... KADIN DEDİĞİN GÜZEL OLACAK ARKASAŞ! ! ! ! ! ! Kadın dediğin güzel olacak arkadaş. Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların, seyrine doyamayacaksın. Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek, topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak...Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine. Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears'ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan. Sadeliğin içinde fark edilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak. Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak. Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, kör olası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don külot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek...ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi. Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanı başında ve huzurla... Öyle 'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak, salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak. Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. 'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek.... Kadın dediğin
Umutlar gene soldu bir gece karanlığında Gene karlar yağdı, yeşeren dallarıma Zamansızlığın zamanımıydı yoksa bu Zamansızlığın içinden gelen Yoksa yalnızca yalancı zaman mı?
Gecenin yalnızlığı düşmüştü üzerine. Ne sahile inip dolunayı seyretmek, ne de dostlarından birine telefon açmak.... Hatta; çok sevdiği balığının yüzüşünü bile izlemek istemiyordu. Sadece yalnızlığının içinde kaybolmaktı istediği. İçinde çoğalan benlerle, bir daha bütünleşmek. Ve tekrar güneşi karşılamak. Sanki, karanlık yalnızlığını aydınlatacak ışık, yüreğinin içersinde, bir kıvrımın arasına saklanmıştı.
'Gece' diye, söylendi kendi kendine.... Ne kadar da benziyorlardı birbirlerine. İkisi de aydınlığını ruhlarına gizlemişlerdi, ikisi de yapayalnız, ikisi de hüzünlü, ikisi de çılgın, ikisi de gizemli ve ikisi de ağlıyordu...
Birden, ay ışığının, gecenin karanlığını çatlatan yakamozu geldi gözlerinin önüne. Sonra kendi karanlığındaki, bir yanıp, bir sönen yalancı yakamozlar... Onun yıldızları da yoktu parıldayan... Yalnızca etrafında görebildiği, geceye kafa tutan, tek, tek sönmeye mahkum hane ışıkları...
Birden yüreğindeki ışık yansıdı yüzüne. Kıpır, kıpır oluverdi bir anda. Sanki sığmıyordu ruhu bedenine, kanında hızla dolaşmaya başlayan bir telaş, çocukluk günlerine gizlediği bayram arifesine düşürmüştü onu.
Bu duyguyu çok yakından tanıyordu. Bir haberciydi kıpırdayan ruhu. Kanında akan telaş, yaşayacağı yeni şeylerin sanki yolunu açıyordu hızla. Ürktü bir an, 'ya büsbütün kararırsa ufalanan aydınlığım' diye. Bir solukta iç geçirdi. Soluğu avuçlarının içine yerleşmeye çalışıyordu acelesi varmış gibi. 'Rahat ol ' dedi usulca, 'tut beni sıkıca, sakın bırakma'
Elleri yanıyordu, parmakları arasından süzülen alev, bedeninin her bir yanına akıyordu sinsice...
Aklaşan suratı ve çarpan yüreği arasına sıkışıp kalmıştı. Gözleri; açmaya yüz tutmuş sabah güneşinin üzerine tüneyen martıların sesini duydu. Bir karabasan gibi, gecenin yeryüzüne çökerttiği sessizliği bozmak ister gibiydiler. Oysa, içindeki gürültü, sanki kulaklarını sağır edecekti... Kaçıp, bir deniz fenerine sığınmak istedi çarçabuk. Yanında yalnızca kendi...
Etrafı hüzün deniziyle kaplı bir adada gibiydi. Fenerin etekleri ucuna oturmuş, kendisine sarılıyordu mahzun...
Sevdiği adamlar yürüyordu adayı saran hüzün denizinin üzerinde ve aralarına sıkışmak isteyen başka adamlar. Arada bir selam veriyorlardı birbirlerine. Kimlerdi o selamlaştıkları? Göremiyordu... Sevdiği adamlardan daha uzaktaydılar onlar. Ama aşinaydılar sanki! .. Hepsinin de üzerinde aynı giysi... Boyları, kiloları, renklerinin tonları bile aynıydı. Başı dönüyordu. Neden dönüp duruyorlardı ki böyle? Hem de hepsi aynı yönde! .. Biraz daha dikkatle, selam verilen adamlara doğru gözlerini yakınlaştırdı. Evet, onları da tanıdı işte. Aşklarının arasına sıkışan küçük adamlar değil miydiler! .. Farklı olduklarını sanarak, yüreğini, yüreğine kattığı adamların küçük kırıntılarıydı onlar...
Aniden ayağa kalktı oturduğu deniz fenerinin eteğinden, yürümeye başladı, adamların yürüdüğü yönün aksi yönüne...
Yeni biten sevdası düştü kirpiklerinin ucuna. Sonra, her iki gözünün pınarına konan birer inci tanesi... Kaşları çatılıverdi. Perçemleri, yüreğine inen buz kılıçları gibi acımasızlaştı gaddarca... Gözleri gülmüyordu. Aşka öfkesi vardı hanidir. Ama yinede yüreği, kara bulutları dağıtırcasına gülümsüyor, güneşi tutmak ve hiç bırakmamak istiyordu.
Bir yıldız kaydı gözlerinden geceye...
Avuçladı sıkıca saklı tuttuğu, kimselere veremediği, kimselerin dokunamadığı sevdalarını. Başının üzerinde dönen martıları kovaladı hiddetle. Her birinin gagasında, alıkoyduğu, yaşanmış sevdalarından birer parça. 'Defolun' diye bağırdı sessizce.'sevdalarımı bana bırakın '
Gece ağlıyordu, İstanbul da...
Sabahın habercisi minarelerden yayılan sesi duydu. Saate baktı gözleri, 'Artık uyumalıyım'
Bedeni sanki boğuşuyordu yatağın içinde. Dostundan ayrılmış gibi kahırlı, bir parçasını yitirmiş gibi öksüz... 'Geceeeee' diye bağırdı kendine.
Elleri, komidinin üzerinde duran ilaç kutusuna uzandı.
