Yurtdışında yaşayan Türk ve Mevlana hayranı yabancılar tarafından tanınan 1958 doğumlu Tarım ve Orman Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulunarak aynı kurumdan başarılı bir sicille emekli olmuştur. Uluslararası Yabancı bir kurulu ...
born into brothels (kalküta'nın çocukları)
17.11.2010 - 14:52Yürüyorum Delhinin Caddelerinde..
Yürüyorum Delhinin caddelerinde.
Atıyorum adımlarımı bilinçsizce
Küçük Hintli kızlar el uzatıyorlar,
Ağlıyorlar, ayakları çıplak,
Çamurlaşmış toprağa basıyorlar..
Gökyüzü yine maviliğini kaybetmiş
Karanlık çökmüş gündüzün ortasına
Sokak lambaları yok, kapkaranlık
Karanlık bir sokakta o küçük
teneke evlerinde aç insanlar..
Anlatıyorlar dertlerini,
Yalnızlıklarını, Hüzünlerini,
Sanki anlarmışım gibi,
Uzaklaşıyorum yanlarından,
Küçük Hintli dilenci çocukların..
Gözlerime yaşlar doluyor..
Delhinin toprak sokaklarında
Yine yalnızım, yine sensizim
Yavaş yavaş yürüyorum.
Umutsuzca, umutlarıma...
Can Akın
I'm Walking In Delhi Streets…
I'm walking in Delhi streets.
Taking my steps unconsciously
Little Indian girls are holding their hands out,
Crying,with naked feet,
They're putting their feet on muddy land,
Sky lost it's blueness once more
Got dark at mid day
No street lamps,completely dark
In a dark street,In their
Timplate houses hungry people…
Are talking about their troubles,
Loneliness,pain,
As if I'm able to understand,
I go away from,
Little beggar children of Delhi…
My eyes started filling with tears…
In the soil streets of Delhi
I'm alone once again,without you again
I'm walking slowly,
Hopolessly to my expectations…
Poem: Can AKIN
Translated by: Nilufer DURSUN
çiğdem
08.04.2009 - 06:34039 - Çiğdem...
Sen benim, minicik bebeğim,
İlk aşkım, sevgilim, canım,
Sen benim, tek umudum,
Hayallerim, yaşam amacım,
Sen benim biricik kızım, her şeyimsin,
Sonsuz kalbimin sahibisin
Sen benim mis gibi kokan,
Çiçeğimsin, Çiğdem’imsin,
Ben seninle hayattayım, varım,
Seninle yok olacağım...
Mr Can Akın
aile içi şiddet
02.02.2009 - 00:27AİLE İÇİ ŞİDDET
Aile içi şiddet, ailenin bir üyesinin ailenin diğer üyelerine karşı gösterdiği her türlü saldırgan davranıştır. Aile içi şiddet yalnız kaba kuvvet kullanılmasını ifade eden bir kavram değildir. Kişiyi isteği dışında belli bir biçimde davranmaya zorlayan her türlü tutum ve davranış aile içi şiddet içinde değerlendirilmelidir. Sanıldığından çok daha yaygın olan aile içi şiddet, insanların ruh sağlığını olumsuz etkileyen bir etmendir.
Çocukluk yıllarında şiddete maruz kalan çocuklar erişkin yaşamlarında bir çok ruhsal sorun yaşamaktadırlar.
BALIKESİR'DE GAZİ ECE AMCA VE BEN CAN AKIN
KİTABIMDAN BİR BÖLÜM..
Eve yaklaştıkça içimde nedenini bilemediğim bir sıkıntı belirmeye başladı.
Eve geldim. Babam kapıda duruyordu. Beni uzaktan görmüş ve kapıya çıkmış olmalıydı.
Babam garip garip yüzüme bakarak, dudaklarının üzerine yerleştirdiği anlamsız bir gülümsemeyle bana eve neden bu vakitte geldiğimi sordu.
Bir şeyler oluyordu bunu çocuk aklımda görebiliyordum ama henüz ne olmakta olduğuna karar verememiştim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Korkmaya başlamıştım. İliklerime kadar korkudan kaskatı oldum. Biraz sonra bir şeyler olacaktı. Bunu adım gibi biliyordum. Çünkü babamın dudaklarının gülümsemesine rağmen, gözlerli karanlık kuyular kadar siyahtı. Sanki içinde kırmızı alevler yanıyordu.
Beni korkutan bu ateşlerden bir parçanın benim ürkek yüreğime düşmüş olmasıydı. Bir süre dalgın, dalgın babamın gözlerindeki alevleri seyrettim. Cehennem kadar kırmızı, şeytan kadar öfkeliydi.
Kötü şeyler olacaktı. Hem de çok kötü.
Ama bunu belli etmeden ve babamın bana nadiren gülümsemesine, gülümseme ile karşılık vermek için ben de ona gülümsedim. Gülümserken de içimden şiddetle bu gülüşün gerçek olmasını diledim.
Ne olurdu bir seferde ben eve geldiğimde ailem beni elini kolunu açarak 'Oğlum'diye kucaklasaydı. Ve yüzündeki gülümseme gerçek sevgiden ve kalplerinden gelen gülümseme olsaydı. Ve ben artık çocuk yüreğimde annemden ve babamdan korkmasaydım. Her geçen gün bedenim dayaktan, yüreğim sevgisizlikten ölmeseydi.
Babam kızgın bir sesle bağırdı;
'Neden eve erken geldin, çantan nerede? '
Korkuyla gülümseyerek:
'Okulda toplantı varmış öğretmenim gönderdi, yarın aynı dersler var, çantanı okulda bırak dedi bende okulda bıraktım babacım…' dedim.
İşte o an, babamın gözlerindeki alev dışarı çıkıp benim üzerime akıp beni yakıyordu.
Önce babamın yüzündeki gülümseme çehresini değiştirmeye yerini hızla kızgınlık ve şiddet ifadelerine bırakmaya başladı. Kaslar geriliyor, şekiller bozuluyordu.
Elini kemerine doğru götürdü. Kemerinin tokasını bir çırpıda çözdü. İçim yanıyordu. Çaresizce onu izledim. Kaçacak hiçbir yerim yoktu. Gidecek kimsem de hiç olmadı.
Ve ben henüz bir çocuktum. Bedenim zayıf ve çelimsizdi. Ve asıl önemli olan da beni öğretmenim eve yollamıştı.
Kemer yavaş, yavaş pantolondan ayrıldı ve havada hızlı bir ıslık sesi çıkararak şakladı.
Arkasından babamın öfkeden gürleyen sesiyle;
'Neden okuldan kaçıyorsun çantanı ne yaptın. Çantan nerede? ' diyen sözlerini duydum.
Söyleyeceklerimin bu saatten sonra kızgın ve zincirlerinden kopmuş öfkeyi durdurabileceğine inanmasam da içimden gelen son bir gayretle,
'Öğretmenim çantamın ağır olduğunu ve onu okulda bırakmamı söyledi. Ve çantamı sırtımdan aldı' dedim.
Elimdeki Çanakkale Geçilmez kitabıma sanki beni koruyacakmış gibi sımsıkı sarıldım. O anda kitabın içine girip kaybolmak istedim. Ve hiç hayatta olmamayı dilediğim kaç an yaşadığımı düşündüm.
Elindeki kemeri parmaklarının eklem yerleri beyazlaşana kadar sımsıkı tutmuştu.
Ve kolu hızlı bir hareketle yukarı kalktı ve ben daha ne olduğunu anlamadan kemer vücuduma hızla, defalarca inmeye başladı. Küçük bedenim sert vuruş darbesiyle yere, kapının önüne düştü.
Arkasından bir daha, bir daha kemer hızla çelimsiz bedenimin üzerine indi. Her darbede bir kez daha yapıştım yere. Kemer her vuruşta zayıf bedenime çepeçevre sarmalıyordu.
Bedenimin arkası ve önü kemerin oluşturduğu yaralardan kanamaya başlamıştı. Çok canım açıyordu. Acının şiddetini azaltmak için kalkmak istedikçe, kemerin darbesiyle bir kez daha yere yapıştım.
Kemer tokası iki kere burnumun ve gözümün hizasında yüzüme derin bir iz oluşturacak şekilde acıyla gömüldü. Burnum kanıyordu. Ve gözümün kenarına gelen tokadan gözüm kapanmıştı. İçimde alaboralar kopuyordu.
Yüreğim bedenime vuran kemerden parça parça olmuş dağlanmıştı. Sanki kocaman demir döküm fabrikalarındaki korlar yüreğime doldurulmuştu. Sıcak her taraf çok sıcaktı.
Her kemer vuruşunda ağzından köpükler saçarak bana;
'Neden okuldan kaçtın, çantan nerede' diyerek kemeri daha hızlı üzerime indiriyordu.
Her indirişinde içimdeki sevgileri de bir parça öldürdü. Her parçada ben de bir kez daha öldüm. Çocuk yüreğimde tükendi bütün umutlar, kırıldı evimin bütün camları içime düştü. Karardı her yer, karardı.
O bana soru sordukça ben de tükenmekte olan son nefesimle
'Beni öğretmenim bıraktı. Çantamı da o aldı' diyordum.
Beni duymuyordu ama ben halen babamın içinde var ise son kalan merhamet duygularını harekete geçirmeye çalışıyordum.
Birden kemer durdu. Babam;
'Kalk o zaman okula gidelim bakalım. Göreceğiz doğruyu söyleyip söylemediğini! ! ! ' diyerek beni kolumdan tuttu ve sürükleyerek yola çıkardı.
Her tarafım çok ağrıyor ve vücudum yanıyordu. Elbisemin ve montumun bazı yerleri yırtılmıştı. Yırtık yerlerden kemikli zayıf vücudumda ki kemerin darbe izleri görülüyordu. Yüreğimden düşen kan damlaları, gözlerimden sel olmuş akıyordu.
Yol kenarında durduk. Babam doğruyu bilmeden ve bana inanmadan beni az önce öldüresiye dövmüştü. Yoldan geçen arkasında römorku olan bir traktörü durdurdu ve beni arabanın arkasına attı. Kendiside bindi.
