EYLÜL HÜZNÜ Mevsimler gelip geçer ömrümden Tomurcuklara durur dallar, Çiçeklere dökülür umutlar Temmuz ateşi vurur avuçlarıma, Sonra sonra sonbahar, Sonra hüzün, Sonra efkar, Yaprak yaprak dökülen; Telafi edilemez anlar.... Ve eylül, Yağmurlarla yıkanan. Nezaman hatırlasam; Dudaklarımda kanayan, Bir Sarı Eylül... .... Sarı bir eylülün bulanıklığında bıraktığım; Mavi günlere gebe düşlerim, Ömrüme yabancı, Dudakalarıma yabancı gülüşlerim Zamansız bir sağanak gibi Geçer gider avuçlarmdan.. BEYRUT 4 Mayıs SENİ DÜŞÜNMEK Nisan yağmurları damlar yüreğime. Çıldırır duygular ansızın Bir serap oluverir gözlerin, Ardınsıra koşor yetişemem, Yetişemem kendi gölgeme... Nezaman sen düşsen aklıma, Kara kışın buzları damla damla erir. Çiğdemler açtırırsın gönlümdeki iklime, Güneş ufkuma doğuverir. Nezaman düşünsem seni, Temmuz ateşi yüreğimde alevlenir. O hayırsız gözler gelir aklıma, Cehennem acıları beynime kilitlenir.
Nezaman sen diye başlasa dilimde sözcükler, Ruhuma paslı kilitler vurulur. Gözlerin kaçar gözlerimden Ardımda gölgem yorulur. BEYRUT
Ruhumu koydum bir yana; bir yana dünümü... Ve yarınlerımı tam karşısına. Bir yanım ay şimdi, Bir yanım aydınlık... Bir yanım güneşler doğurur, Bir yanım hep karanlık.
Sorgusuz sualsiz yarınlarım ceplerimde şimdi, sorgular,yargılar, darağaçları hep dünüme. Vurgunlar, soygunlar,savaşlar... savaş yorgunu umutlar dünüme..
Ve ben, yalnız ben; Savaş meydanına düşmüş bir çığlık gibi, Yokluğun getirdiği yılgınlık gibi Kim bilir belki sevgiden yana çılgınlık gibi.. Boynumda taşıyorum ellerini Kelepçeli, Sorgusuz sualsiz hükümlü ellerini..
Ki ellerinle silmemişmiydin bağdadın gözyaşalrını? Ellerin değilmiydi doğunun ve batının hükümdarlığını kılıcın kabzasında taşıyan... viyananın kapısını zorlayan ellerin değilmiydi HÜLYA Gözlerin getir Gözlerini getri yarı umtsuzluguma Yaprak gibi döküleyim önüne Solayım, beter olayım Gözlerini getir, Öleyim... Bilmeden çocukça sevildigini, Ve bayram sabahınca beklendigini, Kaf Dagı'ndan güneş getirir gibi, Gözlerini getir. Getir gözlerini, Öleyim... Kimsesizim; İlk kez bu kadar suskunum. Sana söyleyemiyorum, Yıldızlara uzanmışım her akşam Ve baglanmış, Ve kınanmış, Ve karşında hep yitirmişim, Ne olur; Gözlerini getir,Öleyim... Ben biraz şairim, biraz divane, Çarmıha gerseler öldüremezler. Sırrım sözümde degil yüregimdedir. İstersen dost, istersen düşman gibi, Gözlerini getir,sevdiğim! getir gözlerini Öleyim.. Ben yine kaybettin, görmüyormusun? Şafak yangınından yaralı çıktım Ve ben ustam, Gözlerinle yakılası bir şiire başladım Kaçtıkça sana döndüm Ve artık gülü bıraktım, Menekşe yapragını Kitaplarımı, Suskun maceramı... Bu şiir bitsin Bana, peşinş bıraktıgım bir hayatı degil, Gözlerini getir. Ustam! getir gözlerini, ÖLEYİM...
Ali Kınık
Mavi Bir Ölüm Yine sana sesleneceğim
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Senin kim olduğunu en çok bilerek
İsyankar zambakların çılgın nilüferlerin
Dört nala açan kiraz çiçeklerinin
Dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
Sarı bir hüzün kızıl bir gurur
Ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
...........
Sana oklardan değil yayadan bahsedeceğim
Gülün dikeninden değil
Gülleri ve dikenleri doğurmaktan yorulmayacağım
Topraktan söz açacağım
Akan su gelmeyecek kelimelerime
Suyu şefkatle kucaklayan damlaları dinlendireceğim
............