Doğan güneşi görmek istemiyordu ki... Kendi güneşini arıyordu benliği....
Dudakları her bir bedeninin çırpınışında, takılan eski bir plak gibi mırıldanıyordu, 'Ben geceyim, ben geceyim. ben gece....”
Kapandı gözleri. Yalnızlığı, düşlediği kendi güneşine doğru, çoktan yola çıktı bile....
Dişi kırlangıcın biri, adamın birine aşık olmuş. Adamın evinin penceresinin önüne gelip, bütün cesaretini toplamış, tüylerini şöyle bir kabartmış, güzel göründüğüne inanmış ve küçük gagasıyla cama birkaç kez tık..lamış. Adam oldukça meşgulmüş, içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Tıklama sesini duyunca kafasını çevirip cama bakmış. Onu işinden alıkoyanın bir kuş olduğunu görünce görünce şaşırmış..! ! ! Bir kırlangıç...! Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış, gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış. -'Seni seviyorum. Nedenini nasılını sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret edebildim konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al.' Senin yanında yaşayayım.' Adam birden sinirlenmiş: -'Yok daha neler? durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? mümkün değil, alamam, üstelik bir kuş bir insana aşık olabilirmi? insanla arkadaş olabilir mi? ' Kırlangıç çok mahçup olmuş. Başını önüne eğmiş, ama pes etmemiş, Bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş: -'Lütfen dinle beni, al beni içeri! Ben sana dost olurum, hiç canını sıkmam. Adam kararlı, adam ısrarlı: -'Benim kimseye ihtiyacım yok. Seni içeri alamam, hem işim gücüm var benim, git başımdan.' Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: -'Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşayabilirim. Pişman olmazsın inan, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, hem bak sen de yalnızsın yanlızlığını da paylaşırım' Bazıları gerçekleri duymayı sevmez. Adam da yalnızlığından bahsedilmesine içerlemiş. Çok sinirlenmiş: -'Ben yalnızlığımdan memnunum' diye hırsla cevap vermiş. Kırlangıcın sevgiyle dolu minik kalbinin ne kadar kırılacağını hiç düşünmeden hoyratça, kabaca kuştan kendisini rahat bırakmasını istemiş, hatta kovmuş. Küçük kuş son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Aradan bir hayli zaman geçmiş. Adam, önceleri düşünmemeye çalışsa da, son zamanlarda kırlangıç sık sık aklına takılır olmuş ve sonunda kendi kendine itiraf etmiş: -'Galiba ben aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle bir başıma oturacağıma, keyifle güzel vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş. Havalar ısınmaya başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, yalnızlığımı paylaşır, arkadaşlık dostluk ederim. Güzel mutlu günlerimiz olur. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Havalar ısınmış, yaz başlamış, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama...... Onun ki hiç görünmemiş. Yaz sonuna kadar pencereyi hiç kapatmamış ama nafile. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda akıl sormak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki: 'Kırlangıçların ömrü 6 aydır' -'................! ! ! ' * Hayatta bazı fırsatlar vardır. sadece bir kez elinize geçer. Değerlendiremezseniz uçup gider. Ve elinize bir fırsat daha geçmez. * Hayatta bazı insanlar vardır. Sadece bir kez karşınıza çıkar. Değerini bilmezseniz kaçıp gider Ve asla geri dönmez. * Dikkatli olun... Farkında olun... Ve bir düşünün bakalım! Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?
Ağlamak... sesin çıktığı kadar ağlamak.Seni kimse anlamazken derdini duvarlara anlatmak.Mutluluk kaçarken onu kovalamak ama bir türlü yetişememek.Haykırmak hayata inadına ve herşeye dil çıkarmak umursamadan.Kendini ararken,aradığını çok alakasız yerlerde bulmak ve kendini umutsuzca anlatmaya çlışmak...
şimdi saat sensizliğin ertesi yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın avutulmuş çocuklar çoktan sustu bir ben kaldım tenhasında gecenin avutulmamış bir ben...
şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim ki bu yaşlar utangaç boynunun kolyesi olsun bu da benden sana ayrılığın hediyesi olsun
soytarılık etmeden güldürebilmek seni ekmek çalmadan doyurabilmek ve haksızlık etmeden doğan güneşe bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun.. şimdi iyi niyetlerimi bir bir yargılayıp asıyorum bu son olsun be..bu son olsun! bu da benim sana ayrılırken mazeretim olsun!
şimdi saat yokluğunun belası sensiz gelen sabaha günaydın! işi-gücü olanlar çoktan gitti bir ben kaldım voltasında sensizliğin hiç uyumamış bir ben...
şimdi dişlerimi sıkıp dudaklarıma kanamayı öğrettim ki bu kızıl damlalar körpe yanağında bir veda busesi olsun bu da benden sana heba edilmiş bir aşkın son nefesi olsun...
kafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni beyninin içindekileri anlayabilmek ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü bütün saatleri öylece durdurabilmek için çıldırasıya paraladım kendimi lanet olsun! artık sigarayı üç pakete çıkardım günde olsun be! ne olacaksa olsun! bu da benim sana ayrılırken şikayetim olsun
gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun
artık gidiyorum. henüz daha çokça incitmeden seni.
verdiğim acıların yanında. küçücükte olsa dokunabildiysem yüreğinin bir köşesine. anlıkta olsa yaşatabildiysem bir tebessümü bundan sonra onun gururunu duyacağım. sen hep gül ben ikimizin yerine ağlayacağım.
artık gidiyorum. henüz daha çokça kaybetmeden seni.
yaşattığım hicranların yanında. kaldıysa benden yana parmak uçlarında tatlı bir sıcaklık. olduysa hayalim gözlerinde bir anlık. bundan sonra onun sevincini yaşayacağım. sen hep mutlu ben ikimizin yerine kahrolacağım
Seziyorum ki kaçacaksın.. Yalvaramam koşamam Ama sesini bırak bende Biliyorum ki kopacaksın Tutamam saçlarından Ama kokunu bırak bende Anlıyorum ki ayrılacaksın Çok yıkkınım yıkılamam Ama rengini bırak bende Duyumsuyorum ki yiteceksin En büyük acım olacak Ama ısını bırak bende Ayrımsıyorum ki unutacaksın Acı kurşun bir okyanus Ama tadını bırak bende Nasıl olsa gideceksin Hakkım yok durdurmaya Ama kendini bırak bende.