'Çek okulun oraya' diye traktörü kullanana direktif verdi.
Ben traktörün arkasındaki römorkun en ucuna gidip oturdum. Her tarafım çok ağrıyordu. Hem üşüyor hem de vücudum yanıyordu. Yaralarım sızlıyor, çektiğim acıdan başım fır fır dönüyor, düşmemek için büyük bir güç harcıyordum.
Ona dediğimin doğru olduğunu gösterecektim.
Kafamı yere eğmiş dişlerimi duyduğum acıdan sıkmıştım. Birden tepemde bir gölgenin olduğunu hissettim. Başımı kaldırdım. O tepemde kızgınlıkla bana bakıyor ve bir taraftan da yakasındaki bir şeyleri karıştırıyordu. Yakasında bir şey bulmuşçasına iki parmağını birbirine sıkıştırdı yanıma eğildi ve bir kolumu sıkıca tuttu. Elinde bir iğne vardı.
Birden iğneyi koluma soktu ve o an gözlerimde şimşekler çaktı. Anlamak istedim. Yalvaran gözlerle yüzüne baktım. Bir taraftan da kurtulmak ve çektiğim işkencenin son bulması için var gücümle;
'Baba lütfen, lütfen yapma. Beni öğretmen erken bıraktı. Çantamı da o aldı' diye yalvarıyordum.
Bir an bir baygınlık geçirdim ve düştüm. Fakat iğnenin koluma tekrar girmesiyle yine acıların içindeydim. Defalarca, defalarca iğneyi koluma insafsızca ve şeytani bir ifadeyle batırdı.
Kolum delik deşik olmuş ve iğnenin girdiği deliklerden kanlar akıyordu. Traktörün römorkunda hem ağlıyor hem de bağırıyordum. Ara sıra güç bela elinden kurtulup römorkun arkasına kaçıyordum. Ama hemen dev adımlarıyla yanıma gelip iğneyi koluma batırarak;
'Neden kaçtın okuldan, neden? ' diyerek defalarca saplamaya devam ediyordu.
Bir ara bulanık bir görüntü geldi gözlerimin önüne. Kalabalık bir gurubun traktörün arkasından hayal meyal koştuğunu gördüm. Sonra askeri bölgenin oradan geçtiğimizi fark ettim. Traktörün arkasından koşanlar
'Yapma baba' diyen, çığlık çığlığa seslerimi duyan asker ağabeylerim ve demir dökümün Tülükabaklarıydı.
Onları görünce daha çok bağırmaya başladım.
'Yapma baba, yapma baba'. Fakat arkamızdan koşanlar bize yetişemediler. Hızla oradan uzaklaştık.
Okulun önüne gelmiştik.
Babam beni tıpkı boş bir çuval gibi römorkun arkasından yere fırlattı. Dayaktan et yığını haline gelmiş vücudumu, ince ve zayıf bacaklarım taşıyamadı. Dizlerimin üzerine yere yığıldım. Sert taşlar dizlerimi parçaladı. Her tarafım kanıyordu. Sanırım ölmek üzereydim. Artık acıdan başka hiçbir şey hissedemiyordum.
O da yere indi ve beni kolumdan boş bir çuvalı tutarcasına kaldırdı. Dermanım kesildiği için yalpalayarak yürümeye çalışan bacaklarımla onun yanı sıra gittim.
Etrafta öğlenci öğrenciler ve nöbetçi öğretmenler vardı. Herkes bize bakıyordu. Kimisi gülüyor kimisi de beni acıyan gözlerle seyrediyordu. Orada bulunan birkaç insanın
'Beyefendi lütfen burada bari yapmayın. Öğrencilerin gözleri önünde' dediklerini duydum.
Burada bütün kötülüğün yapıldığı kişi bendim. Ben kanıyordum. Ben acı çekiyordum. Bana, bedenime ve ruhuma olanlar hiç önemli değildi.
'Beyefendi çocuğu dövmeyin' diyeceklerine, 'diğer öğrencilerin gözü önünde yapmayın.' diyordu. Orada bulunan insanların bana karşı duyarsızlığı yediğim sopalardan daha çok canımı yakmıştı. Daha fazla ağlamaya başladım.
Bir ara nöbetçi öğretmenlerimin babamla benim peşi sıra koştuklarını ve seslendiklerini gördüm. Ama onlarda bize yetişemediler. Hızla yukarı çıktık.
Babam öğretmenler odasında gerçeği öğrendi.
Benim doğruyu söylediğimi anladığında, bana yaptıklarından dolayı pişmanlık duydu ve fısıldarcasına bir sesle;
'Hadi oğlum gel eve gidelim dedi.'
Hiç gitmek istemedim. Ama hiç kimsem de yoktu.
Ne akrabam ne de arkadaşım. Mecburdum birlikte babamın 'Ev' dediği fakat 'Yuva' olmayan yere gitmeye.
Başım önümde öğretmenimin gözlerine bakmadan kan damlayan kolumla çantamı aldım. Ağlayarak öğretmenime
'Neden çantamı aldın öğretmenim? ' dedim.
O da üzgün gözlerle yere baktı.
'Özür dilerim Can. Böyle olacağını hiç bilemezdim.' dedi.
Babam ortadan kaybolmuştu. Ben de yalpalayarak odadan dışarı çıkmaya çalıştım. Çıt çıkmıyordu. Öğretmenler gördükleri şiddet tablosu karşısında donup kalmışlardı. Babam çok iri yarı ve sert görünüşlü bir insandı. Bazen onun bakışları ile insanları dövdüğünü düşünürdüm. Sanırım öğretmenlerim de aynı şeyi onun gözlerinde görmüştü. Hiç kimse hiçbir şey yapamadı. Tek bir söz söyleyemedi. Sanki her yer susmuştu.
Babamı takip ederek eve doğru yol almaya başladım. Adımlarımın her biri tonlarca ağırlıktaydı. Yaralarım vücudum soğumaya başladığı için daha çok acıyordu. Başımın etrafındaki bütün binalar dönüyordu. İnsanüstü bir güçle yürüyordum. Tek amacım eve varıp bir an önce uyuyarak acılarımdan kurtulmaktı.
Son bir adım daha…. Son bir gayret daha …… Son defa….Son …..
Son defa sıkıca sarıldım Mehmetcik kitabıma….
Soğuk. Çok üşüyorum…..
Sanki ben de Çanakkale Savaşında, bir düşman askerini taşıyormuşçasına sırtımda çantamı taşıyarak yürüyordum.
Çok küçüktüm…..
Masumdum……
Ben sadece bir çocuktum…
Neden…
Neden….
CAN AKIN - SAİR VE FOTOĞRAF SANATÇISI
DEVAMINI OKUMAK ICIN KOPYALA YAPISTIR
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=3066&ItemIndex=98
aşk
23.01.2009 - 21:53Aşk
Aşk kalbe bir çıngı ile
Özenle işlenen oyadır
Kalbe sürülen yağlı boyadır.
Ne kadar silmeye çalışsan da
Mutlaka bir izi kalır...
Can Akın
Kalküta'nın Çocukları
23.11.2008 - 15:40135 - Yürüyorum Delhinin Caddelerinde..
Yürüyorum Delhi’nin caddelerinde.
Atıyorum adımlarımı bilinçsizce
Küçük Hintli kızlar el uzatıyorlar,
Ağlıyorlar, ayakları çıplak,
Çamurlaşmış toprağa basıyorlar..
Gökyüzü yine maviliğini kaybetmiş
Karanlık çökmüş gündüzün ortasına
Sokak lambaları yok, kapkaranlık
Karanlık bir sokakta o küçük
teneke evlerinde aç insanlar..
Anlatıyorlar dertlerini,
Yalnızlıklarını, Hüzünlerini,
Sanki anlarmışım gibi,
Uzaklaşıyorum yanlarından,
Küçük Hintli dilenci çocukların..
Gözlerime yaşlar doluyor..
Delhi’nin toprak sokaklarında
Yine yalnızım, yine sensizim
Yavaş yavaş yürüyorum.
Umutsuzca, umutlarıma...
Mr Can Akın
hayat
22.11.2008 - 17:28Çevirim, Hayata Teşekkür Ederim. Thanks To Life - Gracias A La Vida - Mercedes Sosa
Hayata Teşekkür Ederim...
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim.
Gözümü her açtığımda, beyaz ve siyahı
Gökyüzünde ki ta uzaktaki yıldızları
ve de kalabalığın içinden sevdiğim insanı ayırt etmemi sağlayan,
İki göz verdiği için teşekkür ederim.
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim.
Gece ve gündüz demeden,
Ağustos böceklerinin cırcırlarını, kanaryaların şarkılarını
Çekiç ve motor seslerini, köpek havlamalarını, fırtınaları
Ve sevdiğimin titrek narin sesini
Ve bütün duyduğum sesleri kayıt etmem için
Kulak verdiğin için teşekkür ederim
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim.
Haykırıp düşünebildiğim kelimeleri
Anne, arkadaş, kardeş, yanan ışık gibi kelimeleri
Ve sevdiğim insana giden ruhumun rotası gibi kelimeleri
Düşünüp ve açıklayabilmem için bana
Sesi ve alfabedeki kelimeleri verdiği için teşekkür ederim.
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim
Ayaklarımla şehirleri, göletleri, deniz kıyılarını
Çölleri, dağları ve geniş düzlükleri
Ve senin evini, sokağını ve bahçeni gezdiğim için
Yorgun ayaklarımın yürüyüşünü verdiği için teşekkür ederim
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim.
Yıkıntılardan ayağa kalkışı ayırabilmeyi
Şarkımla, sizin şarkınızla aynı olan şarkıyı oluşturan,
İki temel maddeyi; kahkahayla gülmeyi
Ve gözyaşını verdiği için teşekkür ederim
Herkesin şarkısı olan benim kendi şarkımı.
Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim...
Hayata teşekkür ederim...
Hayata teşekkür ederim...
Hayata teşekkür ederim...
