HAK ŞERLERİ HAYR EYLER ZANNETME Kİ GAYR EYLER ÂRİF ÂNI SEYR EYLER MEVLÂ GÖRELİM NEYLER NEYLERSE GÜZEL EYLER (İbrahim Hakkı Erzurumi)
ÂFET-İ GAMDAN ACEB, DÜNYÂDA KİM ÂZÂDEDİR? HERKESİN BİR DERDİ VAR, MÂDEM Kİ, ÂDEM-ZÂDEDİR BİR HÛMÂ-YI ZEVKİ BİN SAYYÂD-I GAM TA'KİB EDER, BÖYLE BİR MEVHÛMA BİLMEM, HALK NEDEN ÜFTÂDEDİR?
KİMSEYE BÂKİ DEĞİLDİR, MÜLK-İ DÜNYA SÎMÜ ZER, BİR HARÂB OLMUŞ KALBİ, TA'MİR ETMEKDİR HÜNER. BUNA FÂNİ DÜNYA DERLER, DURMAYIP, DÂİM DÖNER. ÂDEM OGLU BİR FENERDİR, ÂKIBET BİRGÜN SÖNER!
YENİ İLAÇ BULDUK, DİYOR TABİPLER, LOKMAN GİBİ, DEVÂ BİLSE, NE FAYDA. SON NEFESTE SÖYLEMEZSE, BU DİLLER, BÜLBÜL GİBİ DİLİN OLSA, NE FAYDA?
ŞAHADET PARMAĞIDIR GÖĞE DOĞRU MİNARE;
HER NAKIŞTA O MANA; ÖLECEĞİZ NE ÇARE? ..
NFK
''İNSAN SEVECEĞİ KİMSEYİ İYİ SEÇMELİ, ONA GÖRE SEVMELİ... KİM OLDUĞUN DEĞİL, KİMİNLE OLDUĞUN ÖNEMLİDİR... ''
DERTLİ OLDUM, OL HÜDADAN DERDE DERMÂN İSTERİM, ÂCİZİM, BÂB-İ ATÂDAN LÜTF-Ü İHSAN İSTERİM.
YÜZÜM KARA, GÜNAHIM ÇOK DAİM İSYAN EYLEDİM, OL CENAB-I KİBRİYÂDAN AFVÜ GUFRÂN İSTERİM.
DOĞRU YOLDA BULUNMAĞA, CANDAN KARAR VERMİŞİM, RIZASINA ERİŞMEĞE ONDAN İMKÂN İSTERİM.
İSLAM DİNİ DERYASINA DALAN DALGIÇ OLMUŞUM, BU DENİZDEN HER DALIŞDA İNCİ,MERCÂN İSTERİM.
BİR TANIYAN YOK CİHANDA, SÖYLEYİM AHVÂLİMİ, HALİMİ ARZ ETMEYE BİR EHL-İ İRFÂN İSTERİM.
MATEMATİK, FİZİK, KİMYA, BU ESRARI ÇÖZMİYOR, LEDÜNNÎ İLMİNDE ÜSTÂD, BİR SÜLEYMÂN İSTERİM...
*-* HEP Bİ ŞEYLER EKSİK *-*
Bu çay demsiz mi ne! .. Yoksa, şekeri mi az gelmiş? Alıştığım bardağın içinde değil belki de yudumlamaya çalıştığım çay... Bu ne hâl ki sanki hep bir şeyler eksik; ..çayımın demi, pastamın kreması, simidimin susamı!
Bir şeyler eksik başlayınca, bir şeyler eksik gidiyor hep... İyi de, eksik işte bir şeyler; hani fıstığı çikolatamın, hani bütün renkleri gökkuşağımın? .. Fesleğenimin kokusu nerde yeşil yeşil? .. Bir şeyler eksik, bir şeyler eksik!
‘Nerde’ler; yerinde olmadığını, bulunmadığını, az, noksan, yetersiz olduğunu söylüyor bana bir şeylerin... Onun için deyip duruyorum; Bir şeyler eksik!
Hâlbuki sana anlatsaydım bunları; eksiklerim tamamlanır, noksanlarım dolar, yarımlarım bütünlenirdi... Ağrılarım hemen geçer, içimin sızlaması kesilirdi... Aynaya bakmaya lüzum kalmaz, ne giysem çok yakışırdı üstüme...