Bütün sesleri yutan sessizlik. Kafamda yankılanan milyonlarca uğultu. Duyduğum ancak anlayamadığım seslerin sahipleri. Dudak kıpırtıları, gülüşleri, mimikleri... Boş yere harcanan zaman ve varolduğunu kanıtlama çabası içindeki anlamsız davranışları.
Sonsuzluğun çağrıları yol alıyor kafatasımda, bir oraya bir buraya çarparak. Tam cevap verecekken çağrılara, daha önceden görmediğim engeller durduruyor beni. Sıradanlığa mahkum edilmiş inanların koyduğu engeller. Kendi dünyalarına mahpus etmeye çalışıyorlar benliğimi, her biri ayrı tuzağıyla. Kaçıyorum. Hiçliğe kaçış. Görünen tek şey bedenleri olmayan yüzler, uzaktan gelen ayak sesleriyle. Tıp, tıp, tıp...
Parlayan gözleri. Korkutucu, düşünmemi yavaşlatan gözleri. Mavi gözler. Beni en çok çeken mavi gözler. Yaklaştıkça silinen, durduğumda beliren, koşunca yok olan mavi gözler. Tutku. Sıradan insanların dünyasına duyulan tutku. Sıradan insanlardan birine, beni bağlayan tutku. Sonbahar rüzgarlarıyla diyarından ayrılan yaprağın rüzgara aşkı. Gizemli ormanlara düşkün korkak maceraperestin hisleri. En gaddar duygu belki tutku. Yaşamadan anlaşılmaz.
Yaklaşan ölümün korkusu, sarhoşluğu. Hiçlik merakı yanında varlık bağlılığı. Parçalanmış ruhun her parçasında ayrı korku, ayrı heyecan... Kabaran denizin azgın dalgaları gibi içim; savruluyorum oradan oraya.
Ayrılan benliğin birleşme çabası. Sıradan beden ve uçmaya çalışan “ben”. Karmakarışık duygularla yoğrulan beynimdeki tek düşünce: KURTULMAK! Kurtulmak bu sıradanlıktan, bu sıkıntıdan.
Anlaşılmayan uğultular. Karışmış kafam. Sıradanlıktan öte gitmeye çalışan ruhum, sıradanlık aşığı bedenim. Tam benlik çatışması.
Hiçbir zaman anlayamayacağım deliliğe yaklaşıyorum galiba. Sıradan olmayacağım sonunda, kurtulacağım ben de, bu kahrolası dünyanın rezilliğinden Korkuyorum. Korkularımla yüzleşmekten korkuyorum. İçimde yer eden korku, sonsuz karanlıklara gömüyor beni. Her şeyi sıradan görüyorum, her şeyi boş, her şeyi anlamsız.. Kaçmak, kurtulmak istiyorum duygularımdan. Duygularım öylesine ağır geliyor ki dayanamıyorum, eziliyorum altlarında.
Uzaklarda bir evren var, biliyorum. Sorumluluk olmadan herkesin istediğini yapabildiği, her isteğin gerçek olduğu, iyilik ve kötülüğün yan yana yaşadığı bir evren. Hayallerde değil, çok uzaklarda bu evren, çok.
Evrenime ulaşmak için korkularımla yüzleşmeliyim., acı çekmeliyim, buradaki sorumluluklarımı alt etmeliyim; biraz da hor görülmeli, acınmalıyım. Hissediyorum, bunları kaldırabilecek güçte değilim ben. Önüm arkam karanlık. Karanlığın görünmeyen ardında zindanımın parmaklıkları.Sıradanlığın ördüğü ağlarla kaplı her yanım. Acımasız bir örümceğin avı gibi tek yaptığım vızıldamak. Vızıldamak sıradanlığın kurbanlarına karşı.
Karanlıklar içime işlemiş. Bir ışık kırıntısı kalmamış koridorlarımda. Zindanımın duvarları kapkara, diğerlerinin gibi parlak beyaz değil. Bu karanlık zindanım, uzak sıradanlık kurbanlarınınkine. Uzağız, çok uzağız. Uçurumlar var aramızda. Sadece gümüşten bir kordonla bağlı zindanlarımızın göbekleri. Bu yüzden çok yabancıyım doğrularına ve duygularına.
Onlar gibi hissetmeye başladığım an, kendi karanlıklarım durduruyor beni. Konuşacak oluyorum, susturuluyorum. Susturuluyorum haykırışımı kaldıramayacak olanlar tarafından. Diyeceğim ki: “ Ben sizin zindanınızı görüyorum. Kapısı açık. Çıkın dışarı, yanıma gelin. Karanlığa, yalnızlığa gelin. Burasının acısı daha az yaşadığınız renk karmaşasından, gölge oyunundan. ” Konuşmadan anlıyorlar ne diyeceğimi ve diyorlar ki: “ Karanlığın korkusu var, karanlığın sıkkınlığı var. Karanlıkta hapis olmanın verdiği hüzün var ki, ruhlarımızı parçalar. Hem yalnızlığın da yorgunluğu var, cezası var! ”
Susuyorum. Bırakıyorum, kendi karmaşalarında boğulsunlar kendi parlaklıkları, taptıkları renkleri onları mahvetsin. Bırakıyorum, birbirilerini yesinler, birbirlerini yok etsinler. Anlamıyorlar beni. Zorlukla söyleyebildiğim birkaç kelime onlara çok yabancı, anlattığım evren çok uzak. Farklıyım gözlerinde. Bunu sağlayansa, renkli zindanlarının üstünde duvarları karanlık, parmaklıkları yalnızlık olan zindanımda hayal evrenimi aramam, kendi yalnızlığıma kapanmam, hepsine üstten bakmam.