ÇEVİRİ CAN AKIN
Gracias A La Vida
Gracias a la vida que me ha dado tanto
Me ha dado dos luceros que cuando los abro
Perfecto distingo lo negro del blanco
Y en el alto cielo su fondo estrellado
Y en las multitudes el hombre que yo amo
Gracias a la vida que me ha dado tanto
Me ha dado el sonido y el abecedario
Con él, las palabras que pienso y declaro
Madre, amigo, hermano y luz alumbrando
La ruta del alma del que estoy amando
Gracias a la vida que me ha dado tanto
Me ha dado la marcha de mis pies cansados
Con ellos anduve ciudades y charcos
Playas y desiertos, montañas y llanos
Y la casa tuya, tu calle y tu patio
Gracias a la vida que me ha dado tanto
Me ha dado el corazón que agita su marco
Cuando miro el fruto del cerebro humano
Cuando miro el bueno tan lejos del malo
Cuando miro el fondo de tus ojos claros
Gracias a la vida que me ha dado tanto
Me ha dado la risa y me ha dado el llanto
Así yo distingo dicha de quebranto
Los dos materiales que forman mi canto
Y el canto de ustedes que es mi propio canto
Gracias a la vida...
Gracias a la vida...
Gracias a la vida...
aşk
22.11.2008 - 17:25Aşk
Aşk kalbe bir çıngı ile
Özenle işlenen oyadır
Kalbe sürülen yağlı boyadır.
Ne kadar silmeye çalışsan da
Mutlaka bir izi kalır...
Can Akın
üç şey
29.07.2008 - 15:41Üç şey
Hayatta bir kez gittiğinde asla geri dönmeyen üç şey:
Zaman, sözcükler ve fırsattır.
Hayatta hiç bir zaman kaybedilmemesi gereken üç şey:
Barış, umut ve dürüstlüktür.
Hayatta en değerli üç şey:
Sevgi, kendine güven ve arkadaşlardır.
Hayatta hiç emin olunamayacak üç şey:
Düşler, başarı ve zenginliktir.
Hayatta insanı geliştiren üç şey:
Çok çalışma, samimiyet ve başarıdır.
Hayatta insanı mahveden üç şey:
Cesaretsizlik, gurur ve öfkedir.
Mr Can Akın
son tercih
08.07.2008 - 14:02TÜRK GENÇLERİNİN BÖYLE SİLAHTAN, KABADAYILIKTAN, TERÖR VE UYUŞTURUCU KONULARI İÇERMİYEN TV DİZİLERİNEDE İHTİYACI VAR...
BU DİZİYİ HAZIRLAYIP TÜRK GENÇLERİNE SUNAN HERKESE TEŞEKKÜR EDERİM..
SİZLER BİRER KAHRAMANSINIZ...
CAN AKIN
1. BÖLÜM
Muzaffer, Banko Dershanesinin müdürüdür. Dershane öğrencileri ÖSS'de istenen başarıyı yakalayamamıştır. Bir eğitmenden çok tüccar gibi davranan, sınıflara haddinden fazla öğrenci alan ve tek düşüncesi para olan Banko Dershanenin sahibi Hayri, kendi yanlışlarını görmeyerek bütün suçu Muzaffer ve diğer öğretmenlerin üstüne atar. Muzaffer ve öğretmen arkadaşları, Para delisi Hayri'nin bu tutumuna daha fazla dayanamaz ve istifa ederler.
Öğrencilerin yaşadığı stresi ve üzerlerindeki baskıyı çok iyi anlayan bu eğitimciler her türlü zor şarta göğüs gererek hep beraber bir dershane kurarlar. Amaçları o sene sınavda sıfır çeken öğrencileri bir araya toplayıp, idealist bir eğitim anlayışıyla hepsinin ÖSS'de başarılı olmalarını sağlamaktır. Muzaffer ve eğitimci arkadaşları, eğitimin paradan ibaret olmadığını tüm meslektaşlarına ve ebeveynlere ispatlamak için Son Tercih'i kurarlar.
Kimsenin bilmediği bu dershane ilk zamanlar 'öğrencilerine' ulaşamasa da bu sorun Muzaffer'in eski bir talebesinin yardımıyla sürpriz bir şekilde çözümlenir.
Ertesi sabah ÖSS'de çeşitli talihsizlikler yüzünden sıfır çeken kahramanlarımız Son Tercih Dershanesi'nin kapısını çalmaya başlar.
Babasının kalp ameliyatı yüzünden sınavdan çıkmak zorunda kalan Can, abisi Akın'ın çocukça ve şımarık tavırları sebebiyle sınavdan atılan Nil, Ağababasının gözbebeği saf ve sevimli Feyzo, tatlı belası babaannesi yüzünden ne yapacağını şaşırmış Mert, ve diğerleri…
Hikâyemizin kahramanları bir araya geldikten sonra 'Son Tercih Dershanesi' canlanmış, Muzaffer ve eğitimci arkadaşları öğrencilerine ihtiyaçları olan eğitimi vermek için kolları sıvamıştır. Ama gelen bir haberle herkes bir kez daha umutsuzluğa düşer.
Kısa bir süre önce açık kalp ameliyatı geçiren Can'ın babası tekrar hastaneye kaldırılmıştır.
2. BÖLÜM
Can'ın sakladığı ÖSS sonuç belgesini bulan babası oğlunun sınavı kazanamadığını öğrenince fenalaşır. Durumunda ciddi bir şey yoktur. Ama Can'ın kendisine yalan söylemesi onu çok kırmıştır. Can, babasına kendisini affettirmeye çalışmaktadır. Ama Can'ın çabaları sonuçsuz kalır. Her zaman yanında olan Muzaffer Hocası onu yalnız bırakmaz. Babasıyla barışması için elinden geleni yapar.
Dershanede tanıştığı Nil'de Can'a yardım etmek istemektedir. Aralarında ikisinin de fark edemediği bir çekim vardır Ama Nil'in abisi Akın'ın fevri davranışları ve Can'ın eski kız arkadaşı Melis'in müdahaleleri yüzünden bir türlü yakınlaşamazlar. Nil ise abisinin serkeş ve şımarık tavırları yetmezmiş gibi bir de babası ve annesi arasındaki sorunlarla uğraşmaktadır.
Bu arada Mert'in babaannesi Fahrünisa Hanım zayıflamak için ağır bir rejime girmiş ve kendisini bilumum sportif aktivitelere vermiştir. Mert aradığı fırsatı bulmuştur… Babaannesinin bu durumundan yararlanmak için çeşitli kurnazlıklar yapar. Bu arada Aylin'e olan hisleri de iyice alevlenir. Ama yaptığı sakarlıklar ve düştüğü komik durumlar nedeniyle ona bir türlü açılamaz. Zaten açılsa da bir şey olacağı yoktur…
Eski bir öğretmen olan Münevver, Muzaffer'in halasıdır. Dershanenin çekip çevrilmesi temizlenmesi, çocukların doğru beslenmesi için deli gibi çabalar. Aslında tam bir tatlı kaçıktır. Zaman zaman filozofça laflar eder, vecizeleri hiç eksik olmaz. Yıllar önce bir seferde kayıplara karışan büyük aşkı, kocası, can yoldaşı, bahriyeli Şahap ağzından hiç düşmez.
Münevver, dershaneye bir temizlik görevlisi almak için kolları sıvar. Diğer adayları açık ara geride bırakan Haşmet çalışmaya başlar. Kantindeki ev yemeklerinden pek hoşnut olmayan öğrenciler Haşmet'i bir çıkış yolu olarak görürler. Kurnaz Haşmet küçük bir komisyon karşılığında dershaneye fast food taşımaya başlar.
Yıllardır birlikte çalışan Muzaffer ve Oya'da birbirlerine bir türlü açılamamaktadır. Muzaffer'in halası Münevver ve Oya'nın en yakın arkadaşı Fizikçi Nalan, Oya ve Muzaffer'i baş göz etmek için aralarında bir plan yaparlar. Ancak eskiden beri Oya'ya karşı zaafı olan Hayri, bu planları bozmak için çoktan harekete geçmiştir. Kurduğu küçük oyun can sıkacaktır.
3. BÖLÜM
Oya'nın Hayri'ye karşı bir şeyler hissettiğini düşünen Muzaffer, Oya'ya soğuk davranmaktadır. Oya ise olan bitenden habersizdir. Beraber gittikleri tiyatro oyunu ikisine de zehir olur. Oya, Muzaffer'in kendisine karşı bir şey hissetmediğini düşünürken Muzaffer de Oya ve Hayri arasında bir şeyler olduğunu düşünür. Hayri de bu sırada boş durmaz. Kendi çalışanı olan Tuncay'ı Son Tercih Dershanesi'ne gönderir. Burada çalışmaya başlayan Tuncay, bir ajan gibi saat başı Hayri'ye rapor vermektedir.
Halasının yanında kalan Feyzo, hayatından pek memnun değildir. Halası da bu durumdan hoşnut sayılmaz. Feyzo, geceleri bangır bangır türkü dinleyerek kimseyi uyutmamaktadır.
Son Tercih Dershanesi'nin en renkli öğrencilerden biri olan Teoman ev sahibiyle kavga eder. Ev sahibi çok kızgındır. Bütün apartman sabaha kadar uyuyamamıştır. Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu rock grubu sabaha karşı kaldıkları evde prova yapınca apartman ve semt sakinleri ayaklanmış, haliyle Teoman ve arkadaşları kaldıkları evden kovulmuştur.
Teo ve Feyzo ayrı ayrı ev aramaya başlarlar. Ama kiraların yüksek olması, ev sahiplerinin dayattığı şartlar ikisini de yıldırır. Onların bu çaresizliğinden yararlanan Haşmet onlara bir ev bulur. Teoman ve Feyzo'yu kiraladıkları bu evde büyük bir sürpriz beklemektedir.
Ailesinin yaptığı büyük fedakârlıklarla dershaneye yazılan Esra'da akşamları bir kafede part-time çalışmaya başladığı için son derslere girememektedir. Bu durumu hocalarından saklamak istemektedir. Ancak Akın, sürekli atıştığı Esra'nın bir garson olarak çalıştığını öğrenince kafenin müdavimi olur. Tek amacı Esra'yı zor duruma sokup eğlenmektir. Esra'nın cevabı ise her zaman hazır olacaktır.
