Yıllar ötesinden merhaba dost.. eskimeyen dost. Biselam bırakayım dedim. kabul olursa derunumuzda güller açar..Yine Antolojideyim. Ali Başol 2. selam saygı sevgi ve dualarımla..
Merhabalar Efendim.. Her yeni gün, yeni bir umut olsun... Hayırlı ramazanlar... Selam ve sevgilerimle...
Beklerken
Günışığını beklerken… Korkularım şarkılar söyler Gökyüzüne doğru haykırarak, Hayallerim ete kemiğe bürünür Yalpalarım duvarlardan sekerek. Sessizce dönerim yine Başladığım yere çırpınarak Ve çırılçıplak…
Ne olursa olsun gülmeyi unutma..... diyerek güzel bir gün ve sağlıklı mutlu vede sevdiklerinle birlikte neşe sağlık içinde olması dileğimle DOGUM GÜNÜN KUTLU OLSUN
Mutluluk rüzgarları esip dursun ömrünüzce duygulu yüreğinizde Ebediyen gam tasa keder hüzün sis pus asla olmasın içinizde Rengarenk güller laleler açsın yılın dört mevsimi gönlünüzde Her yerde kuraklık olsa da hazan hiç düşmesin sevda bahçenize 16.10.2013 savaş gürsoy
Özgürleşmek Özgürlük insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Yaşamın içinde kaybolduğumuzda, kısıtlamalarla karşı karşıya kaldığımızda, dilediğimizce hayatımızı yaşayamadığımızda özgür olmadığımızı düşünürüz. İnsan yaşamın içinde kendi sınırlarını kendi çizer ve bu sınırlar onun yaşam alanı olur. Bazen bu sınırlara başka insanların girmelerine ve hatta onların bu sınırlara müdahale etmelerine izin verir.. Başka insanlar bu sınırlara kuralları ile gelirler ve sınırlar aşılması zor duvarları oluşturmaya başlar. Birkere izin vermişsinizdir geriye dönemezsiniz. Bazen başka türlüsünün olamıyacağı inancı bile oluşur insan zihninde. Başlangıçta insan bunu sevgi adına, fedakarlık adına yapar ama giderek bu durum onu acizleştirir. İkili ilişkilerimizde, iş ilişkilerimizde, aile ilişkilerimizde, arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizde bu sistem hep aynı şekilde işler. Taki biz özgürlüğümüzü kaybettiğimiz duygusunu içimizde duyana kadar. İşte kaos bundan sonra başlar. Değişim için uyanış başlamıştır zihinlerde. Kişi önce kendini sorgulamaya başlar, sonra çevresi ile iletişimini irdeler. Sürekli vermiş, neredeyse hiç almamıştır. Alış veriş tek taraflı olmuştur kimilerine göre. Gösterdikleri onca sevgi karşılık bulmamıştır kimileri için. Yaşam adeta kurallar sinsilesi haline gelmiştir. Bu kurallar kalkmalı,yaşam dilediğince yaşanmalıdır kimilerine göre.. Bazıları için para kazanmak önemlidir. Para özgürlük kapılarını açacaktır. Bu noktada kişiler eşlerinden ayrılırlar, sevgililerini terkederler, işlerini değiştirirler, bazıları daha marjinal bir hayatı deneyimlemek isterken,kimileri kendilerini geliştirmeye yönelir, Sonuçta insan evvelce yapamadığı şeyleri yapar hale geldiğinde kendini özgür hissedecektir. Yeni süreç başladığında kişi başlangıçta kendini daha özgür, daha mutlu hisseder. Evet yaşamında bir şeyler değişmeye başlamıştır da. İstediği yere gider, istediği kişiyle birlikte olur, parası varsa dilediğince harcar. Kurallar onun için bir şey ifade etmemeye başlar yada en azından artık kurallarla başedebilir hale gelmiştir. Peki gerçekten özgürlük bu müdür? Tüm bunları yapabiliyor olmak bizi gerçekten özgür mü kılacaktır? Yada yaşamımızda yeni sınırlar mı çizilmeye başlanmıştır? Farklı içeriklerle, farklı algı ve isteklerle. Yoksa yeni bir kaosun başlangıcı mıdır bu yenilik? Evet; asıl gerçek, özgürlük kelimesinden de anlaşılacağı üzere öz’ün gürleşmesi, güçlenmesidir. Biz özgürlükle ilgili farkındalığımızı dış dünyaya çevirip çözümleri yine orada ararsak bir başka yaşam biçiminin tutsaklığı içine gireriz. Özgürlüğü ararken, bulduğumuzu zannederken yeniden kaybediveririz. Aslolan içimizdeki özün farkına varıp onun ortaya çıkmasını sağlamaktır. İçimizdeki kalıpları kırabilmektir. Gerçek özgürlük burada başlar. İnsan kendini tam anlamıyla ifade edebilir hale gelir. Yaşamında istemediği bir durumda karşısındakine hayır diyebilme gücüne sahiptir. Dengeleri korur ve özünün isteklerini dile getirir. Karşısındakini kırmamak adına istemediği bir şeyi yapmaz, etraf ne düşünür diye davranışlarını kısıtlamaz. İçinde sırlarını barındırmaz, yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla ifade edebilme gücüne sahiptir. Davranışlarını dengeler içinde yaptığında, sorumluluklarının farkında olup, onların ardında durabildiğinde gerçek özgürlüğü yaşıyor demektir ve karşısındaki insanlar onu anlarlar. Kaosun ortasında, kendi içsel gücümüzün, yapabilirliklerimizin farkındalığıdır özgürlük. Sahip olduğumuz tüm duygularımızı hissedebilmek, onları yaşayabilmektir. Tüm dünyayı olduğu gibi kabul edebilmek ve koşulsuzca sevebilmektir. Özgürleşmek özgürlük olabilmektir. Sevgiyle kalın
SEVGİNİN DÖNGÜSEL DOĞASINA AÇILMAK, ÖZGÜR VE DÜRÜST İNSAN OLMAKT
Eşlerin ilişkilerinde yaşanan bütünsellik nasıl oluşur veya nereden kaynaklanır? Eşler, tüm doğanın döngüsüne katılabildiklerinde ve doğanın kadim örüntüleriyle uyum içinde olabildiklerinde, ilişkilerini çoğu zaman yaşam boyu sürdürebilirler. Eşler, kimi zaman geçinemeseler de, kimi uyuşmazlıklar yaşasalar da, bağlılıkları; sert kışlar, verimli baharlar, uzun yürüyüşler ve sevgi dansları boyunca devam eder. Çünkü eşlerin içgüdüsel hayatları, doğaya uyum içinde, sadakati, ömür boyu süren güven ve adanma bağlarını içerir.
Sevgi, sadece iki sevgili arasında romantik bir buluşma sayılamaz. Sevgi, basit bir ego-zevkinin ürünü olan bir flört ya da kovalamaca değildir. Sevgi, dayanıklılığın bilinçaltındaki psikolojik gücünden oluşan gözle görülür derin bir bağdır. Sevgi, cömertlik ve sadeliğe, en karmaşık ve yalın günlere ve gecelere egemen olan bir birlik, bir bütünsellik anlamı taşır. Her iki varlık, derin bilinçaltlarında var olan potansiyel güçlerini sevgi bağlarıyla birleşip bütünleştirebilirler. Derin potansiyel güçlerini sevgi ilişkisi sayesinde tanıyabilirler. Elbette bu tür bir birlikteliğin şartları vardır. Kalıcı sevgiyi yaratmak için, sevgililer, birlikteliğe üçüncü bir ortağı davet ederler. Bu üçüncü ortak hayat/ölüm/ hayat figürü ve döngüsüdür. Bu döngünün bilinçaltından bilince taşınabildiği yolun açık olması sayesinde, ilişki hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermez, ilişkinin bazı yönlerinin derisi dökülür ya da ilişki kabuk değiştirir ama sonra ansızın farklı bir şekil, farklı bir renk ve dokuyla tekrar hayata geri döner.
