BAZEN ÖYLE SEVERSİNİZ Kİ Bazen öyle çok seversiniz ki, aslında bazen demek doğru değildir belki de …. İnsan hayatında kaç kere bu kadar çok sever ki? Onu her göreceğinizde heyecandan yerinizde duramazsınız, biraz da korku vardır içinizde; ya gelmekten vazgeçerse, ya son anda bir aksilik olursa? O, sizin dünyanız olmuştur, onsuz geçen zamanınız( ki aslında onsuz hiç zamanınız geçmez, çünkü her saniye sizinledir, hep onu düşünürsünüz) aslında sadece onunla buluşmaya hazırlıktır. “Onu görünce boynuna atlayıp bütün gücümle sarılacağım” dersiniz belki de… Ama bunu yapamazsınız, hep bir şeyler engel olur sanki. Sanki sarıldığınızda, yok olacak birden, kaybolacak sanki, kıyamazsınız, sarılmaya bile… Bir anda her şeyin sona ermesinden korkarsınız, büyünün bozulmasından… Tam sarılmak, dokunmak istediğinizde tutulur kalırsınız… Bazen de bilerek uzak durusunuz, çünkü ona sarıldığınızda o anın fotoğrafının beyninize kazılacağını, ve her şey bittiğinde bu fotoğrafı görmeye dayanamayacağınızı bilirsiniz… Belki de biteceğini biliyorsunuz da ondan. Ama bunu kabul etmek istemezsiniz. Çünkü onsuz yaşamayı düşünmek bile ölüm gibi gelir. Onun için dünyayı bile karşınıza almaya hazırsınızdır. Bir damla gözyaşını görürseniz, sizin dünyanız kararır. O üzülmesin diye elinizden gelen her şeyi yaparsınız. İçiniz kan ağlasa da, o üzülmesin diye, üzüldüğünüzü bile belli etmezsiniz. Siz onun hayatını yaşamaya başlarsınız artık. Her şey onun içindir. Sorsalar dünya onun için dönüyor dersiniz. Ama bir gün sorduğunuzda kaç gündür görüşmediğinizi bile hatırlamaz, siz onsuz geçen dakikaları bile sayarken… Ve yine heyecanla onunla buluşmayı beklediğiniz bir gün, damdan düşer gibi “seni istemiyorum” der. Dünyanız başınıza yıkılır, nedenini dahi soramazsınız. Donar kalırsınız. İçinizden ya bana verdiğin sözler….? Hani sen …..? Faydasız artık, ne söyleseniz boş, karar verilmiş zaten. Hem onun adına, hem de sizin adınıza alınmış bir karar var ortada, ama siz tek kelime söyleyemezsiniz. Ağlayacak gücünüz bile yoktur artık, uzunca bir şok geçirirsiniz. Sonrasında hep nedenini düşünürsünüz. Neden? Neden? Neden? Bir neden bulmak için kendinizi zorlarsınız, suçlarsınız da bazen kendinizi. Belki de tek neden onu çok fazla seviyor olmanızdır. Ve ilk şoktan sonra, sabahlara kadar süren ağlamalar. Sonra hatayı kendinizde bulup onu arasınız ve aradığınıza da pişman olursunuz. “Bir daha aramayacağım” dersiniz. Bir kaç gün zor dayanamazsınız, ve yine ararsınız , yine pişmanlık…Ona “aslında seni niye aradığımı bilmiyorum , aradım işte” dersiniz. Aslında o da, siz de biliyorsunuzdur nedenini, ama ona “sensiz yapamıyorum, seni çok seviyorum, seni çok özledim” diyemeden öyle bir söz söyler ki kanınız donar. Bir an bilemezsiniz ne diyeceğinizi de… Acaba hemen telefonu kapatmalı mıyım diye düşünürken, bir şey daha söyler ve kendisi telefonu kapatır suratınıza…. O hiç tereddüt etmez telefonu suratınıza kapatırken… Zaten o telefonu kapattığı an, onun için olay bitmiştir, sizin bir daha ki aramanıza kadar belki aklına bile gelmeyecektir. Ama siz yavaş yavaş öldüğünüzü anlarsınız. Nefesiniz kesilir, sonra çarpıntılar vs. vs. Artık zaman durmuştur, dünya dönmüyordur. Siz o anda kaldınız, beyninizin içinde hep o cümleler… Ama yine de ondan vazgeçmezsiniz… belki aramazsınız bir süre, ya da bir daha; ama vazgeçmezsiniz ondan. Her dakika, her saniye aklınızdadır zaten. Nereye giderseniz gidin sizinle gelir. “Arkadaşlarımla dışarı çıkayım, biraz değişiklik olur” dersiniz, ama