Aylin'e uzun zamandır platonik bir şekilde âşık olan Mert, Aylin'i ders çıkışı almaya gelen motosikletli çocuk yüzünden depresyona girmiştir. Zaten sakarlıkları yüzünden Aylin'in yanında hep gülünç duruma düşen Mert, yeni bir plan yapar. Aylin'i kazanmak için bir motosiklet şarttır ve bunu elde etmek için her yol caizdir.
Feyzo ve Can, Mert'e destek olmak için ellerinden geleni yaparlar.
Mert kararlıdır. Babaannesine ilk kez bu kadar sert çıkar 'Bana motor almazsan buralardan göçer giderim…'
Bu arada Can ve Nil iyice yakınlaşmaya başlar. Aşk filizlerini vermeye başlamıştır.
Tüm bunlar olurken Nil'in anne ve babasının aldığı ani boşanma kararı Nil'i çok derinden etkiler. Can onu yalnız bırakmak istemez. Can ve Nil'in yakınlaştığını gören Melis Can'ı yeniden kazanmak için harekete geçer.
4. BÖLÜM
Melis, Nil'le yakınlaşan eski sevgilisi Can'ı tekrar elde etmek için elinden gelen ne varsa yapar. Yalanlar söyleyerek Nil'in moralini bozan Melis, Can'ı tekrar kazandığını zannetmektedir.
Melis tam anlamıyla amacına ulaşamasa da kısa bir süreliğine Nil ve Can'ın arasını bozmayı başarır. Anne ve babasının boşanma kararı Nil'i alt üst etmişken Melis'in söyledikleri de işin tuzu biberi olmuştur. Nil yıkılır.
Can, Nil'e olan biteni açıklamak istese de, Nil Can'dan sürekli kaçmaktadır. Anne ve babasının şiddetli geçimsizliği ve boşanma kararı ile Melis'in söyledikleri Nil'i uzun bir süre zor durumda bırakacaktır.
Melis bunlarla yetinmeyerek boş durmaz, Can'ın annesini ziyaret ederek kaleyi içten fethetmeye çalışır.
Aylin'i durmadan çıkış kapısından alan motosikletliden nefret eden Mert, babaannesinin kendisine hazırladığı sürprizle çok mutlu olur. Aylin'e delicesine âşık olan Mert babaannesinin kendine motor aldığını öğrenince sevinçten havalara uçar. Fahrünisa Hanım trafikte bile yanından ayrılmayarak Mert'in sevincini kursağında bırakır.
Bizimkiler kafa kafaya verip Haşmet'e misilleme yapmak için büyük bir parti düzenlerler. Partide çok eğlenen gençleri ilerleyen saatlerde bir sürpriz beklemektedir.
Muzaffer ve Oya'nın arası iyice düzelmiştir. Tuncay vasıtasıyla olan biteni öğrenen Hayri öfkeden deliye döner. Uzak Doğu gezisinden dönüp 3. gözünü ve 9. çakrasını açtırmış olan Tarihçi Tuncay'la kafa kafaya verip Son Tercih Dershanesi'ni tarihe karıştıracak bir plan yapmaya başlar.
Belki de dershane ajan öğretmen Tuncay ve Hayri'nin kurduğu planların sonucunda kapanacaktır…
5. BÖLÜM
Dershaneyi kapatmak üzere gelen müfettişler, zor saatlerin yaşanmasına sebep olur. Tuncay'ın hazırladığı tuzakların ortaya çıkması durumunda Muzaffer ve tüm öğretmenleri zor günler beklemektedir.
Öğrenciler tarafında ise önceki gece Feyzo'nun evinde düzenlenen partinin yankıları devam etmektedir. Partiyi basan Feyzo'nun Babası oğlunu köye geri götürmek konusunda son derece kararlıdır. Çocuklar ve Haşmet, Feyzo'nun babasının inadını bir türlü yenemezler. Son çare Fahrünisa'yı devreye sokup Baba'yı ikna etmesini sağlamaktır. Fahrünisa'nın ise bu konuyla ilgili her zamanki gibi son derece orijinal planları vardır.
6. BÖLÜM
Can ve Nil'i el ele yakalayan Akın, bu ilişki önündeki en büyük engel olduğunu bu kez çok daha sert bir şekilde gösterir. Akın, Nil'i tehdit ederek görüşmelerini engellemeye çalışır. Can'ın bütün çabaları ise sonuçsuz kalır.
Diğer yandan Mert ve Aylin arasındaki ilişki de bir türlü rayına oturmamıştır. Mert bütün çabalarına rağmen Aylin'i bir türlü ikna edemez. Onun durumuna üzülen sınıfın kızları, Mert'e yardım etmeye karar veririler. Mert, kızlardan aldığı tüyolarla Aylin'in aklını çelmeye çalışmaya başlar.
7. BÖLÜM
Sahildeki cafede çıkan kavgada Akın üç dört delikanlının arasında kıyasıya dövülmektedir. Can gözünü kırpmadan çocukların arasına girip Akın'ı kurtarır. Diğer çocukların da yetişmesiyle kavga sona erer.
Akın'ın, kendisini kurtaran Can'a karşı tavrı yumuşar. Fakat diğer yandan da Akın, Can'ın eski sevgilisi Melis'ten hoşlanmaya başlamıştır. Melis de, Akın'a yakınlık gösterse de aslında tek amacı vardır; Can'ı tekrar elde etmek.
Oya ve Muzaffer tarafında her şey yolunda ilerlemektedir. Sahilde yaşanan yakınlaşma dershanede de devam ederken herkes olan biteni memnuniyetle izler. Şimdi hamle sırası Metin Ali'ye gelmiştir. Metin Ali, Nalan'a aşkını ilan etme yolları ararken komik durumlara düşer ve en sonunda Münevver'in nasihatlerini dinleyerek Nalan'a damdan düşer gibi evlenme teklif eder.
Mert ve Aylin tarafında da mutluluk rüzgarları esmektedir. Aylin, Mert'e olan tutumunu değiştirmiştir. Fakat Fahrünisa yine boş durmaz.
Her şey yolunda giderken Can, Anne babasının şehir dışına taşınma kararıyla yıkılır. Büyük bir çıkmazdadır. Can, Nil'i bırakıp o da ailesiyle birlikte taşınacak mı yoksa İstanbul'da kalacak mıdır?
CAN, AKIN URLA YA GİDECEK VE ORADA MUTLU OLACAK MI?
Ece Amca
05.07.2008 - 21:58Balıkesir Ve Kurtuluş Savaşı Komutanı Gazi Topcu Binbaşı Ece Amca - Can Akın
Balıkesir Ve Kurtuluş Şavaşı Gazisi Ece Amca
Ben Balıkesir Atatürk ilkokulunda okudum.. Babam memurdu.. Fakirdik, beni okul aile birliği giydirirdi.. Her okula başladığımda öğretmenim elimden tutar, salı pazarına götürür, ayakkabı, önlük ve kitaplarımı, defterlerimi alırdı.. Teneffüs aralarında simitçiye gider simitçinin birkaç simitlerini satardım o da bana en kuru, en bayat simiti bana verirdi.. Bende onu ıslatarak yerdim…
Okulda bayramlarda törenlere katılmak isterdim.. Arkadaşlarım her bayram da bir tören elbisesi giyerdi. Kimi melek, kimi arı olurdu. Ben ise önlüğümle törenlere katılırdım.. Baş öğretmenimiz törenlerde hep Türk bayrağını bana verirdi.. Cılız bedenimle o Türk bayrağını okulun en önünde gururla taşırdım.. Tören bitip okula gelene kadar, yere koymazdım ve kimseye de vermezdim..
Bizim okulda her gün, her sabah, İstiklal Marşı söylenir, okula öyle girerdik.. Her salı günleri sabah yaşlı bir amca gelirdi. Adı Ece Amca idi… O nu bütün Balıkesir'liler tanırdı.. Biz onu Kurtuluş Savaşı Komutanlarından gazi topçu binbaşı olarak bilirdik, 5 yıl her salı bizimle birlikte istiklal marşı söylemek için okula geldi.. Arada bir beni kürsüye çıkartır birlikte İstiklal Marşını söylerdik, beni severdi.. Bir gün üzerinde askeri top ve Atatürk resmi bulunan flama getirdi 'Can ben seni çok seviyorum.. Bunu sana veriyorum, bunu sakla dedi'
Balıkesir'deki bütün okullara tek tek gider… Elinde bir torba yerden, çöpten bulduğu ekmekleri öğrencilere gösterir, ' Arkadaşlar sakın evde ekmekleri yere atmayın, bir gün gelecek dünya açlık içinde susuzluk içinde olacak… İnsanları akbabalar yiyecek, Anne ve Babanızı sevin, doğruluktan, dürüstlükten ayrılmayın' derdi.. Bizde akbaba nedir diye sorduk… Kütüphanemiz vardı ama bir akbaba resmini bulamadık.. Ben getiririm dedi ve akşam bir akbaba resmiyle geldi… Kitaba kahkahalarla gülerek baktık 'Bu mu bizi yiyecek' dedik…
Aradan yıllar geçti, Almanya'da televizyon seyrederken bir fotoğraf çıktı bu fotoğraf 1994'de sudan'daki kıtlık sırasında çekilmiş. Ve fotoğrafçı Kevin Carter'a Pulitzer ödülünü kazandırmış. Bir Sudanlı çocuk emekleyerek 1 km. Ötedeki Birleşmiş Milletler yemek kampına gitmeye çalışıyor, arkasındaki akbaba vardı, ve çocuğu takip ediyor, ölmesini bekliyordu.. Ece amca ve ilkokulum aklıma geldi. Ve bir anda telefonlar çalmaya başladı bütün ilkokul arkadaşlarımız birbirimizi bulduk… kimimiz savcı, kimimiz hakim, hepimiz üst makamlardaydık.. 1965 yılında bize söylenenleri 2000 yıllarına kadar unutmamıştık. Birbirimizi aradık ve bulmaya çalıştık.. Ve gördük ki Ece Amca nın bize verdiği doğru yoldaydık… Bizim hayatımızı sözleriyle etkilemişti…
Daha sonra öğrendik. Fotoğrafı çeken Kevin Carter fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılmış. Ancak daha sonra çocuğu aramak için geri dönmüş ama bulamamış, 3 ay sonra depresyona giriyor ve intihar ediyor.