Hayat boyu sevgiyle beslenmek istiyorsak, ne yapmaktan korkmamalıyız? İnsanlar, dönüştürücü olana inançları kaybolduğu zaman, doğal yükseliş ve çöküş döngülerinden korkarlar. Aslında ve ancak, hayat/ölüm/hayat doğasıyla yüzleşip, karşılaşarak, ilişkiyi geliştirebilirler. Bunu yaptıklarında, boş fanteziler için olta atmayı bırakırlar, boşa oyalanmaktan vazgeçip, iç dünyalarında, dürüst ve özgür ilişkileri yaratan zorunlu ölümleri ve şaşırtıcı doğumları makul bulurlar. Doğanın döngüsüyle yüzleştiklerinde, tutkunun elde edilecek bir şey değil, döngüler halinde üretilen ve tükenen bir şey olduğunu öğrenir ve kabullenirler. Benzersiz ve özverili bir sevgiyi yaratan şey, ölümle iç içe yaşanan ve bütün iniş ve çıkışlar boyunca birlikte paylaşılan, bir yaşantı olarak hayat döngüsüdür.
Egemen kültür, İnsanı kendine yabancılaştıran, ölüm doğasının özgün niteliğinin üstünü, öteki yarısı olan hayat’tan kopup ayrılana kadar, çeşitli dogmalar ve otoriter öğretilerle örter. Egemen kültür, yanlış bir şekilde, vahşi-özgün doğanın en derin ve en temel boyutlarından birinin, çarpık bir biçimini kabullenmek üzere bizleri eğitir. Bizlere, ölümü her zaman daha fazla ölümün izlediği ezberletilir. Hayır, bu doğru değildir. Ölüm her zaman yeni bir hayatın kuluçkasına yatar. Ölüm ve hayat, basit karşıtlıklar olarak değil, bir madalyonun iki yüzü gibi anlaşılmalıdır. Tek bir sevgi ilişkisi içinde birçok son vardır, doğrudur ama iki kişi birbirini sevdiğinde yaratılan varlığın güzel katmanlarından birinde, bir şekilde hem bir kalp hem de bir nefes vardır. Kalbin bir tarafı boşalırken, öteki tarafı dolar. Bir nefes tükenirken, diğeri başlar.
Hayat/Ölüm/Hayat gücünün, ölüm ötesinde bir kısmı olmadığına inanan eşlerin, bağlanmaktan korkması şaşırtıcı değildir. Sadece bir son yaşamak bile insanları dehşete düşürür. Terastan iç odalara geçmeye dayanamazlar, korku doludurlar. Aslında hayat, ölümün sevecen hizmetleri sayesinde yenilenir. Her ölüm ya da son, hayatın yeni bir başlangıcıdır. Hayat/Ölüm/Hayat doğası, içgüdüsel doğanın temel bileşenidir. Bu bileşen, dünyadaki hemen tüm mitoloji ve folklorlarda, eski yaratılış tanrıçalarıyla ve dişil-doğuran doğayı kişileştiren kalıntılarla doludur. Hayat/Ölüm/Hayat tanrıçaları, doğumun, sevişmenin ve ölümün gözetleyicileri olarak kişileştirilmişlerdir. Sanatçılar, ölüm olmazsa hiçbir şeyin değeri olmadığını bilirler. Ölüm olmazsa bir ders olmaz, sevginin ışıldayacağı bir karanlık olmaz. Olgunlaşıp erginleşenler, bu ölümden korkmazlar. Sevmeye çalışan insanların, iç dünyalarında bir türlü rahat edememeleri, yüreklerinin en derinlerinde en çok sevdikleri şeyleri es geçip gitmeleri şaşırtıcı değildir. Ama egemen sevgisiz kültür, insanlara sonsuza kadar değişmeden yanan, otoriter ve ruhsuz bir dünya kurgulamıştır. Başlangıçta ne bulduğumuzu kavrayamasak bile, başka birini ruhsal bir hazine olarak keşfetmek ilk adımdır. Çoğu sevgi ilişkisi, iki taraf içinde bir umutlar ve korkular dönemi olan kovalama ve gizlenme ile başlar. Sonraki adım, ilişkinin hayat/ölüm/hayat boyutlarının çözülmesi, anlaşılması ve merhamet ile tahammülün geliştirilmesidir. Sonrasında güven içinde gevşeme, dinlenme gelir. Bu dönemi, düşlerin ve geçmiş üzüntülerin paylaşıldığı bir dönem izler, sevgiye dair eski yaralar iyileşmeye başlar, ardından yeni hayat üzerine şarkılar söylemek için kalp-gönül devreye girer. Son olarak beden ile ruh iç içe girer.
Bir hazine olan sevginin bulunması ile üst dünyada yani bilinç dünyasında yaşayanlar ile, alt dünyada yani bilinçaltında yaşanmış olanlar veya oraya itilenler arasında çok geçmeden büyük bir mücadele başlar. Aslında sevgililer, yaşadıkları sevgi sayesinde içlerindeki büyük hazineleri açığa çıkarırlar. Bütün güçlerin sınandığı bu hazineyle uzlaşılması gerekir. Ama başlangıçta sevgililer, bunu bilmediklerini bilmezler, bütün sevgililer, başlangıçta yarasalar kadar kördürler. Sevgilerini, fazla bir şey yapmadan, derin doğalarından besleyip, daha da derinleştirmek istemezler. Aslında daha fazlayı bırakın, hiçbir şey yapmadan sevgiden beslenmekten hoşlanırlar. Gerçekte bu yolla değerli hiçbir şeyin gelişmediğini hissederler ama gene de isterler. Öyle yan gelip yatarak mükemmel bir sevginin düşünü kurmak kolaydır. Bir uyuşukluk ve tembelliktir bu. Başlangıçta egoları, eğlence için avlanmakta olsa bile, sevginin işlerlik kazandığı alan ve sevgi mekânı, kutsanmış bir yerdir. Sevgililer, hayat/ölüm/hayat süreçlerine katlanamazlarsa, sezgisel ve duygusal yeteneklerini geliştirmeye sebat etmezlerse, birbirlerini hormonsal isteklerin ötesinde sevemezler.
Her kadın ve erkeğin bir parçası, bütün sevgi ilişkilerinde ölümün de payı olması gerektiğine karşı çıkar. Aslında her insanın içinde var olan hayat/ölüm/hayat kuvveti, enerjisi ve yeteneği, bir psikolojik güç ve duyarlılık olarak, bir başkasını sevme yoluyla bilince çıkmayı bekler. Sevgi ilk başladığında, en gözde heyecanlar ve ürpertilerimizle, hiç ölmeyecekmiş gibi yola devam edebileceğimizi sanırız ama sevgide ruhsal olarak her şey yıpranır, tükenir. Ego-benlik, bunun böyle olmasını istemez ama bu, inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. Peki, son bulan nedir? Yanılsamalar, beklentiler, güzel-olan her şeye sahip olma hırsı, tüm bunlar ölür. Sevgi, her zaman ölüm doğasına doğru bir inişe neden olur ve bu nedenle sevgi ile bağlanma, yüksek düzeyde benlik gücü, ruh gücü gerektirir. İnsan, sevgi ile bağlandığında özünün, derin doğasının yeniden canlanmasına da bağlanmış olur.
