(Öykünün babasından borç aldım asiliği ve küfrü de kendimden ekledim yazıya)
Gecenin yuttuğu rüzgar Gogol’ un paltosundan çıkan Küçücük, ufalanmış insanlar çöplüğüne savuruyor Yapraktan kulübelerimizi. Bize daha çok savaş gerek Daha çok acı Daha çok ölüm diye acıyı acıyla besleyen Yalanları ağızlarının parçası olmuş güçlü adamlar Linç biriktirme senaryolarındaki Kusursuz rol paylaşımı sonucu Işıl ışıl parıldayan para politikalarıyla Yedi sülalesine yetecek kadar günah saçıyorlar.
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar,boştur boş! // Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! // Şu durmadan kurulup dağılan evrende// Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! //
Mutluluk içinde başlar, çünkü mutluluk içten, özden verebilme yetisini kazanmakla başlar. İnsanların çoğu neden mutsuz, en azından mutlu değil? Vermeden almayı ya da önce alıp sonra vermeyi düşündükleri için.
Bir gezgin, dağ bayır gezerken bir akarsuyun içinde değerli bir taş bulur. Ertesi gün yolda bir adamla karşılaşır. Adam çok açtır. Gezgin torbasındaki yiyeceği karşılaştığı bu kişiyle paylaştırır. Ama erzak çantasını açarken adamın gözü çantadaki değerli taşa ilişir. Gezginden bu değerli taşı kendisine vermesini ister. Gezgin hiç duraksamadan değerli taşı adama uzatır. Adam başına konan talih kuşundan memnun, aceleyle oradan uzaklaşır. Artık kendisine ömnür boyu maddi güvence sağlayacak değerli taşın sahibidir.
Bir kaç gün sonra gezgin, arkasından koşarak kendisine yaklaşan adamı görür. Adam nefes nefese değerli taşı gezgine uzatır.'Senden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündüm. Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum.Ama onu sana geri vermek senden daha değerli bir şey almak istiyorum. Bu taşı bana rahatlıkla vermeni sağlayan o içindeki şey her ne ise ondan istiyorum'
Sahip olduğun maddi şeyleri vermek, vermenin en kolay yoludur. Ama burada bile takılı kalan ne çok insan var. Gerçek vermek, kişinin kendinden, özünden vermesidir. Emerson'un dediği gibi:
'Yüzükler ve mücevherler armağan değildir. Gerçek armağanı veremediğin için dilenen özürdür. Gerçek armağan kendinden bir parçayı verebilmektir.'
Çocularına sevgi yerine, ayıramadıkları zaman yerine onları oyuncaklara boğan, pahalı okullara gönderen, altlarına araba çeken anne babaları düşün. Eşlerine ayıramadıkları zamanın, gösteremedikleri sevginin bedelini armağanlarla telafi etmeye çalışan eşleri düşün. Vermeyi bilmedikleri sevgiyi, maddi olanaklarla telafi edebileceklerini düşünenler, sadece kendilerini aldatır, suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışır. Ama çocukların, eşlerin yüreklerindeki yarayı azdırmaktan, öfkeyi büyütmekten başka bir işe yaramaz bu ucuz armağanlar. Gerçek armağan olan sevgi ve ilginin yanında en pahalı mücevher bile ucuz kalır.
Dünyaya sahip olduğunun en iyisini ver, en iyi sana geri geleçektir. Kendinin en iyisini vermeye bugün başla. Sevdiklerine zamanını ver, dikkatini ver, ilgini ver, bilgini ver, pozitif bakış açını ver, onlara değer ver. Yüreğindeki armağanları ver, sevgini, anlayışını, neşeni, şefkatini ver, affediciliğini ver. Zihnindeki armağanları ver, rüyalarını, fikirlerini, yaratıcılığını, yeteneklerini sun dünyaya.
Yüreğini sunduğunda kendini iyi hissedersin, kendine olan güvenin artar, en önemlisi kendine verdiğin sevgi ve değer artar. Ne verirsen kendine veriyorsun.
Şunu daima hatırla: Kendine sakladığın, kaybetmekten korktuğun her ne ise onu kaybedersin. Verdiklerin ise senindir.