YİNE SANA SESLENECEĞİM
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Bilmek istemeden
.........
Alaattin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
Ve ne dilersem dilememi isteseydi
Hiçbir şeyi elde etmeyi dilemezdim
Bir şeyden vazgeçmek isterdim sadece
Hayatta birşeyden vazgeçmek lütfedilseydi
Bedeli herşeyim olsa bile
Sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
Garip değilmi sana seslenmekten vazgeçtiğimi
Bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belkide
Oysa sana seslenmek bütün hesaplarımı gördüğüm şu dünyadaki
Tek geride kalmış hesap benim için
Bu dünyadaki tek yük
Bu seslenişin kalbini avucumda tutabilmek
Kürek mahkumu için kürek neyse
Benim içinde sana selenmek o
Bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
Öbür yandan bileklerimden sızan kanların
Gönlümün işgale yönlendiği bir rotanın can suyu
Oysa ben sana kürekten değil gemiden bahsetmek isterdim
Gururumun binlerce yıl önceden miras kalmış hoyratlığını
Öfkelelrimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
Anlayabilseydin
ANLATABİLİRDİM SANA
Seninle yaşana bir aşktan sonra
Ayrılığın ölüm bile olsa
MAVİ BİR ÖLÜM OLACAĞINI
Ömer Çelik
Aşk Ölümcül Bir Hülyadır Hülya tatlı bir andır Süzülür dibine selvi ağaçlarının Zambakların, sevda çimenlerinin. Dağlarda duman duman tütüyor sıla Sıla da garibin omuzlarına Güvercin gibi konan Sadağında mumçiçeği serzeniş Mızrakları cazibesiyle kıran Saçları darmadağın Bitişik bir hicrandır. Ne fettan sarayların Bitişik cilvekar yalnızlığı Ne de bezirganları küçümseyen sultandır. Gezinir içimizde hülya tatlı bir andır. Ne gün başımı alıp gitsen karanlıklara Çıkıyor bir köşeden karşıma kelebekler Onlar da bir derbeder gibi mahrum öteden Onlar da tanyerine bakıp hülyayı bekler. Beyhude hekimlerin ülkesinde bir şehir Çıkmaz sokaklarını düşlerimize açan Bir sahura yıldızı gibi göklerde uçan Köpüksüz anıların sihriyle akan nehir Varlığı bestenigar, yokluğun deniz gibi Gönül,safkan bir vefa atlasında şahlanır. Asil fırtınalarda kaybolan bir iz gibi Çölde aşk suretinde bir ahu peydahlanır. Kum,yaldızlı giysiler içinde meşhur güzel Ay öper eğilerek çölün yanaklarını Ufukların delisi, soluk bir deniz gibi Bir sayeban altında yürür hazinesine Kah takılır uzaktan bir belanın sesine Kah yüzü yıldızlara benzeyen bir rüyadır. Bin tepede bayrağı dalgalanır Leyla'nın Oysa aşk,karanlıkta ölümcül bir hülyadır.
Nurullah Genç
Bekliyorsun Bir Kahrın Yaldızlı Fermanını Kahrın sesi rüzgârı ağlatırsa içinde Gecenin omzuna koy titreyen düşlerini Ordadır âh çıbanı Ân gelip patlayacak yanardağlar ve ölüm Sen şimdi muallâkta bir vezir-i azam mı Yedikule bekleyen hünkâr mısın ülkende Kan revan yürüyüşler Nehir kokan bir mendil bırakmışsın göklere Bekliyorsun; bir tohum, bin bir umut ve sonsuz Bekliyorsun; gelecek haber güvercinleri Bekliyorsun; sokaklar dirilecek yeniden Bekliyorsun vefakâr perileri, cinleri
Kendi parmaklarınla kafes yaptın kendine Avuçlarında Bâbil; mahkûmusun bozkırın Yılanlar arasından geçmelisin her akşam Ardın sıra kırılan kandillerin mahşeri Sonra bir dağ başında Sonra bir uçurumda Sonra zehir damıtan bir şehrin ortasında En ıssız günlerini yaşıyorsun kederin Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını
Hani o son durakta saray açıldı birden İki bembeyaz gülün yaprağıydı her sütun Başını yasladığın pervazlarda çiçekler Baygın kokularıyla sarmıştı denizleri Çığlıklar fırtınası İpek duruşlu suna Susturulan bir devin iniltilerinde kan Şimdi darağacında kuşku, sihir ve isyan Bir köşeye çekilmiş emanet bekliyorsun Hatıralar yurduna ihanet bekliyorsun Sanma ki pencereler sana meftun olacak Öteden hummalı bir işaret bekliyorsun
öğretmekten çok öğrenmeyi seven bir tarihçi....