Sevgi ilişkisinin beklenti evresinden, yüzleşme evresine geçildiği zamanlarda bocalamalar, korkular da başlar. Tamamen iyi niyetlerle başlayan ilişki, iniş çıkışlarla kanat çırparak havada durmaya çalışır. “Bir Tanem” evresi bittiğinde tökezler, çünkü sevgi sadece bir fantezi değildir. Daha sonra bir fanteziyi canlandırmak yerine, daha ciddi ve derin ustalık isteyen, daha güçlü meydan okuyan bir ilişki başlar ve bu aşamada aklın devreye sokulması gerekir. İşte o zaman bilinçaltında yatan derin içgüdüsel hayat, sınamalar ve bedeller için harekete geçer. Eğer sevgililer, zorlama bir neşeli hayat için, cinsel yıldırım ve şimşeklerle deneyimleşen sonu gelmez hazlarda ısrar ederlerse, hiç çekişme yaşanmasın her zaman hoş ve güzel şeyler yaşansın derlerse, hayat/ölüm/hayat doğası, uçuruma sürüklenip boğulmuş olur. Bu tutum, sevgi ilişkilerinde hayatın ve ölümün bütün döngülerine izin vermeyi reddetmektir. Bu ilişki, anlamsız ve yararsız bir sürüklenmedir. Dönüştürücü döngülerin kullanımı, yani bazı şeylerin ölmesi ve başkalarıyla değiştirilmesi gerektiği anlaşılmazsa, katlanma ve tahammül sınırları genişletilmezse, sevgi her zaman uçurumdan aşağı atılır. Gizemli iç doğanın uçuruma atılması, her zaman kadın sevgiliyi ve erkeklerdeki ruhsal kuvveti, gerçek bir sevgiden ve beslenmeden yoksun bırakır, onu cansız bir iskelete dönüştürür.
Daha önce süregiden hayatta bir çöküş yaşanmadan, yeni bir hayat pek mümkün değildir. Sevgilerini ışıl ışıl aydınlatan bir zirvede tutacaklarını sanan ve bunda ısrar eden sevgililer, günlerini giderek artan bir şekilde kemikleşen bir ilişkinin cenderesinde geçirirler. Sevgiyi sadece olumlu ve hoş biçimiyle yaşatma arzusu, sonunda sevginin azalıp temelli ölmesine yol açar. Ama siz hoşlansanız da hoşlanmasanız da yüzeye çıkan ruhsal dünyanız yani sizin iç gerçekliğiniz, sizi kaçamayacağınız sınavlara çağırır. Gerçekten sevgiyi yaşayamayanlar, kendi gerçek bilgilerine de ulaşamazlar. Bu kendini bilme, anlama, kavrama olmadan da, ne gerçek sevgi, ne adanma, ne sadakat olabilir. Sevginin yüksek bir bedeli vardır. Bu bedel cesarettir. Bu bedel iç dünyada uzaklara gidebilmek, kendini açabilmek ve aşmaktır. Korkutucu gelse de, cesaret göstermek, sevgiyi tanımak için gerçek bir fırsatın yakalandığı ilk andır. Bu an başarıyla aşıldığında, bir adanma sevgisinin mümkün olduğu bir dünyaya girilir. Sevmek her bir hücreniz “Kaç! ” derken, kalmak demektir. Aslında saklanacak bir yer yoktur. Çünkü sevgi nerede doğarsa, içinizdeki hayat/ölüm/hayat gücü de her zaman orada yüzeye çıkar. Sevgililerden herhangi biri, ilişkiden kaçmaya çalıştığında, ilişki paradoksal olarak daha fazla hayatla dolar. Ve yaratılan hayat çoğaldıkça, kaçan sevgilide o kadar dehşete düşer, çünkü kaçtıkça daha fazla hayat yaratılır Bu olgu hayatın en önemli traji-komedilerinden biridir.
İnsanın sevgi sayesinde içine bakması, içini görebilmesi, içiyle arasındaki mesafeyi kapatabilmesi, büyük ve gizemli bir yolculuktur. Göz kamaştırıcıdır. Ruhsal olarak bir ufuktan diğerine, cennetten cehenneme uzanır. Kucaklanamayacak kadar büyük bir alandır. İnsanların aslında kendi içlerini kucaklamak için sevgiye koşmaları şaşırtıcı değildir. Korkulan şey güçlendirebilir, iyileştirebilir, insanı sadeleştirir.
Sevgi ve korkularla örülen bilinçaltımız bir hazinedir, her anın, her söz ve duyarlılığın kaydedildiği engin bir hard-disktir. Bilinçaltı bir hazinedir ama ne yazık ki bize bu hazineden korkmamız öğretilir. İnsanların büyük çoğunluğu, sevmeye başladıklarında kendileriyle yüzleşmekten korkarlar, bilinçaltında saklananlardan kaçarlar. Ancak sonunda herkes kendi gerçekleriyle yüzleşir. Öğrenci hazır olduğu zaman yüce öğretmen ortaya çıkar. Elbette egomuz değil, ruh-bilinç yapımız hazır olduğunda, gerçeklerle yüzleşmekten artık korkmadığımızda, içimizdeki öğretmen açığa çıkar. Bilinçaltı denilen bu öğretmen, ruh-bilinç ne zaman çağırırsa, ne zaman gerçekten isterse, o zaman çıkar gelir. Bilinçaltını çözmekten ve dolayısıyla hayat/ölüm/hayat doğasıyla alışverişe girmekten korkmayanlar, gerçeklere tahammül edebilenler, sevme yeteneklerini geliştirirler. Bilinçaltıyla ilişkiyi güçlendirenler, uzun vadeli bir sevme becerisi kazanırlar. Giremeyenler kazanamazlar. Bir üçüncü yol yoktur.
Öğrenmek işimiz olmalıdır. Sevmek isteniyorsa, bilinçaltının etrafından dolaşılmaz, onu kucaklamak, ölüme meydan okuyan ve dönüşüm-değişim yaratan bir görevdir. Bu görev başarılmazsa, gerçek bir doyum hissi de olmaz. Hazları sevmek bir şey getirmez, kalıcı değildir. Gerçekten sevmek, kaçıp korktuğu şey üzerine derinlemesine düşünen ve kendi korkusunu yenebilen bir kahraman ister. Gerçek sevginin ruhu, benliğin öteki yüzü ve ruhsal enerji, ancak cesaretle açığa çıkar. Korku, bu görevi yapmamak için yetersiz bir mazerettir. Hepimiz korkarız bu, yeni bir şey değildir ama çoğu insan sadece hazdan hoşlanır, tüm belirsizliklerden ve belirsizliğin getirdiği korkulardan kaçmaya çalışır. Hem çok ihtiyatlı hem de çok aç gözlü olan bu insanlar, tatmin edici bir şey bulduklarında hemen ona saldırırlar. Yaralarına içerden bakmak yerine, o yarayı kendi dışlarına yansıtırlar, sorunu ve çözümü başka yerde ararlar. Aslında yara, kendi içlerindedir ve deşilip sağaltılmayı beklemektedir, dışarıya saldırmak boşunadır. Biz, bu saldırana ego ve bu davranışı yapana da egoist deriz.
Ego, tutkunun sona ermesinden korkar, hazzın tükenmesini önlemeye çalışır. Ego kurnaz ve haristir. Gelişmemiş ego çok basittir, toplumsallaşmamış bir çocuk gibidir. Hangi dilimin en büyük, hangi yatağın en rahat olduğunu görmek için gözleyip duran bir çocuk gibidir. Ego, iç benliğimizdeki hayat/ölüm/hayat doğasını hayatlarımıza kabul edersek, bir daha asla haz ve zevk duyamayacağımızdan korkar. Bilinçten gelen yaşantıyı, salt egodan gelen yaşantıdan ayıran üç şey vardır. Yeni yolları, yöntemleri hissetme ve öğrenme yeteneği. Kötü bile olsa o yoldan ayrılmama azmi ve üçüncü olarak zamanla derin sevgiyi öğrenme sabrı. Ego ise sürekli olarak şiddetli bir öğrenmeden kaçınma isteğine sahiptir. Öğrenmekten çıkarım nedir, öğrenip ne yapacağım? der. Ego, sabır için biçilmiş bir kaftan değildir.
Öyleyse bir başkasına duyulan sevgi, değişip duran egodan değil daha çok, vahşi sabır dediğimiz, vahşi ruhtan-bilinçaltından gelir. Bilinçaltını çözmek için, ölmeye-doğmaya ve ölmeye ve yeniden doğmaya istekli bir yürek-gönül yeterlidir. Enerjiye karşı mesafeyi ölçen odur. Bilinçaltını çözmekle daha sonra olacakları hissetme gücü, doğasal ruh ve varlıkların birbirleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını anlama yeteneği ve bizim bu muhteşem sarmala nasıl katılabileceğimiz konusunda bilme gücü kazanırız.
