DAVA YÜREK İSTER… Dava Bilal gibi kızgın kumlara ve taşlara rağmen Allah diyerek ölmektir. Dava Yusuf gibi imtihana göğüs germek... Köle olarak girdiği zindandan Peygamber gibi çıkmaktır Hamza gibi binlerce can feda etmektir Dava Halit Bin Ziyat gibi şehitlere karışmak Dava Ebu Bekir gibi sadakat ister Cenneti değil yalnız Allah 'ın rızasını diler Dava Sahabe açken karnına iki taş bağlayan Peygamberin davasıdır Dava atılan taşları tutup güller sunmaktır Dava düşman olarak girilen kapıdan dost çıkmaktır Dava bırakılan emaneti canı gibi korumaktır Dava Sümeyye'nin örtüsü için canını vermesi Allah 'a canlarla gitmesidir... Dava adaletin,sevginin,aşkın,dostluğun,sadakatin annesidir Dava yüz yaşında bile olsa Allah 'tan şehadeti dileyen Ebu Eyüp El-Ensari'nin mücadelesidir... Dava ezanlarda tek yürek olmak secdelerde Allah 'a varmaktır Zulme direnme,haklının yanında,haksızın karşısında olmaktır Dava bir yetim görüldü mü koruma ve okşama Resul'ün bile Bir yetim olduğunu unutmama davasıdır Bu dava gönül ister,çokluk değil,birlik ister; bu dava yüreğiyle sevgiyle Devleşerek iman ister... Dava safını belirlemek,imanını güçlendirmek Senin rızan için ben buradayım ya Rabbim diyebilmektir... Dava çakıl taşları kadar,denizler kadar çok günahı bile olsa Onu affederek bir Allah'a sahip olduğunu bilme davasıdır... Allah sabrımızı daim,azmimizi baki,davamızı mübarek kılsın Amin...
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir. Hz. Muhammed (s,a,s)
Sual: Hallac-ı Mansur kimdir, niye öldürüldü? CEVAP Ası adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; 'Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum' diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; 'Üzülme senin işini de biz halledelim' diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.
Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi.
Enel Hak dedi Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; 'Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: 'Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, 'Şeyh nerede? ' dedim. 'Abdest alıyor' dedi. 'Bu zindanda ne iş yapıyor? ' dedim. '13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor' dedi. Sonra, 'Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder' dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: 'Ey genç nerelisin? ' dedi. 'Şirazlıyım' dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, 'Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle.' Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, 'Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler' dedi. Şeyh: 'Var selametle git' dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: 'Ne oldu? ' diye sordu. Zindancıbaşı: 'Kurtuldum' dedi. 'Hangi sebeple kurtuldun? ' diye sordu. Halife; 'Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim' dedi.
Yüz kırbaç vurun Halife, 'O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün' emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. 'Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum' buyurdu. Darağacında 'Tasavvuf nedir? 'diye sordular. 'Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir.' 'Ya ileri derecesi? ' dediler. 'Onu görmeye tahammülünüz olmaz' dedi.
İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; 'Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti' dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; 'Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet! ' diye yalvardı.
Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: 'Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at' buyurmuştu.
Sual: Hallac-ı Mansur, niçin Enel hak dedi? CEVAP Evliyadan bazıları Allahü teâlâyı zikrettiği zaman, Rabbinden gayrı her şeyi, hatta kendi nefsini bile unutur. Zikrettiği yani andığı mahbubun adını dilinden düşürmez.
Hallac-ı Mansur hazretleri, La ilahe illallah demeyi o kadar çoğaltmıştı ki, anması kalbden ruha geldi. Orada ünsiyet peyda ederek ilahi aşka kavuştu. Dünyadaki her şeyi hatta kendi adını bile unuttu. Aşk sarhoşluğu kapladı. Buna sekr hali deniyor. Bu halde iken, (Sen kimsin?) diyenlere, (Enel-Hak) diye cevap verdi. Üzerinden sekr hali gidince, yani ayılınca (Enel-Hak) dediğini hatırlamadı. Fakat dine aykırı konuştuğu için şehid edildi. Yere dökülen kanları (Enel-Hak) şeklini aldı.
Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki: Hallac-ı Mansur zamanında Hace Abdulhalık-ı Goncdüvaninin talebelerinden biri bulunsaydı, Mansur idam edilmezdi. Yani Hace hazretlerinin talebelerinden biri bulunsaydı, Hüseyn Mansuru teveccühleriyle, içinde bulunduğu makamdan tez geçirirdi. İdam edilmesi gerekmezdi.
Hallac-ı Mansur hazretleri, içinde bulunduğu halden dolayı mazurdu. Onu şehid edenler de dinin emrini yerine getirdi. İki tarafa da bir şey söylenmez.
Hallac-ı Mansur hazretlerinin (Enel-Hak) yani (Ben Hakkım) dediği gibi, Bayezid-i Bistami hazretleri de sekr halinde (Sübhani) yani (Ben Sübhanım) demiştir.
Talebeleri, (Siz kendinizin sübhan, yani ilah olduğunu söylediniz) demeleri üzerine, (Bir daha öyle bir şey söylersem, beni kılıçla kesin) buyurdu. Sekr hali kaplayınca yine (Sübhani) dedi. Hemen hocalarının emri üzerine kılıçla vurdular. Fakat kılıç kesmedi. O hal üzerinden gidince, yine (Sübhani) dediğini söylediler. (Niye beni öldürmediniz?) buyurdu. (Kılıç kesmedi) dediler. O vakit, (Demek o sözü söyleyen, bu haldeki Bayezid değildi) buyurdu.
Evliyayı böyle sekr halinde, yani şuursuz iken söyledikleri sözlerden dolayı kötülemek doğru değildir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Evliya, sekr karışmayan hallerde böyle uygunsuz sözler söylemez. Sahv, yani uyanıklık halinde olanlarda sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv, noksanlıktır. Halis, karışıksız sahv, avamda bulunur.
Cüneydi Bağdadi hazretleri, sahvın sekrden daha üstün olduğunu söylediği halde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de Odur. Bilinen de Odur) demiştir. Evliyanın gizli marifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hallerde olmuştur. Sahv halinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmaya benzer. Tuzsuz yemek, tatsız olur.
Aşk olmasaydı, aşkın gammı olmasaydı, Tatlı sözleri kim söyler, kimler duyardı?
Mecnuna adın ne diyorlar, Leyla diyor. Çünkü gönlü Leyla ile dolu. Leyla’dan başka kimseyi tanımıyor, bilmiyordu. Şehrin ortasında Leyla Leyla diye bağırarak geziyordu. Leyla diyerek feryat ederek ağlıyordu. Derdine deva olmak üzere Leyla gelip, kendisini tanıtmışsa da, (Ben seni tanımıyorum. Sen gerçek Leyla isen, ya bendeki Leyla kim) diye cevap vermiştir.
Evliyanın sekr halinde söylediği sözlerden dolayı onları ayıplamak doğru değildir. Meczublar ve mecnunlar da mazurdur. Bu haldeki sözleri hüccet olmadığı gibi, ayıplamak da doğru değildir.
Sual: Bayılan, deliren, sara tutan veya sarhoş olanın, şuursuz halde iken söylediği sözlerin dindeki yeri nedir? Şuursuz halde küfre düşücü söz söylese, evini birisine hediye etse, birisinden bir şey satın alsa, dinin hükmü nedir? Bu halde namaz kılmasa, kazası gerekir mi? Tasavvuf sarhoşlarının durumu bunlardan farklı mıdır? CEVAP Bayılmak, deli olmak ve sara tutmakla abdest bozulur. Yürürken sallanacak kadar şuursuz olmak da abdesti bozar.
