Öyle bir hayat yaşıyorum ki, Cenneti de gördüm,cehennemi de Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de. Bazıları seyrederken hayatı en önden, Kendime bir sahne buldum oynadım Öyle bir rol vermişler ki, Okudum okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum bazen evimde, Hem kızdım hem güldüm halime, Sonra dedim ki 'söz ver kendine' Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin. Öyle bir hayat yaşadım ki, Son yolculukları erken tanıdım Öyle çok değerliymiş ki zaman Hep acele etmem bundan, anladım.....
Nietzsche
Düşlerin Senin mi? (Deneme) Ne zaman yaşamak sırası gelse, düşler geliyor aklıma. Yaşanılası tüm şeyin olup bittiği yer geliyor. Beklentilerim, istediklerim, en sevdiklerim, imkânsızlarım… Yaşamayı arzuladığım her şey düşlerimde beliriyor.
Çok şey biliyorum, istediklerim çok fazla. Mutluluk bedeli ağır olan bir hediye insana, kolay kolay verilmeyecek kadar ağır. Ucundan azıcıklarla üçer saniyelik dilimler ile sunuluyor o ağır.
Hayat gibi, orada da öyle değil mi? Ucundan azıcıklar ile avutulmuyor muyuz? Tam işte mutluluk diyoruz, doyasıya kahkahalara koyuluyoruz, biz ne olduğunun farkına varmadan daha kaybediyoruz.
Eksik yaşıyoruz, eksiklerle büyütülüyoruz. Eksik, acı ve bir dahaki seferde inşallah anında ki umut… Bir yaşımıza daha basıyoruz, biraz daha yoruluyoruz.
Seviyoruz kaybediyoruz, yaşıyoruz kaybediyoruz, ölüyoruz kaybediyoruz, öldürüyoruz kaybediyoruz, kaybediyoruz, kaybediyoruz. Tam kaybetmeye alışıyoruz ki, bir ilahi güç müdür? Çekilecek acın var daha diye bir tokat, kendimize geliyoruz. Avuntular, avuntular, avuntular… Ölüyoruz.
Acıyla besleniyoruz, acı çekmeye alıştırılıyoruz. Biz bu hayatı niye yaşıyoruz?
Kaybetmeye güdümlü bir bomba zaman. Her patlamada bir parçamızdan oluyoruz. Yok ediliyoruz. Her patlamada biraz daha sevgisizlik, biraz daha umutsuzluk, yetimsizlik, yok oluyoruz.
Ve düşler…
Koca ömür de toplasak bir saati bulmayacak mutluluk kısmetimize düşen.
Hayattan elimizi eteğimizi çektiğimiz en yorgun anda beliriveriyor o imkânsız siluetler. Kimi eski bir sevgili, kimi çocukluktan bir yüz, kimi kaybettiğimiz bir akrabamız. En imkânsızlarımızı yaşıyoruz. Yaşlanmadan, zaman olgusunu fark etmeden yaşıyoruz. Koca bir ömür sığıyor, koca ömürde yaşadığımız tüm mutluluklar o üç saniyeye.
Ama onu da kaybediyoruz…
Kimi zamanda düşsüz bırakılıveriyor insan. Hissiz, sessiz, kalbin sesi de olmasa cansız. Elinden hunharca alınıveriyor avuntusu. Ben ne yaptım diye düşünmeden edemiyorsun. Ben ne yaptım da aldı elimden. İsyan edecek oluyorsun. Ama kime neden? Susuyorsun. Bir gün geleceği günü beklemeye koyuluyorsun.
Acı çekiyorsun.
