2009 - 16:25

    'Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri duyurmaya memur ve elçi olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'andaki anlamı açık olan ayetlerdir. insanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.'

  • arkeoloji

    28.12.2009 - 22:40

    Arkeoloji bir bilim dalı olarak, XIX. yüzyıldan beri kendi içinde tarihsel gelişim ve değişim geçirerek, diğer bilim dalları arasında yerini almıştır. Eski toplumların bütün yapıp etmeleri (beslenme tarzları, ürettikleri ürünler, savaşları...) maddi kalıntıları, maddi kalıntılara bağlı olarak ilişkileri. arkeolojinin konusunu oluşturur. Bu yüzden arkeolojinin uğraştığı, ele aldığı bütün sorular ve sorunlara 'arkeolojik metin' diyebiliriz. Eski Yunanca’nın 'Arkhaios' (eski) ve 'Logos' (bilim) kelimelerinden türetilmiş olan arkeoloji kelime olarak (Osmanlıca 'Atikiyat') 'Eskinin Bilimi' anlamına gelirse de diğer bütün bilim dallarının kaynağı durumundadır.

  • atatürkün sözleri

    28.12.2009 - 22:28

    Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. »

    5. Şubat 1923 Akhisar? da Konuşma.

  • atatürkün sözleri

    28.12.2009 - 22:27

    İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. Eksiksiz dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa, hakikate tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.? »

    07. 02. 1923, Balıkesir? de Halka Konuşma.

  • atatürkün sözleri

    28.12.2009 - 22:26

    Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah? ın emrettiği şey, Müslüman erkeğin ve Müslüman kadının beraber olarak bilim ve bilgi kazanmasıdır? »
    M.KEMAL ATATÜRK

  • lanet olsun

    27.12.2009 - 21:36

    'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    'Birbirinize, Allah'ın laneti, Allah'ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduada bulunmayın.'

  • cahiliye devri

    20.12.2009 - 22:30

    Bilgisizlik, gerçeği tanımama. İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana 'cahiliyye' devri adı verilmiştir.

    Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:
    putlara taparlardı, Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi,içki içerlerdi,kumar oynarlardı,tefecilik yaparlardı,faiz oranları çok büyüktü,fuhuş çok büyük orandaydı,

  • sema

    20.12.2009 - 21:52

    Peygamber Efendimiz (sav) zamanında sema

    Rasululah (sav) Efendimiz’in Sahabeleri ve Evliyaullah’ta sema etmişlerdir. Bu konuda en güzel örnek Hazreti Ebubekir’in sema edişidir. Şöyle ki:

    Peygamber (sav) Efendimiz Mekke’de ki zalimlerin zulmünden Medine’ye hicret ederken yol arkadaşı Hazreti Ebubekir (ra) ile Serv mağrasına girdiler. Ebubekir Sıdık (ra) kendilerini arayan müşriklerin Peygamber Efendimiz’e zarar vereceğinden korkmaya başladı. Resulullah (sav) Hazretleri: “Ya Ebubekir, korkma Allah (cc) Muin’imizdir. Allah Habir’dir (Haberdardır) , Allah Semi’dir (İşiticidir) , Basir’dir (Görücüdür) , O bizimle beraberdir. Dilini damağına yapıştır, Tevhid’e devam et.” diye zikr-i telkin etmişlerdir. Böylece Ebubekir Sıdık (ra) Hazretleri Allah’a giden yolda Seyr-i Süluküne bu mağrada başladı.

    Hazreti Ebubekir’in Müslüman olduğu zaman kırk bin dirhemi vardı. Müşriklerin, işkence altında kıvrandıkları Müslüman köleleri, onlardan satın alıp azad etmek ve Müslümanları güçlendirmek için, bu servetini harcamaktan gayri durmadı. Medine’ye hicret edeceği zaman, ancak beş bin veya altı bin dirhemi kalmıştı. Oğlu Abdullah’ı gönderip onları da alıp Serv mağarasına getirdi ve yanında Medine’ye götürdü. Orada da Mekke’de yaptığı gibi yaptı. Develeri, cariyeleri, köleleri teneke ile altın ve gümüşü Allah yolunda tasadduk etti. Ashab-ı Suffe için, Beytü’l-Mal için mallarını tasadduk etti.