Derin bilinçaltımıza, güzel-olmayan ve kusurlu olan her şeyi tıkıştırmamız öğretilir. Güzel-olmayan nedir? Sevilmeye duyduğumuz kendi gizli açlığımız güzel-olmayandır. Sevmeyi beceremememiz ve sevgiyi istismar etmemiz güzel-olmayandır. Sadakati ve aldanmayı ihmal etmemiz, yetersizliklerimiz, yanlış anlayışlarımız, çocuksu fantezilerimiz güzel-olmayandır. Ayrıca doğuran, yıkan ve yeniden doğuran hayat/ölüm/hayat doğası, bizlere aşılanan “uygar” kültürlerimiz tarafından güzel-olmayandır ve bilinçaltında saklanması gerekir.
Bilinçaltına tıkıştırılan bu karışık yumakları sabırla çözmek, sevginin daima ışıldayan mumlar ve daima çoğalmak anlamına gelmediğini anlamak demektir. Bilinçaltını çözmek, kendini yenilemenin karanlığında korkuyu değil cesareti bulmak, eski yaraları iyice açıp sonra sarmak demektir. Gerçekten sevmek için, sevimli olmayan her şeyimizle yüzleşmek zorundayız. Kendimizi tekrar hayata döndürmek ve daha iyi bir düzenlemeye kavuşturabilmek istiyorsak er geç bu yüzleşmeyi yaşamak zorundayız.
Daha fazla hayat üretmek için, içimde neyin ölmesi gerektiğini biliyor muyum? Sevebilmek için bende ölmesi gereken nedir? Hangi güzel-olmayandan korkuyorum? Bugün ölmesi gereken nedir, yaşaması gereken nedir? Hangi hayatın doğmasından korkuyorum? Şimdi değilse ne zaman? Bu sorulara açık ve net yanıtlar veren ve duygularını korkmadan çözen eşler, sevginin ve hayatın neden ölümle birlikte yaşaması gerektiğini anlamaya başlarlar. Hayat/ölüm/hayat doğasını bilmeye yönelik olan bu güç, kaçabilecekleri uzaklıkların ötesine giden, kendilerini güvende hissetme arzusunun ötesine geçen sevgilileri beklemektedir. Sevgiyi bundan daha çok koruyan, daha çok besleyen ve güçlendiren bir bilgi ve bilme yeteneği yoktur.
Sevgililer, hayat/ölüm/hayat doğasına katlanabildiklerinde, onu bir süreklilik olarak, iki gündüz arasında bir gece olarak ve hayat boyu süren bir sevgiyi yaratan enerji olarak anladıklarında, ilişkilerinde her şeyle yüzleşebilirler. O zaman birlikte güçlenirler ve her ikisi de maddi ve ruhsal dünyayı derinlemesine anlayabilirler.
En tam halinde sevgi, bir dizi ölüm ve yeniden doğumdur. Sevginin bir evresinin, bir yönünün gitmesine izin verir ve bir başkasına gireriz. Tutku ölür ve geri gelir. Acı, kovalanarak uzaklaştırılır ve başka bir zaman tekrar yüzeye çıkar. Sevmek, hepsi de aynı ilişkide olmak üzere, sayısız sonu ve sayısız başlangıcı kucaklamak ve aynı zamanda bunlara göğüs germek demektir. Sevgiyi üretmek için ölümle dans ederiz, yani içimizde öldürülmesi gerekenlerle dans eder ve arınırız. Bu dansın adımları öğrendikçe, her zaman yeniden doğarız. Bu dansa dair bilgisi olmayan bir kişi, sevgi ihtiyacını, çok fazla para harcayarak, tehlikeli işler yaparak, pervasız seçimlerde bulunarak ya da yeni bir “sevgili” bularak dışa vurma eğilimindedir. Bu ahmakça bir yoldur. Bu yol, bilmeyenlerin, cahillerin yoludur. İnsanların birbirlerine gerçek anlamda bağlılıkları, “birlikte olmak” tan çok daha fazla bir güç ve uyum gerektirir.
Gerçek sevgili, yüreğini çözer ve bir bütün olarak yaratmak için, sevdiğine ödünç verir ve şunu söyler: “İşte kalbim, al ve hayatımda kendine can ver” Böylece sevgilisi tarafından gerçekten sevilebilir. Gerçekten sevmeyi öğrenen bir kişinin tipik dönüşümü ve değişimi, işte budur. İnsan, sevgilisinin yüreğinin gücüyle ve kendisiyle yüzleşmenin gücüyle kendisini dönüştürür. Doğanın büyük çarkıyla insanlaşır ve uyum içinde sevip, yaşamayı öğrenir. Sevgi üretmek, nefesle eti, ruhla maddeyi birbirine katmaktır, biri diğerine uyar. Bir ilişkinin kopmaz bağlarla kurulabilmesi için, ilk aşamada haz-egosunun, şehevi ilgilerden uzaklaştırılması gerekir. Beden- bedene deneyimleri, ruh-ruha bağlantılardan sonraya bırakmak daha iyidir. İnsanın korktuğu bir şeyle işbirliğine dönük zengin bir ilişkiye girme yolu budur. Öncelikle yaralarımızla ve merhamete duyduğumuz özlemle yüzleşmemiz ve bütün yüreğimizi sürece vermemiz gerekir. Gönlün yolu yaratmanın da yoludur. Yaratmanın bir dizi doğum ve ölüm olduğunu bilmektir. Sevgi ilişkisi işte bu şekilde işlemek ister, bir taraf diğerini böyle dönüştürür. Her birinin iç gücü ve kuvveti çözülür ve paylaşılır. Adam ona yürek davulunu verir. Kadın da ona, hayal edilebilir en karmaşık ritim ve duyguların bilgisini verir. Yaşamlarının sonuna dek, yenilenen bir iç huzurla beslenerek yan yana yürürler.
Canınız mı sıkkın başınız mı ağrıyor? Yaslanın geriye alın çayınızı elinize hem çayınızı yudumlayın ve hem de dünyanın en güzel köşelerinden özenle seçilerek çekilmiş 360 derece hareketli panografik fotoğrafları müzik eşliğinde keyifle izleyin..İnanıyorum ki sizi çok ayrı dünyalara götürecektir bu harika fotoğraflar ve sizin ruh dünyanıza çok iyi gelecektir bu eşsiz manzaralar..Şunu da belirteyim her link ayrı ayrı fotoğraflar içerir..Bundan dolayı her link’e ayrı ayrı tıklayınız ve tıklayınca link’in müzik eşliğinde açılmasını biraz bekleyiniz.Ayrıca bu muhteşem fotoğrafları bana ulaştıran sevgili kardeşim Dr Ahmet Altıner’e şükranlarımı sunarım.
Daha bitmedi, Mevlanamızın hayatını okumak, aşka ve hayata dair kalbimizin pasını silecek olan özlü sözlerini özenle hazırlanmış videolardan izlemek ister misiniz?
Sevgi sevilen kişiye bir armağandır. Kabul edilip edilmemesi önemli değildir. Önemli olan duyguların ifade edilmesidir. Gülmek gülenin, yıldızlar gecenin, mutluluk sadece senin olsun o kadar mutlu ol ki gözlerinden akan yaşlar değerini bilmeyenlere sadaka olsun. Doğum günün kutlu olsun
düşünüyorum da nilüferleri hiç kıskanmadım ben sessiz sakindir onlar kuğu kuğu salınırlar durgun sularda ama dokunsan pul pul elinde kalan kelebek kanadı gibidir gelincikler kıskanırım rüzgarlardan ve bir de ellerimden daha uza ...