Sana anlatsaydım bunları; parmaklarıma yazmak için, bacaklarıma yürümek için güç dolardı... Yollar da çabuk biterdi, yolculuklara benzeyen yazılar da... Zaten yollar da beni sana getirirdi, yazılar da...
Sana gelsem, anlatırdım zaten bunları; Ne anlatılacak sözüm kalırdı eksik, ne de dinleyecek olanım... Omzuna konmuş bir muhabbet kuşu gibi cıvıldardım kulağına; bir şeyler eksik kalmasın diye! ..
İnanma istersen... Fakat bunları sana anlatıyor olsaydım, kelebekler uçuşurdu kar tanelerinin arasında, fesleğen dallarından yeni yapraklar sürerdi kışın ortasında, badem ile kayısı ağaçları yarışırdı; hangimizin çiçeği daha fazla pembeleşecek, diye...
Bir şeyler eksik iken, arka balkonda yıldızlanmak bile yaldızlamıyor duygularımı... Bildiğim, gördüğüm, duyduğum, hissettiğim aynı sanki hep; Bu simidin susamı mı eksik, bu çayın demi mi eksik, bu gülüşün şekeri mi eksik? .. Vapur bacalarına da duman yakışırdı hani... Ve arkalarına bir sıra köpük... Ve etraflarına bir sürü martı... Fotoğraflar eksik geliyor artık bana; çünkü fotoğraflar hep oturup duruyor sanki aynı zaman içinde, mahpus gibi!
Ne mi demek istiyorum, ne mi var dilimin altında? .. Hiiç! Hani, bi’şeyler eksik gibi geliyor bana da, sana da sorayım dedim; sence benim neyim eksik? .. Kimim eksik? ..
Muammer Erkul (Abimm)
*-*ZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP *-*
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccâdemin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık.
Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş... Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
*-* ADI NE OLMADIGIN MEVSİMİN *-*
Üşüdükçe, uzuyor gece... Sis çöküyor içime! .. Uzadıkça, üzüyor gece! .. § Mevsimleer, dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı! .. § Topraktan kök... Ve çeneden diş sökülür gibi koptu elin avucumdan; bir beyaz güvercin gibi oturuyorken parmaklarımın arasında! .. Böceklere terkedilmiş yuvalar gibi, şimdi boomboş avuçlarım... Korkuyorum; İçime bakmaktan! ..... Sen olsaydın, ne koyardın yokluğunun adını? .. § Üşüdükçe, uzuyor gece... Üzüyor üşüdükçe ve içimi sis bastıkça, hatırlıyorum; sen ve ben 'bir' olurduk... Bir 'bütün'lüktü bu birlik, çokluktu; yokluk değil... Az değildik bir iken; fazlaydık, ve yoğunduk... Çoğulduk, ve zengindik... Çoktuk bir'ken! Ya şimdi? .. § Topluyorum, topluyorum, toplayıp duruyorum kendimi yalnızlığımla... Ben, bir... Ve bir de yalnızlığım, asla 'iki' etmiyor! .. Lokmamı kırsam bile paylaşmak için; avucumda kalıyor... Sözüm, dudağımda kalıyor ve gözüm; kucağında kapanıyor yine, yalnızlığımın! .. Toplanmaya çalışsam da olmuyor... Doksandokuz parçamın her biri bir köşede; boncuklarım saçılmış bir araya gelmiyor! .. § Üşüyorum... Üşüyor gece... Üşüdükçe, uzuyor; uzadıkça üzüyor ve sis çöküyor içime! .. Mevsimler dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı, ve savruk sarı bir yel esiyor içimde! .. ..... Fırınlar tutuşmuyor çırasız, kaynamıyor tencereler ocaksız... Ben, üşüyorum; şöminede kül gibi... Bilerek, yokluğundan soğuk mevsim olmadığını! .. § Adı var da her şeyin; ne deniyor olmadığın mevsime? .. Bilmiyorum... Yokluğundan daha soğuk bir mevsimi tanımadım ki... Bilmiyorum sensizlikten daha soğuk bir mevsim...
MUAMMER ERKUL (Abimden)
*-* VE ŞİMDİ *-*
Gidiyorsun ha? Bir yumağa sarıp Gelişinle çözdüğüm En dolaşık çilemi...