Deliren veya bayılan kimse, 24 saatte ayılmazsa, iyi olunca namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden her namazı kaza eder. Yani hastalık, bayılmak gibi elinde olmayan bir sebeple, beşten fazla namazını kılamazsa, hiç birini kaza etmez. Beşten az olursa kaza eder. Fakat içki, uyuşturucu madde, ilaç gibi bir şeyle bayılan, kılamadığı namazlar az da, çok da olsa hepsini kaza eder.
Tasavvuf ehli, kendisini hal kaplayıp şuurunu kaybettiği zaman, dine uymayan sözlerinde mazur olur. Deli gibidir. Şuursuz iken, ibadetleri kaçırmaları günah olmaz ise de, akılları başlarına gelince, kaçırdıkları ibadetleri hemen kaza etmeleri gerekir. Bunların dine uymayan sözlerine başkalarının uymaları caiz değildir. Kendileri günaha girmezlerse de, bunlara uyan günaha girer. Alkollü ve uyuşturucu maddelerle sarhoş olanlar böyle değildir. Bu hale kendileri sebep oldukları için günaha girerler ve kaçırdıkları ibadetleri kaza etmeleri gerekir. (S. Ebediyye)
Sual: Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor diye tevil etmek caiz mi? CEVAP Evet.
Yâ Rab! Gönül yurduna düşürdüğün kuldan hesap sorar mısın? Gönlü yıkıp virân eden yârdan hesap sorar mısın? Adı düşünce dilimize tınlayan telden, gözden düşen renksiz selden hesap sorar mısın? Senden çok onu hayaline el açıp yalvardık; kul olduk, köle olduk, Kâ’be bilip tavaf kıldık. Yâ Rab! Bu âşık kuldan hesap sorar mısın? Tuzlu sağanaklar günahımıza kefaret olmaz bilirim. Eksiklerimizi eksik tartmaz senin terazin ve noksanlarımızı noksan tart diye değildir yakarışlarımız. Ağlıyorum şimdi. Kulun Âdem’in yasak meyveden yemesi gibi ve istemese de cennetinden sürgün edilmesi gibi… Sırrımı âşikâr edemem senden başkasına. Öyle bir kilitle, öyle bir mühürle kapattın ki kapılarımı, gözyaşlarım bile ağlayışımdan bî-haber. Ağlıyorum şimdi. Kulun Nuh’un evlatlarına tufanı verdiğin gibi… Denizlerin en dipsiz yerlerine gömdüm sevdamın ismini ki kulun Yunus’un balık karnında beklemesi gibi… Ağlıyorum şimdi. Kulun Eyyüb’e verdiğin sabır gibi… Küçük kurtları koyuyorum sevdamın üstüne ki âşikâr olmasın sevgilinin yaraları kendi gözlerim gibi… Ağlıyorum ya İlahi! Kulun İsmail’e verdiğin boyun eğiş gibi… Sana uzatıyorum boynumu gökten Cebrail’in koç taşıması gibi… Ağlıyorum şimdi, ta ki al beni uykumda ve yeni baştan yaz defterimi. Ezelde ruhuma merhaba diyen çeşm-i yâr, öyle bir işledi ki bedenime… Emret kalemine. Gezinsin yine muhafaza edilmiş levhin üstünde. Yeni baştan yazılsın isimler ve cisimler. Yorgun düştü cancağızım darbelerden. Sırta yenilen hançerlerden yorgun düştü gönlüm. Söyleyiver de kalemine hançerler girmesin artık yüreciğime. Tuzlu sağanaklar günahımıza kefaret olmaz bilirim. Eksiklerimizi eksik tartmaz senin terazin ve noksanlarımızı noksan tart diye değildir yanışlarımız. Dide-i giryânımızdan saklarız dide-i giryânımızı ve yalnızca sana açarız kaleminin levhe yazdığı âşikâr sevdamızı.........? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? * AŞKA DÜŞEN PERVANE
Sâir Nâbi’yi aglatan siir Sair Nâbî, Sultan 4. Mehmed doneminde hacca gitmek uzere bir kisim devlet erkaniyla birlikte yola cikar. Kafile Medine-i Munevvere’ye yaklasmistir. Vakit gecedir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e bir an once ulasma ozlemiyle Nâbî’nin gozune uyku girmemistir. Fakat kafiledeki bir pasa, hem de ayaklarini kibleye dogru uzatmis, uyumaktadir.