16.12.2017 - 00:12
Yıllar ötesinden merhaba dost.. eskimeyen dost. Biselam bırakayım dedim. kabul olursa derunumuzda güller açar..Yine Antolojideyim. Ali Başol 2. selam saygı sevgi ve dualarımla..
22.06.2016 - 14:16
Merhabalar Efendim.. Her yeni gün, yeni bir umut olsun... Hayırlı ramazanlar... Selam ve sevgilerimle...
Beklerken
Günışığını beklerken…
Korkularım şarkılar söyler
Gökyüzüne doğru haykırarak,
Hayallerim ete kemiğe bürünür
Yalpalarım duvarlardan sekerek.
Sessizce dönerim yine
Başladığım yere çırpınarak
Ve çırılçıplak…
İbrahim Soyalar
22.06.2016 - 04:06
Neden ki...
03.11.2015 - 11:23
Kadere inanan insan tesadüfe inanmaz.
Tesadüfe inanan adamsa kaderini kendi elinde tutamaz.
Eğer ruhumuz karanlıkta kalırsa,
Günahlar işlenir.
Suçlu, günahı işleyen değil,
Karanlığı getirendir.
06.07.2015 - 19:45
yaşıyor olman güzel
24.04.2015 - 23:59
gelincikler...
12.03.2015 - 10:56
Merhaba... Gününüz aydın olsun... Şiir tadında mutluluklar size... Saygı ve sevgilerimle...
ÖMÜR DEDİĞİN
Biçildiği kadardır şu ömrün
Ne bir eksik ne de bir fazla
Acıların kalır bu dünyada
Birde o çok sevdiklerin…
Ağlayanlar feryatta ardından
Sense kirli sarı yelkenlinin
İçinde yalnız tek başına
Bir tüy kadar hafifsin…
Uçsuz bucaksız evrende
Göz alabildiğince seyrettiğin
Yeşilliklerin parçasısın şimdi
Derin yokluğu hissederken…
İbrahim SOYALAR
http://www.antoloji.com/omur-dedigin-108-siiri/
21.02.2015 - 22:35
Bu üye neden mesaj kabul etmemektedir? ....
16.10.2014 - 18:31
Site arkadaşımız Bayan * Annabel Lee *
** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...**
Dr.Jivago - Işık German Ersoy
16.10.2014 - 14:19
ღ ❤ Mutlu ❤ Huzurlu ❤ Bir❤ Yıl ❤ Olsun❤ ღ
GÜNAYDIN GÜNE GÜLEREK BAŞLAYALIM
ღ ❤ ╚ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ೋ ღ ❤ ღ ೋ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ❤ ღ
Güne iyi başla,
Üzgün olma,
Nefret etme,
Aşkı yaşa,
Yaşamı sev,
Dünü unut,
Işığını yansıt,
Ne olursa olsun gülmeyi unutma..... diyerek güzel bir gün
ve sağlıklı mutlu vede sevdiklerinle birlikte neşe sağlık içinde olması dileğimle
DOGUM GÜNÜN KUTLU OLSUN
16.10.2014 - 00:17
Doğum günün kutlu olsun, sana sağlık, huzur ve mutluluk getirsin....
18.07.2014 - 22:53
yüreğini hangi renge açtığının önemi yok ben delikanlıyım cevap ver yeter :)
22.06.2014 - 18:11
yüreğinizi maviye çalan merhabalara açarmısınız..?
12.04.2014 - 22:51
Keşke bir çift laf etme şansı tanısaydınız....ne kaybederdiniz?
16.10.2013 - 18:24
Site arkadaşımız Bayan * Anabel Lee *
** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...**
* Antoloji Sitesi Üyeler Birliği *
16.10.2013 - 00:30
Mutluluk rüzgarları esip dursun ömrünüzce duygulu yüreğinizde
Ebediyen gam tasa keder hüzün sis pus asla olmasın içinizde
Rengarenk güller laleler açsın yılın dört mevsimi gönlünüzde
Her yerde kuraklık olsa da hazan hiç düşmesin sevda bahçenize
16.10.2013
savaş gürsoy
21.09.2013 - 21:08
...
16.05.2013 - 23:09
Özgürleşmek Özgürlük insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Yaşamın içinde kaybolduğumuzda, kısıtlamalarla karşı karşıya kaldığımızda, dilediğimizce hayatımızı yaşayamadığımızda özgür olmadığımızı düşünürüz. İnsan yaşamın içinde kendi sınırlarını kendi çizer ve bu sınırlar onun yaşam alanı olur. Bazen bu sınırlara başka insanların girmelerine ve hatta onların bu sınırlara müdahale etmelerine izin verir.. Başka insanlar bu sınırlara kuralları ile gelirler ve sınırlar aşılması zor duvarları oluşturmaya başlar. Birkere izin vermişsinizdir geriye dönemezsiniz. Bazen başka türlüsünün olamıyacağı inancı bile oluşur insan zihninde. Başlangıçta insan bunu sevgi adına, fedakarlık adına yapar ama giderek bu durum onu acizleştirir. İkili ilişkilerimizde, iş ilişkilerimizde, aile ilişkilerimizde, arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizde bu sistem hep aynı şekilde işler. Taki biz özgürlüğümüzü kaybettiğimiz duygusunu içimizde duyana kadar. İşte kaos bundan sonra başlar. Değişim için uyanış başlamıştır zihinlerde. Kişi önce kendini sorgulamaya başlar, sonra çevresi ile iletişimini irdeler. Sürekli vermiş, neredeyse hiç almamıştır. Alış veriş tek taraflı olmuştur kimilerine göre. Gösterdikleri onca sevgi karşılık bulmamıştır kimileri için. Yaşam adeta kurallar sinsilesi haline gelmiştir. Bu kurallar kalkmalı,yaşam dilediğince yaşanmalıdır kimilerine göre.. Bazıları için para kazanmak önemlidir. Para özgürlük kapılarını açacaktır. Bu noktada kişiler eşlerinden ayrılırlar, sevgililerini terkederler, işlerini değiştirirler, bazıları daha marjinal bir hayatı deneyimlemek isterken,kimileri kendilerini geliştirmeye yönelir, Sonuçta insan evvelce yapamadığı şeyleri yapar hale geldiğinde kendini özgür hissedecektir. Yeni süreç başladığında kişi başlangıçta kendini daha özgür, daha mutlu hisseder. Evet yaşamında bir şeyler değişmeye başlamıştır da. İstediği yere gider, istediği kişiyle birlikte olur, parası varsa dilediğince harcar. Kurallar onun için bir şey ifade etmemeye başlar yada en azından artık kurallarla başedebilir hale gelmiştir. Peki gerçekten özgürlük bu müdür? Tüm bunları yapabiliyor olmak bizi gerçekten özgür mü kılacaktır? Yada yaşamımızda yeni sınırlar mı çizilmeye başlanmıştır? Farklı içeriklerle, farklı algı ve isteklerle. Yoksa yeni bir kaosun başlangıcı mıdır bu yenilik? Evet; asıl gerçek, özgürlük kelimesinden de anlaşılacağı üzere öz’ün gürleşmesi, güçlenmesidir. Biz özgürlükle ilgili farkındalığımızı dış dünyaya çevirip çözümleri yine orada ararsak bir başka yaşam biçiminin tutsaklığı içine gireriz. Özgürlüğü ararken, bulduğumuzu zannederken yeniden kaybediveririz. Aslolan içimizdeki özün farkına varıp onun ortaya çıkmasını sağlamaktır. İçimizdeki kalıpları kırabilmektir. Gerçek özgürlük burada başlar. İnsan kendini tam anlamıyla ifade edebilir hale gelir. Yaşamında istemediği bir durumda karşısındakine hayır diyebilme gücüne sahiptir. Dengeleri korur ve özünün isteklerini dile getirir. Karşısındakini kırmamak adına istemediği bir şeyi yapmaz, etraf ne düşünür diye davranışlarını kısıtlamaz. İçinde sırlarını barındırmaz, yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla ifade edebilme gücüne sahiptir. Davranışlarını dengeler içinde yaptığında, sorumluluklarının farkında olup, onların ardında durabildiğinde gerçek özgürlüğü yaşıyor demektir ve karşısındaki insanlar onu anlarlar. Kaosun ortasında, kendi içsel gücümüzün, yapabilirliklerimizin farkındalığıdır özgürlük. Sahip olduğumuz tüm duygularımızı hissedebilmek, onları yaşayabilmektir. Tüm dünyayı olduğu gibi kabul edebilmek ve koşulsuzca sevebilmektir. Özgürleşmek özgürlük olabilmektir. Sevgiyle kalın
20.10.2012 - 00:15
bonne nuit madam
Bu sana SON BAKIŞIM AŞKIM
Sana son bakışım olsun bu benim
Bir daha yüzümü görmeyeceksin
Akan gözyaşlarım eserin senin
Bundan sonra bana bakmayacaksın
Gidiyorum alıp garip başımı
Sığmaz oldu beni senli bu yerler
Hep seni soruyor! Nerede diye
Bir başıma dolaştığımı görenler
Taşlara yazmıştık adlarımızı
Kıskanırdı belki her gören bizi
Kimseler tatmadı o aşkımızı
Şimdilerde buruk bütün gönüller
Sebep neydi bilmem bırakıp gitmen
İçime dert oldun söylesen neden
Senden başkasını artık sevemem
Tükendi bendeki bütün ümitler
Gidiyorum artık geldi zamanı
Dert yıkmış bir tanem şahı sultanı
Bende isterdim ki mutlu olmamı
Birde baktım benden geçmiş saatler
Yazmayayım diye tuttum kendimi
Yazmadan bilemez kimse derdimi
Yazarsam da mazim geri döner mi?