Ve şimdi Toplayıp Sığdırıp şu valize gülüşlerimi Ve şimdi İçimden söküp beni! Ve şimdi, yüreğimi! Alıp Götürüyorsun Öyle mi? ..
SULTAN YÜRÜK
Ne mümkün?
Veya “Zehirli Su” Yahut “Senli Ben” Ya da “Benli Sen” Her ne ise, yazının ismi önemli değil zaten! (BİR KÂSE SUYA DÜŞEN BİR DAMLA ZEHİR GİBİ; GAYRI SENİ İÇİMDEN SÖKÜP ATMAK NE MÜMKÜN?..)
Nasıl damlarsa zehir bir kâse suya; İçime, öyle damladın... ..... Ve nasıl karışırsa soluğa, nasıl karışırsa kana; İşte öyle karıştın, öyle karıştın bana!..
Ve artık ööyyle karıştın ki; ayırmak ne mümkün... Çözüp almak ne mümkün; boynuna sarmalanmış gönlümün kollarını!.. Ve anlamak ne mümkün; İkimiz “bir” olduktan sonra, hangimiz seeen, hangimiz ben?.. İki şerbet bir kadehe dolunca, “bir tekini” tatmak ne mümkün?..
Dedim ya; Ayırmak ne mümkün gözümü gözünden, elimi elinden... Dedim ya; Bir kâse suya düşen bir damla zehir gibi içime düşmüşsün sen... Gayrı seni bu cândan çekip almak ne mümkün, söküp atmak ne mümkün ve çıkarmak ne mümkün?.. ..... Bir kâse suya düşen bir damla zehir gibi; Gayrı seni içimden söküp atmak ne mümkün?..
''SEVMEK; İTAATTİR EFENDİM! .. ''
HAK ŞERLERİ HAYR EYLER


ZANNETME Kİ GAYR EYLER
ÂRİF ÂNI SEYR EYLER
MEVLÂ GÖRELİM NEYLER
NEYLERSE GÜZEL EYLER
(İbrahim Hakkı Erzurumi)
ÂFET-İ GAMDAN ACEB, DÜNYÂDA KİM ÂZÂDEDİR?

HERKESİN BİR DERDİ VAR, MÂDEM Kİ, ÂDEM-ZÂDEDİR
BİR HÛMÂ-YI ZEVKİ BİN SAYYÂD-I GAM TA'KİB EDER,
BÖYLE BİR MEVHÛMA BİLMEM, HALK NEDEN ÜFTÂDEDİR?
KİMSEYE BÂKİ DEĞİLDİR, MÜLK-İ DÜNYA SÎMÜ ZER,

BİR HARÂB OLMUŞ KALBİ, TA'MİR ETMEKDİR HÜNER.
BUNA FÂNİ DÜNYA DERLER, DURMAYIP, DÂİM DÖNER.
ÂDEM OGLU BİR FENERDİR, ÂKIBET BİRGÜN SÖNER!
YENİ İLAÇ BULDUK, DİYOR TABİPLER,

LOKMAN GİBİ, DEVÂ BİLSE, NE FAYDA.
SON NEFESTE SÖYLEMEZSE, BU DİLLER,
BÜLBÜL GİBİ DİLİN OLSA, NE FAYDA?
ŞAHADET PARMAĞIDIR GÖĞE DOĞRU MİNARE;

HER NAKIŞTA O MANA; ÖLECEĞİZ NE ÇARE? ..
NFK
''İNSAN SEVECEĞİ KİMSEYİ İYİ SEÇMELİ, ONA GÖRE SEVMELİ...

KİM OLDUĞUN DEĞİL, KİMİNLE OLDUĞUN ÖNEMLİDİR... ''
DERTLİ OLDUM, OL HÜDADAN DERDE DERMÂN İSTERİM,
ÂCİZİM, BÂB-İ ATÂDAN LÜTF-Ü İHSAN İSTERİM.
YÜZÜM KARA, GÜNAHIM ÇOK DAİM İSYAN EYLEDİM,
OL CENAB-I KİBRİYÂDAN AFVÜ GUFRÂN İSTERİM.
DOĞRU YOLDA BULUNMAĞA, CANDAN KARAR VERMİŞİM,
RIZASINA ERİŞMEĞE ONDAN İMKÂN İSTERİM.
