Ali İhsan Erdoğan - Hakkında Yazdığı Tanıtım ...

AŞKA SON DAVET

Birlikte bir ömür geçirilen hayatlar, paylaşılan anılar ve olaylar… Bunu anlatmaya yetmez yazılanlar: ama yine de paylaşmak değil midir sevgi ve sevgiliye beslenen duygular. Bazen kelimeler bile yetmez ama bilir ki insan sevdiğini kaybettiği an gider uzaklara bir başına, yapayalnız ve bir o kadar da karanlık.

Hayatın baharı hangi yaşlarda başladı bilinmez ama Ali 17 yaşında sevmeyi öğreniyordu. Acaba sevmek aşık olmak mıydı. Galiba o ilk kez aşık oluyor, daha lise yıllarında kalbi ve gözleri ilk kez parlıyor, hayatında bazı duygularının değiştiğini hissediyor ve mutlu oluyordu. Onun hayatında yaşamın anlamı artık sevmek ve sevilmek aşkı olmuştu.

Ali hayatın sevmek kısmını gerçekten yaşadığına inanıyordu. Ya sevilmek kısmı işte ilk acıyı da bu zamanlarda yaşıyordu. Neydi insanların isteyip de veremeyeceği duygu? Aşk mı, zaman mı, yaşam mı, samimiyet mi? İnsanoğlunun güzel vasıflarının hepsini verebilirdi. Canını veren olmadı mı aşkı için, yaşamı ve geleceğini bir çırpıda atmadı mı insanlar, hepsi yaşandı bu dünyada ve yaşanmaya devam edecektir, bu dünyada yaşam oldukça.

Düşünce ve bir sıkıntı. Sabahlara kadar kafalarını duvarlara vuruyor, aşkının karşılığını bir türlü alamıyordu. Nedeni bilinmedi ama bir sevdanın sonu belki biraz da çocukluk aşkı böyle son buluyordu.

Hayatının sonraki kısmı ve üniversite yılları. Tekrar hayatta bir şeyler öğrenmeye başlamıştı. Yoksa bu sevmek miydi? Evet evet bu sevmekti ve seviyordu hem de bu kez gerçekten çok seviyordu. Hayatı ince bir çizgide yürür gibi yaşıyordu. Ama gene bir sıkıntı başlamıştı. Galiba bu sevilmek kısmı diye düşünüyor, bu kez de sevilmezsem düşüncesi onu kahrediyordu. Hayatındaki duygularının eksileceği korkusu onu uzaklara götürüyor tekrar sabahlara kadar kafasını duvarlara vurma noktasına getiriyordu.

Onu gördüğü günlerin birinde bir ümit pırıltısı yaşamıştı. İnanamıyordu çünkü o gözler onun gözlerine başka türlü bakar olmuş yada o öyle düşünüyordu. Ama bir şeyler değişmişti. Ve bir gülümseme, ona hiç böyle hoş görünmemişti ve sıcak bir sohbet bir oluyordu, çift taraflı güzel duygular yaşanıyordu. Galiba oda beni seviyordu, evet evet seviyordu diye düşünmeye başlamışken artık sevgiliye “sev” deme zamanı geldiğine inanmaya başlamıştı.

Hayatında ikinci kez yaşadığı bir sevgi çığ gibi büyümüş, Ali’yi kucaklar olmuştu. Artık kendi hissettiklerini sevdiğine karşı söyleme zamanı gelmişti. Ama nasıl ilkinde ve ondan sonrakilerde hiçbir kıza senden hoşlanıyorum ya da seni seviyorum cümlesini kullanmamıştı ki. Ona nasıl söyleyecekti senden hoşlanıyorum ya da seni seviyorum diye.Hoşlanıyor muydu, seviyormuydu onu bile bilmiyordu ama bu kez durum ciddiydi ve bir yolunu bulup söylemesi gerekiyordu. Kendinde bir cesaret bekliyor ama kendini çok masum ve sıkıntı dolu hissediyordu. Her zaman konuştuğu insanla neden şimdi konuşamıyordu. Aşıktı ve bunu artık biliyordu.

Düşünce, sabır ve bekleyiş sonunda çözümü bulmuştu. Tabi ki cep telefonundan yararlanacaktı. Bir kısa mesaj her sorunu çözer umudundaydı. Biraz daha düşünce bir korku duydu. Ama daha ona doğrudan ben sana aşığım, seni seviyorum diye yazamazdı. Çünkü mesajına karşı gelecek olumsuz cevaba kalbi dayanamazdı. Sonra aklına bir fikir geldi. Ona biraz övgü dolu mesaj gönderecek ve ondan gelen mesaj karşılığı ona karşı hissettiklerini yazacaktı. Ve sonunda şu mesajı yazmaya karar verdi. “ Sen çok iyi birisin. Bugün bana yardımcı olduğun için teşekkür ederim. Sana özel bir şey söylemek istiyorum ama çekiniyorum.” evet ilk adımı atmış ve birkaç dakika sonra cevap gelmişti. Sabırsızca açtı ve okumaya başladı. Cevapta “ Teşekkür ederim, asıl iyi olan sensin, sana elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. Çekindiğin konu hakkında belki yardımcı olabilirim. “ diye. Ali artık sevincin coşkusunu yaşıyordu. Çevresindeki insanlar; ne oldu, niye seviniyorsun diyorlar; ama o hiç birini dinlemiyor sevgi denizinde yüzüyordu. Galiba bu iş olacak diye bir umut kapladı her yanını şimdi ne yazacaktı. Yarine sevgisini nasıl açıklayacaktı. Ve o klasik cümleyi yazma kararı aldı. “Ece ben senden hoşlanıyorum benimle arkadaş olur musun? Lütfen…! ” ve göndermişti artık mesajı, olan olmuş, söylenen söylenmiş, hayatının bir dönüm noktası başlamıştı.