Yok, yere harcandı aşklar sevgiler
16.10.2012 - 18:47
Site arkadaşımız Bayan Annabel Lee
** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...**
16.10.2012 - 14:37
SEVGİNİN DÖNGÜSEL DOĞASINA AÇILMAK, ÖZGÜR VE DÜRÜST İNSAN OLMAKT
Eşlerin ilişkilerinde yaşanan bütünsellik nasıl oluşur veya nereden kaynaklanır?
Eşler, tüm doğanın döngüsüne katılabildiklerinde ve doğanın kadim örüntüleriyle uyum içinde olabildiklerinde, ilişkilerini çoğu zaman yaşam boyu sürdürebilirler. Eşler, kimi zaman geçinemeseler de, kimi uyuşmazlıklar yaşasalar da, bağlılıkları; sert kışlar, verimli baharlar, uzun yürüyüşler ve sevgi dansları boyunca devam eder. Çünkü eşlerin içgüdüsel hayatları, doğaya uyum içinde, sadakati, ömür boyu süren güven ve adanma bağlarını içerir.
Sevgi, sadece iki sevgili arasında romantik bir buluşma sayılamaz. Sevgi, basit bir ego-zevkinin ürünü olan bir flört ya da kovalamaca değildir. Sevgi, dayanıklılığın bilinçaltındaki psikolojik gücünden oluşan gözle görülür derin bir bağdır. Sevgi, cömertlik ve sadeliğe, en karmaşık ve yalın günlere ve gecelere egemen olan bir birlik, bir bütünsellik anlamı taşır. Her iki varlık, derin bilinçaltlarında var olan potansiyel güçlerini sevgi bağlarıyla birleşip bütünleştirebilirler.
Derin potansiyel güçlerini sevgi ilişkisi sayesinde tanıyabilirler. Elbette bu tür bir birlikteliğin şartları vardır. Kalıcı sevgiyi yaratmak için, sevgililer, birlikteliğe üçüncü bir ortağı davet ederler. Bu üçüncü ortak hayat/ölüm/ hayat figürü ve döngüsüdür. Bu döngünün bilinçaltından bilince taşınabildiği yolun açık olması sayesinde, ilişki hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermez, ilişkinin bazı yönlerinin derisi dökülür ya da ilişki kabuk değiştirir ama sonra ansızın farklı bir şekil, farklı bir renk ve dokuyla tekrar hayata geri döner.
Hayat boyu sevgiyle beslenmek istiyorsak, ne yapmaktan korkmamalıyız?
İnsanlar, dönüştürücü olana inançları kaybolduğu zaman, doğal yükseliş ve çöküş döngülerinden korkarlar. Aslında ve ancak, hayat/ölüm/hayat doğasıyla yüzleşip, karşılaşarak, ilişkiyi geliştirebilirler. Bunu yaptıklarında, boş fanteziler için olta atmayı bırakırlar, boşa oyalanmaktan vazgeçip, iç dünyalarında, dürüst ve özgür ilişkileri yaratan zorunlu ölümleri ve şaşırtıcı doğumları makul bulurlar. Doğanın döngüsüyle yüzleştiklerinde, tutkunun elde edilecek bir şey değil, döngüler halinde üretilen ve tükenen bir şey olduğunu öğrenir ve kabullenirler.
Benzersiz ve özverili bir sevgiyi yaratan şey, ölümle iç içe yaşanan ve bütün iniş ve çıkışlar boyunca birlikte paylaşılan, bir yaşantı olarak hayat döngüsüdür.
Egemen kültür, İnsanı kendine yabancılaştıran, ölüm doğasının özgün niteliğinin üstünü, öteki yarısı olan hayat’tan kopup ayrılana kadar, çeşitli dogmalar ve otoriter öğretilerle örter.
Egemen kültür, yanlış bir şekilde, vahşi-özgün doğanın en derin ve en temel boyutlarından birinin, çarpık bir biçimini kabullenmek üzere bizleri eğitir. Bizlere, ölümü her zaman daha fazla ölümün izlediği ezberletilir. Hayır, bu doğru değildir. Ölüm her zaman yeni bir hayatın kuluçkasına yatar. Ölüm ve hayat, basit karşıtlıklar olarak değil, bir madalyonun iki yüzü gibi anlaşılmalıdır. Tek bir sevgi ilişkisi içinde birçok son vardır, doğrudur ama iki kişi birbirini sevdiğinde yaratılan varlığın güzel katmanlarından birinde, bir şekilde hem bir kalp hem de bir nefes vardır. Kalbin bir tarafı boşalırken, öteki tarafı dolar. Bir nefes tükenirken, diğeri başlar.
Hayat/Ölüm/Hayat gücünün, ölüm ötesinde bir kısmı olmadığına inanan eşlerin, bağlanmaktan korkması şaşırtıcı değildir. Sadece bir son yaşamak bile insanları dehşete düşürür. Terastan iç odalara geçmeye dayanamazlar, korku doludurlar. Aslında hayat, ölümün sevecen hizmetleri sayesinde yenilenir. Her ölüm ya da son, hayatın yeni bir başlangıcıdır. Hayat/Ölüm/Hayat doğası, içgüdüsel doğanın temel bileşenidir. Bu bileşen, dünyadaki hemen tüm mitoloji ve folklorlarda, eski yaratılış tanrıçalarıyla ve dişil-doğuran doğayı kişileştiren kalıntılarla doludur. Hayat/Ölüm/Hayat tanrıçaları, doğumun, sevişmenin ve ölümün gözetleyicileri olarak kişileştirilmişlerdir. Sanatçılar, ölüm olmazsa hiçbir şeyin değeri olmadığını bilirler. Ölüm olmazsa bir ders olmaz, sevginin ışıldayacağı bir karanlık olmaz.
Olgunlaşıp erginleşenler, bu ölümden korkmazlar. Sevmeye çalışan insanların, iç dünyalarında bir türlü rahat edememeleri, yüreklerinin en derinlerinde en çok sevdikleri şeyleri es geçip gitmeleri şaşırtıcı değildir. Ama egemen sevgisiz kültür, insanlara sonsuza kadar değişmeden yanan, otoriter ve ruhsuz bir dünya kurgulamıştır.