EYLÜL HÜZNÜ
Mevsimler gelip geçer ömrümden
Tomurcuklara durur dallar,
Çiçeklere dökülür umutlar
Temmuz ateşi vurur avuçlarıma,
Sonra sonra sonbahar,
Sonra hüzün,
Sonra efkar,
Yaprak yaprak dökülen;
Telafi edilemez anlar....
Ve eylül,
Yağmurlarla yıkanan.
Nezaman hatırlasam;
Dudaklarımda kanayan,
Bir Sarı Eylül...
....
Sarı bir eylülün bulanıklığında bıraktığım;
Mavi günlere gebe düşlerim,
Ömrüme yabancı,
Dudakalarıma yabancı gülüşlerim
Zamansız bir sağanak gibi
Geçer gider avuçlarmdan..
BEYRUT 4 Mayıs
SENİ DÜŞÜNMEK
Nisan yağmurları damlar yüreğime.
Çıldırır duygular ansızın
Bir serap oluverir gözlerin,
Ardınsıra koşor yetişemem,
Yetişemem kendi gölgeme...
Nezaman sen düşsen aklıma,
Kara kışın buzları damla damla erir.
Çiğdemler açtırırsın gönlümdeki iklime,
Güneş ufkuma doğuverir.
Nezaman düşünsem seni,
Temmuz ateşi yüreğimde alevlenir.
O hayırsız gözler gelir aklıma,
Cehennem acıları beynime kilitlenir.
Nezaman sen diye başlasa dilimde sözcükler,
Ruhuma paslı kilitler vurulur.
Gözlerin kaçar gözlerimden
Ardımda gölgem yorulur.
BEYRUT
bir yana dünümü...
Ve yarınlerımı tam karşısına.
Bir yanım ay şimdi,
Bir yanım aydınlık...
Bir yanım güneşler doğurur,
Bir yanım hep karanlık.
Sorgusuz sualsiz yarınlarım ceplerimde şimdi,
sorgular,yargılar, darağaçları hep dünüme.
Vurgunlar, soygunlar,savaşlar...
savaş yorgunu umutlar dünüme..
Ve ben, yalnız ben;
Savaş meydanına düşmüş bir çığlık gibi,
Yokluğun getirdiği yılgınlık gibi
Kim bilir belki sevgiden yana çılgınlık gibi..
Boynumda taşıyorum ellerini
Kelepçeli,
Sorgusuz sualsiz hükümlü ellerini..
Ki ellerinle silmemişmiydin bağdadın gözyaşalrını?
Ellerin değilmiydi doğunun ve batının hükümdarlığını
kılıcın kabzasında taşıyan...
viyananın kapısını zorlayan ellerin değilmiydi
HÜLYA
Gözlerin getir
Gözlerini getri yarı umtsuzluguma
Yaprak gibi döküleyim önüne
Solayım, beter olayım
Gözlerini getir,
Öleyim...
Bilmeden çocukça sevildigini,
Ve bayram sabahınca beklendigini,
Kaf Dagı'ndan güneş getirir gibi,
Gözlerini getir.
Getir gözlerini,
Öleyim...
Kimsesizim;
İlk kez bu kadar suskunum.
Sana söyleyemiyorum,
Yıldızlara uzanmışım her akşam
Ve baglanmış,
Ve kınanmış,
Ve karşında hep yitirmişim,
Ne olur;
Gözlerini getir,Öleyim...
Ben biraz şairim, biraz divane,
Çarmıha gerseler öldüremezler.
Sırrım sözümde degil yüregimdedir.
İstersen dost, istersen düşman gibi,
Gözlerini getir,sevdiğim! getir gözlerini
Öleyim..
Ben yine kaybettin, görmüyormusun?
Şafak yangınından yaralı çıktım
Ve ben ustam,
Gözlerinle yakılası bir şiire başladım
Kaçtıkça sana döndüm
Ve artık gülü bıraktım,
Menekşe yapragını
Kitaplarımı,
Suskun maceramı...
Bu şiir bitsin
Bana, peşinş bıraktıgım bir hayatı degil,
Gözlerini getir.
Ustam! getir gözlerini,
ÖLEYİM...
Ali Kınık
Mavi Bir Ölüm
Yine sana sesleneceğim
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Senin kim olduğunu en çok bilerek
İsyankar zambakların çılgın nilüferlerin
Dört nala açan kiraz çiçeklerinin
Dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
Sarı bir hüzün kızıl bir gurur
Ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
...........