Hazret-i Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beldesinde, edebe aykiri boyle bir gaflet hâlini bir turlu hazmedemeyen ve cok uzulen Nâbî, icine gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen soyleyiverir.
Kafile safak vakti Medine-i Munevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nin minarelerinden sabah ezani okunmaktadir. Muezzin, ezanin ardindan Turkce bir kaside okumaya baslar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi siiridir. Hemen minarenin kapisina kosar. Muezzine, “Allah askina, okudugun bu kasideyi nereden ogrendin? ” der. Muezzin soyle cevap verir: “Bu gece ruyamda Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) gordum, bana dedi ki: ‘Ya muezzin kalk yatma. Benim ummetimden bana âsIk bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim icin su kasideyi soylemistir. Iste bu cumlelerle minareden onu istikbal et.’ dedi. Ben de hemen kalktim. Abdest aldim. Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) iltifatina mazhar olan âsIk acaba kimdir diye dusunerek minareye kostum. Ogretildigi gibi okudum.” Nâbî, “Ummetimden mi dedi? ” diyerek sevincinden oraciga bayilip duser. Sakin terk-i edebden.....
Sakin terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dir bu Nazargâh-i ilâhidir, Makam-i Mustafâ’dir bu Felekde mâh-i nev, Bâbusselâm’in sîne-câkidir Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdir Habib-i Kibriyâ’nin hâbgâhidir fazilette Tefevvuk-kerde-i Ars-i Cenâb-i Kibriyâ’dir bu. Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil Amâdan acdi mevcûdât dus cesmin tûtiyâdir bu. Muraât-i edep sartiyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-i Kudsiyandir cilvegâh-i enbiyâdir bu *** Aciklamasi:
Burasi Allah’in sevgilisinin beldesidir. Cenâb-i Hakk’in nazar buyurdugu, Ravza-i Nebî’dir. Bu gokteki yeni ay, Bâbusselâm kapisinin yuregi yanik âsigidir. Ayin kandili Cevzâ yildizi bile isiginin nurunu ondan almaktadir.
Burasi, Allah (celle celaluhu) ’in sevgilisinin ebedî istirahatgâhinin, turbesinin bulundugu yerdir ve fazilet bakimindan Cenâb-i Hakk’in arsinin bile ustundedir. Bu topragin ziyâsindan, yoklugun karanliklari ortadan kalkti. Butun yaratilmislarin gormeyen gozleri acildi, cunku bu toprak, gozlere sifa veren surmedir. Bu dergaha edep olculerini gozeterek gir; cunku burasi meleklerin tavaf ettigi ve peygamberlerin tecelli ettigi bir yerdir.
19.09.2009 - 15:00
'Her bildiğini söyleme; ama her söylediğini iyi bil'
Cüneyd-i Bağdadi...
15.09.2009 - 15:20
Avuçların açıldığı,
gözlerin yaşardığı,
ilahi esintilerin kalpleri okşadığı anın
bir asra bedel olduğu bu gece
dualarda birleşmek dileğiyle
kandiliniz mübarek olsun......
15.09.2009 - 11:09
DAVA YÜREK İSTER…
Dava Bilal gibi kızgın kumlara ve taşlara rağmen Allah diyerek ölmektir.
Dava Yusuf gibi imtihana göğüs germek...
Köle olarak girdiği zindandan Peygamber gibi çıkmaktır
Hamza gibi binlerce can feda etmektir
Dava Halit Bin Ziyat gibi şehitlere karışmak
Dava Ebu Bekir gibi sadakat ister
Cenneti değil yalnız Allah 'ın rızasını diler
Dava Sahabe açken karnına iki taş bağlayan Peygamberin davasıdır
Dava atılan taşları tutup güller sunmaktır
Dava düşman olarak girilen kapıdan dost çıkmaktır
Dava bırakılan emaneti canı gibi korumaktır
Dava Sümeyye'nin örtüsü için canını vermesi Allah 'a canlarla gitmesidir...