Ellerin titrer dudakların gibi Gözlerin tedirgin, kirpiklerin nemli Sözlerin şüpheci, tavrın ürkek Yıkık bir sevdadan çıkmışsın besbelli. Parçalanan bir yürek var bedeninde Bedenin kırmızı.. Yüreğinde kan. İhanetin parçaları kanından damlayan Gözyaşı değil, Yitirdiğin sevdandır yanağından akan. Boğazına takılan hıçkırık Tükenen sabır Yine zamansızdır yalnızlık. Zamansızdır akşamları hüznün Kederin, isyanın, haykırışın Zamansızdır zamana teslimin. Gözlerin boşluktadır Belkide asılı kalan bir çerçevede Hıçkırığındır kulağına gelen Yansıtmıştır dört duvar üstüne. Yalnızlığın, dalgınlığın, isyanların Yitip giden yıkık sevdanla birlikte Zamansız yalnızlığın düşmüş üstüne.
Gidiyorum İstanbul. Bana çok geldin, belki de az. Karıştırdım sevda sözcüklerini okey taşlarıyla. Çifte dönüyordum, yenildim. Saat sabahın üçü, saat sabahın orta şekerli hali, saat sabahın yalpalayan yürüyüşü. Galiba iğnesi kırılmış bir plak kadar bozuğum. Dağıttım kadın aklımla, yeter kavuşmalar için soyunduğum. Gidiyorum İstanbul. Benden önce çok gidenlerin anısına, bir selam daha bırakarak sokaklarına. Kaldırımların ıslak tenhalığına tükürdüm ve küfürler yağdırdım dili bozuk kavuşmaların ısırgan soğukluğuna. Kaşınıyorum, hadi susturun yine, yeniden, bir kez daha. Elbet bir zaman yorulacaksınız, kelimeleri arayacak diliniz, konuşmayacağım, konuşturamayacaksınız.
bugün sizi gördüm simsiyahtınız, ama ne güzel simsiyahtınız. siyah siyah gülümsediniz bana, siyah siyah öpüp siyah siyah sohbet ettiniz... ama ne iyi ettiniz. bugün sizi gördüm simsiyahtınız, siyah kir göstermez, simsiyahtınız...
Olur ya dünya haliymiş, Görüşemezmişiz belki… Sen hep benim yalın halimsin…
Uzak ülkelerin radyolarını karıştırırken, Duyarsan senin dilinden şiir okuyan birini, Cızırtılı dalgalar arasında sesimi çıkaramazsan, hiç tasa etme unutmamışımdır, aynı Arnavut kaldırımında dizimizi parçaladığımızı, omuzlarının dünyanın en iyi kaldıracı olduğunu…
30.07.2010 - 01:03
(Öykünün babasından borç aldım asiliği ve küfrü de kendimden ekledim yazıya)
Gecenin yuttuğu rüzgar
Gogol’ un paltosundan çıkan
Küçücük, ufalanmış insanlar çöplüğüne savuruyor
Yapraktan kulübelerimizi.
Bize daha çok savaş gerek
Daha çok acı
Daha çok ölüm
diye acıyı acıyla besleyen
Yalanları ağızlarının parçası olmuş güçlü adamlar
Linç biriktirme senaryolarındaki
Kusursuz rol paylaşımı sonucu
Işıl ışıl parıldayan para politikalarıyla
Yedi sülalesine yetecek kadar günah saçıyorlar.
Sonuç: yalnızca aşkı olanın masumiyeti vardır.
04.07.2010 - 01:49
ey yakasına vadesiz vedalar yakıştırılmış yalnızlığım
ey dününde tecelli işaretleri arayan yarın cehaletim benim
ve tokmaksız kapıları omuzlayıp açma cüretim ey
size sesleniyorum
erdem var ya erdem
toynağı kırılan bir atın ölüme yatması
bir tırtılın
vadesiz bırakmasıdır kendini
parçalamasına karıncaların aslında
günle gece
sıcakla soğuk
av ile avcı
kararlı bir dönüşümle evrilir diğerine
yenilenmeye döner çarkı doğanın
sürgit
ama sıra insana gelince
öznel değerler giriverir devreye
az daha tutunmak için hayata
kopkoyu bir kabalıkla
birkaç saniye daha için
sırf bunun için
kırılır aşkın zarif filizi
bil ama sevdiğim
ve unutma
varsıl ya da yoksul
doğum kadar gerçektir ölüm
ve ancak
ve tek bunu kabullenip algılayıverirsek hayatı
çözülüverir tanrısal düğüm
yazık ki ben bunu geç bildim
ama bilir bilmez söyledim
ve iyi ki
seni bir et tırnak
kendiyle barışmak
ölümle hayat ilişkisi gibi
doğaçlama sevdim
17.04.2010 - 00:37
Birkaç damla yağmur düşer gözlerimden içeri
Ama ağlamam bayım, korkmayın, insan değilim ben.