Başlangıçta ne bulduğumuzu kavrayamasak bile, başka birini ruhsal bir hazine olarak keşfetmek ilk adımdır. Çoğu sevgi ilişkisi, iki taraf içinde bir umutlar ve korkular dönemi olan kovalama ve gizlenme ile başlar. Sonraki adım, ilişkinin hayat/ölüm/hayat boyutlarının çözülmesi, anlaşılması ve merhamet ile tahammülün geliştirilmesidir. Sonrasında güven içinde gevşeme, dinlenme gelir. Bu dönemi, düşlerin ve geçmiş üzüntülerin paylaşıldığı bir dönem izler, sevgiye dair eski yaralar iyileşmeye başlar, ardından yeni hayat üzerine şarkılar söylemek için kalp-gönül devreye girer. Son olarak beden ile ruh iç içe girer.
Bir hazine olan sevginin bulunması ile üst dünyada yani bilinç dünyasında yaşayanlar ile, alt dünyada yani bilinçaltında yaşanmış olanlar veya oraya itilenler arasında çok geçmeden büyük bir mücadele başlar. Aslında sevgililer, yaşadıkları sevgi sayesinde içlerindeki büyük hazineleri açığa çıkarırlar. Bütün güçlerin sınandığı bu hazineyle uzlaşılması gerekir. Ama başlangıçta sevgililer, bunu bilmediklerini bilmezler, bütün sevgililer, başlangıçta yarasalar kadar kördürler. Sevgilerini, fazla bir şey yapmadan, derin doğalarından besleyip, daha da derinleştirmek istemezler. Aslında daha fazlayı bırakın, hiçbir şey yapmadan sevgiden beslenmekten hoşlanırlar. Gerçekte bu yolla değerli hiçbir şeyin gelişmediğini hissederler ama gene de isterler. Öyle yan gelip yatarak mükemmel bir sevginin düşünü kurmak kolaydır.
Bir uyuşukluk ve tembelliktir bu. Başlangıçta egoları, eğlence için avlanmakta olsa bile, sevginin işlerlik kazandığı alan ve sevgi mekânı, kutsanmış bir yerdir.
Sevgililer, hayat/ölüm/hayat süreçlerine katlanamazlarsa, sezgisel ve duygusal yeteneklerini geliştirmeye sebat etmezlerse, birbirlerini hormonsal isteklerin ötesinde sevemezler.
Her kadın ve erkeğin bir parçası, bütün sevgi ilişkilerinde ölümün de payı olması gerektiğine karşı çıkar. Aslında her insanın içinde var olan hayat/ölüm/hayat kuvveti, enerjisi ve yeteneği, bir psikolojik güç ve duyarlılık olarak, bir başkasını sevme yoluyla bilince çıkmayı bekler. Sevgi ilk başladığında, en gözde heyecanlar ve ürpertilerimizle, hiç ölmeyecekmiş gibi yola devam edebileceğimizi sanırız ama sevgide ruhsal olarak her şey yıpranır, tükenir. Ego-benlik, bunun böyle olmasını istemez ama bu, inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. Peki, son bulan nedir? Yanılsamalar, beklentiler, güzel-olan her şeye sahip olma hırsı, tüm bunlar ölür.
Sevgi, her zaman ölüm doğasına doğru bir inişe neden olur ve bu nedenle sevgi ile bağlanma, yüksek düzeyde benlik gücü, ruh gücü gerektirir. İnsan, sevgi ile bağlandığında özünün, derin doğasının yeniden canlanmasına da bağlanmış olur.
Sevgi ilişkisinin beklenti evresinden, yüzleşme evresine geçildiği zamanlarda bocalamalar, korkular da başlar. Tamamen iyi niyetlerle başlayan ilişki, iniş çıkışlarla kanat çırparak havada durmaya çalışır. “Bir Tanem” evresi bittiğinde tökezler, çünkü sevgi sadece bir fantezi değildir. Daha sonra bir fanteziyi canlandırmak yerine, daha ciddi ve derin ustalık isteyen, daha güçlü meydan okuyan bir ilişki başlar ve bu aşamada aklın devreye sokulması gerekir.
İşte o zaman bilinçaltında yatan derin içgüdüsel hayat, sınamalar ve bedeller için harekete geçer. Eğer sevgililer, zorlama bir neşeli hayat için, cinsel yıldırım ve şimşeklerle deneyimleşen sonu gelmez hazlarda ısrar ederlerse, hiç çekişme yaşanmasın her zaman hoş ve güzel şeyler yaşansın derlerse, hayat/ölüm/hayat doğası, uçuruma sürüklenip boğulmuş olur.
Bu tutum, sevgi ilişkilerinde hayatın ve ölümün bütün döngülerine izin vermeyi reddetmektir.
Bu ilişki, anlamsız ve yararsız bir sürüklenmedir. Dönüştürücü döngülerin kullanımı, yani bazı şeylerin ölmesi ve başkalarıyla değiştirilmesi gerektiği anlaşılmazsa, katlanma ve tahammül sınırları genişletilmezse, sevgi her zaman uçurumdan aşağı atılır. Gizemli iç doğanın uçuruma atılması, her zaman kadın sevgiliyi ve erkeklerdeki ruhsal kuvveti, gerçek bir sevgiden ve beslenmeden yoksun bırakır, onu cansız bir iskelete dönüştürür.
Daha önce süregiden hayatta bir çöküş yaşanmadan, yeni bir hayat pek mümkün değildir. Sevgilerini ışıl ışıl aydınlatan bir zirvede tutacaklarını sanan ve bunda ısrar eden sevgililer, günlerini giderek artan bir şekilde kemikleşen bir ilişkinin cenderesinde geçirirler.
Sevgiyi sadece olumlu ve hoş biçimiyle yaşatma arzusu, sonunda sevginin azalıp temelli ölmesine yol açar. Ama siz hoşlansanız da hoşlanmasanız da yüzeye çıkan ruhsal dünyanız yani sizin iç gerçekliğiniz, sizi kaçamayacağınız sınavlara çağırır. Gerçekten sevgiyi yaşayamayanlar, kendi gerçek bilgilerine de ulaşamazlar. Bu kendini bilme, anlama, kavrama olmadan da, ne gerçek sevgi, ne adanma, ne sadakat olabilir.
Sevginin yüksek bir bedeli vardır. Bu bedel cesarettir. Bu bedel iç dünyada uzaklara gidebilmek, kendini açabilmek ve aşmaktır. Korkutucu gelse de, cesaret göstermek, sevgiyi tanımak için gerçek bir fırsatın yakalandığı ilk andır. Bu an başarıyla aşıldığında, bir adanma sevgisinin mümkün olduğu bir dünyaya girilir. Sevmek her bir hücreniz “Kaç! ” derken, kalmak demektir. Aslında saklanacak bir yer yoktur. Çünkü sevgi nerede doğarsa, içinizdeki hayat/ölüm/hayat gücü de her zaman orada yüzeye çıkar. Sevgililerden herhangi biri, ilişkiden kaçmaya çalıştığında, ilişki paradoksal olarak daha fazla hayatla dolar. Ve yaratılan hayat çoğaldıkça, kaçan sevgilide o kadar dehşete düşer, çünkü kaçtıkça daha fazla hayat yaratılır Bu olgu hayatın en önemli traji-komedilerinden biridir.
İnsanın sevgi sayesinde içine bakması, içini görebilmesi, içiyle arasındaki mesafeyi kapatabilmesi, büyük ve gizemli bir yolculuktur. Göz kamaştırıcıdır. Ruhsal olarak bir ufuktan diğerine, cennetten cehenneme uzanır. Kucaklanamayacak kadar büyük bir alandır. İnsanların aslında kendi içlerini kucaklamak için sevgiye koşmaları şaşırtıcı değildir.
Korkulan şey güçlendirebilir, iyileştirebilir, insanı sadeleştirir.