Sana oklardan değil yayadan bahsedeceğim
Gülün dikeninden değil
Gülleri ve dikenleri doğurmaktan yorulmayacağım
Topraktan söz açacağım
Akan su gelmeyecek kelimelerime
Suyu şefkatle kucaklayan damlaları dinlendireceğim
............
YİNE SANA SESLENECEĞİM
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Bilmek istemeden
.........
Alaattin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
Ve ne dilersem dilememi isteseydi
Hiçbir şeyi elde etmeyi dilemezdim
Bir şeyden vazgeçmek isterdim sadece
Hayatta birşeyden vazgeçmek lütfedilseydi
Bedeli herşeyim olsa bile
Sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
Garip değilmi sana seslenmekten vazgeçtiğimi
Bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belkide
Oysa sana seslenmek bütün hesaplarımı gördüğüm şu dünyadaki
Tek geride kalmış hesap benim için
Bu dünyadaki tek yük
Bu seslenişin kalbini avucumda tutabilmek
Kürek mahkumu için kürek neyse
Benim içinde sana selenmek o
Bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
Öbür yandan bileklerimden sızan kanların
Gönlümün işgale yönlendiği bir rotanın can suyu
Oysa ben sana kürekten değil gemiden bahsetmek isterdim
Atalarım bana kadınlara gökyüzünü
Gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler
Sen kürekleri yağlı urganları
Geceyi siyaha gömen fırtınaları öğretmeye çalışıyorsun
Sana ellerimle dokunarak gözlerimle okşayarak
Göstermek istedim
Rüzgarla şişen beyaz yelkenleri
Ama senin vaktin yoktu
Ben bunu hiç anlayamadım
Kavmimin kadınları bana öğretmediler ki
Bazı kadınların beyaz apletlerden daha çok
Siyah apletleri sevebileceğini
.............
Sana sesleniyorum
Ve gözlerin bileklerimden parmak uçlarıma
Toplanmış kan pıhtılarını seyrediyor
Kürekleri bırakamıyorum
Önce yücelttiğin sonra terkettiğin aşkın onuru için
Kalemi biran elimden düşürmüyorum
Ankara Kalesinin önünde
SANA SESLENİYORUM
..............
Benden kaçıp cennete gitmek isteseydin
Seni cennetin kapısına kadar götürürdüm
Bana gelmen için seni korkutan cehennem olsaydı
Cehennemle konuşur Seni ona anlatabilirdim
Oysa sen ne cenneti isteyebilecek kadar aşık oldun
Nede cehennemi isteyebilecek kadar ayrılık
Seviyorum seni ama dedin
Hoşçakal diye ekledin
Şimdi gitmeye mecburum
Belki yine gelirim, umarım gelirim
SON SÖZÜN OLDU
Cennet ve cehennemin dillerini
Savaş naralarıı ve aşk şiirlerini
Gazelleri ve boleroları öğreten atalarım
Senim sözlerinin anlamını öğretmediler
Hiçbirşey söylemeden gittin
Ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim
Dilsiz olanın yaşayabileceğini sen öğrettin bana
Ve kalemimle ilk defa yavan gözlerle baktın
Yine yeniden sadece sana sesleneceğim
Müebbet bir aşk dışında
Bildiğim tüm duygularımı terkedeceğim
SANA SELENECEĞİM YİNE
Seni sadece kuru bir sevgiyle değil
Derin bir hüzünle binlerce yıllık bir gururla
Ve pervasız bir öfke ile sevdiğimi duyuyormusun
Mütevazi bir sevgiyle değil
Küstah bir aşkla sevdim seni
Ben OSMANLI gibi
Kollarımın yetişmediği bir aşkı kucaklamaya çalışırken
Sen köprülerin ülkesindeki Venedikteki son sancağı
Kışın üşümemek için şal yaptın kendine
Neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
Gün geçtikçe eksilir demiştin oysa
Atalarımın öğrettiklerine ters düşsede
Sana inanırım bilirsin
Zamanla unutursun demiştin
Niye daha derinleşiyor öyleyse
Derinleşiyor özlemin
Ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları
Coşturuyor ayrılık sözlerin
Öfkelerimin kararlılığını
Aşka katık ederek konuşacağım
Bedenim bu dünyayı terkedene kadar
............