    Nefs-i Mutmaine makamına gelmişti ki, Cenab-ı Allah:
    - Ey Cibril! Habibim’e selam söyle, kulum Ebubekir’den razı oldum. O benden razı oldu mu?
    - Ya Rabbi Ebubekir rıza makamına nasıl erişti? diye sordu. Allah-u Zülcelal Havretleri:
    - Ey Cibril git de imtihan et, dedi. Cibril-i Emin insan suretine girip, Ebubekir Sıdık (ra) ’a geldi ve:
    - Allah rızası için giyecek cübbem yok. Ne olur bana yardım et, dedi.
    Ebubekir Sıdık (ra) , hemen cübbesini çıkarıp Cibril-i Emin’e verdi. Oradan ayrıldı evine gitti. Bir müddet sonra kapı çalındı. Kapıyı açtı yine insan suretinde Cibril-i Emin geldi ve şöyle dedi:
    - Giyecek gömleğim yok. Allah’ın Resulü Muhammed Mustafa (sav) hakkı için bana gömlek ver, deyince Ebubekir Sıdık (ra) Efendimiz üzerindeki kalan tek gömleği de verdi ve sadece göbeği ve diz kapağını örtecek iç çamaşırı kalmıştı. Allah’ın Resulü’ne aşık, her anı onunla beraber olan Hazreti Ebubekir (ra) , çıplak olduğu için edep ve haya etti de, Resullullah (sav) Efendimiz’in yanına varamadı. Hatta mescide dahi gidemedi.

    Hazreti Peygamber’in gülü Hazreti Fatıma (ra) annemiz, Ebubekir Sıdık (ra) Efendimiz’in evinin önünden geçerken omuzlarının çıplak olduğunu gördü. Resullullah (sav) Efendimiz’in haneyi saadetlerine gitti: O’na:
    - Ya Resulullah! Ebubekir Sıdık (ra) Hazretleri geldi mi? diye sordu.
    Resulullah Efendimiz (sav) :
    - Hayır kızım, mescide de iki vakittir gelmiyor, dedi.
    Hazreti Fatıma (ra) validemiz:
    - Ya Resulullah! Ben biraz önce Ebubekir’in omuzlarının çıplak olduğunu gördüm. Herhalde giyecek bir şeyi yok. Müsaade ederseniz evdeki kilimden bir parça götürüp kendisine vereyim, dedi. Evdeki kilimin yarısını keserek kendisine götürerek, Hazreti Ebubekir’in evinin penceresinden içeri bıraktı. Hazreti Ebubekir (ra) kilimi iki parça yapıp ortasını deldi, boğazından geçirdi.Sağından ve solundan hurma lifleri ile ördü. Aşık olduğu Hazreti Muhammed Mustafa (sav) ’e üzerine geçirmiş olduğu kilim parçası ile gitti. Edep ediyor, kapıyı çalamıyor, ağlamaya başlıyor. İşte bu sırada Cebrail Aleyhisselam:
    - Ya Muhammed (sav) ! Allah’ın selamı var. Senin ümmetinden bir kişi Allah’ın rıza makamına yükseldi. Allah (cc) ondan razı oldu. Bu hali ile o kul da Allah’tan razı mı? O kul şu anda kapıya geldi. Hayasından edebinden içeri giremiyor, deyince. Resulullah (sav) kapıyı açtıklarında Ebubekir Sıdık (ra) ’ı karşısında görür. Ve der ki:
    - Hoş geldin Ya Ebubekir, buyurdu.
    Cibril-i Emin:
    - Ya Resulullah! Ebubekir’e: “Sen küfür halinde iken malın, servetin vardı. İman ettin ve şimdi bir kilim parçasına büründün. Bu halde iken Allah’tan razı, hoşnut musun? Yoksa değil misin? diye sor, buyurdu. Resulullah Efendimiz (sav) Ebubekir Sıdık Hazretleri’ne sordu. Bunun üzerine Ebubekir Sıdık (ra) Efendimiz ağlayarak:
    - Ben Rabb’imden de, Muhammed-ül Mustafa’dan da razıyım. Onlar benden razı mı? Vücudum lime lime, parça parça olsa da ben onlardan yine razıyım, dedi.
    Resullullah (sav) :
    - Allah’da senden razı Ya Ebubekir, deyince, Hazreti Ebubekir (ra) “Allah” dedi ve başladı sema etmeye. Peygamberimiz’in etrafında yedi defa döndü ve Peygamber Efendimiz Kelime-i Şehadet getirerek onu durdurdu.