Sesler duyarım yan komşunun camından akan,
Soğan sesi, dantel oya, çökmüş kanepe,
Korkarım bayım, insan kokar buralar bazen.
Saçlarını götürür rüzgar sevgili'nin,
O kıskanıp, dil sürmediğim diyarlara
Kokusunu alır gider bencil erkek müsveddesi
Aşık değilim bayım, aşağılık değilim ben.
Renkler akar kapı altındaki aralıktan,
Sarhoş eder bakanı, hayata karıştırır
Martı sesi, mavi deniz, kızıl gökyüzü
Korkarım bayım, Tanrı bakar içime bazen!
Kızlar geçer, neşeli-kıvrak, sakız kokulu..
Kahkahalarını getirir rüzgar balkonumdan,
Kapatırım kapısını, tülünü-panjurunu
Ama üzülmem bayım, korkmayın,
insan değilim ben.
03.04.2010 - 21:29
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar,boştur boş! //
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! //
Şu durmadan kurulup dağılan evrende//
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! //
Ömer Hayyam
20.03.2010 - 00:47
gelmedin... sen öyle san
kadife tenindi deniz ve sahil
yüzlerce buluştuk
yerli yerindeydi her şey
bir üveyim vardı yine de
sesim sesini aradı
eksiğim. yarımsızım. köksüzüm. susuz
ben aslında kendimi bekledim
gelmedin
18.03.2010 - 01:47
Ben en çok sana sarılırken düştüm biliyor mu/sun
Bana kollarında sakladığın uçurumları göstermemiştin hiç
13.03.2010 - 00:46
Mutluluk içinde başlar, çünkü mutluluk içten, özden verebilme yetisini kazanmakla başlar. İnsanların çoğu neden mutsuz, en azından mutlu değil? Vermeden almayı ya da önce alıp sonra vermeyi düşündükleri için.
Bir gezgin, dağ bayır gezerken bir akarsuyun içinde değerli bir taş bulur. Ertesi gün yolda bir adamla karşılaşır. Adam çok açtır. Gezgin torbasındaki yiyeceği karşılaştığı bu kişiyle paylaştırır. Ama erzak çantasını açarken adamın gözü çantadaki değerli taşa ilişir. Gezginden bu değerli taşı kendisine vermesini ister. Gezgin hiç duraksamadan değerli taşı adama uzatır. Adam başına konan talih kuşundan memnun, aceleyle oradan uzaklaşır. Artık kendisine ömnür boyu maddi güvence sağlayacak değerli taşın sahibidir.
Bir kaç gün sonra gezgin, arkasından koşarak kendisine yaklaşan adamı görür. Adam nefes nefese değerli taşı gezgine uzatır.'Senden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündüm. Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum.Ama onu sana geri vermek senden daha değerli bir şey almak istiyorum. Bu taşı bana rahatlıkla vermeni sağlayan o içindeki şey her ne ise ondan istiyorum'
Sahip olduğun maddi şeyleri vermek, vermenin en kolay yoludur. Ama burada bile takılı kalan ne çok insan var. Gerçek vermek, kişinin kendinden, özünden vermesidir. Emerson'un dediği gibi:
'Yüzükler ve mücevherler armağan değildir. Gerçek armağanı veremediğin için dilenen özürdür. Gerçek armağan kendinden bir parçayı verebilmektir.'
Çocularına sevgi yerine, ayıramadıkları zaman yerine onları oyuncaklara boğan, pahalı okullara gönderen, altlarına araba çeken anne babaları düşün. Eşlerine ayıramadıkları zamanın, gösteremedikleri sevginin bedelini armağanlarla telafi etmeye çalışan eşleri düşün. Vermeyi bilmedikleri sevgiyi, maddi olanaklarla telafi edebileceklerini düşünenler, sadece kendilerini aldatır, suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışır. Ama çocukların, eşlerin yüreklerindeki yarayı azdırmaktan, öfkeyi büyütmekten başka bir işe yaramaz bu ucuz armağanlar. Gerçek armağan olan sevgi ve ilginin yanında en pahalı mücevher bile ucuz kalır.
Dünyaya sahip olduğunun en iyisini ver, en iyi sana geri geleçektir. Kendinin en iyisini vermeye bugün başla. Sevdiklerine zamanını ver, dikkatini ver, ilgini ver, bilgini ver, pozitif bakış açını ver, onlara değer ver. Yüreğindeki armağanları ver, sevgini, anlayışını, neşeni, şefkatini ver, affediciliğini ver. Zihnindeki armağanları ver, rüyalarını, fikirlerini, yaratıcılığını, yeteneklerini sun dünyaya.