değişiklik olmaz. Çünkü siz arkadaşlarınızla değil, onunlasınızdır hala. Dalar gidersiniz, bu arada gözlerinizden akan yaşları farkında bile değilsinizdir. Size soran arkadaşınıza da, “yok ağlamıyorum, toz kaçtı gözüme” dersiniz. Ve nedense bu tozlar çok sık kaçmaya başlar gözünüze. Neye, hangi birine üzüleceğiniz siz de bilmezsiniz aslında. Onu artık görmeyeceğinize mi, siz terk ettiğine mi, verdiği sözleri tutmayışına mı, ona inandığınıza mı, yoksa artık hiç kimseye güvenemeyeceğinize mi??? Hangi birine? Bir süre sonra kızgınlığınız geçer ve yine kendinizi suçlamaya başlar ve yine ararsınız belki de… Ama bir şey var ki, her şey size onu hatırlatıyordur. Herkesi ona benzetiyorsunuzdur. Kiminin burnu şöyle olsaydı, kiminin de saçı vs. böyle olsaydı ona benzerdi dersiniz, ama aslında kimse ona benzemiyordur. Siz baktığınız her yerde onu görüyorsunuzdur. Hep ondan söz etmek için bahaneler ararsınız. Hiç onu tanımayan birine bile, benim de bir arkadaşım şöyle derdi diye başlarsınız, belki de konuyla ilgisi bile yoktur. Ama siz hep onu konuşmak istersiniz. Adını duyduğunuzda bile heyecandan titrer yüreğiniz. Acaba arar mı diye düşünürsünüz? Ama o telefon hiç gelmez. Her şey size onu hatırlatır, aslında hiç bir şeyin hatırlattığı filan yoktur,o zaten hep aklınızdadır, her an , her yerde… zaten hiç çıkmadı ki aklınızdan. İşte o gömlek, onun gömleğine benziyordur…. aaaa işte onun parfümü…. Yok o daha güzeldi. Onu koklamak o kadar güzeldi ki. Onu seyretmeye bile doyamazdınız. O ne zaman doydu, nasıl doydu size? Geceler ayrı bir kabustur, gündüzler ayrı… Onu düşünmemek için harcadığınız bütün cabalar boşa gider, yine en başa dönersiniz, yorgun, bitkin bir durumda. Sonunda kendinizi kandırmaktan vazgeçersiniz. Artık bilirsiniz ki, bundan sonra onsuz, ama, aslında onunla yaşayacaksınız. Artık onu düşünmemeye çalışmaktan vazgeçersiniz. Artık sizi tamamen ele geçirmiştir, tüm varlığınızı sarmıştır. Gerçekten baktığı ayna olmak gelir içinizden, en azından günde birkaç kez yüzünü görürdünüz… Bir yerde karşılaşsam diye dua edersiniz, uzaktan birilerini hep ona benzetirsiniz, ve sonra hayal kırıklığı, o değildir… Yaşadığınız her şey, çevrenizde olup biten her şey ama her şeyde onu görür, onu yaşarsınız. Adamın biri onun gibi içiyordur suyu…. Bir başkası onun gibi yürüyordur. Onun sevdiği yemek, birinin o yemeği yediğini gördüğünüzde bile içiniz titrer, bir üşüme gelir en sıcak yaz gününde… keşke karşınızda o yemeği yiyen kişi o olsa, hatta yemeğini de siz pişirmiş olsanız…. Oysa siz yemek yapmayı sevmezsiniz aslında…. Ama ona yemek yapmak şu an en büyük zevkiniz olurdu belki de… Telefonunuzun çalmasını beklersiniz, ve her telefon çaldığında da telefona bakmandan önce içinizden dua edersiniz; “allahım ne olur, arayan o olsun” Ama o değildir, içiniz acır… aramasına dair umudunuz her geçen gün azalır, ve bir gün artık umudunuz da biter…. Hatta artık telefonu her dakika yanınıza almaktan da vazgeçersiniz. Ama onu sevmekten yine de vazgeçemezsiniz. Zaten artık böyle bir çabanız da yoktur, daha önce çok denediniz. Bu acıyla yaşamak zorundasınızdır. Hep onunla, hep onsuz……. Mucizelere inanmak istersiniz, belki bir gün o da…. Ama o gün hiç gelmez. BEHİCE GÜL
Bazen öyle çok seversiniz ki, aslında bazen demek doğru değildir belki de …. İnsan hayatında kaç kere bu kadar çok sever ki? Onu her göreceğinizde heyecandan yerinizde duramazsınız, biraz da korku vardır içinizde; ya gelmekten vazgeçerse, ya son anda bir aksilik olursa?