İnsan hayalleri ile yaşarmış. Bunu daha iyi anlamaya başlamıştı. Kısa bir zamanda ne kadar çok konu düşünmüştü. Her şeyin gelecek uğruna olması gerekiyordu. Ve hayatında tekrar bir bekleyiş başlamıştı. İnsanı bu bitirirmiş de haberim yokmuş, diye düşünüyor zaman geçmiyor sanki hayat durmuş ama o yaşıyordu. Merakı zaman geçtikçe artıyor cevapa ne yazacak diye bekliyordu. Saate baktı aman Allah’ım dedi ve her yanını bir korku sardı. 10 dakika olmuş halen cevap gelmemişti. Ne oldu cevap yoksa gelmeyecek miydi ya da kötü bir cevap gelirse işte o zaman bütün umutları yıkılırdı ve biliyordu ki kendine güveni olmayan bir hayat onu mahvederdi. Sonra çalan bir telefon ve beklenen mesaj gelmişti. İnsan nasıl açar da bu mesajı okurdu? Buna kalp dayanır mıydı? Gözünün önünden nasıl da geçti bir bir geçmişi ve geleceği. Artık sonu dayanılmaz bir yaşam zamanı gelmişti ve kendi için değeri biçilmez mesajı okumaya başladı: “Ali teklifini kabul ediyorum; ama birbirimizi tanımamız için bir süre zaman tanı, bir de arkadaş ortamında belli etmeyelim, zaman ne gösterir bilinmez. Görüşmek üzere.” şimdi ne olacaktı, yani bunun cevabı evetti.

Yatağına uzanmış sevdiği ile neler yaşayacaklarını düşmeye başlamıştı. Ona bütün sevgisini verebilirdi. İçinde biraz da gelecek korkusu vardı.Artık gülmüyordu. Bu aşktı. Ne büyük bir sevgi yumağıydı. İnsan çok sevdiği zamanlarda, onu kendinden çok düşündüğü anlarda bile korkuyormuş, diye düşündü. Çünkü artık özgür ve sadece kendini düşünen biri değildi. Kendinden başka birini daha düşünüyordu. Kendini ve onu düşünürken hayaller dünyasında uyuyakaldı.

Aradan 3 gün geçmiş, karşılıklı güzel mesajlar çekilmiş onu görmek için hafta sonunu bekler olmuştu. Cuma akşamı saat 18.00 civarı bir mesaj daha geldi. Tekrardan sevinç dolu gözlerle mesajı açtı. Sevgiden yana hiçbir şüphesi yoktu ve mesajı okumaya başladı. Aman Allah’ım bu olamaz sen ne diyorsun, ne yazmışsın, bana bunu nasıl yazarsın diye içinden bir feryat koptu. İnanamıyor, beyninde bir fırtına kopuyor, kalbinde bir yara kanıyor vücudunda ıstıraplı bir yaşam başlıyordu. Bir kez daha zaman durmuş o bir kez daha ölmüştü. Mesajında söyle diyordu: “ Bazı ailevi sorunlarımdan dolayı senden ayrılmak istiyorum anlayışla karşılayacağını umuyor üzülmeni istemiyorum. Kendine iyi bak.” Sen de mi be Ecee nasıl yaptın bunu bana ben şimdi ne yapacaktım? Neden bırakıp gidiyorsun, yaşanmadan bir sevdanın sonuna neden başta evet dedin, neden beni kandırdın, neden beni umutlandırdın diye feryatlar ediyordu. Halbuki ona demişti onu gereksiz yere rahatsız etmeyecek, eğitimini tamamlayana kadar ilişkilerini o belirleyecekti. Zamanı ona bırakmıştı. Göz yaşları içerisinde bir sevdanın bitişi böyle son buluyordu. Artık sevmek hep şüphe ile yaklaşmak demekti. Güven ise kendinden uzak başka bir diyardaydı.

Sevgiliye “sev” diyemediği gün, sevdiğini son görüşüydü. Yerlerde rüzgarlar, göklerde yağmurlar, denizlerde dalgalar ve çöllerde fırtınalar oluşmaya devam etse de, el değmemiş sevdalarına, yaşanmamış aşklarına inat, dünyada hayatta olduğu sürece, ona vereceği sevda dolu hayata ömür biçecekti. Gözleri gözlerinde, kalbi yüreğinde, gülüşü hayalinde kaldı mı bilinmez ama hayatı boyunca onu nasıl unutacaktı. Çünkü Ece, Ali’nin hayatındaki, son yari, son aşkı ve son sevgisi olmuştu.

Bitmeyen işler yüzünden sevgileri yarınlara bıraktı. Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi kalbini dolduran duygular kalbinde kaldı.