ekmek şarap sen ve ben bir de sabahın dördü dışarda kar odamız ılık gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
kıskandım gogen'i tahitilim terlemiş vücudunu silerken cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum güneşi doğurmuştu ölü cisim martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında nefesin vücudumu yakıyordu yer yer sam yelim sahra-i kebirim kahrettim her şeye o gün babanın şarap çanağına, gogen'e, kadere, sana, bana, bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş.... diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim ama içerken düşünmem neden içiyorum diye daha sonra yaparım hayatın felsefesini
sırayla olurum fatih, selim, kanuni bazen kadın hamamında tellak.... bazen christoph colomb napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri `timur 'ken beyazıt'ı yenişimi.... bir kere aristo'nun hocası olmuştum ona verdiğim dersle gurur duymuştum bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
eğer daha da içersem shaskespare halt etmiş derim karşımda salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim enayiymiş be platon... bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
islak kaldırımlarda yürürken acırım önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline ukalalık işte derim neme lazım senin kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş.... ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım şehrin izbe sokaklarında yavaş yavaş kaybolur benliğim...
Kadın adamı çok seviyordu... Yemyeşil ovalarını verdi adama Yaşam fışkıran. Beni seviyor musun? Evet, dedi adam... Güneşini, ayını verdi kadın Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına... Beni seviyor musun? Tabi, dedi adam... Kadın çağladı Gürül gürül akan pınarını verdi adama. Beni seviyor musun? Elbette, dedi adam... Kadın bağlandı Yaşam ipini adama verdi. Bir oldular tek oldular adamla. Beni seviyor musun? Biliyorsun, dedi adam... Kadın dağlarını verdi adama Tırmandılar doruklara. Beni seviyor musun? Aşağılara baktı adam zirveden. Başkalarını gördü Sustu adam... Ağladı kadın... Gözyaşını verdi adama Almadı adam... Kadın onurunu verdi adama Şaşırdı adam... Sordu yine usulca kadın Beni mi seviyorsun? Onu da seviyorum seni de, dedi adam... Sustu kadın... Verecek bir şeyi kalmadığında... Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam Başkasını sevebilmek için... Çıkarıp yüreğini verdi kadın. Korktu adam... Beni sevmiyor musun, dedi adam. Sesi yoktu kadının söyleyemezdi. Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı. Kalbi yoktu kadının sevemezdi. Onuru yoktu kadının yaşayamazdı.
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. Ince ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir, onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilirmisiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.
Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. Içlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları. Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...Insanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E o zaman niye sarılsınlar ki! Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.”
“Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü! ”
20 yaşında futbol topudur... (22 kişi peşinden koşar...) 30 yaşında basketbol topudur... (10 kişi peşinden koşar...) 40 yaşında golf topudur... (1 kişi peşinden koşar...) 50 yaşında pingpong topudur... (2 kişi birbirine atar...) 60 yaşında voleybol topudur... (Kimse tutmak istemez...) 70 yaşında yakar toptur... (Herkes kaçar...)
23.03.2011 - 22:52
nasılsın
19.05.2009 - 22:28
... KADIN DEDİĞİN
... KADIN DEDİĞİN GÜZEL OLACAK ARKASAŞ! ! ! ! ! ! Kadın dediğin güzel olacak arkadaş. Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların, seyrine doyamayacaksın. Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek, topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak.
Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak...Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle.
Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine. Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears'ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan. Sadeliğin içinde fark edilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla.
Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak. Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.
Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, kör olası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don külot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek...ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi. Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanı başında ve huzurla...
Öyle 'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak, salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak. Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek.
'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....
Kadın dediğin
26.07.2007 - 00:43
Ben sivası senden sevdim ben seni yar diye sevdim
25.07.2007 - 00:20
Şimdi Sen Gidiyorsun Ya, Herkes Sana Benzeyecek...
07.07.2007 - 01:06
Umutlar gene soldu bir gece karanlığında
Gene karlar yağdı, yeşeren dallarıma
Zamansızlığın zamanımıydı yoksa bu
Zamansızlığın içinden gelen
Yoksa yalnızca yalancı zaman mı?
Gecenin yalnızlığı düşmüştü üzerine. Ne sahile inip dolunayı seyretmek, ne de dostlarından birine telefon açmak.... Hatta; çok sevdiği balığının yüzüşünü bile izlemek istemiyordu. Sadece yalnızlığının içinde kaybolmaktı istediği. İçinde çoğalan benlerle, bir daha bütünleşmek. Ve tekrar güneşi karşılamak. Sanki, karanlık yalnızlığını aydınlatacak ışık, yüreğinin içersinde, bir kıvrımın arasına saklanmıştı.
'Gece' diye, söylendi kendi kendine.... Ne kadar da benziyorlardı birbirlerine. İkisi de aydınlığını ruhlarına gizlemişlerdi, ikisi de yapayalnız, ikisi de hüzünlü, ikisi de çılgın, ikisi de gizemli ve ikisi de ağlıyordu...
Birden, ay ışığının, gecenin karanlığını çatlatan yakamozu geldi gözlerinin önüne. Sonra kendi karanlığındaki, bir yanıp, bir sönen yalancı yakamozlar... Onun yıldızları da yoktu parıldayan... Yalnızca etrafında görebildiği, geceye kafa tutan, tek, tek sönmeye mahkum hane ışıkları...
Birden yüreğindeki ışık yansıdı yüzüne. Kıpır, kıpır oluverdi bir anda. Sanki sığmıyordu ruhu bedenine, kanında hızla dolaşmaya başlayan bir telaş, çocukluk günlerine gizlediği bayram arifesine düşürmüştü onu.