İSLAM DİNİ DERYASINA DALAN DALGIÇ OLMUŞUM,
BU DENİZDEN HER DALIŞDA İNCİ,MERCÂN İSTERİM.
CAN KULAĞIMA (ENE EŞEDDÜ ŞEVKAN) GELELİ,
MADDENİN DIŞINDAKİ ÂLEMDE SEYRAN İSTERİM.
BİR TANIYAN YOK CİHANDA, SÖYLEYİM AHVÂLİMİ,
HALİMİ ARZ ETMEYE BİR EHL-İ İRFÂN İSTERİM.
MATEMATİK, FİZİK, KİMYA, BU ESRARI ÇÖZMİYOR,
LEDÜNNÎ İLMİNDE ÜSTÂD, BİR SÜLEYMÂN İSTERİM...
*-* HEP Bİ ŞEYLER EKSİK *-*
Bu çay demsiz mi ne! ..
Yoksa, şekeri mi az gelmiş?
Alıştığım bardağın içinde değil belki de yudumlamaya çalıştığım çay... Bu ne hâl ki sanki hep bir şeyler eksik;
..çayımın demi, pastamın kreması, simidimin susamı!
Bir şeyler eksik başlayınca, bir şeyler eksik gidiyor hep...
İyi de, eksik işte bir şeyler; hani fıstığı çikolatamın, hani bütün renkleri gökkuşağımın? ..
Fesleğenimin kokusu nerde yeşil yeşil? ..
Bir şeyler eksik, bir şeyler eksik!
Sesim cıvıldardı benim, haklısın...
Gözüm pırıldardı...
Gülüşüm pembe pembe açardı günaydınlarımın üstünde...
Peki, nerde sesimin cıvıltısı, gözümün pırıltısı ve gülüşümün pembeleri, ‘günaydın’larım, ‘nasılsın’larım, ‘merhaba’larım;
‘Nerde’ler; yerinde olmadığını, bulunmadığını, az, noksan, yetersiz olduğunu söylüyor bana bir şeylerin... Onun için deyip duruyorum;
Bir şeyler eksik!
Hâlbuki sana anlatsaydım bunları; eksiklerim tamamlanır, noksanlarım dolar, yarımlarım bütünlenirdi...
Ağrılarım hemen geçer, içimin sızlaması kesilirdi...
Aynaya bakmaya lüzum kalmaz, ne giysem çok yakışırdı üstüme...
Sana anlatsaydım bunları; parmaklarıma yazmak için, bacaklarıma yürümek için güç dolardı...
Yollar da çabuk biterdi, yolculuklara benzeyen yazılar da...
Zaten yollar da beni sana getirirdi, yazılar da...
Sana gelsem, anlatırdım zaten bunları;
Ne anlatılacak sözüm kalırdı eksik, ne de dinleyecek olanım...
Omzuna konmuş bir muhabbet kuşu gibi cıvıldardım kulağına; bir şeyler eksik kalmasın diye! ..
İnanma istersen... Fakat bunları sana anlatıyor olsaydım, kelebekler uçuşurdu kar tanelerinin arasında, fesleğen dallarından yeni yapraklar sürerdi kışın ortasında, badem ile kayısı ağaçları yarışırdı; hangimizin çiçeği daha fazla pembeleşecek, diye...
Bir şeyler eksik iken, arka balkonda yıldızlanmak bile yaldızlamıyor duygularımı...
Bildiğim, gördüğüm, duyduğum, hissettiğim aynı sanki hep;
Bu simidin susamı mı eksik, bu çayın demi mi eksik, bu gülüşün şekeri mi eksik? ..
Vapur bacalarına da duman yakışırdı hani... Ve arkalarına bir sıra köpük... Ve etraflarına bir sürü martı...
Fotoğraflar eksik geliyor artık bana; çünkü fotoğraflar hep oturup duruyor sanki aynı zaman içinde, mahpus gibi!
Ne mi demek istiyorum, ne mi var dilimin altında? .. Hiiç!
Hani, bi’şeyler eksik gibi geliyor bana da, sana da sorayım dedim; sence benim neyim eksik? ..
Kimim eksik? ..
Muammer Erkul (Abimm)
*-*ZİNDANDAN MEHMEDE MEKTUP *-*
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
*-* ADI NE OLMADIGIN MEVSİMİN *-*
Üşüdükçe, uzuyor gece...