Ama sen sevgiliyi çok özlüyorsun, ama avuntun. Elinde kalan tek avuntun düşlerin, neden ben diyemiyorsun. Senin olanın seni terk etmeyeceğini biliyorsun. Terk ediliyorsun… Düşlerim benim değil mi kuşkusu, boğuluyorsun. Uykusuzluğa gark oluyorsun. Yaşadığın hayatta neyin senin olduğunu sorguluyorsun…
Hayatta verilmeyen mutluluğun, düşlerinden de gitmesi…
En zor saatleri geçiriyorsun, düşsüz geçen en ağır günler… Birer birer akıp bitiyor en yorgun saatler…
Ve kâbuslar…
Kâbusa dönüşüveriyor her şey. İçinden çıkılmaz buhranlarla doluyor gecelerin. Ölümler, karanlık, kaybedişler, gözyaşları… Bitmek bilmeyen geceler. Neyi ne kadar hak ettiğini sorgulayarak geçiyor. Her saniyesi bir zulüm, her saniyesi bir işkence, yaptıklarımın bedeli mi iç sorgulaması güzel gecelerin bir gün geleceği ümidiyle geçiyor cehennem saatleri.
Yaşadığın hayatta ki olumsuzlukların sarıveriyor seni uyku saatlerinde. Biraz daha yorgun kalkıyorsun hayata… Biraz daha hissiz… Elinden alınıyor anlasana! Kaybettiriliyor tüm mutlulukların. Mutluluk bedeli ağır… Hem de çok ağır… Düşlerinde bile.
…
Güzel günlerin değerini bilmeli, o doyumsuz anları heba etmemeli, kimseyi kaybetmemeli, gülümsemeleri düşlere bırakmamalı, biraz düşünmeli, birazcık. Kimse kimse yüzünden acı çekmemeli, kimse kimseyi üzmemeli, biçare avuntulara sürüklememeli.
Zaten zaman adında bir düşmanımız var. Zaten yok oluşa gidiyoruz. Biraz düşünelim, değerli saydıklarımızın değerini bilelim. Zamanın kalleş tutumuna yardım etmekten daha güzel şeylerde var yapılabilecek. Zaten görevini tam anlamıyla yerine getiren o olgu var, neden karşımızdakinin düşlerine ortak olmuyoruz. Neden düşlerimizi hayata dökmüyoruz. Neden düşlerimizi birleştirmiyoruz. Neden paylaşmıyoruz…
Kaybedecek ne kadar zamanımız kaldı ki? Kaç yaşayacak düşümüz. Kaç heba edilecek mutluluğumuz. Değerli saydığımız kaç gönüldaşımız. Bak beş dakika daha bitti… Ne kaldı?
ÖYLE BİR HAYAT YAŞADIM Kİ
Düşlerin Senin mi? (Deneme)
Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm,cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, anladım.....
Nietzsche
Ne zaman yaşamak sırası gelse, düşler geliyor aklıma. Yaşanılası tüm şeyin olup bittiği yer geliyor. Beklentilerim, istediklerim, en sevdiklerim, imkânsızlarım… Yaşamayı arzuladığım her şey düşlerimde beliriyor.
İşte yaşanılası diyebiliyorum.
Keşke düşlerim bitmese uyanmasam oralarda yaşasam, gerçekle yüzleşmesem. Mutlu olabilsem.
Yâda bir imkânsız gerçekleşse…
Çok şey biliyorum, istediklerim çok fazla. Mutluluk bedeli ağır olan bir hediye insana, kolay kolay verilmeyecek kadar ağır. Ucundan azıcıklarla üçer saniyelik dilimler ile sunuluyor o ağır.
Hayat gibi, orada da öyle değil mi? Ucundan azıcıklar ile avutulmuyor muyuz? Tam işte mutluluk diyoruz, doyasıya kahkahalara koyuluyoruz, biz ne olduğunun farkına varmadan daha kaybediyoruz.
Eksik yaşıyoruz, eksiklerle büyütülüyoruz. Eksik, acı ve bir dahaki seferde inşallah anında ki umut… Bir yaşımıza daha basıyoruz, biraz daha yoruluyoruz.
Seviyoruz kaybediyoruz, yaşıyoruz kaybediyoruz, ölüyoruz kaybediyoruz, öldürüyoruz kaybediyoruz, kaybediyoruz, kaybediyoruz. Tam kaybetmeye alışıyoruz ki, bir ilahi güç müdür? Çekilecek acın var daha diye bir tokat, kendimize geliyoruz. Avuntular, avuntular, avuntular… Ölüyoruz.
Acıyla besleniyoruz, acı çekmeye alıştırılıyoruz. Biz bu hayatı niye yaşıyoruz?