Bu duyguyu çok yakından tanıyordu. Bir haberciydi kıpırdayan ruhu. Kanında akan telaş, yaşayacağı yeni şeylerin sanki yolunu açıyordu hızla. Ürktü bir an, 'ya büsbütün kararırsa ufalanan aydınlığım' diye. Bir solukta iç geçirdi. Soluğu avuçlarının içine yerleşmeye çalışıyordu acelesi varmış gibi.
'Rahat ol ' dedi usulca, 'tut beni sıkıca, sakın bırakma'
Elleri yanıyordu, parmakları arasından süzülen alev, bedeninin her bir yanına akıyordu sinsice...
Aklaşan suratı ve çarpan yüreği arasına sıkışıp kalmıştı. Gözleri; açmaya yüz tutmuş sabah güneşinin üzerine tüneyen martıların sesini duydu. Bir karabasan gibi, gecenin yeryüzüne çökerttiği sessizliği bozmak ister gibiydiler. Oysa, içindeki gürültü, sanki kulaklarını sağır edecekti... Kaçıp, bir deniz fenerine sığınmak istedi çarçabuk. Yanında yalnızca kendi...
Etrafı hüzün deniziyle kaplı bir adada gibiydi. Fenerin etekleri ucuna oturmuş, kendisine sarılıyordu mahzun...
Sevdiği adamlar yürüyordu adayı saran hüzün denizinin üzerinde ve aralarına sıkışmak isteyen başka adamlar. Arada bir selam veriyorlardı birbirlerine. Kimlerdi o selamlaştıkları? Göremiyordu... Sevdiği adamlardan daha uzaktaydılar onlar. Ama aşinaydılar sanki! .. Hepsinin de üzerinde aynı giysi... Boyları, kiloları, renklerinin tonları bile aynıydı. Başı dönüyordu. Neden dönüp duruyorlardı ki böyle? Hem de hepsi aynı yönde! .. Biraz daha dikkatle, selam verilen adamlara doğru gözlerini yakınlaştırdı. Evet, onları da tanıdı işte. Aşklarının arasına sıkışan küçük adamlar değil miydiler! .. Farklı olduklarını sanarak, yüreğini, yüreğine kattığı adamların küçük kırıntılarıydı onlar...
Aniden ayağa kalktı oturduğu deniz fenerinin eteğinden, yürümeye başladı, adamların yürüdüğü yönün aksi yönüne...
Yeni biten sevdası düştü kirpiklerinin ucuna. Sonra, her iki gözünün pınarına konan birer inci tanesi... Kaşları çatılıverdi. Perçemleri, yüreğine inen buz kılıçları gibi acımasızlaştı gaddarca... Gözleri gülmüyordu. Aşka öfkesi vardı hanidir. Ama yinede yüreği, kara bulutları dağıtırcasına gülümsüyor, güneşi tutmak ve hiç bırakmamak istiyordu.
Bir yıldız kaydı gözlerinden geceye...
Avuçladı sıkıca saklı tuttuğu, kimselere veremediği, kimselerin dokunamadığı sevdalarını. Başının üzerinde dönen martıları kovaladı hiddetle. Her birinin gagasında, alıkoyduğu, yaşanmış sevdalarından birer parça. 'Defolun' diye bağırdı sessizce.'sevdalarımı bana bırakın '
Gece ağlıyordu, İstanbul da...
Sabahın habercisi minarelerden yayılan sesi duydu. Saate baktı gözleri, 'Artık uyumalıyım'
Bedeni sanki boğuşuyordu yatağın içinde. Dostundan ayrılmış gibi kahırlı, bir parçasını yitirmiş gibi öksüz... 'Geceeeee' diye bağırdı kendine.
Elleri, komidinin üzerinde duran ilaç kutusuna uzandı.
Doğan güneşi görmek istemiyordu ki... Kendi güneşini arıyordu benliği....
Dudakları her bir bedeninin çırpınışında, takılan eski bir plak gibi mırıldanıyordu, 'Ben geceyim, ben geceyim. ben gece....”
Kapandı gözleri. Yalnızlığı, düşlediği kendi güneşine doğru, çoktan yola çıktı bile....
28.06.2007 - 14:14
KIRLANGIÇ -
Dişi kırlangıcın biri, adamın birine aşık olmuş. Adamın evinin penceresinin
önüne gelip, bütün cesaretini toplamış, tüylerini şöyle bir kabartmış,
güzel göründüğüne inanmış ve küçük gagasıyla cama birkaç kez tık..lamış.
Adam oldukça meşgulmüş, içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş.
Tıklama sesini duyunca kafasını çevirip cama bakmış.
Onu işinden alıkoyanın bir kuş olduğunu görünce görünce şaşırmış..! ! ! Bir
kırlangıç...!
Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış,
gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış.
-'Seni seviyorum.
Nedenini nasılını sorma.
Uzun zamandır seni izliyorum.
Bugün cesaret edebildim konuşmaya.
Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al.'
Senin yanında yaşayayım.'
Adam birden sinirlenmiş:
-'Yok daha neler? durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? mümkün değil,
alamam, üstelik bir kuş bir insana aşık olabilirmi? insanla arkadaş
olabilir mi? '
Kırlangıç çok mahçup olmuş.
Başını önüne eğmiş, ama pes etmemiş,
Bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını
denemiş:
-'Lütfen dinle beni, al beni içeri!
Ben sana dost olurum, hiç canını sıkmam.
Adam kararlı, adam ısrarlı:
-'Benim kimseye ihtiyacım yok.
Seni içeri alamam, hem işim gücüm var benim, git başımdan.'
Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş:
-'Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda.
Aç şu pencereyi al beni içeri.
Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım.
Çünkü ben ancak sıcakta yaşayabilirim.
Pişman olmazsın inan, seni eğlendiririm.
Birlikte yemek yeriz, hem bak sen de yalnızsın
yanlızlığını da paylaşırım'
Bazıları gerçekleri duymayı sevmez.
Adam da yalnızlığından bahsedilmesine içerlemiş.
Çok sinirlenmiş:
-'Ben yalnızlığımdan memnunum' diye hırsla cevap vermiş.