  • bakara sûresi

    10.12.2009 - 14:57

    Bakara suresi 178. ayet tefsiri:İNİŞ SEBEBİ: Hz. MUHAMMED MUSTAFA(S.A.V) peygamberliğinden önce adam öldürmeye karşı hıristiyanlar, yalnız affın vacib olduğunu söylüyorlardı. Yahudilerin hükümlerinde de af yok, yalnız öldürme vardı. Bununla birlikte Buharî ve Nesaî'nin rivayetlerine göre İsrailoğulları diyeti, öldürmeden önde tutuyorlardı.

    Araplar ve onlarla beraber yahudilerin bir kısmı bazan öldürmenin vacib olduğuna, bazan da diyetin vacib olduğuna hükmediyorlardı. Fakat bu iki hükümden her birinde haksızlık yapıyorlardı. Şöyle ki: Öldürmede: Biri, diğerinden daha şerefli olan iki kabile arasında bir öldürme olayı meydana gelince, daha şerefli olanlar; herhalde bizden bir köle karşılığında onlardan bir hür, bir kadın karşılığında bir erkek ve bir erkek karşılığında iki erkek öldüreceğiz derlerdi. Kendi yaralarını hasımlarının yarasının iki katı sayarlar ve bazan daha da ileri giderlerdi.

    Rivayet ediliyor ki; bir kere birisi, ileri gelenlerden bir insan öldürmüştü. Katilin yakınları, öldürülenin babasının yanında toplandılar ve 'ne istersin? ' dediler.

    O da: 'Üçten biri! ' dedi. 'Nedir onlar? ' diye sordular. Cevaben: 'Ya oğlumu diriltirsiniz veya evimi semanın yıldızlarıyla doldurursunuz yahut da bütün kavminizi bana teslim edersiniz, hepsini öldürürüm. Sonra da oğluma bir karşılık aldığım görüşünde bulunmam.' demişti.

    Diyete gelince; onda da zulmedenler, çoğunlukla ileri gelenlerin diyetini, diğerlerinin birkaç katı yaparlardı. İşte böyle Arap kabilelerinden Ensar'ın iki kabilesi arasında cahiliye devrinden kalma kan davaları vardı. Bir taraf, şeref ve kuvvetine güvenerek diğerine karşı ileri gidip bizden bir köle karşılığında sizden bir hür, bir kadın karşılığında bir erkek öldüreceğiz diye yemin etmişlerdi. Müslüman olduktan sonra Resulullah (s.a.v.) 'a gelip muhakeme olmak istediler. Bu sebeple, bu âyet indi.

    Kısasın vacib oluşunu, bu vacibliğin ancak öldürülenin ehlinden birinin affı ile düşebileceğini, bu affın daha iyi ve daha uygun olacağını, bununla beraber af sırasında mal üzerine anlaşmanın da caizliğini tesbit etti. Yahudilerin, affın meşru olmadığına ve diyetin kısastan önde bulunduğuna dair olan hükümlerini ve kısas yoluyla öldürmenin asla meşru olmadığını söyleyen hıristiyan hükümlerini ve insanlık eşitliğine riayet etmeyip, şeref davasıyla haksızlığa ve tecavüze giden Arab âdet ve hükümlerini ortadan kaldırdı. Yaşama hakkındaki eşitliği kurup ilan etti. Gelelim mânâsına:

    KISAS: Sözlükte ayniyle karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. 'katlâ' kelimesi 'katîl'in çoğuludur. 'Katîl' de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. 'öldürülenler hakkında' ifadesindeki 'fî' harfi, sebebiyet içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı.