Lütfen Ece Amca'mızın sözlerini dikkate alalım. Dünya kıtlık içinde herkes açlıktan ölüyor. Çocuklarımıza nasıl bir hayat beklediğini biliyor musunuz?
Ece Amca nın vefatına tüm Balıkesir'liler üzüldü.. Ve çok kalabalık bir askeri törenle Balıkesir girişindeki Başçeşme mezarlığına defnedildi… Mezarının karşısında ise okuldaki çocuklarının sesini duyabileceği Ece Amca ilköğretimokulu bulunmakta, ayrıca Balıkesir de bir Ece Amca kütüphanesi kuruldu.. Allah rahmet eylesin…
Bana verdiği flamaya ne oldu diye sorarsanız.. Bir sır… Ama bilin ki çok iyi bir yerde hala duruyor….
Can Akın
Oruç GÜVENÇ
21.02.2008 - 14:21TÜMATA - CAN AKIN
1976 yılında, Türk Musikisi'nin doğuşunu, gelişmesini, tedavi değerini, repertuar ve enstrüman zenginliğini araştırmak ve tanıtmak amacı ile Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç tarafından kurulmuştur. 1991-1995 tarihlerinde 'İstanbul Üniversitesi Etno müzkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi'ne bağlı olarak faaliyet gösterdikten sonra, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Tanıtma Birimi olarak faaliyetine devam etmiştir.
En az 6.000 yıllık bir geçmişi olduğu ileri sürülen Türk Musikisi'nin günümüze ulaşabilmiş repertuar, icra şekilleri, dansları kıyafet ve dekorları, sosyo kültürel ve psikolojik kaynakları, moderm tıpta yeniden keşfedilen müzikterapinin uygulama malzemeleri TÜMATA'nın genel faaliyet konularıdır. Bu maksatla Almatı'dan Barcelona'ya sekiz tane merkez kurulmuş (Almatı, Rosenau, Mannheim, Münih, Berlin, Zürih, Madrit, Barselona) , ayrıca Avusturya Rosenau'da müzik terapist yetiştiren bir okul açılmış, bu okuldan mezun olan ilk öğrenciler 1995 yılı Ekim ayında Edime'deki Sultan 2. Bayezid Şifahânesi'nde verdikleri Türk musikisi konserinden sonra diplomalarını almışlardır. İkinci bir akademik müzik-terapi yüksek okulu 1997 yılında yine Avusturya'da eğitime başlamıştır.
Avrupa bağlantıları, Avrupa ülkelerindeki okul-kurs çalışmaları, konserler ve seminerlerin genel koordinatörlüğünü 1986 yılından beri magister ve doktor Gerhard Kadir Tuçek yürütmektedir. 1986 yılında, Viyana'da Etnomüzikoloji Vakfı kurulmuştur. 1989 yılında okul çalışmaları başlamıştır. 1999 yılında Etnomüzikterapi enstitüsü G. Kadir Tuçek tarafından kurulmuş olup bu enstitüye bağlı olarak Rosenau, Zurih, Madrit, Barselona, Berlin ve Mannheim'da müzikterapi eğitim çalışmaları devam etmektedir.
İlmi açıdan çalışmaların klinik bağlantıları ise 1993 yılına varan bir geçmişe dayanmaktadır. Viyana'da Meidling klinikte başlayan proje ve uygulama çalışmaları arasında en eskisi nöroloji dalındadır (1995 yılından beri sürmektedir) . Bunun dışında 2000 yılından beri kardiyoloji ve 2001'den beri de onkoloji çalışmaları da yapılmaktadır. Ayrıca engelliler konusundaki çalışmalar da 1993 yılından beri sürmektedir.
TÜMATA; Türk Musikisi'nin tarih ve coğrafya bakımından devamlılık ve bütünlük gösterdiği inancı ile, Türk'ün bulunduğu her yerin musikisini detayı ile incelemek ve yaşatmak çabasındadır. İkiyüzden fazla otantik Türk musikisi âleti bu gaye ile toplanmış ve bir müze oluşturulmuştur. Plâk, kaset, video, nota, arşiv çalışmaları ile musiki değerlerimiz toplanmakta ve sayıları otuzu bulan grup üyeleri tarafından etnomüzikoloji konserleri ile meraklılara ve ilim -sanat topluluklarına sunulmaktadır. Yurt İçinde ve dışında seminer, sempozyum ve festival faaliyetleri de TÜMATA'nın önemli çalışma alanıdır. Geçtiğimiz yıllarda Avusturya'daki okul ile birlikte, üç sempozyum, iki festival ve çeşitli ülkelerde pek çok seminer düzenlenmişdir. 1997 yılında Münih Müzik Üniversitesi ile Avusturya Rosenau Müzikterapi Okulu ve TÜMATA arasında bir eğitim protokolü oluşmuştur.
Adı geçen Sempozyum ve Festivallerde, Türk musikisine Etnomüzikoloji ve tıp açısından bakılmış ve EEG, EKG, Galvanometre gibi parametrelerle değerlendirilen laboratuvar bulguları gündeme getirilmiş, Türk musikisinin tedavi değeri psikiyatri, pedagoji, fizik tedavi ve rehabilitasyon konularında bu sempozyumlarda kabul görmüştür.
TÜMATA'nın idealleri ve çabaları yurt içinde ve dışında Radyo, TV programları, çeşitli basın organları tarafından kamuoyuna duyurulmaktadır.
CAN AKIN
Hz. Mevlana
700 yıl kadar önce bugünkü Türkiye; o zamanki Anadolu´nun Konya kentinde ilahi ve dahi bir kişi, mistik ve filozof olan Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi yaşadı. Mevlana çocukken, Afganistan´daki bir Türkmen kenti olan Belh´den ailesi ile birlikte, Anadolu´ya, Konya´ya geldi. Mevlana şair, mistik, mürşit ve erdem sahibi bir insan idi. Kur´an konusunda bir otorite ve hayat sorunlarının üstesinden gelme konusunda usta bir kimse idi. Onun erdem zenginliği ve yaşam tarzı, kendisini Sema şeklinde ifade etmiştir.
İnsanlara şunları öğretti:İlahi aşk Hoşgörü Umut Eğitim Günümüze kadar onun öğretileri geçerliliklerini kaybetmediler... Özellikle gerçek değerlerin kaybolduğu düşünüldüğü zamanlarda. Mevlana´nın şiirleri ve edebi eserleri, dünyanın her tarafında iyi tanınmaktadır. Bu eserler insanların kalplerine ulaşmakta ve onları mutlu etmektedir. Hz. Mevlana´nın sözlerinde, düşüncelerimiz için tavsiyeler, davranışlarımız için öğütler ve hayatla ilgili doğru kararlar alabilmemiz için uyarılar ve yardımlar buluyoruz.
Rebab Mevlana´nın oğlu Sultan Veled aynı zamanda Rebab çalardı ve Rebabname adı altında bir eser telif etmişti. Günümüzde orijinal rebabı çalan çok az sayıda kişi kalmıştır. Eski çalgı iki madeni ve bir at kılı tele sahipti. At kılı telin akordunu korumak diğer iki madeni telden daha zordu. Bu yüzden orijinal at kılı tel, madeni tel ile değiştirilmiştir. Fakat bu, elde edilen sesi oldukça değiştirmiştir. Rebab, zaten çoğunlukla bu tek tel kullanılarak çalınır.
Neyse ki, bazı insanlar eski geleneklere sahip çıkıp, Dr. Rahmi Oruç Güvenç önderliğinde, Rebab´ı eski şekliyle çalmaya ve eskilerin öğretme sistemini uygulamaya başladılar.
Hz. Mevlana neden bu çalgıyı seçmişti? Bu sorunun cevabını onun şiirlerinde buluyoruz.
'Diyorum ki, kalbim içimdeki bir çalgıdır. Ve o bana Rebab´ınki gibi bir sesle seslenir.'
'Sen! Ey Rebab namesi! Ben senden daha kederliyim. Ama kalbimde de bir Rebab yaşıyor. Gitme! Biraz daha kal! Ey ziyaretçi! Benim sadece basit ve mütevazi bir yerim var. Burada konakla! '
'Ateşin aşkını ve suyun aşkını tattık; kalbin ateşinde buharlaştık. Bir kurtuluş yolu bulduk ve ilahi bir haz ile aşk yaralarını sardık.'
'Sevgili aşk namesi ve kalbimdeki Rebab! Kalbimin inlemesinin bütün cevapları olan güzellik: Mükemmelliği bulabilirsin; aradığın da bu değil mi? Ve o ancak benim harabolmuş kalbimde bulunur.'
UNESCO 2007´yi Mevlana yılı ilan ederek, Mevlana´nın yadigarını koruma ve muhafaza etme görevini üstlendi. Bu karar nedeniyle, Mevlana´nın kendisinin de çaldığı Rebab çalgısı ayrıca bir öneme sahip oldu. 2002 Martında, farklı ülkelerden yirmidört öğrencinin katılımıyla, ilk kez bir konser turu düzenledik. Bu turun odak noktası Rebab idi. Tur önce Eskişehir´e, sonra Tavşanlı´ya uğradı.Turun iki ana konusu var: Rebab Sema Mevlana´nın kitaplarında, düşüncelerimiz için tavsiyeler, insan davranışları için öğütler ve doğru hayat kararları verebilmemiz için yardım ve hatırlatmalar vardır. Ve onun eserlerinde zikir ve sema hakkında bilgiler mevcuttur.
Bu turda, bu konuları deneyimlemek ve bu konular üstünde çalışmak istiyoruz. Bu Rebab turunda 700 yıl öncesinden, çeşitli müziklerin ve ruhani zenginliğin temelini inşa eden Türk kültürü ve mentalitesi ile tanışıyor ve onunla aşina oluyoruz.
FOTOĞRAFLAR VE VİDEO İÇİN TIKLAYINIZ YADA KOPYALAYINZ..