Kırlangıcın sevgiyle dolu minik kalbinin ne kadar kırılacağını hiç
düşünmeden hoyratça, kabaca kuştan kendisini rahat bırakmasını istemiş,
hatta kovmuş.
Küçük kuş son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş,
çekip gitmiş.
Aradan bir hayli zaman geçmiş.
Adam, önceleri düşünmemeye çalışsa da, son zamanlarda kırlangıç sık sık
aklına takılır olmuş ve sonunda kendi kendine itiraf etmiş:
-'Galiba ben aptallık ettim!
Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim.
Niye onun teklifini kabul etmedim ki?
Şimdi böyle bir başıma oturacağıma, keyifle güzel vakit geçirirdik
birlikte.
Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş.
Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş.
Havalar ısınmaya başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir.
Ben de onu içeri alır, yalnızlığımı paylaşır, arkadaşlık dostluk ederim.
Güzel mutlu günlerimiz olur.
Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş.
Gözü yollardaymış.
Havalar ısınmış, yaz başlamış, başka kırlangıçlar gelmiş.
Ama......
Onun ki hiç görünmemiş.
Yaz sonuna kadar pencereyi hiç kapatmamış ama nafile.
Kırlangıç yokmuş!
Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış.
Sonunda akıl sormak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş.
Olanları anlatmış.
Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:
'Kırlangıçların ömrü 6 aydır'
-'................! ! ! '
*
Hayatta bazı fırsatlar vardır.
sadece bir kez elinize geçer.
Değerlendiremezseniz uçup gider.
Ve elinize bir fırsat daha geçmez.
*
Hayatta bazı insanlar vardır.
Sadece bir kez karşınıza çıkar.
Değerini bilmezseniz kaçıp gider
Ve asla geri dönmez.
*
Dikkatli olun...
Farkında olun...
Ve bir düşünün bakalım!
Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?
13.03.2007 - 12:15
Çinli Filozof Chang Ying Yue'dan
' Her kim gün boyunca
arı kadar aktif,
bir boğa kadar güçlü,
bir at kadar çalışkan olduğu halde,
akşam olunca
bir köpek kadar bitkin eve dönüyorsa
bir veterinere görünmelidir.
Çünkü eşek olması, kuvvetle muhtemeldir
26.12.2006 - 16:18
Ağlamak... sesin çıktığı kadar ağlamak.Seni kimse anlamazken derdini duvarlara anlatmak.Mutluluk kaçarken onu kovalamak ama bir türlü yetişememek.Haykırmak hayata inadına ve herşeye dil çıkarmak umursamadan.Kendini ararken,aradığını çok alakasız yerlerde bulmak ve kendini umutsuzca anlatmaya çlışmak...
21.12.2006 - 17:52
Ayrılık Hediyesi
şimdi saat sensizliğin ertesi
yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
avutulmuş çocuklar çoktan sustu
bir ben kaldım tenhasında gecenin
avutulmamış bir ben...
şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
ki bu yaşlar
utangaç boynunun kolyesi olsun
bu da benden sana
ayrılığın hediyesi olsun
soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun be..bu son olsun!
bu da benim sana
ayrılırken mazeretim olsun!
şimdi saat yokluğunun belası
sensiz gelen sabaha günaydın!
işi-gücü olanlar çoktan gitti
bir ben kaldım voltasında sensizliğin
hiç uyumamış bir ben...
şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun...
kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
bu da benim sana
ayrılırken şikayetim olsun
gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun
21.12.2006 - 09:21
artık gidiyorum.
henüz daha çokça incitmeden seni.
verdiğim acıların yanında.
küçücükte olsa dokunabildiysem yüreğinin bir köşesine.
anlıkta olsa yaşatabildiysem bir tebessümü
bundan sonra onun gururunu duyacağım.
sen hep gül
ben ikimizin yerine ağlayacağım.
artık gidiyorum.
henüz daha çokça kaybetmeden seni.
yaşattığım hicranların yanında.
kaldıysa benden yana parmak uçlarında tatlı bir sıcaklık.
olduysa hayalim gözlerinde bir anlık.
bundan sonra onun sevincini yaşayacağım.
sen hep mutlu
ben ikimizin yerine kahrolacağım
14.12.2006 - 12:00
SEN SÖYLEMEDEN DE BİLİYORUM
Seziyorum ki kaçacaksın..
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende
Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende
Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende
Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende
Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende.
14.12.2006 - 11:44
İntihar Çağrışımları
Bütün sesleri yutan sessizlik. Kafamda yankılanan milyonlarca uğultu. Duyduğum ancak anlayamadığım seslerin sahipleri. Dudak kıpırtıları, gülüşleri, mimikleri... Boş yere harcanan zaman ve varolduğunu kanıtlama çabası içindeki anlamsız davranışları.
Sonsuzluğun çağrıları yol alıyor kafatasımda, bir oraya bir buraya çarparak. Tam cevap verecekken çağrılara, daha önceden görmediğim engeller durduruyor beni. Sıradanlığa mahkum edilmiş inanların koyduğu engeller. Kendi dünyalarına mahpus etmeye çalışıyorlar benliğimi, her biri ayrı tuzağıyla. Kaçıyorum. Hiçliğe kaçış. Görünen tek şey bedenleri olmayan yüzler, uzaktan gelen ayak sesleriyle. Tıp, tıp, tıp...
Parlayan gözleri. Korkutucu, düşünmemi yavaşlatan gözleri. Mavi gözler. Beni en çok çeken mavi gözler. Yaklaştıkça silinen, durduğumda beliren, koşunca yok olan mavi gözler.
Tutku. Sıradan insanların dünyasına duyulan tutku. Sıradan insanlardan birine, beni bağlayan tutku. Sonbahar rüzgarlarıyla diyarından ayrılan yaprağın rüzgara aşkı. Gizemli ormanlara düşkün korkak maceraperestin hisleri. En gaddar duygu belki tutku. Yaşamadan anlaşılmaz.