    Bundan dolayı kasden bir insan öldürmenin asıl gereği kısastır. 'el-katlâ' kelimesi çoğul ve başında lâm-ı tarif bulunduğundan, kasden ve haksız yere öldürülenlerin hür, köle, erkek, dişi, müslüman ve müslümanların himayesinde bulunan diğer din mensuplarının hepsini kapsamaktadır. Her birinin katili kim olursa olsun, karşılığında kısas yapılır. Açıklanacağı üzere, kısası düşürme sebebi olan af veya anlaşma olmadıkça bu kısasın uygulanması, bütün iman edenlere farzdır.

    Özellikle hür hüre, köle köleye, dişi dişiye, yani bir hür bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz.

    Bu kayıtlar, âyetin nüzul sebebi olan olayda olduğu gibi, katilden başkasının öldürülmesinden kaçınılması içindir. Bundan başka bir mefhûm-i muhalifi kastedilmiş olmadığında ittifak vardır.

    Biz Hanefilerce zaten mefhûm-i muhalif delil yerinde geçerli değildir. Ancak siyak gibi açık bir karine bulunursa o başka. O zaman da mefhûm-i muhalif, kelime-i tevhidde olduğu gibi, mânâ sayısına dahil olur. Burada da bu türden olmak üzere nüzul sebebi karinesi ile katilden başkasının öldürülmemesi hakkında mefhûm-i muhalifi geçerli olabilirse de başkası hakkında söz söylenmemiş olur. Geçmiş usule göre amel edilir. Bundan dolayı âyetin başındaki genel ifadeyi özelleştirmez. Hürün köleye, erkeğin dişiye karşılık ve bunun aksi olarak kısas edilebilmelerini yasaklamaz. Bunun için dişinin erkek, erkeğin dişi karşılığında kısas yoluyla öldürüleceği imamlar arasında üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. Bunu teyid ve açıklamak üzere Mâide sûresindeki kısas âyetinde 'Cana can ' (Mâide, 5/45) buyurulmuş ve bununla kısasta aranan benzerlik ve eşitliğin nefis ve can benzerliği olduğu gösterilmiştir. Yaşama hakkı herkes için eşittir. Kısas bu eşitliğe dayanmaktadır.

    Öldürülen kim olursa olsun, onun katili veya katilleri, o öldürülenden daha fazla bir yaşama hakkına sahip değildir. İşte bu şekilde âyetin başı genel, 'hüre hür, köleye köle, dişiye dişi' ifadesi de 'cana can' benzemesiyle can eşitliğini beyan ile tecavüzden kaçınmak içindir. Bununla beraber İmam Malik ve İmam Şafiî hazretleri, erkek ve dişi arasında fark olduğu görüşünde bulunmadıkları ve öldürülen bir hür karşılığında katil köleyi kısas yoluyla öldürmeyi yeterli gördükleri halde, öldürülen bir köle karşılığında bir hürün ve öldürülen bir gayri müslim karşılığında müslümanın öldürülmesini caiz görmemişlerdir. Fakat bunu, bu âyetin mefhûm-i muhalifinden de çıkarmamışlardır.

    Çünkü 'dişiye dişi'nin mefhûm-ı muhalifine mutlak olarak, 'köleye köle'nin mefhûm-i muhalifine bir yönden itibar etmediklerinde söz yoktur.

    Buna karşılık 'Hüre hür'ün mefhûm-i muhalifinin geçerli olması da çelişki olur. Ancak her iki İmam da bu hususta Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadislere dayanmışlardır.