Öyle sanıyorumki
Hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığın için
Benden uzun yaşayacaksın
Benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
Onların benden geldiğini bir tek sen bileceksin
Küstah bir aşkla seveceğim seni
Ben savaş ve ölümle haşir neşir olan
Kelimeler dışındakileri unutmaya gayret edeceğim
ÖMrün geri kalınında
SANA SESLENECEĞİM YİNE
Ben seni BEYRUT gibi sevdim ama
Sana ne Mağribi nede Manhatten'i anlatamadım
Bağdat ve Şam'ı işgale yeltenmişken
Venedik! ten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
Sarı bir keder, kızıl bir kibir, siyah bir isyanla konuşacağım sana
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Ağlayan zambakların dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
Senin kim olduğunu en çok bilerek
Kavmimin bana vaadettiği tüm aşkları terkedeceğim
Müebbet bir aşk, Sarı bir hüzün
Kızıl bir guruR ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
Bu dünyayı terketme müjdesi gelene kadar
..........
Hüznü, gururu ve öfkeyi bilebilseydin keşke
Hüznün beni aşan taşkınlığını
Gururumun binlerce yıl önceden miras kalmış hoyratlığını
Öfkelelrimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
Anlayabilseydin
ANLATABİLİRDİM SANA
Seninle yaşana bir aşktan sonra
Ayrılığın ölüm bile olsa
MAVİ BİR ÖLÜM OLACAĞINI
Ömer Çelik
Aşk Ölümcül Bir Hülyadır
Hülya tatlı bir andır
Süzülür dibine selvi ağaçlarının
Zambakların, sevda çimenlerinin.
Dağlarda duman duman tütüyor sıla
Sıla da garibin omuzlarına
Güvercin gibi konan
Sadağında mumçiçeği serzeniş
Mızrakları cazibesiyle kıran
Saçları darmadağın
Bitişik bir hicrandır.
Ne fettan sarayların
Bitişik cilvekar yalnızlığı
Ne de bezirganları küçümseyen sultandır.
Gezinir içimizde hülya tatlı bir andır.
Ne gün başımı alıp gitsen karanlıklara
Çıkıyor bir köşeden karşıma kelebekler
Onlar da bir derbeder gibi mahrum öteden
Onlar da tanyerine bakıp hülyayı bekler.
Beyhude hekimlerin ülkesinde bir şehir
Çıkmaz sokaklarını düşlerimize açan
Bir sahura yıldızı gibi göklerde uçan
Köpüksüz anıların sihriyle akan nehir
Varlığı bestenigar, yokluğun deniz gibi
Gönül,safkan bir vefa atlasında şahlanır.
Asil fırtınalarda kaybolan bir iz gibi
Çölde aşk suretinde bir ahu peydahlanır.
Kum,yaldızlı giysiler içinde meşhur güzel
Ay öper eğilerek çölün yanaklarını
Ufukların delisi, soluk bir deniz gibi
Bir sayeban altında yürür hazinesine
Kah takılır uzaktan bir belanın sesine
Kah yüzü yıldızlara benzeyen bir rüyadır.
Bin tepede bayrağı dalgalanır Leyla'nın
Oysa aşk,karanlıkta ölümcül bir hülyadır.
Nurullah Genç
Bekliyorsun Bir Kahrın Yaldızlı Fermanını
Kahrın sesi rüzgârı ağlatırsa içinde
Gecenin omzuna koy titreyen düşlerini
Ordadır âh çıbanı
Ân gelip patlayacak yanardağlar ve ölüm
Sen şimdi muallâkta bir vezir-i azam mı
Yedikule bekleyen hünkâr mısın ülkende
Kan revan yürüyüşler
Nehir kokan bir mendil bırakmışsın göklere
Bekliyorsun; bir tohum, bin bir umut ve sonsuz
Bekliyorsun; gelecek haber güvercinleri
Bekliyorsun; sokaklar dirilecek yeniden
Bekliyorsun vefakâr perileri, cinleri
Kendi parmaklarınla kafes yaptın kendine
Avuçlarında Bâbil; mahkûmusun bozkırın
Yılanlar arasından geçmelisin her akşam
Ardın sıra kırılan kandillerin mahşeri
Sonra bir dağ başında
Sonra bir uçurumda
Sonra zehir damıtan bir şehrin ortasında
En ıssız günlerini yaşıyorsun kederin
Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş
Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını
Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş
Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını
Hani o son durakta saray açıldı birden
İki bembeyaz gülün yaprağıydı her sütun
Başını yasladığın pervazlarda çiçekler
Baygın kokularıyla sarmıştı denizleri
Çığlıklar fırtınası
İpek duruşlu suna
Susturulan bir devin iniltilerinde kan
Şimdi darağacında kuşku, sihir ve isyan
Bir köşeye çekilmiş emanet bekliyorsun
Hatıralar yurduna ihanet bekliyorsun
Sanma ki pencereler sana meftun olacak
Öteden hummalı bir işaret bekliyorsun
Nurullah Genç