(yalnızlık sırça köşküm / cama dayanmış burnum hava puslu, bulutlu / efkârıma çeyrek var)
Sen İstanbul gibisin sevgilim..
Bazen Sultan Ahmet Camii'nin avlusunda yemlenen gri bir güvercinin; kursağında dil gibi ürkek, kuşkulu ve .................... tedirgin sözlerin..
Bazen Karaköy İskelesi'nde akşam simidi satan hınzır bir bacaksızın; yüreğinde can gibi sıcacık, taptaze ve .................... çıtır çıtır hevesin..
Bazen de Pera Palas Oteli’nin aynalarında gezinen fettan bir gölgenin; yalazında tül gibi hesapsız, çalpara ve .................... çırılçıplak sebebin..
Kâh Eminönü’nün nemli zemini gibisin kâh Kasımpaşa’nın delikanlı ayazından ..................................................daha keskin ve derinsin ve sanırım Babıali’de değil de Kumbaracı Yokuşu’nda tıkanıyor nefesin..
Sen İstanbul gibisin sevgilim ya Beyoğlu nostalji tramvayının vatman amcası kadar aşina ya da izlediği güzergâhın rayları kadar kesinsin ya da Haydarpaşa Garı'nda bekleyen yolcular kadar kentlisin.
Sen Marmara Denizi'nin dalgalarında çırpınan yakamoz bir balıkçı kayığının şıpırdayan yarım küreği gibisin.
Kimi zaman Anadolu Hisarı'nın viran duvarları misali dökülüyorsun kimi Kız Kulesi'nin kızıl gecelerinde bir zindanı aşka dönüşüyorsun ve sen edalım; Emirgan'ın o ihtişamlı seyrinde izanı zıvanadan çıkmış üç sırça köşk gibi ..................................................eflaka yükseliyorsun.
Seni düşünüyorum arasıra Sirkeci Hattı'ndaki külüstür vapurları veya çığlık çığlığa bağıran martıları sonra Beşiktaş'ı, Çırağan'ı, Çamlıca'yı..
Arasıra kendimi düşünüyorum arasıra bahçeleri, laleleri, sarayları veya Gülhane'yi, Göksu'yu, Sadabat'ı sonra Konstantiniyye Surları'nda mehtabı okşayan Bizanslı Elena'yı..
Ve ansızın sen gözbebeğim Alkazar Sineması'nda içli bir Türk filminin bestesi buruk, güftesi hazin şarkısı oluyorsun ya da Ortaköy'de ahşap bir evin asma katında veranda begonyaları kadar pervasız büyüyorsun.
Kimi zaman Yedi Tepe'nin yedisinde kimileyin Altın Boynuz'un o meczup mavisinde arada bir Eyüp Sultan'ın münacat peşrevinde yahut Baba Haydar Tekkesi'nin müebbetinde gizleniyorsun.
Ya sonra bu koskoca Beldeyi Tayyibe'de Ayasofya gibi öksüz Mihrimah Sultan kadar zarif Rüstempaşa'nın çinileri kadar mukim meftunca gülümsüyorsun.
Yahut sabahın saat üçünde bir köhne işkembecide çakırkeyif bir çorba içimi kadar sade ve sakin yahut Yerebatan Sarayı'nın dehlizleri kadar karanlık Galata Kulesi'nin odaları kadar gizemli görünüyorsun.
Ve sen Boğaziçi'nin haşmeti mahşerinden Piyer Loti'nin telveyi zarafetinden ve Karacaahmet'in payidar sessizliğinden usulca süzülüyorsun.
Saki sevgilim şarap yarenim sen yalnızlıkta Dolmabahçesaray'ım sen cama dayanmış kırık burnum beyaz, puslu bulutum hava sağanak yağmurlum sen efkârıma çeyrek kala güzelleşiyorsun. ve sen İstanbul'un ta kendisi oluyorsun..