    Buyurmuştur ki:

    1- 'Bir adam kölesini öldürmüştü. Resûlullah(S.A.V) ona celde vurarak bir yıl sürgüne gönderdi. Kaved yani kısas yapmadı.'

    2- 'Müslümanların himayesinde olan bir gayri müslim karşılığında müslümanın, bir köle karşılığında hür kimsenin öldürülmemesi sünnettendir.'

    Bir de, 'Hz. Ebu Bekir ve Ömer EFENDİMİZ
    , köle karşılığında hürü öldürmezlerdi, ashabdan buna itiraz eden de olmamıştır.' diye delil ileri sürmüşler ve bunu organ kısasına kıyas etmişlerdir. Fakat biz Hanefilerce köle karşılığında, onun sahibi olmayan hür katil, aynı şekilde müslümanların himayesinde bulunan kâfir karşılığında müslüman katil de kısas yoluyla öldürülür. Çünkü 'cana can' buyurulmuştur.

    Birinci hadis, kölenin sahibi hakkında özeldir. Diğerleri de bu nassı neshedecek derecede kuvvetli değildir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bir zimmî karşılığında bir müslümanı kısas etmiş ve 'Taahhüdünü yerine getirmeye en layık olan benim.' buyurmuş olduğunu da Evzâî, senediyle Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Bu hususta başka haberler de vardır.

    Kısas, yaşama hakkında, masumlukta, eşitliğe dayanır. Bu masumluk da din ve yurtta sabit olur. Onlar ise bu konularda eşittirler. Burada şu da anlaşılır ki, vasıf gibi sayıda farklılık da masumlukta eşitliği bozmaz. Bunun için bir şahsı, birçok kimseler birlikte öldürürlerse, hepsi de ittifakla kısas yoluyla öldürülürler.
    Kısaca kısas, aslî bir hak ve ilk borçtur. Af ise bunun üzerine gerekebilecek bir fazilettir. Bu fazilet, ya tam olarak kayıtsız ve bedelsiz veyahut eksik olarak diyet ya da başka bir bedel karşılığında yapılır.

    ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR TEFSİRİ

  • şeriat

    10.12.2009 - 14:20

    Şeriat, Cenab-ı Zülcelal Hazretleri’nin emir ve yasaklarının cümlesidir. Cenab-ı Allah şeriatı yani, Allah’ın emrettiği ve nehyettiği amelleri Peygamberleri vasıtasıyla, ona kitap göndererek, hikmetler vererek, üstün vasıflar ile bezendirerek, insanlara bildirmiştir.

    Allah-u Teala Hazretleri “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Maide/3) ve yine “Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edileceklerden olacamtır.” (Ali İmran/85) buyuruyor.

    Allah-u Teala Hazretleri’nin katında geçerli olan İslam’dır. Gönderdiği bu dinin emirlerini yerine getirmeye de ŞERİAT denir.

    Meşayıhın büyüklerinden Bayezid-i Bistami Hazretleri:
    “Bir kimsenin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü, Tayy-i Mekan yaptığını görseniz, O’nun şeriatına bakınız. Eğer şeriatı düzgün değil ise o atıldır, batıldır. Zira havada kargalar da uçar, suyun üzerinde kurbağa da yürür. Tayy-i Mekan’ı şeytan da yapar. Önemli olan kişinin, Allah-u Teala Hazretleri’nin emirlerine ve nehiylerine uyup uymadığıdır.” buyururdular.

    Şeriattan zerre kadar ayrılmak, diğer güzelliklere ulaşmaya engeldir. Şeriatı olmayan insan, tarikattan koku alamaz.

  • sema

    10.12.2009 - 14:16

    Sema bir ibadet değil; aşk ile vecd halinin bir tezahürüdür. Nasıl ki değirmen oluğundan gelen su, değirmen taşını ihtiyarsız döndürür ise. Varidat-ı İlahiye de aşıkların ve taliplerin gönlüne dökülünce, ihtiyarsız bu kalıbı döndürür.

Toplam 84 mesaj bulundu