Dava adaletin,sevginin,aşkın,dostluğun,sadakatin annesidir
Dava yüz yaşında bile olsa Allah 'tan şehadeti dileyen
Ebu Eyüp El-Ensari'nin mücadelesidir...
Dava ezanlarda tek yürek olmak secdelerde Allah 'a varmaktır Zulme direnme,haklının yanında,haksızın karşısında olmaktır
Dava bir yetim görüldü mü koruma ve okşama Resul'ün bile
Bir yetim olduğunu unutmama davasıdır
Bu dava gönül ister,çokluk değil,birlik ister; bu dava yüreğiyle sevgiyle
Devleşerek iman ister...
Dava safını belirlemek,imanını güçlendirmek
Senin rızan için ben buradayım ya Rabbim diyebilmektir...
Dava çakıl taşları kadar,denizler kadar çok günahı bile olsa
Onu affederek bir Allah'a sahip olduğunu bilme davasıdır...
Allah sabrımızı daim,azmimizi baki,davamızı mübarek kılsın
Amin...
14.09.2009 - 15:32
Çok diyarı gurbet gezdim ne zengini gördüm tok Ne fakiri aç Mevlam bana ver ki öyle bir taç Namerde değil merde bile etme muhtaç.........
08.09.2009 - 18:31
Allahü teâlâyı sevmenin alameti, Kur'an-ı kerimi sevmektir. Kur'an-ı kerimi sevmenin alameti Peygamberi sevmektir. Peygamberi sevmenin alameti, sünnete uymaktır. Sünnete uymanın alameti, ahireti sevmektir.
Ahireti sevmenin alameti, dünya sevgisini kalbden çıkarmak, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, kendisini ahirete götürecek kadar mal ile yetinmek ve ahirete hazırlanmaktır.
05.09.2009 - 17:04
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Hz. Muhammed (s,a,s)
03.09.2009 - 16:45
EDEP NUR,DAN BİR TAÇTIR..................
29.08.2009 - 14:59
varlıgımın kiymetini bilmeyeni yoklugumla terbiye ederim..... :)
21.08.2009 - 10:31
bu ayın başı rahmet,ortası mağfiret,sonunda ise,cehennemden azat olma fırsatı var
15.08.2009 - 10:57
Kahrında Hoş Lütfunda Hoş..
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Ger bağ-u ger bostan ola.
Ger bendü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Ey padişah-ı Lemyezel!
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lutfu bol, kahrı güzel!
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari,
Verirsen cennet-ü huri,
Layık görür isen nari,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Yunus Emre
14.08.2009 - 19:56
Hallac-ı Mansur
Sual: Hallac-ı Mansur kimdir, niye öldürüldü?
CEVAP
Ası adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; 'Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum' diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; 'Üzülme senin işini de biz halledelim' diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.
Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi.
Enel Hak dedi
Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; 'Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: 'Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, 'Şeyh nerede? ' dedim. 'Abdest alıyor' dedi. 'Bu zindanda ne iş yapıyor? ' dedim. '13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor' dedi. Sonra, 'Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder' dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: 'Ey genç nerelisin? ' dedi. 'Şirazlıyım' dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, 'Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle.' Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, 'Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler' dedi. Şeyh: 'Var selametle git' dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: 'Ne oldu? ' diye sordu. Zindancıbaşı: 'Kurtuldum' dedi. 'Hangi sebeple kurtuldun? ' diye sordu. Halife; 'Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim' dedi.
Yüz kırbaç vurun
Halife, 'O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün' emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. 'Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum' buyurdu. Darağacında 'Tasavvuf nedir? 'diye sordular. 'Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir.' 'Ya ileri derecesi? ' dediler. 'Onu görmeye tahammülünüz olmaz' dedi.
İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; 'Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti' dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; 'Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet! ' diye yalvardı.
Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: 'Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at' buyurmuştu.
Sual: Hallac-ı Mansur, niçin Enel hak dedi?
CEVAP
Evliyadan bazıları Allahü teâlâyı zikrettiği zaman, Rabbinden gayrı her şeyi, hatta kendi nefsini bile unutur. Zikrettiği yani andığı mahbubun adını dilinden düşürmez.
Hallac-ı Mansur hazretleri, La ilahe illallah demeyi o kadar çoğaltmıştı ki, anması kalbden ruha geldi. Orada ünsiyet peyda ederek ilahi aşka kavuştu. Dünyadaki her şeyi hatta kendi adını bile unuttu. Aşk sarhoşluğu kapladı. Buna sekr hali deniyor. Bu halde iken, (Sen kimsin?) diyenlere, (Enel-Hak) diye cevap verdi. Üzerinden sekr hali gidince, yani ayılınca (Enel-Hak) dediğini hatırlamadı. Fakat dine aykırı konuştuğu için şehid edildi. Yere dökülen kanları (Enel-Hak) şeklini aldı.
Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
Hallac-ı Mansur zamanında Hace Abdulhalık-ı Goncdüvaninin talebelerinden biri bulunsaydı, Mansur idam edilmezdi. Yani Hace hazretlerinin talebelerinden biri bulunsaydı, Hüseyn Mansuru teveccühleriyle, içinde bulunduğu makamdan tez geçirirdi. İdam edilmesi gerekmezdi.
Hallac-ı Mansur hazretleri, içinde bulunduğu halden dolayı mazurdu. Onu şehid edenler de dinin emrini yerine getirdi. İki tarafa da bir şey söylenmez.
Hallac-ı Mansur hazretlerinin (Enel-Hak) yani (Ben Hakkım) dediği gibi, Bayezid-i Bistami hazretleri de sekr halinde (Sübhani) yani (Ben Sübhanım) demiştir.
Talebeleri, (Siz kendinizin sübhan, yani ilah olduğunu söylediniz) demeleri üzerine, (Bir daha öyle bir şey söylersem, beni kılıçla kesin) buyurdu. Sekr hali kaplayınca yine (Sübhani) dedi. Hemen hocalarının emri üzerine kılıçla vurdular. Fakat kılıç kesmedi. O hal üzerinden gidince, yine (Sübhani) dediğini söylediler. (Niye beni öldürmediniz?) buyurdu. (Kılıç kesmedi) dediler. O vakit, (Demek o sözü söyleyen, bu haldeki Bayezid değildi) buyurdu.
Evliyayı böyle sekr halinde, yani şuursuz iken söyledikleri sözlerden dolayı kötülemek doğru değildir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Evliya, sekr karışmayan hallerde böyle uygunsuz sözler söylemez. Sahv, yani uyanıklık halinde olanlarda sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv, noksanlıktır. Halis, karışıksız sahv, avamda bulunur.
Cüneydi Bağdadi hazretleri, sahvın sekrden daha üstün olduğunu söylediği halde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de Odur. Bilinen de Odur) demiştir.
Evliyanın gizli marifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hallerde olmuştur. Sahv halinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmaya benzer. Tuzsuz yemek, tatsız olur.
Aşk olmasaydı, aşkın gammı olmasaydı,
Tatlı sözleri kim söyler, kimler duyardı?
Mecnuna adın ne diyorlar, Leyla diyor. Çünkü gönlü Leyla ile dolu. Leyla’dan başka kimseyi tanımıyor, bilmiyordu. Şehrin ortasında Leyla Leyla diye bağırarak geziyordu. Leyla diyerek feryat ederek ağlıyordu. Derdine deva olmak üzere Leyla gelip, kendisini tanıtmışsa da, (Ben seni tanımıyorum. Sen gerçek Leyla isen, ya bendeki Leyla kim) diye cevap vermiştir.