O, sizin dünyanız olmuştur, onsuz geçen zamanınız( ki aslında onsuz hiç zamanınız geçmez, çünkü her saniye sizinledir, hep onu düşünürsünüz) aslında sadece onunla buluşmaya hazırlıktır. “Onu görünce boynuna atlayıp bütün gücümle sarılacağım” dersiniz belki de… Ama bunu yapamazsınız, hep bir şeyler engel olur sanki. Sanki sarıldığınızda, yok olacak birden, kaybolacak sanki, kıyamazsınız, sarılmaya bile… Bir anda her şeyin sona ermesinden korkarsınız, büyünün bozulmasından… Tam sarılmak, dokunmak istediğinizde tutulur kalırsınız…
Bazen de bilerek uzak durusunuz, çünkü ona sarıldığınızda o anın fotoğrafının beyninize kazılacağını, ve her şey bittiğinde bu fotoğrafı görmeye dayanamayacağınızı bilirsiniz… Belki de biteceğini biliyorsunuz da ondan. Ama bunu kabul etmek istemezsiniz. Çünkü onsuz yaşamayı düşünmek bile ölüm gibi gelir. Onun için dünyayı bile karşınıza almaya hazırsınızdır. Bir damla gözyaşını görürseniz, sizin dünyanız kararır. O üzülmesin diye elinizden gelen her şeyi yaparsınız.
İçiniz kan ağlasa da, o üzülmesin diye, üzüldüğünüzü bile belli etmezsiniz. Siz onun hayatını yaşamaya başlarsınız artık. Her şey onun içindir. Sorsalar dünya onun için dönüyor dersiniz.
Ama bir gün sorduğunuzda kaç gündür görüşmediğinizi bile hatırlamaz, siz onsuz geçen dakikaları bile sayarken…
Ve yine heyecanla onunla buluşmayı beklediğiniz bir gün, damdan düşer gibi “seni istemiyorum” der. Dünyanız başınıza yıkılır, nedenini dahi soramazsınız. Donar kalırsınız. İçinizden ya bana verdiğin sözler….? Hani sen …..? Faydasız artık, ne söyleseniz boş, karar verilmiş zaten. Hem onun adına, hem de sizin adınıza alınmış bir karar var ortada, ama siz tek kelime söyleyemezsiniz.
Ağlayacak gücünüz bile yoktur artık, uzunca bir şok geçirirsiniz. Sonrasında hep nedenini düşünürsünüz. Neden? Neden? Neden?
Bir neden bulmak için kendinizi zorlarsınız, suçlarsınız da bazen kendinizi. Belki de tek neden onu çok fazla seviyor olmanızdır. Ve ilk şoktan sonra, sabahlara kadar süren ağlamalar. Sonra hatayı kendinizde bulup onu arasınız ve aradığınıza da pişman olursunuz. “Bir daha aramayacağım” dersiniz. Bir kaç gün zor dayanamazsınız, ve yine ararsınız , yine pişmanlık…Ona “aslında seni niye aradığımı bilmiyorum , aradım işte” dersiniz. Aslında o da, siz de biliyorsunuzdur nedenini, ama ona “sensiz yapamıyorum, seni çok seviyorum, seni çok özledim” diyemeden öyle bir söz söyler ki kanınız donar. Bir an bilemezsiniz ne diyeceğinizi de… Acaba hemen telefonu kapatmalı mıyım diye düşünürken, bir şey daha söyler ve kendisi telefonu kapatır suratınıza…. O hiç tereddüt etmez telefonu suratınıza kapatırken…
Zaten o telefonu kapattığı an, onun için olay bitmiştir, sizin bir daha ki aramanıza kadar belki aklına bile gelmeyecektir. Ama siz yavaş yavaş öldüğünüzü anlarsınız. Nefesiniz kesilir, sonra çarpıntılar vs. vs.
Artık zaman durmuştur, dünya dönmüyordur. Siz o anda kaldınız, beyninizin içinde hep o cümleler…
Ama yine de ondan vazgeçmezsiniz… belki aramazsınız bir süre, ya da bir daha; ama vazgeçmezsiniz ondan. Her dakika, her saniye aklınızdadır zaten. Nereye giderseniz gidin sizinle gelir. “Arkadaşlarımla dışarı çıkayım, biraz değişiklik olur” dersiniz, ama değişiklik olmaz.