Yüreğini sunduğunda kendini iyi hissedersin, kendine olan güvenin artar, en önemlisi kendine verdiğin sevgi ve değer artar. Ne verirsen kendine veriyorsun.
Şunu daima hatırla: Kendine sakladığın, kaybetmekten korktuğun her ne ise onu kaybedersin. Verdiklerin ise senindir.
26.02.2010 - 22:04
aynı acıda kesişirdi gözlerimiz
ve ellerimiz
aynı sevinçlere birleşirdi
kurumuş otlardan kement atardık
el ayak değmemişliklere
iki damla gözyaşı bırakıyorum
iki gözüm-den
farklı bir acıya şimdi
düşsel korkuluklar kargaşasındayız
alaca ahlar ekliyoruz ucucuna
bütün acılar anlamsız
ve yersiz bütün sevinçler
say ki
gittim
ve yittim..
26.02.2010 - 20:07
gelmişsin
ışıldıyormuş şehir… / olmaz!
son soygundan önce parlaktı göğüm
ardından öldü
ruhumuzdan su içen gümüş serçeler
ey
eynimi rüzgârdan koruyan ninem!
bir kahve içimi gel mezardan
çıplaklığımı çalıp giden adam gelmiş
örtecekmiş ömrümü üstüme gayrı… / olmaz!
üşümek şimdi
sevdiğim güz kadar ılık
onca titrer de
bir kez yiter gerçek
soldu varlığımı kamaştıran ışık
sıcacık kirpiklerim
- kuzey bitti hey!
kuzey bitti
buğusu üstünde bırakmıştık aşk’ı
sen dünyayı seçtin ben hayatı
ve tatlı su gelinciklerini… acımadım
yokluğa
gelmişsin… kör oldu ahir
altın suyuna batsa evvel
ışıldamaz bu şehir!
(ay
çiçeğine güneş olmayı kim istemezdi…)
17.02.2010 - 00:27
Ben kimseyi özlemedim: şarkılar bilirim ikircikli
bir çelişkiden kendimi yeniden doğurup, bakınız
kararlı bir şekilde kendimi yeniden öldürebilirim
ben kimseyi özlemedim: bir deniz bilirim o kadar
içimde derin sular akar: üzerimde ıssız adalar
kimse karaya vurmaz: ne balıklar ne yalvaçlar
ben kimseyi özlemedim ki sesimden bilirim: bir iklim
kendi iç sesimle kendimi kemiririm, huyum bu benim!
15.02.2010 - 23:21
Ellerin titrer dudakların gibi
Gözlerin tedirgin, kirpiklerin nemli
Sözlerin şüpheci, tavrın ürkek
Yıkık bir sevdadan çıkmışsın besbelli.
Parçalanan bir yürek var bedeninde
Bedenin kırmızı..
Yüreğinde kan.
İhanetin parçaları kanından damlayan
Gözyaşı değil,
Yitirdiğin sevdandır yanağından akan.
Boğazına takılan hıçkırık
Tükenen sabır
Yine zamansızdır yalnızlık.
Zamansızdır akşamları hüznün
Kederin, isyanın, haykırışın
Zamansızdır zamana teslimin.
Gözlerin boşluktadır
Belkide asılı kalan bir çerçevede
Hıçkırığındır kulağına gelen
Yansıtmıştır dört duvar üstüne.
Yalnızlığın, dalgınlığın, isyanların
Yitip giden yıkık sevdanla birlikte
Zamansız yalnızlığın düşmüş üstüne.
13.02.2010 - 17:55
Gidiyorum İstanbul. Bana çok geldin, belki de az. Karıştırdım sevda sözcüklerini okey taşlarıyla. Çifte dönüyordum, yenildim. Saat sabahın üçü, saat sabahın orta şekerli hali, saat sabahın yalpalayan yürüyüşü. Galiba iğnesi kırılmış bir plak kadar bozuğum. Dağıttım kadın aklımla, yeter kavuşmalar için soyunduğum. Gidiyorum İstanbul. Benden önce çok gidenlerin anısına, bir selam daha bırakarak sokaklarına. Kaldırımların ıslak tenhalığına tükürdüm ve küfürler yağdırdım dili bozuk kavuşmaların ısırgan soğukluğuna. Kaşınıyorum, hadi susturun yine, yeniden, bir kez daha. Elbet bir zaman yorulacaksınız, kelimeleri arayacak diliniz, konuşmayacağım, konuşturamayacaksınız.