Yaklaşan ölümün korkusu, sarhoşluğu. Hiçlik merakı yanında varlık bağlılığı. Parçalanmış ruhun her parçasında ayrı korku, ayrı heyecan... Kabaran denizin azgın dalgaları gibi içim; savruluyorum oradan oraya.
Ayrılan benliğin birleşme çabası. Sıradan beden ve uçmaya çalışan “ben”. Karmakarışık duygularla yoğrulan beynimdeki tek düşünce: KURTULMAK! Kurtulmak bu sıradanlıktan, bu sıkıntıdan.
Anlaşılmayan uğultular. Karışmış kafam. Sıradanlıktan öte gitmeye çalışan ruhum, sıradanlık aşığı bedenim. Tam benlik çatışması.
Hiçbir zaman anlayamayacağım deliliğe yaklaşıyorum galiba. Sıradan olmayacağım sonunda, kurtulacağım ben de, bu kahrolası dünyanın rezilliğinden
Korkuyorum. Korkularımla yüzleşmekten korkuyorum. İçimde yer eden korku, sonsuz karanlıklara gömüyor beni. Her şeyi sıradan görüyorum, her şeyi boş, her şeyi anlamsız.. Kaçmak, kurtulmak istiyorum duygularımdan. Duygularım öylesine ağır geliyor ki dayanamıyorum, eziliyorum altlarında.
Uzaklarda bir evren var, biliyorum. Sorumluluk olmadan herkesin istediğini yapabildiği, her isteğin gerçek olduğu, iyilik ve kötülüğün yan yana yaşadığı bir evren. Hayallerde değil, çok uzaklarda bu evren, çok.
Evrenime ulaşmak için korkularımla yüzleşmeliyim., acı çekmeliyim, buradaki sorumluluklarımı alt etmeliyim; biraz da hor görülmeli, acınmalıyım. Hissediyorum, bunları kaldırabilecek güçte değilim ben. Önüm arkam karanlık. Karanlığın görünmeyen ardında zindanımın parmaklıkları.Sıradanlığın ördüğü ağlarla kaplı her yanım. Acımasız bir örümceğin avı gibi tek yaptığım vızıldamak. Vızıldamak sıradanlığın kurbanlarına karşı.
Karanlıklar içime işlemiş. Bir ışık kırıntısı kalmamış koridorlarımda. Zindanımın duvarları kapkara, diğerlerinin gibi parlak beyaz değil. Bu karanlık zindanım, uzak sıradanlık kurbanlarınınkine. Uzağız, çok uzağız. Uçurumlar var aramızda. Sadece gümüşten bir kordonla bağlı zindanlarımızın göbekleri. Bu yüzden çok yabancıyım doğrularına ve duygularına.
Onlar gibi hissetmeye başladığım an, kendi karanlıklarım durduruyor beni. Konuşacak oluyorum, susturuluyorum. Susturuluyorum haykırışımı kaldıramayacak olanlar tarafından. Diyeceğim ki: “ Ben sizin zindanınızı görüyorum. Kapısı açık. Çıkın dışarı, yanıma gelin. Karanlığa, yalnızlığa gelin. Burasının acısı daha az yaşadığınız renk karmaşasından, gölge oyunundan. ”
Konuşmadan anlıyorlar ne diyeceğimi ve diyorlar ki: “ Karanlığın korkusu var, karanlığın sıkkınlığı var. Karanlıkta hapis olmanın verdiği hüzün var ki, ruhlarımızı parçalar. Hem yalnızlığın da yorgunluğu var, cezası var! ”
Susuyorum. Bırakıyorum, kendi karmaşalarında boğulsunlar kendi parlaklıkları, taptıkları renkleri onları mahvetsin. Bırakıyorum, birbirilerini yesinler, birbirlerini yok etsinler. Anlamıyorlar beni. Zorlukla söyleyebildiğim birkaç kelime onlara çok yabancı, anlattığım evren çok uzak. Farklıyım gözlerinde. Bunu sağlayansa, renkli zindanlarının üstünde duvarları karanlık, parmaklıkları yalnızlık olan zindanımda hayal evrenimi aramam, kendi yalnızlığıma kapanmam, hepsine üstten bakmam.
07.12.2006 - 10:38
ekmek şarap sen ve ben
bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
kıskandım gogen'i tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına,
gogen'e,
kadere,
sana,
bana,
bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş....
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
sırayla olurum fatih, selim, kanuni
bazen kadın hamamında tellak....
bazen christoph colomb
napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
`timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
bir kere aristo'nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
eğer daha da içersem
shaskespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be platon...
bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim...
28.11.2006 - 13:48
Beni mi Seviyorsun
Kadın adamı çok seviyordu...
Yemyeşil ovalarını verdi adama
Yaşam fışkıran.
Beni seviyor musun?
Evet, dedi adam...
Güneşini, ayını verdi kadın
Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına...
Beni seviyor musun?
Tabi, dedi adam...
Kadın çağladı
Gürül gürül akan pınarını verdi adama.
Beni seviyor musun?
Elbette, dedi adam...
Kadın bağlandı
Yaşam ipini adama verdi.
Bir oldular tek oldular adamla.
Beni seviyor musun?
Biliyorsun, dedi adam...
Kadın dağlarını verdi adama
Tırmandılar doruklara.
Beni seviyor musun?
Aşağılara baktı adam zirveden.
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam...
Kadın onurunu verdi adama
Şaşırdı adam...
Sordu yine usulca kadın
Beni mi seviyorsun?
Onu da seviyorum seni de, dedi adam...
Sustu kadın...
Verecek bir şeyi kalmadığında...
Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam
Başkasını sevebilmek için...
Çıkarıp yüreğini verdi kadın.
Korktu adam...
Beni sevmiyor musun, dedi adam.
Sesi yoktu kadının söyleyemezdi.
Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı.
Kalbi yoktu kadının sevemezdi.
Onuru yoktu kadının yaşayamazdı.