Sis çöküyor içime! ..
Uzadıkça, üzüyor gece! ..
§
Mevsimleer, dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı! ..
§
Topraktan kök... Ve çeneden diş sökülür gibi koptu elin avucumdan; bir beyaz güvercin gibi oturuyorken parmaklarımın arasında! ..
Böceklere terkedilmiş yuvalar gibi, şimdi boomboş avuçlarım...
Korkuyorum;
İçime bakmaktan!
.....
Sen olsaydın, ne koyardın yokluğunun adını? ..
§
Üşüdükçe, uzuyor gece...
Üzüyor üşüdükçe ve içimi sis bastıkça, hatırlıyorum; sen ve ben 'bir' olurduk... Bir 'bütün'lüktü bu birlik, çokluktu; yokluk değil...
Az değildik bir iken; fazlaydık, ve yoğunduk... Çoğulduk, ve zengindik... Çoktuk bir'ken!
Ya şimdi? ..
§
Topluyorum, topluyorum, toplayıp duruyorum kendimi yalnızlığımla...
Ben, bir... Ve bir de yalnızlığım, asla 'iki' etmiyor! ..
Lokmamı kırsam bile paylaşmak için; avucumda kalıyor... Sözüm, dudağımda kalıyor ve gözüm; kucağında kapanıyor yine, yalnızlığımın! ..
Toplanmaya çalışsam da olmuyor... Doksandokuz parçamın her biri bir köşede; boncuklarım saçılmış bir araya gelmiyor! ..
§
Üşüyorum...
Üşüyor gece...
Üşüdükçe, uzuyor; uzadıkça üzüyor ve sis çöküyor içime! ..
Mevsimler dökülüyor kurşun rengi ağaçlardan; kavruk sarı, ve savruk sarı bir yel esiyor içimde! ..
.....
Fırınlar tutuşmuyor çırasız, kaynamıyor tencereler ocaksız...
Ben, üşüyorum; şöminede kül gibi...
Bilerek, yokluğundan soğuk mevsim olmadığını! ..
§
Adı var da her şeyin; ne deniyor olmadığın mevsime? ..
Bilmiyorum...
Yokluğundan daha soğuk bir mevsimi tanımadım ki... Bilmiyorum sensizlikten daha soğuk bir mevsim...
MUAMMER ERKUL (Abimden)
*-* VE ŞİMDİ *-*
Gidiyorsun ha?
Bir yumağa sarıp
Gelişinle çözdüğüm
En dolaşık çilemi...
Ve şimdi
Toplayıp
Sığdırıp şu valize gülüşlerimi
Ve şimdi
İçimden söküp beni!
Ve şimdi, yüreğimi!
Alıp
Götürüyorsun
Öyle mi? ..
SULTAN YÜRÜK
Ne mümkün?
Veya “Zehirli Su”
Yahut “Senli Ben”
Ya da “Benli Sen”
Her ne ise, yazının ismi önemli değil zaten!
(BİR KÂSE SUYA DÜŞEN BİR DAMLA ZEHİR GİBİ; GAYRI SENİ İÇİMDEN SÖKÜP ATMAK NE MÜMKÜN?..)
Nasıl damlarsa zehir bir kâse suya;
İçime, öyle damladın...
.....
Ve nasıl karışırsa soluğa, nasıl karışırsa kana;
İşte öyle karıştın, öyle karıştın bana!..
Ve artık ööyyle karıştın ki; ayırmak ne mümkün...
Çözüp almak ne mümkün; boynuna sarmalanmış gönlümün kollarını!..
Ve anlamak ne mümkün;
İkimiz “bir” olduktan sonra, hangimiz seeen, hangimiz ben?..
İki şerbet bir kadehe dolunca, “bir tekini” tatmak ne mümkün?..
Dedim ya;
Ayırmak ne mümkün gözümü gözünden, elimi elinden...
Dedim ya;
Bir kâse suya düşen bir damla zehir gibi içime düşmüşsün sen...
Gayrı seni bu cândan çekip almak ne mümkün, söküp atmak ne mümkün ve çıkarmak ne mümkün?..
.....
Bir kâse suya düşen bir damla zehir gibi;
Gayrı seni içimden söküp atmak ne mümkün?..
stop
TASARIM