Evliyanın sekr halinde söylediği sözlerden dolayı onları ayıplamak doğru değildir. Meczublar ve mecnunlar da mazurdur. Bu haldeki sözleri hüccet olmadığı gibi, ayıplamak da doğru değildir.
Sual: Bayılan, deliren, sara tutan veya sarhoş olanın, şuursuz halde iken söylediği sözlerin dindeki yeri nedir? Şuursuz halde küfre düşücü söz söylese, evini birisine hediye etse, birisinden bir şey satın alsa, dinin hükmü nedir? Bu halde namaz kılmasa, kazası gerekir mi? Tasavvuf sarhoşlarının durumu bunlardan farklı mıdır?
CEVAP
Bayılmak, deli olmak ve sara tutmakla abdest bozulur. Yürürken sallanacak kadar şuursuz olmak da abdesti bozar.
Deliren veya bayılan kimse, 24 saatte ayılmazsa, iyi olunca namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden her namazı kaza eder. Yani hastalık, bayılmak gibi elinde olmayan bir sebeple, beşten fazla namazını kılamazsa, hiç birini kaza etmez. Beşten az olursa kaza eder. Fakat içki, uyuşturucu madde, ilaç gibi bir şeyle bayılan, kılamadığı namazlar az da, çok da olsa hepsini kaza eder.
Tasavvuf ehli, kendisini hal kaplayıp şuurunu kaybettiği zaman, dine uymayan sözlerinde mazur olur. Deli gibidir. Şuursuz iken, ibadetleri kaçırmaları günah olmaz ise de, akılları başlarına gelince, kaçırdıkları ibadetleri hemen kaza etmeleri gerekir. Bunların dine uymayan sözlerine başkalarının uymaları caiz değildir. Kendileri günaha girmezlerse de, bunlara uyan günaha girer. Alkollü ve uyuşturucu maddelerle sarhoş olanlar böyle değildir. Bu hale kendileri sebep oldukları için günaha girerler ve kaçırdıkları ibadetleri kaza etmeleri gerekir. (S. Ebediyye)
Sual: Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor diye tevil etmek caiz mi?
CEVAP
Evet.
12.08.2009 - 16:46
Yâ Rab! Gönül yurduna düşürdüğün kuldan hesap sorar mısın?
Gönlü yıkıp virân eden yârdan hesap sorar mısın?
Adı düşünce dilimize tınlayan telden, gözden düşen renksiz selden hesap sorar mısın?
Senden çok onu hayaline el açıp yalvardık; kul olduk, köle olduk, Kâ’be bilip tavaf kıldık.
Yâ Rab! Bu âşık kuldan hesap sorar mısın? Tuzlu sağanaklar günahımıza kefaret olmaz bilirim.
Eksiklerimizi eksik tartmaz senin terazin ve noksanlarımızı noksan tart diye değildir yakarışlarımız.
Ağlıyorum şimdi. Kulun Âdem’in yasak meyveden yemesi gibi ve istemese de cennetinden sürgün edilmesi gibi…
Sırrımı âşikâr edemem senden başkasına. Öyle bir kilitle, öyle bir mühürle kapattın ki kapılarımı, gözyaşlarım bile ağlayışımdan bî-haber.
Ağlıyorum şimdi. Kulun Nuh’un evlatlarına tufanı verdiğin gibi…
Denizlerin en dipsiz yerlerine gömdüm sevdamın ismini ki kulun Yunus’un balık karnında beklemesi gibi…
Ağlıyorum şimdi. Kulun Eyyüb’e verdiğin sabır gibi…
Küçük kurtları koyuyorum sevdamın üstüne ki âşikâr olmasın sevgilinin yaraları kendi gözlerim gibi…
Ağlıyorum ya İlahi! Kulun İsmail’e verdiğin boyun eğiş gibi… Sana uzatıyorum boynumu gökten Cebrail’in koç taşıması gibi…
Ağlıyorum şimdi, ta ki al beni uykumda ve yeni baştan yaz defterimi.
