Anadolu bir halklar ve kültürler denizidir. İnsanlık açlık içinde kıvranırken, binlerce yıl önce Fırat kıyısında dünyanın ilk barajının kurulması, suların topraklara ve bahçelere aktarılması geliyor gözlerimin önüne. Tahıl silolarının dolması, karınların doyması, çocuklarını emziren anaların memelerine süt yürümesi geliyor gözlerimin önüne. Sonra boğaların evcilleştirilerek öküz gücünün tarıma katılması ve öküzün kutsallaşması geliyor. M. Ö. 546 yılında Knidos tepesindeki gözlemevinde yıldızları inceleyen Teodoksa geliyor. Çanakkale’de yıllarca süren Troya Savaşları, tanrıların fink attığı Olimposlar, kurban törenleri, üretenler ve üretileni yağmalayanlar geliyor. Sonra Homeros, Heredot… lonya, Karya, Frigya, Ligya, Sparta uygarlıkları. Bu uygarlıkları yok eden Pers ve Med saldırıları. Sonra bin yıl süren karanlık. Bin yıl sonra küllerin arasında bulunan Rönesans kıvılcımları. Batı uygarlığını bugüne taşıyan kıvılcımlar.
Kısacası Anadolu, bütün dünyada uygarlığın beşiği olarak kabul edilen bir bölge. Ahmed Arif’in deyimiyle: ‘Beşikler vermiştir Nuh’a, salıncaklar, hamaklar vermiştir. Havva anamız Anadolu’nun yanında dünkü çocuk sayılır.’ Çok doğru Adem babamızda öyle. Hatta dört kitabımız ve dört dinimizde öyle. Anadolu’nun yanında dünkü çocuk sayılır.
..
ebu zerr
09.03.2007 - 16:05kendisi herkese adalet herkese eşitlik herkese özgürlük mantığından hareket etmiştir.. Hükümetin ve çıkar sahiplerinin işine gelmediği için bu düşünceler, çölde baldırı çıplak bi şekilde ölmüştür... Çünkü o zamanlar iktidar kavgaları hat safdaydı.. Herkes ikili oynuyordu.. Doğru insanı; gerçek İslamı yaşamak isteyen bu insanı görünce üstüne çullanıp çöle sürdüler...
ölüm
29.01.2007 - 21:47alevilik'te böyle bir sözcük yoktur.. her daim aslına dönüş vardır... yani kısaca vahdet-i vücut çuyuz... bizde, bu sözcük yerine hayatını kaybeden kişi için; hakka yürüdü, denilmektedir...
yılmaz güney
29.01.2007 - 11:03Yılmaz Güney (1927-1984) :
Ardından çok şey söylenen ya da yazılan bir sinema adamı Yılmaz Güney ama sonuçta Türk sinemasına Yol filmiyle dünyanın en büyük üç sinema festivalinden birinin; Cannes’ın büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazandıran da aynı yönetmen. Yaşamı kendinden ya da Türkiye’nin politik, demokratik sürecinden kaynaklanan nedenlerle talihsizliklere uğrayarak geçti. Siyasi nedenlerle ve ardından bir adli cinayet vakası sebebiyle cezaevine girdi ve sonunda yurtdışına yerleşti. Paris’te sinema kariyerinin en verimli çağındayken mide kanserine yenilip hayatını kaybetti.
Yılmaz Güney sinemaya yönetmen olarak girdiği 1970 yılına dek çeşitli filmlerde aktör olarak rol aldı. Bu arada senaryo yazıyor ve yönetmenlerin asistanlığını sürdürüyordu. İlk filmi Umut’u, 1970’te Adana’da çekti. Film büyük başarı kazandı ve sinema tarihinin klasikleri arasında girdi. Yurtdışında hemen tüm festivalde ödüller kazandı ve yurtdışında gişe yapan filmlerden biri oldu.
Güney, sinemaya Çirkin Kral lakabıyla girdiğinde büyük kitlelerde hayranlık uyandırdı ve adeta jeune-jön (genç yakışıklı adam) olgusunu yerle bir etti. Özellikle Fatma Girik ile çektiği filmler büyük gişe yaptı. Acı, Ağıt, Yarın Çok Geç Olacak gibi. Baba’yı Filiz Akın ile çekti. 1974'te çektiği Arkadaş filmiyle büyük ses getirdi. Semra Özdamar, ilk kez sinemada rol alan Melike Demirağ ve yine bir tiyatro oyuncusu olan Kerim Afşar’la başrolü paylaştı. Film, Melike Demirağ’ın seslendirdiği Arkadaş şarkısıyla da büyük sükse yaptı.
Ancak Güney’in yönetmediği, daha doğrusu çeşitli nedenlerle yönetemediği, sadece senaryosunu yazdığı filmler büyük başarı yakaladı. Endişe, Sürü, Düşman ve Yol... Altın Palmiye’yi kazanan Yol, bir dönem Türkiye’de yasaklandı ama Zeki Ökten’in yönettiği Sürü filmi gerçekten de Türk sinemasının en lirik ve önemli başyapıtlarından biri oldu. Yurtdışında büyük gişe başarısı yakaladı...
Toplam 43 mesaj bulundu