Kaybetmeye güdümlü bir bomba zaman. Her patlamada bir parçamızdan oluyoruz. Yok ediliyoruz. Her patlamada biraz daha sevgisizlik, biraz daha umutsuzluk, yetimsizlik, yok oluyoruz.
Ve düşler…
Koca ömür de toplasak bir saati bulmayacak mutluluk kısmetimize düşen.
Hayattan elimizi eteğimizi çektiğimiz en yorgun anda beliriveriyor o imkânsız siluetler. Kimi eski bir sevgili, kimi çocukluktan bir yüz, kimi kaybettiğimiz bir akrabamız. En imkânsızlarımızı yaşıyoruz. Yaşlanmadan, zaman olgusunu fark etmeden yaşıyoruz. Koca bir ömür sığıyor, koca ömürde yaşadığımız tüm mutluluklar o üç saniyeye.
Ama onu da kaybediyoruz…
Kimi zamanda düşsüz bırakılıveriyor insan. Hissiz, sessiz, kalbin sesi de olmasa cansız. Elinden hunharca alınıveriyor avuntusu. Ben ne yaptım diye düşünmeden edemiyorsun. Ben ne yaptım da aldı elimden. İsyan edecek oluyorsun. Ama kime neden? Susuyorsun. Bir gün geleceği günü beklemeye koyuluyorsun.
Acı çekiyorsun.
Ama sen sevgiliyi çok özlüyorsun, ama avuntun. Elinde kalan tek avuntun düşlerin, neden ben diyemiyorsun. Senin olanın seni terk etmeyeceğini biliyorsun. Terk ediliyorsun… Düşlerim benim değil mi kuşkusu, boğuluyorsun. Uykusuzluğa gark oluyorsun. Yaşadığın hayatta neyin senin olduğunu sorguluyorsun…
Hayatta verilmeyen mutluluğun, düşlerinden de gitmesi…
En zor saatleri geçiriyorsun, düşsüz geçen en ağır günler… Birer birer akıp bitiyor en yorgun saatler…
Ve kâbuslar…
Kâbusa dönüşüveriyor her şey. İçinden çıkılmaz buhranlarla doluyor gecelerin. Ölümler, karanlık, kaybedişler, gözyaşları… Bitmek bilmeyen geceler. Neyi ne kadar hak ettiğini sorgulayarak geçiyor. Her saniyesi bir zulüm, her saniyesi bir işkence, yaptıklarımın bedeli mi iç sorgulaması güzel gecelerin bir gün geleceği ümidiyle geçiyor cehennem saatleri.
Yaşadığın hayatta ki olumsuzlukların sarıveriyor seni uyku saatlerinde. Biraz daha yorgun kalkıyorsun hayata… Biraz daha hissiz…
Elinden alınıyor anlasana! Kaybettiriliyor tüm mutlulukların.
Mutluluk bedeli ağır… Hem de çok ağır… Düşlerinde bile.
…
Güzel günlerin değerini bilmeli, o doyumsuz anları heba etmemeli, kimseyi kaybetmemeli, gülümsemeleri düşlere bırakmamalı, biraz düşünmeli, birazcık. Kimse kimse yüzünden acı çekmemeli, kimse kimseyi üzmemeli, biçare avuntulara sürüklememeli.
Zaten zaman adında bir düşmanımız var. Zaten yok oluşa gidiyoruz. Biraz düşünelim, değerli saydıklarımızın değerini bilelim. Zamanın kalleş tutumuna yardım etmekten daha güzel şeylerde var yapılabilecek. Zaten görevini tam anlamıyla yerine getiren o olgu var, neden karşımızdakinin düşlerine ortak olmuyoruz. Neden düşlerimizi hayata dökmüyoruz. Neden düşlerimizi birleştirmiyoruz. Neden paylaşmıyoruz…
Kaybedecek ne kadar zamanımız kaldı ki?
Kaç yaşayacak düşümüz.
Kaç heba edilecek mutluluğumuz.
Değerli saydığımız kaç gönüldaşımız.
Bak beş dakika daha bitti… Ne kaldı?
Hayrullah Kocasakal