21.11.2006 - 11:48
Seni Seviyorum
SENI SEVIYORUM (Türkçe)
I love you (ingilizce)
ich liebe dich (Almanca)
Je t`aime (Fransizca)
Te quiero (ispanyolca)
Ti amo (italyanca)
\'uhibbuki (bayana): \'uhibbuka (erkege) (Arapça)
aami tomake bhalobhashii (Bengali)
Volim te (Bosna)
Ngo oi ney (Cantonese)
Indian Chiholloli (Chickasaw)
Ja Tebe Volime (Hirvatça)
dili Jeg elsker dig (Danimarka)
Ik hou van jou (Hollanda): (Felemenk-Hollanda)
Ik zie u graag (Belçika):
Ik zeen a toch zu geire
Akoolook (Eskimo)
Ma armasten sind (Estonya)
Mina Rakastan Sinua (Fince)
Je t\'aime; Je t\'adore (Fransizca)
Ta gra agam ort (Irlanda)
Tha gradh agam ort (İskoçya)
s\'agapo\' (Yunanca)
Ani ohevet otcha (Erkege) (Hebrew)
Ani ohev otach (Bayana)
tumse meine pyar kiya (Hindistan)
Szeretlek (Macaristan)
saya sayang kamu (Endonezya)
Kimi o ai shiteru; Aishiteru; Chuu shiteyo; (Japonca)
Ora omee no koto ga suki da;
Watashi Wa Anata Wo Aishithe Imasu
Sa rang hae yo (Kore)
Te amo (Latince)
dili Saya cintakan mu; Saya sayangkan mu (Malaya)
Wuo Ay Ni (Kuzey Çin)
jeg elsker deg (Norveç)
Ja cie kocham (Polonya)
Te iubesc (Romence)
Ya tebya lubliu (Rusça)
Te adoro (Ispanyol)
Jag älskar dig (Isveç)
Te Dua (Arnavutça)
Anh yeu em (Bayana) (Vietnam)
Em yeu anh (Erkege)
Tora dust darem (Farsça)
20.11.2006 - 10:43
Lavinia
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
28.09.2006 - 11:24
Bir kadını ağlatmak....
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. Ince ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir, onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını,
kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilirmisiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.
Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. Içlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur
kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları. Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...Insanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep
bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E o zaman niye sarılsınlar ki! Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu
kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.”
“Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü! ”
Artık ağlayamayan tüm kadınlara…
09.09.2006 - 11:30
20 yaşında futbol topudur... (22 kişi peşinden koşar...)
30 yaşında basketbol topudur... (10 kişi peşinden koşar...)
40 yaşında golf topudur... (1 kişi peşinden koşar...)
50 yaşında pingpong topudur... (2 kişi birbirine atar...)
60 yaşında voleybol topudur... (Kimse tutmak istemez...)
70 yaşında yakar toptur... (Herkes kaçar...)
09.06.2006 - 13:07
____________________________________________##############
___________________________________________###################
__________________________________________#####################
__________________________________________######################
___________#####_________________________#######################
________###########______________________########################
______###############____________________########################
_____################____________________########################
____###################__________________########################
___#####################_________________#######################
__######################__________________######################
__#######################_________________######################
_########################_____###############################
_########################___################################
_#########################_###########_______#################
_###################################___####___############
_###########################_____###__#____#__########
__########################___###__##________#__#####
___######################___#______#___________######
___######################__#___________####_____######
____####################___#__#####___#____#____######
_____##############_####_____#_____#_#______#___#######
_______##########__#####____#______#_#______#___#######
_________######___######____#_______#_#_###__#__#######
__________________######____#___#####_######_#__#######
__________________#######____#_######__######___#######
__________________########___#__#####__######_###______##
___________________#######____################__________#
___________________########____####_########___#_________#
___________________########____#___##########____________#
___________________#####___##_##__###########__###_______#
___________________#_________#____###########___#_#_____#
__________________#_______________##########____#__#____#
__________________#_________##______########____#_______#
__________________#________##_______######____#_______#
___________________#______#__#_______________##______#
___________________#__________#___________####___#_##
____________________#__________##______#######__###
_____________________##__________#########__##__##
______________________#______#_____####_____#__#
________________________########____#__#___#__#
___________________________######____######__####
_______________________#############______########
___________________################################
_________________########__########################
________________########__##########################
_______________########__############################
_______________######_______________#################
_______________#####___________________###############
________________###____________________################
________________###___####_____###________###_#########
_________________#___######___#####_________#__#########
_________________#___######__######_________#_#########
________________#___######__#######__________##########
________________#___######__#######__________####_####
________________#____####___#######__________#########
________________#____###____######___________########
_________________#___________####____________######
_________________#___________________________###
_________________#__________________________#
_________________#_____SEVGİNİZ ___________#
__________________#_________________________#
__________________#_____ASLA_________________#
__________________#__________________________#
__________________#____________EKSİLMESİN ____#
__________________#______#__#____(Barış) ______#
__________________#_______##_#_______________#
___________________#________###___________##
____________________####______#______######
________________________####################
___________________________#######_#########
____________________________#######_#########
_____________________________#######_#########
______________________________#######_########
_______________________________#######_#######
________________________________#######_#######
_________________________________######_#######
_________________________________#######_#######
________________________________#_################
_________________##########______#___###__######_______###########
_______________##_________###___###___##__######______#___________####
_____________##______________##___##___##___####______#_#####________###
____________##_________________##__#___#_#__________#_#_________________#
____________#____________________#_#____#_#________#_#__________________#
____________#_____________________#_#___#__#______#_#_______KALP_________#
_____________#_____________________#_#___#_______#_#____________________#
______________#_____________________#_#__#______#_#____________________#
_______________#_________________________##________#___________________#
________________#____________________#__####_________________________#
_________________##____________________#____##______________________#
___________________##_______________###_______##___________________#
_____________________###############____________##_______________##
__________________________________________________#####________##
_______________________________________________________########
Toplam 19 mesaj bulundu