Ezelde ruhuma merhaba diyen çeşm-i yâr, öyle bir işledi ki bedenime… Emret kalemine. Gezinsin yine muhafaza edilmiş levhin üstünde.
Yeni baştan yazılsın isimler ve cisimler. Yorgun düştü cancağızım darbelerden. Sırta yenilen hançerlerden yorgun düştü gönlüm.
Söyleyiver de kalemine hançerler girmesin artık yüreciğime.
Tuzlu sağanaklar günahımıza kefaret olmaz bilirim. Eksiklerimizi eksik tartmaz senin terazin ve noksanlarımızı noksan tart diye değildir yanışlarımız.
Dide-i giryânımızdan saklarız dide-i giryânımızı ve yalnızca sana açarız kaleminin levhe yazdığı âşikâr sevdamızı.........? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? *
AŞKA DÜŞEN PERVANE
05.08.2009 - 15:14
Sâir Nâbi’yi aglatan siir
Sair Nâbî, Sultan 4. Mehmed doneminde hacca gitmek uzere bir kisim devlet erkaniyla birlikte yola cikar. Kafile Medine-i Munevvere’ye yaklasmistir. Vakit gecedir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e bir an once ulasma ozlemiyle Nâbî’nin gozune uyku girmemistir. Fakat kafiledeki bir pasa, hem de ayaklarini kibleye dogru uzatmis, uyumaktadir.
Hazret-i Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beldesinde, edebe aykiri boyle bir gaflet hâlini bir turlu hazmedemeyen ve cok uzulen Nâbî, icine gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen soyleyiverir.
Kafile safak vakti Medine-i Munevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nin minarelerinden sabah ezani okunmaktadir. Muezzin, ezanin ardindan Turkce bir kaside okumaya baslar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi siiridir. Hemen minarenin kapisina kosar. Muezzine, “Allah askina, okudugun bu kasideyi nereden ogrendin? ” der.
Muezzin soyle cevap verir: “Bu gece ruyamda Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) gordum, bana dedi ki: ‘Ya muezzin kalk yatma. Benim ummetimden bana âsIk bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim icin su kasideyi soylemistir. Iste bu cumlelerle minareden onu istikbal et.’ dedi. Ben de hemen kalktim. Abdest aldim. Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) iltifatina mazhar olan âsIk acaba kimdir diye dusunerek minareye kostum. Ogretildigi gibi okudum.” Nâbî, “Ummetimden mi dedi? ” diyerek sevincinden oraciga bayilip duser.
Sakin terk-i edebden.....
Sakin terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dir bu
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-i Mustafâ’dir bu
Felekde mâh-i nev, Bâbusselâm’in sîne-câkidir
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdir
Habib-i Kibriyâ’nin hâbgâhidir fazilette
Tefevvuk-kerde-i Ars-i Cenâb-i Kibriyâ’dir bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan acdi mevcûdât dus cesmin tûtiyâdir bu.
Muraât-i edep sartiyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-i Kudsiyandir cilvegâh-i enbiyâdir bu
***
Aciklamasi:
Burasi Allah’in sevgilisinin beldesidir. Cenâb-i Hakk’in nazar buyurdugu, Ravza-i Nebî’dir. Bu gokteki yeni ay, Bâbusselâm kapisinin yuregi yanik âsigidir. Ayin kandili Cevzâ yildizi bile isiginin nurunu ondan almaktadir.
Burasi, Allah (celle celaluhu) ’in sevgilisinin ebedî istirahatgâhinin, turbesinin bulundugu yerdir ve fazilet bakimindan Cenâb-i Hakk’in arsinin bile ustundedir. Bu topragin ziyâsindan, yoklugun karanliklari ortadan kalkti. Butun yaratilmislarin gormeyen gozleri acildi, cunku bu toprak, gozlere sifa veren surmedir. Bu dergaha edep olculerini gozeterek gir; cunku burasi meleklerin tavaf ettigi ve peygamberlerin tecelli ettigi bir yerdir.
Toplam 37 mesaj bulundu