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=6613&ItemIndex=9
urla
18.11.2007 - 17:01Senden Öğrendim
Senden öğrendim,
Urla'da güneşi doğuşunu izlemeyi
Senden öğrendim,
Seninle doğan bir günü paylaşmanın heyecanını
Senden öğrendim,
Koşulsuz sevgiyi, aşkı, hatta ayrılığı da...
CAN AKIN
cem karaca
11.08.2007 - 18:32BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
sezen aksu
11.08.2007 - 18:31BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
barış manço
11.08.2007 - 18:28BARIŞ MANCO, CEM KARACA, SEZEN AKSU VE BEN CAN AKIN
.
Balıkesir'de beyaz bir kamyonet üzerinde hoparlörden çıkan ses şehre yayılıyordu: 'SAYIN BALIKESİRLİLER CUMARTESİ GÜNÜ ŞAN SİNEMASINDA BÜYÜK KONSER; BARIŞ MANÇO, CEM KARACA VE KÜÇÜK SERÇEMİZ SEZEN AKSU'NUN KONSERİ VARDIR. LÜTFEN SİZİ DE KONSERE BEKLİYORUZ.'
Konser çağrısını duyar duymaz, elimi cebime attım ve büyük bir hayal kırıklığıyla konsere gidecek durumda olmadığımı fark ettim. Üzgün bir şekilde yürürken Orman Müdürü Necati bey 'Oğlum bu ne hal. On dört yaşında çakı gibi delikanlısın. Neden üzgünsün' dedi. 'Konsere gidecek paramın olmadığını ve yaz tatilinde kazandığım bütün paramı da lisedeki okul giderlerime ayırmak zorunda olduğumu belirttim. Karşıdaki kamyonu göstererek, lojmana gelen bir kamyon kömürü yerine taşıyabilirsem konsere gidebilecek parayı da kazanabileceğimi söyledi.
Kamyon dev gibiydi. Bir kürek iki teneke bana bakıyordu. Kalbimde derin ilk aşk yarası belki bu konserde kapanabilirdi. Kamyon birden gözümde küçüldü. Ve bütün gece boyunca dev gibi bir kamyon kömürü, gözlerimde konserin hayali ve kulaklarımda Sezen Aksu'nun şarkılarıyla beraber taşıdım. Bitirdiğimde kömür taşımaktan parça parça olmuş ellerimden kan damlarken, kalbim sevinçten deli gibiydi. Konsere gidebilecektim.
Konser günü geldi çattı. Giyecek doğru düzgün şık bir elbisem de yoktu. Sahnenin en ön sırasındaydım. Cem Karaca çıktı sahneye. Orkestrayla birlikte benim şarkımı, 'Tamirci Çırağı'nı' okudu. O söyledi ben üzüldüm. Kalbimde derin aşk yarası kanamaya başladı. Kederle dolmuştum. Cem Karaca'nın muhteşem şarkılarını bütün salonla birlikte tek ağızdan var gücümüzle söyledik. Sanırım herkes kendinden bir parça bulmuştu şarkılarda.
Arkasından Barış Manço, rengarenk sislerin ve esrarengiz ışıkların arasından, sultanlara yaraşır kaftanı ve parmaklarında 'manalı' yüzükleriyle beraber sahneye güneş gibi doğduğu anda, salonda çılgınca alkış sesi koptu. Görüntünün heyecanıyla alkışlar dakikalarca dinmedi. Hep beraber, kah ağlayarak, kah coşarak şarkıları birlikte söyledik. 'Balıkesirliler arada bir susun da ben de söyleyeyim' diyerek, nazik esprisini de yapmayı unutmadı.
Ve sahneye Dev Sesli, Minik bir Serçe geldi. Ve bütün ihtişamı ve kalbiyle şakımaya başladı. Sanki bizden biri gibi kalbimizdeki nağmeleri söylüyordu. Gönlümüzün en ücra köşelerine girmiş ve bütün acılarımızı bestelerine söz yapmıştı. En ön sırada olduğum halde Minik Serçe'nin ne söylediğini hatırlamıyorum. O gece konserde Sezen Aksu'nun bütün şarkıları yüreğimde çaldı durdu. Kulaklarım heyecandan duymadı ama kalbimin her şarkı ile beraber ağladığını biliyorum.
Ve konser bitti.
Hemen kulise, sevdiğim sanatçıların imzasını almak için koştum. Üç devin imzasını almak istiyordum. Ancak kapıda bana kötü kötü bakan ve aşmam gereken dev gibi bir adam vardı. İçeri girmek istediğimde, dev adamın en son bana doğru yumruğunu salladığını gördüm. Arkasından göğsümde büyük bir acıyla kendimi kaybetmişim. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yarı kapalı bir şekilde açtığımda, gördüğüme inanamadım.
Sol yanımda sol elimi tutan Cem Karaca, diğer eliyle yüzüme kolonya dökerken, bir eliyle de başımı okşuyor ve beni ayıltmaya çalışıyordu.
Sağ tarafımda sağ elimi ise Barış Manço tutuyordu ve dökülen kolonyayı eliyle yüzüme sürerken bir yandan da dev adama kızgınlıkla bağırıyordu.
Ve karşımda bana yapılan insanlık dışı davranışın üzüntüsünden ağlamaklı gözleriyle Minik Serçe Sezen Aksu bir bardak suyu içirmeye çalışıyordu.
Üç dev sanatçının imzasını taşıyan hatıralık bir şeye sahip olamadım ama onlarla paylaştığım özel bir anım ve kalplerinde sevgiyle karşılık bulduğum bir yerim olmuştu.
Mr Can Akın
kaymakam
11.08.2007 - 18:24Derik Kaymakamı
Bu gün 30 Ağustos Zafer bayramı. Mardin ili Derik ilçesindeki ilk resmi bayramıma katıldım.
Geceyi dağların en yüksek zirvesinde ki Baykur Boğazında bir kayanın üzerinde on jandarma komando askeri ve dört korucu ile nöbet bekleyerek geçirdik. Çok yorgunduk. Sabah Güneşinin ilk ışıkları, dağların arasından ovaya inmeye başlamıştı. Bende görev arkadaşlarımla beraber ilçeye törene katılmak için geldim. Kaymakamlığın önünde ki Atatürk büstünün bulunduğu alanda hep birlikte toplandık. Üstümüz başımız toz duman içindeydi. Ağır silahlarımızı otonun içine koyduk. Sıraya geçtik ve tören öncesi İstiklal Marşı söylemek için hazırlandık. İstiklal Marşını söylenmeye başlandığında, ortaya çıkan ses cılız ve sönüktü. Ama polis, jandarma ve on komando askerle ben, var gücümüzle Marşı söylemeye çalışıyorduk. Bir de ön taraftan bize eşlik eden orta boylu kravatlı bir beyefendi, görünüşünden beklenmeyen güçlü ve kendinden emin bir sesle, bağıra bağıra Marşı söylüyordu.
Kalabalığın söylemeye çalıştığı marşın sesleri, bir kilometre ötede kurulmuş olan dağ eteklerindeki Dağ Mahallesine çarparak, çok daha volümü yükselmiş bir şekilde geri dönüyor ve dağı taşı inletiyordu. Halk eko sesin her geri dönüşünde, marşın coşkusuna kendini kaptırarak, var gücüyle ve çıkartabildiği en yüksek sesle marşı söylemeye başladı.
Ancak bu gelgitler sırasında marş bitmişti. Halk ön taraftaki kravatlı bey efendinin, kendinden beklenmeyen güçlü bir sesle Marşı söylemesinden, söylerken yaşadığı ve çevresine de bulaştırdığı coşkudan çok etkilenmişti. 30 Ağustos Zafer Bayramı'na katılan herkesi etkisi altına bu coşku seli, İstiklal Marşı'nı büyük bir sevinç ve bayram havası içinde tekrar tekrar söylenmesine neden oldu.. Sesler dağa çarpıp geri geldikçe ve bizim seslerimize karıştıkça, bir bandonun eşlik ettiği ritimlerle ve seslerle dağ taş İstiklal Marşı ile inledi. Marşın bitiminde halk ve güvenlik güçleri birbirlerini tebrik edercesine alkışladılar.
Ve Mardin ili Derik ilçesindeki ilk katıldığım 30 Ağustos Zafer bayramı neşeli bir şekilde devam etti. Tören bitiminde herkesin kalbindeki bayram sevinicini, sesiyle ve kendi coşkusuyla ortaya çıkaran kişi 'kimdir? ' diye sorduğumda:
'Derik Kaymakamı Mustafa Kemal KESKİN' Dediler.
Derik halkına tüm sevgilerimle..
CAN AKIN
my way
11.08.2007 - 18:21BENİM YOLUM
Hayatı dolu, dolu yaşadım...
Her yolu baştan sona dolaştım
Ve dahası, çok daha fazlası,
Hepsini keyfimce yaşadım,
Pişmanlık mı? Var elbette biraz...
Ama sözü edilmeyecek kadar az!
Hep yapmam gerekeni yaptım...
Ve hepsine istisna olarak baktım.
Evet, oldu bazı zamanlar...
Eminim hatırlayacaksınız!
Çiğneyebileceğimden fazlasını,
umarsızca ısırmıştım!
Ama bütün bunları yaşarken
Şüpheler beni sardığında
Yuttum hemen o lokmayı,
Ve tükürüverdim dışarı!
Yüzleştim yaşadığım her şeyle
Ve ayaklarım hep yere bastı
Keyfimce yaptım her şeyi
Sevdim, güldüm, ağladım...
Kaybetmekten payımı fazlasıyla aldım!
Ve şimdi... Gözümün yaşları dinerken
Hepsini gülümseyerek hatırlıyorum,
Şöyle bir düşündüm de geçmişi
Bütün bunlar.
Utanç duymadan anlatılır mı?
Utanç mı?
Hayır, hayır, bu ben değilim!
Ben hayatı keyfimce yaşadım..
Çeviri CAN AKIN
'A MI MANERA'
El final ya está cerca
Y enfrento el último telón
Amigo, lo diré sin vueltas
Hablaré de mi caso del cual sé mucho
Tuve una vida satisfactoria
Recorrí todos y cada uno de los caminos
Y más, más aún,
Lo hice todo a mi manera...