Efkârıma Çeyrek Var
(yalnızlık sırça köşküm / cama dayanmış burnum
hava puslu, bulutlu / efkârıma çeyrek var)
Sen İstanbul gibisin sevgilim..
Bazen Sultan Ahmet Camii'nin avlusunda yemlenen
gri bir güvercinin; kursağında dil gibi
ürkek, kuşkulu ve
.................... tedirgin sözlerin..
Bazen Karaköy İskelesi'nde akşam simidi satan
hınzır bir bacaksızın; yüreğinde can gibi
sıcacık, taptaze ve
.................... çıtır çıtır hevesin..
Bazen de Pera Palas Oteli’nin aynalarında gezinen
fettan bir gölgenin; yalazında tül gibi
hesapsız, çalpara ve
.................... çırılçıplak sebebin..
Kâh Eminönü’nün nemli zemini gibisin
kâh Kasımpaşa’nın delikanlı ayazından
..................................................daha keskin ve derinsin
ve sanırım Babıali’de değil de
Kumbaracı Yokuşu’nda tıkanıyor nefesin..
Sen İstanbul gibisin sevgilim
ya Beyoğlu nostalji tramvayının vatman amcası kadar aşina
ya da izlediği güzergâhın rayları kadar kesinsin
ya da Haydarpaşa Garı'nda bekleyen yolcular kadar kentlisin.
Sen Marmara Denizi'nin dalgalarında çırpınan yakamoz
bir balıkçı kayığının şıpırdayan yarım küreği gibisin.
Kimi zaman Anadolu Hisarı'nın viran duvarları misali dökülüyorsun
kimi Kız Kulesi'nin kızıl gecelerinde bir zindanı aşka dönüşüyorsun
ve sen edalım;
Emirgan'ın o ihtişamlı seyrinde
izanı zıvanadan çıkmış üç sırça köşk gibi
..................................................eflaka yükseliyorsun.
Seni düşünüyorum
arasıra Sirkeci Hattı'ndaki külüstür vapurları
veya çığlık çığlığa bağıran martıları
sonra Beşiktaş'ı, Çırağan'ı, Çamlıca'yı..
Arasıra kendimi düşünüyorum
arasıra bahçeleri, laleleri, sarayları
veya Gülhane'yi, Göksu'yu, Sadabat'ı
sonra Konstantiniyye Surları'nda
mehtabı okşayan Bizanslı Elena'yı..
Ve ansızın sen gözbebeğim
Alkazar Sineması'nda içli bir Türk filminin
bestesi buruk, güftesi hazin şarkısı oluyorsun
ya da Ortaköy'de ahşap bir evin asma katında
veranda begonyaları kadar pervasız büyüyorsun.
Kimi zaman Yedi Tepe'nin yedisinde
kimileyin Altın Boynuz'un o meczup mavisinde
arada bir Eyüp Sultan'ın münacat peşrevinde
yahut Baba Haydar Tekkesi'nin müebbetinde gizleniyorsun.
Ya sonra
bu koskoca Beldeyi Tayyibe'de
Ayasofya gibi öksüz
Mihrimah Sultan kadar zarif
Rüstempaşa'nın çinileri kadar mukim
meftunca gülümsüyorsun.
Yahut sabahın saat üçünde bir köhne işkembecide
çakırkeyif bir çorba içimi kadar sade ve sakin
yahut Yerebatan Sarayı'nın dehlizleri kadar karanlık
Galata Kulesi'nin odaları kadar gizemli görünüyorsun.
Ve sen
Boğaziçi'nin haşmeti mahşerinden
Piyer Loti'nin telveyi zarafetinden
ve Karacaahmet'in payidar sessizliğinden
usulca süzülüyorsun.
Saki sevgilim
şarap yarenim
sen yalnızlıkta Dolmabahçesaray'ım
sen cama dayanmış kırık burnum
beyaz, puslu bulutum
hava sağanak yağmurlum
sen efkârıma çeyrek kala güzelleşiyorsun.
ve sen İstanbul'un ta kendisi oluyorsun..