13.02.2010 - 02:08
bugün sizi gördüm simsiyahtınız,
ama ne güzel simsiyahtınız.
siyah siyah gülümsediniz bana,
siyah siyah öpüp
siyah siyah sohbet ettiniz...
ama ne iyi ettiniz.
bugün sizi gördüm simsiyahtınız,
siyah kir göstermez,
simsiyahtınız...
11.02.2010 - 00:15
uğrak yeri buluşma noktası
ayak altında kalbiniz
- güveniniz yaslı mı kaldı gidenlerde
onaracaktım izin verseydiniz
çektim gözlerimi, filizlenir misiniz hemen
içinizde büyüyen arsız kadınlar hatırına
ben mi dönüyorum günahlardan
ya da siz mi seviştiniz
ellerim kopuyor iki kırık zeytin dalında
keşke gülüşünüz düşeydi bu ülkeye
kelimelere, size, birazda grilere
kanardım belki hüznüm vurmazdı siteme
17.01.2010 - 23:02
Fuzuli'ye sormuşlar: Sevmek mi daha güzeldir,sevilmek mi? -sevmek demiş..Çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın...
23.12.2009 - 13:21
güneş ısıtsa şu kemiklerimi
şu fırtına dinse,
gök berrak olsa mı
dersin?
bir de anlayabilsem vurup geçen tufanı;
bir de duyabilsem bu neyin sesidir?
bir de katabilsem kendimi
bir damlaya ilişsem
mi dersin?
14.12.2009 - 01:10
Dönüyor dünya…
Vadesi muamma bir ömür,harcanıyor günden güne.
Bir bir atıyor dikişleri kalbimin!
Ellerimle taşıdım kerpiçten tuğlaları,yıkılıyor duvarlarım.
Çıkmaz benim sokaklarım,
Gelme…
Kurudu işte fesleğenler.
Sen dünya değilsin,
Dönme!
07.12.2009 - 00:04
Olur ya dünya haliymiş,
Görüşemezmişiz belki…
Sen hep benim yalın halimsin…
Uzak ülkelerin radyolarını karıştırırken,
Duyarsan senin dilinden şiir okuyan birini,
Cızırtılı dalgalar arasında
sesimi çıkaramazsan,
hiç tasa etme unutmamışımdır,
aynı Arnavut kaldırımında dizimizi parçaladığımızı,
omuzlarının dünyanın en iyi kaldıracı olduğunu…
03.12.2009 - 00:52
Tamamlanmalı kalbin üşümesi
konuş onunla
Kaç zaman bölünebildin, dört yanını kuşatan o sesle
anlatılamayan değil, saklanandın
bir bakışlık aynadan
Dinleme, göğsünde ağırlığınca acıtır
rengini uyutmuş dağları da vururlar
Eksiksin, kaç şiir sevişsen de
yok bu şehir içinde
Yokluğunla bölünen aşk için
her nefesine yağan kurşun gibi
Varlığını sun şimdi
27.11.2009 - 15:59
Zaman usulca çekilir aradan,söylenmemiş sözler kalır geriye...
23.11.2009 - 11:53
Sığınmak bu
suyun öbür kıyılara tutunan ellerine inat
23.11.2009 - 01:20
Çağlayanlardır avuçlarımı kanatan
Dudaklarımda yorulurken
Ezgi’m…
Topraktır avuçlarım
Zamandan gelirim bu yüzden,ev kadınlarının düşlerini yitirdiği koylardan
Rüzgarı ezberinde taşıyan saçların
yüzünü yaslarken, devindikçe kendini lânetleyen şehirlere
gözlerin buruk bir dokungaçtır
çekimser iklimime…
Kendini bu hayatın eskizliğine inandırmış annemin, yeniden doğma istencinden gelirim…
Zamandır avuçlarım.
yüzümün güneş görmeyen taraflarını bıraktım
hiç bilmediğim şehirlere
Bu yüzden yazmayı unuturum
Ahşap bir evin denize tutumunu kuşanırken…
güneşten geliyorum
hiç karanlık yok denilen yerlerden(!)
zemindir durağım
yakınımdır dediklerime
Ülkem bir kadının gözlerinde
bense geziniyorum onun bakındığı yerlerde…
bu yüzden
topraktır avuçlarım…
22.11.2009 - 16:29
Ben sana yazının keşfinden beri şiirler yazıp biriktiriyorum...
08.11.2009 - 23:30
Böyle sustuğun zaman
Toplu ölümler başlıyor,
Başka bir kıtada…
Toplam 60 mesaj bulundu