Çünkü siz arkadaşlarınızla değil, onunlasınızdır hala. Dalar gidersiniz, bu arada gözlerinizden akan yaşları farkında bile değilsinizdir. Size soran arkadaşınıza da, “yok ağlamıyorum, toz kaçtı gözüme” dersiniz. Ve nedense bu tozlar çok sık kaçmaya başlar gözünüze.
Neye, hangi birine üzüleceğiniz siz de bilmezsiniz aslında. Onu artık görmeyeceğinize mi, siz terk ettiğine mi, verdiği sözleri tutmayışına mı, ona inandığınıza mı, yoksa artık hiç kimseye güvenemeyeceğinize mi??? Hangi birine?
Bir süre sonra kızgınlığınız geçer ve yine kendinizi suçlamaya başlar ve yine ararsınız belki de…
Ama bir şey var ki, her şey size onu hatırlatıyordur. Herkesi ona benzetiyorsunuzdur. Kiminin burnu şöyle olsaydı, kiminin de saçı vs. böyle olsaydı ona benzerdi dersiniz, ama aslında kimse ona benzemiyordur.
Siz baktığınız her yerde onu görüyorsunuzdur.
Hep ondan söz etmek için bahaneler ararsınız. Hiç onu tanımayan birine bile, benim de bir arkadaşım şöyle derdi diye başlarsınız, belki de konuyla ilgisi bile yoktur. Ama siz hep onu konuşmak istersiniz.
Adını duyduğunuzda bile heyecandan titrer yüreğiniz. Acaba arar mı diye düşünürsünüz? Ama o telefon hiç gelmez.
Her şey size onu hatırlatır, aslında hiç bir şeyin hatırlattığı filan yoktur,o zaten hep aklınızdadır, her an , her yerde… zaten hiç çıkmadı ki aklınızdan.
İşte o gömlek, onun gömleğine benziyordur…. aaaa işte onun parfümü….
Yok o daha güzeldi. Onu koklamak o kadar güzeldi ki. Onu seyretmeye bile doyamazdınız. O ne zaman doydu, nasıl doydu size?
Geceler ayrı bir kabustur, gündüzler ayrı… Onu düşünmemek için harcadığınız bütün cabalar boşa gider, yine en başa dönersiniz, yorgun, bitkin bir durumda.
Sonunda kendinizi kandırmaktan vazgeçersiniz. Artık bilirsiniz ki, bundan sonra onsuz, ama, aslında onunla yaşayacaksınız. Artık onu düşünmemeye çalışmaktan vazgeçersiniz. Artık sizi tamamen ele geçirmiştir, tüm varlığınızı sarmıştır.
Gerçekten baktığı ayna olmak gelir içinizden, en azından günde birkaç kez yüzünü görürdünüz…
Bir yerde karşılaşsam diye dua edersiniz, uzaktan birilerini hep ona benzetirsiniz, ve sonra hayal kırıklığı, o değildir…
Yaşadığınız her şey, çevrenizde olup biten her şey ama her şeyde onu görür, onu yaşarsınız. Adamın biri onun gibi içiyordur suyu…. Bir başkası onun gibi yürüyordur. Onun sevdiği yemek, birinin o yemeği yediğini gördüğünüzde bile içiniz titrer, bir üşüme gelir en sıcak yaz gününde… keşke karşınızda o yemeği yiyen kişi o olsa, hatta yemeğini de siz pişirmiş olsanız…. Oysa siz yemek yapmayı sevmezsiniz aslında…. Ama ona yemek yapmak şu an en büyük zevkiniz olurdu belki de…
Telefonunuzun çalmasını beklersiniz, ve her telefon çaldığında da telefona bakmandan önce içinizden dua edersiniz; “allahım ne olur, arayan o olsun”
Ama o değildir, içiniz acır… aramasına dair umudunuz her geçen gün azalır, ve bir gün artık umudunuz da biter…. Hatta artık telefonu her dakika yanınıza almaktan da vazgeçersiniz. Ama onu sevmekten yine de vazgeçemezsiniz. Zaten artık böyle bir çabanız da yoktur, daha önce çok denediniz. Bu acıyla yaşamak zorundasınızdır. Hep onunla, hep onsuz…….
Mucizelere inanmak istersiniz, belki bir gün o da…. Ama o gün hiç gelmez.
BEHİCE GÜL