Tristezas, algunas tuve
Que no vale la pena comentar
Hice lo que debía
Me aseguré que fuera sin privilegios,
Planeé cada etapa programada,
Cada cuidadoso paso dado en mi camino
Y más, mucho más aún,
Lo hice todo a mi manera...
Así es, hubo momentos,
Sé que lo sabes,
En que di pasos
Más largos que mis piernas
Pero al final,
Ante la duda
Tragué mis palabras, también las dije
Afronté los hechos y me mantuve intacto
Y lo hice todo a mi manera...
Amé, reí y sufrí
Me tocó ganar, también perder
Pero ahora, cuando las lágrimas ceden,
Me resulta tan entretenido
Pensar que lo hice todo
Déjenme decirlo, sin timidez,
'Lo hice todo a mi manera'.
Pues qué es un hombre, ¿qué ha logrado?
Si no es fiel a sí mismo, no tiene nada.
Decir las cosas que siente realmente
Y no las palabras de quien se arrodilla
Mi historia muestra que asumí los golpes
Y lo hice todo a mi manera...
Sí... fue a mi manera...
'MY WAY'
Und jetzt, ist das Ende nahe;
Und so stelle ich den abschließenden Vorhang gegenüber.
Mein Freund, krankes Sagen es freier Raum,
Kranker Zustand mein Fall, von dem Im sicher.
Ive lebte ein Leben thats voll.
Ive reiste jedes und Evry Landstraße;
Und mehr, viel mehr als dieses,
Ich tat es meine Weise.
Reue, Ive hatte einige;
Aber andererseits, zu erwähnen zu wenig.
Ich tat, was ich tun mußte
Und Säge es durch ohne Befreiung.
Ich plante jeden entworfenen Kurs;
Jeder vorsichtige Schritt entlang dem Seitenweg,
Aber mehr, viel mehr als dieses,
Ich tat ihn meine Weise.
Ja gab es Zeiten, Im sicher du wußte
Als ich weg von mehr als biß, könnte ich kauen.
Aber durch ihn aller, als es Zweifel gab,
Ich aß ihn oben und spucke ihn heraus.
Ich stellte ihn allen gegenüber und ich stand hoch;
Und tat ihn meine Weise.
Ive liebte, gelachtes Ive und schrie.
Ive hatte meine Fülle; mein Anteil des Verlierens.
Und jetzt, als Risse nachlassen,
Ich finde ihn alles so unterhalten.
Um tat mich zu denken alles den;
Und kann ich sage - nicht in einer schüchternen Weise,
Nr., OH-, das nicht ich kein ist,
Ich tat es meine Weise.
Für was hat ein Mann, was ihn erhalten?
Wenn nicht selbst, dann er Naught hat.
Die Sachen sagen, die er wirklich fühlt;
Und nicht die Wörter von einem, wer knit.
Die Rekorderscheinen nahm ich die Schläge -
Und tat es meine Weise!
'MY WAY'
And now, the end is near;
And so I face the final curtain.
My friend, Ill say it clear,
Ill state my case, of which Im certain.
Ive lived a life thats full.
Ive traveled each and evry highway;
And more, much more than this,
I did it my way.
Regrets, Ive had a few;
But then again, too few to mention.
I did what I had to do
And saw it through without exemption.
I planned each charted course;
Each careful step along the byway,
But more, much more than this,
I did it my way.
Yes, there were times, Im sure you knew
When I bit off more than I could chew.
But through it all, when there was doubt,
I ate it up and spit it out.
I faced it all and I stood tall;
And did it my way.
Ive loved, Ive laughed and cried.
Ive had my fill; my share of losing.
And now, as tears subside,
I find it all so amusing.
To think I did all that;
And may I say - not in a shy way,
No, oh no not me,
I did it my way.
For what is a man, what has he got?
If not himself, then he has naught.
To say the things he truly feels;
And not the words of one who kneels.
The record shows I took the blows -
And did it my way!
MY WAY
Ed ora, l'estremità è vicino;
E così affronto la tenda finale.
Il mio amico, opinione malata esso radura,
Il Ill dichiara il mio caso, di cui Im sicuro.
Ive ha vissuto thats di vita in pieno.
Ive ha viaggiato ciascuno e strada principale de evry;
E più, molto più di questo,
Lo ho fatto il mio senso.
Il rammarico, Ive ha avuto alcuni;
Ma allora ancora, troppo pochi da accennare.
Ho fatto che cosa ho dovuto fare
E sega esso attraverso senza esenzione.
Ho progettato ogni corso progettato;
Ogni punto attento lungo il byway,
Ma più, molto più di questo,
Lo ho fatto il mio senso.
Sì, ci erano periodi, Im sicuro voi hanno saputo
Quando ho morso fuori di più di potrei masticare.
Ma con esso tutto, quando ci era il dubbio,
Lo ho mangiato in su e spit esso fuori.
Lo ho affrontato tutto e mi sono levato in piedi alto;
E lo ha fatto il mio senso.
Ive amava, Ive riso e gridato.
Ive ha avuto mio materiale di riempimento; la mia parte di perdere.
Ed ora, come rotture abbassar,
La trovo tutto il così divertire.
Per pensare ho fatto tutto quello;
E posso dico - non in un senso timido,
No, OH nessun non me,
Lo ho fatto il mio senso.
Per che cosa un uomo, che cosa lo ha è ottenuto?
Se non egli stesso, allora ha naught.
Per dire le cose che allineare ritiene;
E non le parole di una chi si inginocchia.
Le esposizioni record ho preso i colpi -
E lo ha fatto il mio senso!
Da Minha Maneira
MY WAY
E agora o fim está próximo,
E então eu encaro a última cortina.
Meu amigo, vou dizer claramente,
Vou expôr minha situação, da qual tenho certeza...
Eu vivi uma vida que está completa,
Eu viajei por cada uma e em todas as estradas.
E mais, muito mais do que isso,
Eu fiz da minha maneira...
Remorsos, tive uns poucos.
Mas, por outro lado, poucos demais para mencionar.
Eu fiz o que tinha de fazer
E perseverei até o fim sem exceção.
Eu planejei cada percurso delineado,
Cada passo cuidadoso ao longo do caminho.
E mais, muito mais do que isso,
Eu fiz da minha maneira...
Sim, houve ocasiões, tenho certeza que você soube
Quando mordi mais do que podia mastigar.
Mas, em meio a tudo, quando havia incerteza,
Eu devorava tudo e cuspia fora.
Eu enfrentei tudo e me mantive em pé,
E fiz da minha maneira...
Oh não, oh não, não eu,
Eu fiz da minha maneira...
Pois, o que é um homem, o que ele possui?
Se não for a si mesmo, então ele não tem nada.
Para dizer as coisas que ele sente sinceramente
E não as palavras de alguém que se ajoelha.
O registro mostra:
Eu suportei os golpes,
E fiz da minha maneira...
8 Mart
11.08.2007 - 18:17KADININ ADI VAR KADININ ADI 'İNSAN'
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 8 MART 2007 KONUŞMA METNİM
DEGERLİ ARKADAŞLARIM... MESLEKTAŞLARIM...
Bu gün Dünya Kadınlar Günü. Dünya ve ülkemizdeki kadınların toplum içindeki konumlarını, sorunlarını ve nerden nereye geldiklerini konuşup, tartışıp ve istatiksel verileri de değerlendirdikten sonra kadınlarımız ile ilgili her şeyi bir yıl daha unutabiliriz.
Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların halen 21.yy da ayrımcılığa, şiddete, tacize, baskıya ve daha bilemediğimiz bir sürü acıya maruz kalması, insanlığın en büyük utancıdır.
8 Mart gibi bir güne; kadınları ve onların toplum içindeki yerini hatırlamak için gerek görülse de, aslında her gün kadınların toplum içindeki konumlarının, yaşam şartlarının, maddi ve manevi haklarının ve her şeyden önemlisi de Eğitim ve Öğrenim durumlarının iyileştirilmesi bu konularla ilgili başarılı çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde Erkek ve Kadın olarak, kuşun kanatları gibidir.
Erkek egemen dünya toplumu yüz yıllardır tek kanatla uçmaya çabalamaktadır. Bu kanat çok güçlenmiştir. Semirmiştir. Ve uçmayı istemektedir. Fakat diğer kanat yüzyıllardır yerlerde sürünmekte ve acı çekmektedir.
Güçsüzdür. Yaralıdır. Ve kırıktır.
Nasıl ki sizler burada bir kuşun, zayıf ve kırık bir kanatla uçamayacağını net bir şekilde gördüğünüz gibi, insanlık da kadınların yaşamdaki konumlarını iyileştirmedikçe, kadını eşit haklara ve değerliliğe sahip kılmadıkça uçmakta başarılı olamayacaktır. Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.
Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun asil hedefi olmalıdır.
Medeniyet ve uygarlık; 'Toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi' demek değildir.
Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında; ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.
Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.
Ne zaman dünyada ara sıra hatırlanmak için hiçbir özel güne ihtiyaç duyulmaz ve kadın erkek insanların tek, tek hepsi değerli olur ve yaşamı sevinç-bolluk içinde yaşar ve topluma hizmet ederse, işte o zaman uygarlığı konuşabiliriz.
Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.
Hiçbir insan, diğer bir insanın sefalet, korku baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.
Bu nedenle Dünya Toplumlarında ve Ülkemizde kadınlarımızın eğitimlerine ve toplumun bilinçlendirilmesine özellikle özen gösterilmeli ve takipçisi olunmalıdır.
İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. 'Kadın veya erkek, insanlar eğitilmelidir.'
Özellikle kadınlarımızı bir sonraki neslin yaratıcısı olacağı için eğitmeliyiz. Ve yaşam şartlarını iyileştirmek için onları ekonomik bağımsızlıklarını kazanacak şekilde yetiştirmeliyiz.
Kadınlarımızın özgür ve eğitimli olmalarından, işyerlerinde iyi yerlere gelmelerinden ve yönetimi temsil etmelerinden korkmamalı ve onları bastırmamalıyız.
Onlar hak ettikleri yere geldiklerinde toplumu ve diğerlerini kalkındırmak ve yüceltmek ve yükseltmek için mutlaka ellerini diğerlerine ve topluma uzatacaklardır.
Çünkü kadınlar sevgiyi temsil eder.
Ve Dünya toplumlarının her şeyden önce kadınları ile birlikte yürümeye, var olmaya ve uçmaya ihtiyaçları vardır.
Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.
Medenileşmek, diğerleri ve yaşamla ilgili 'Sorumluluk almak' demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini de yükseltmek, yüceltmek ve paylaşmaktır.
Dünyada daha iyi ve daha erdemli insan gibi bir yaşam sürmemiz için her günün Kadınlar Günü bilincinde geçirilmesi dileğimle,
Tüm Dünya kadınlarının, Günü kutlu olsun.
SAYGILARIMLA....
CAN AKIN ANTWERPEN - BELÇİKA
http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=6158&ItemIndex=16
van
06.08.2007 - 23:59Güneş Doğudan Doğacak (Van)
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Bir hüzün var ardımda bıraktığım,
Her ah çekişimde yaşatacağım,
Her başımı çevirdiğimde hatırlayacağım.
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Gökkuşağına benzetirdim hayatı,
Her renkte ayrı bir mutluluk arardım..
Her gün batışında, tatlı rüyalara dalardım...
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Meğer siyahmış benim gökkuşağım..
Mutluluk uzaklarda Hayaller, yalancıymış,
Umut etmek, kabahatmiş meğer..
İşte gidiyorum, karlı Van şehrinden
Arkada bıraktığım hüzün,
Van'da seni mutlu edecektir..
Ama unutma.. Yarın sabah,
Güneş doğudan doğacak.
Mr Can Akın
kelimeler
06.08.2007 - 23:55http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx? tabid=1038&mid=8373&ItemID=2955&ItemIndex=91
KELİMELERİN DİLİ
En bencil tek harfli bir kelime, BEN, ondan sakın
En iyi tatmin edici iki harfli kelime, BİZ, onu kullan
En zehirli üç harfli kelime, EGO, onu öldür
En çok kullanılan dört harfli kelime, AŞK, ona deger ver
En memnun eden 5 harfli kelime, TEBESSÜM, onu koru
En hızla yayılan 6 harfli kelime, DEDİKODU, aldırma
En çok çabayla elde edilen 7 harfli kelime, BAŞARı, onu elde et
En kıskanç sekiz harflik kelime, KISKANÇLIK-HASET, ondan uzak dur
En güçlü dokuz harfli kelime, BİLGİ, onu elde et
En temel 10 harfli kelime, GÜVENMEK, ona güven
THE MOST VALUABLE THİNGS FOR LİFE
The most selfish one letter word...........'I', Avoid it.
The most satisfying two-letter word.......'WE', Use it.
The most poisonous three-letter word.....'EGO', Kill it.
The most used four-letter word.....'LOVE', Value it.
The most pleasing five-letter word.......SMILE', Keep it.
The fastest spreading six-letter word...'RUMOUR', Ignore it.
The hardest working seven-letter word..'SUCCESS', Achieve it.
The most enviable eight-letter word....'JEALOUSY', Distance it.
The most powerful nine-letter word....'KNOWLEDGE', Acquire it.
The most essential ten-letter word....'CONFIDENCE', Trust it.
Mr Can Akın
yaşamak
02.08.2007 - 20:09Yaşamak
Neden sen ve ben ikiyken
Bir olamadık
Şu yalan olmuş ömrümde
Aşk içinde bir araya gelemedik
Bir çiçek gibi hep birlikte
Sevgiyle birbirimize sarılıp
Bir kökte açamadık.
Bir çiçek kadar
Mutlu ve özgür
Kısa bir an için bile
Dünya üzerinde
Birlikte var olamadık.
Şimdi ben ölüyorum
Artık çok geç yaşamak için
Artık çok geç çiçek olmak için
Ve belki de ölmek için.
Mr Can Akın
can
02.08.2007 - 20:03Can Nedir..?
Bir yürekte Can olabilir misiniz..?
O yüreğe Can katabilir misiniz..?
Bir Can'ımmm kelimesine, O yürekte bin anlam katabilir misiniz..?
Gözlerde ışıltılar, pırıltılar görebilir misiniz..?
Çalınmış zamanları renk renk yaşabilir misiniz..?
Ellerin, gözlerdeki ışıltıların o yüreğin sıcaklığını, Birebir yansıttığını algılaltabilir misiniz..?
Ya, yüzlerce, binlerce renklerin dışında renkler bilir misiniz..?
Can sesini duyduğunuzda; yüreğinizde ürperti ve Titreşimlerin getirdiği telaşın, midenize vuruşunu bilir misiniz..?
İmge'lerin tadını bilir misiniz..?
Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin yetersiz kaldığını bilir misiniz..?
Dizlerinizin, omuzunuzun, göğsünüzün Can ateşini arayışını bilir misiniz.?
Avuçlarınızın, Can çiçeğinin ellerini, Saçlarını, yüzünü özümleyişini bilir misiniz..?
Saçlarına, gözlerine, burnuna, dudaklarına ve Tenine dokunuşun hazzını bilebilir misiniz..?
Kalabalıklarda sessizlik şarkıları söylemeyi bilir misiniz..?
Ya ellerin dansını bilebilir misiniz..?
Sıkıca sarmanın, yüreğe katmanın tadının haz'a dönüşümünü,
Onun dizlerinde, omuzlarında, sonsuza kadar kalmayı, Hatta; yok olmayı isteyebilir misiniz..?
Yani; dostluğu + yüreği + ruhu + mantığı ve bedeni tek tek sırayla yaşamayı,
Yudum yudum yüreğe katmayı bilebilir misiniz..?
Kim bilebilir! Kim bilebilir ki..?
Kim yaşamış ve yaşatmıştır, kim algılatmış ve algılamıştır ki, Kimin gözleri acımıştır, kimin yüreği kanamıştır,
Kim deli yürek olmuştur, kimin yüreğine yağmurlar yağmış, yağdırılmıştır.
Ve kim bu 'misiniz' lere ve 'kim' leri birebir yaşamsalına katmıştır ki..?
İşte bütün bunları sadece ama sadece cana CAN katanlar bilir,
yani ben biliyorum. Ya sen Can'ım, ya sen..? ? ?
BU CAN SENİ SEVİYOR BİLİYOR MUSUN.?
YAZAN: Mr Can Akın
HAYAL PERDESİ
02.08.2007 - 19:55Rüya ve hayallerle kendini ve etrafını yönetmeye kalkanlar,
hayal perdesi kalkınca hakikatin duvarına çarpabilirler...
CAN AKIN
uyuşturucu
02.08.2007 - 19:51Bir kalem alır mısın?
Bu gün İstanbul'da hava çok soğuk. Öğrenciler okula girerken üstlerinde kalın paltolar var. Bense incecik bir montla okul önünde düzinelerce kurşun kalem satmaya çalışıyorum. Hava soğuk mu soğuk. Titriyorum. Elimdeki kalemleri havaya kaldırıp: 'Bir kalem alır mısın? ' diye herkese soruyorum.
İnsanlar çocuklarını ellerinden tutarak okula getirip bırakıyorlar. Üzerimdeki yırtık pırtık elbisemde gözlerini usulca gezdirerek, sanki beni sessizce aşağılıyorlar. Cadde üzerinde gelip geçenlerin arasından hiç kimse bana 'selamünaleyküm', 'merhaba' 'günaydın' demiyor. Ama ben aldırmadan kalemlerimi satmaya çalışıyorum. Benim gibi kalbinde derin bir aşk yarası olan zavallıya neden selam versinler ki.
Birden bir ses 'günaydın abi, bana bir düzine kalem verir misin? '
Kalemlerin içinden en güzelini bulup ona verdim. 'Bu kadar çok kalemi ne yapacaksın' dediğimde, annesi babası olmayan fakir öğrencilere vereceğini söyledi. Sonra kalemleri alıp gitti. Bundan sonraki her geçişte bana selam verdi. Günler sonra, yanında genç bir adamla geçti. Daha sonra onunla nişanlandı, evlendi ve bir çocuğu oldu. Ama her gün ve her sabah üzerimde pis kokulu yırtık pırtık elbiseler olmasına rağmen bana 'günaydın' dedi.
İstanbul'dan tayinim Mardin'e çıktı. Zaman; su gibi akıp geçti. Ve İstanbul özlemi kalbime gelip oturmuştu. Üsküdar da Kızkulesi'ni ve martıları seyre dalmak, Piere Loti'den İstanbul'u, Orhan Veli gibi gözlerim kapalı dinlemek istiyordum. Seneler sonra tekrar İstanbul'a döndüm. Artık zengin altında son model arabası olan genç bir iş adamı görünümünde idim. Yıllardır kalem sattığım yeri özlemiştim. Oradan tekrar geçmek istedim. Okulun önüne geldiğimde, benim yıllar önceki bağrışıma benzer bir sesle kalem satan bir kadın; 'bir kalem alır mısınız? ' diyordu. Yanına yaklaştığımda gözlerime inanamadım. O idi.
Merhaba dediğimde bana üzgün gözlerle bakarak, eşinin çok alkol aldığını, çocuğu ile birlikte alkollü bir durumda araba kullanırken, karşı taraftan gelen bir kamyonun altına girdiğini ve artık dünyada kimsesinin kalmadığını söyledi. Hayatla mücadelesini verirken çok zor şeyleri yaşadığını uzun zamandır iş bulamadığını, kendisinden hep başka şeyler istendiğini ve en sonunda yıllar önceki kalem satan Beni düşünüp, kalem satmaya karar verdiğini söyledi. Ve yine caddeden geçen ve onun üzerindeki eski yırtık elbisesine bakarak, onu aşağılayan insanlara yalvarırcasına bir sesle bağırmaya başladı:
'Bir kalem alır mısınız? '
LÜTFEN UYUŞTURUCU VE ALKOL KULLANMAYINIZ.ÇOCUKLARINIZI VE AİLENİZİ BU DÜNYADA YALNIZ BIRAKMAYIN.
YAZAN; CAN AKIN
Toplam 33 mesaj bulundu