Sevgi ve korkularla örülen bilinçaltımız bir hazinedir, her anın, her söz ve duyarlılığın kaydedildiği engin bir hard-disktir. Bilinçaltı bir hazinedir ama ne yazık ki bize bu hazineden korkmamız öğretilir. İnsanların büyük çoğunluğu, sevmeye başladıklarında kendileriyle yüzleşmekten korkarlar, bilinçaltında saklananlardan kaçarlar. Ancak sonunda herkes kendi gerçekleriyle yüzleşir. Öğrenci hazır olduğu zaman yüce öğretmen ortaya çıkar.
Elbette egomuz değil, ruh-bilinç yapımız hazır olduğunda, gerçeklerle yüzleşmekten artık korkmadığımızda, içimizdeki öğretmen açığa çıkar. Bilinçaltı denilen bu öğretmen, ruh-bilinç ne zaman çağırırsa, ne zaman gerçekten isterse, o zaman çıkar gelir. Bilinçaltını çözmekten ve dolayısıyla hayat/ölüm/hayat doğasıyla alışverişe girmekten korkmayanlar, gerçeklere tahammül edebilenler, sevme yeteneklerini geliştirirler. Bilinçaltıyla ilişkiyi güçlendirenler, uzun vadeli bir sevme becerisi kazanırlar. Giremeyenler kazanamazlar. Bir üçüncü yol yoktur.
Öğrenmek işimiz olmalıdır. Sevmek isteniyorsa, bilinçaltının etrafından dolaşılmaz, onu kucaklamak, ölüme meydan okuyan ve dönüşüm-değişim yaratan bir görevdir.
Bu görev başarılmazsa, gerçek bir doyum hissi de olmaz. Hazları sevmek bir şey getirmez, kalıcı değildir. Gerçekten sevmek, kaçıp korktuğu şey üzerine derinlemesine düşünen ve kendi korkusunu yenebilen bir kahraman ister. Gerçek sevginin ruhu, benliğin öteki yüzü ve ruhsal enerji, ancak cesaretle açığa çıkar. Korku, bu görevi yapmamak için yetersiz bir mazerettir. Hepimiz korkarız bu, yeni bir şey değildir ama çoğu insan sadece hazdan hoşlanır, tüm belirsizliklerden ve belirsizliğin getirdiği korkulardan kaçmaya çalışır. Hem çok ihtiyatlı hem de çok aç gözlü olan bu insanlar, tatmin edici bir şey bulduklarında hemen ona saldırırlar. Yaralarına içerden bakmak yerine, o yarayı kendi dışlarına yansıtırlar, sorunu ve çözümü başka yerde ararlar. Aslında yara, kendi içlerindedir ve deşilip sağaltılmayı beklemektedir, dışarıya saldırmak boşunadır. Biz, bu saldırana ego ve bu davranışı yapana da egoist deriz.
Ego, tutkunun sona ermesinden korkar, hazzın tükenmesini önlemeye çalışır. Ego kurnaz ve haristir. Gelişmemiş ego çok basittir, toplumsallaşmamış bir çocuk gibidir. Hangi dilimin en büyük, hangi yatağın en rahat olduğunu görmek için gözleyip duran bir çocuk gibidir.
Ego, iç benliğimizdeki hayat/ölüm/hayat doğasını hayatlarımıza kabul edersek, bir daha asla haz ve zevk duyamayacağımızdan korkar. Bilinçten gelen yaşantıyı, salt egodan gelen yaşantıdan ayıran üç şey vardır. Yeni yolları, yöntemleri hissetme ve öğrenme yeteneği.
Kötü bile olsa o yoldan ayrılmama azmi ve üçüncü olarak zamanla derin sevgiyi öğrenme sabrı. Ego ise sürekli olarak şiddetli bir öğrenmeden kaçınma isteğine sahiptir. Öğrenmekten çıkarım nedir, öğrenip ne yapacağım? der. Ego, sabır için biçilmiş bir kaftan değildir.
Öyleyse bir başkasına duyulan sevgi, değişip duran egodan değil daha çok, vahşi sabır dediğimiz, vahşi ruhtan-bilinçaltından gelir. Bilinçaltını çözmek için, ölmeye-doğmaya ve ölmeye ve yeniden doğmaya istekli bir yürek-gönül yeterlidir. Enerjiye karşı mesafeyi ölçen odur. Bilinçaltını çözmekle daha sonra olacakları hissetme gücü, doğasal ruh ve varlıkların birbirleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını anlama yeteneği ve bizim bu muhteşem sarmala nasıl katılabileceğimiz konusunda bilme gücü kazanırız.
Derin bilinçaltımıza, güzel-olmayan ve kusurlu olan her şeyi tıkıştırmamız öğretilir.
Güzel-olmayan nedir? Sevilmeye duyduğumuz kendi gizli açlığımız güzel-olmayandır.
Sevmeyi beceremememiz ve sevgiyi istismar etmemiz güzel-olmayandır. Sadakati ve aldanmayı ihmal etmemiz, yetersizliklerimiz, yanlış anlayışlarımız, çocuksu fantezilerimiz güzel-olmayandır. Ayrıca doğuran, yıkan ve yeniden doğuran hayat/ölüm/hayat doğası, bizlere aşılanan “uygar” kültürlerimiz tarafından güzel-olmayandır ve bilinçaltında saklanması gerekir.
Bilinçaltına tıkıştırılan bu karışık yumakları sabırla çözmek, sevginin daima ışıldayan mumlar ve daima çoğalmak anlamına gelmediğini anlamak demektir. Bilinçaltını çözmek, kendini yenilemenin karanlığında korkuyu değil cesareti bulmak, eski yaraları iyice açıp sonra sarmak demektir. Gerçekten sevmek için, sevimli olmayan her şeyimizle yüzleşmek zorundayız. Kendimizi tekrar hayata döndürmek ve daha iyi bir düzenlemeye kavuşturabilmek istiyorsak er geç bu yüzleşmeyi yaşamak zorundayız.
Daha fazla hayat üretmek için, içimde neyin ölmesi gerektiğini biliyor muyum? Sevebilmek için bende ölmesi gereken nedir? Hangi güzel-olmayandan korkuyorum? Bugün ölmesi gereken nedir, yaşaması gereken nedir? Hangi hayatın doğmasından korkuyorum? Şimdi değilse ne zaman? Bu sorulara açık ve net yanıtlar veren ve duygularını korkmadan çözen eşler, sevginin ve hayatın neden ölümle birlikte yaşaması gerektiğini anlamaya başlarlar. Hayat/ölüm/hayat doğasını bilmeye yönelik olan bu güç, kaçabilecekleri uzaklıkların ötesine giden, kendilerini güvende hissetme arzusunun ötesine geçen sevgilileri beklemektedir. Sevgiyi bundan daha çok koruyan, daha çok besleyen ve güçlendiren bir bilgi ve bilme yeteneği yoktur.
Sevgililer, hayat/ölüm/hayat doğasına katlanabildiklerinde, onu bir süreklilik olarak, iki gündüz arasında bir gece olarak ve hayat boyu süren bir sevgiyi yaratan enerji olarak anladıklarında, ilişkilerinde her şeyle yüzleşebilirler. O zaman birlikte güçlenirler ve her ikisi de maddi ve ruhsal dünyayı derinlemesine anlayabilirler.
En tam halinde sevgi, bir dizi ölüm ve yeniden doğumdur. Sevginin bir evresinin, bir yönünün gitmesine izin verir ve bir başkasına gireriz. Tutku ölür ve geri gelir. Acı, kovalanarak uzaklaştırılır ve başka bir zaman tekrar yüzeye çıkar. Sevmek, hepsi de aynı ilişkide olmak üzere, sayısız sonu ve sayısız başlangıcı kucaklamak ve aynı zamanda bunlara göğüs germek demektir.
Sevgiyi üretmek için ölümle dans ederiz, yani içimizde öldürülmesi gerekenlerle dans eder ve arınırız. Bu dansın adımları öğrendikçe, her zaman yeniden doğarız. Bu dansa dair bilgisi olmayan bir kişi, sevgi ihtiyacını, çok fazla para harcayarak, tehlikeli işler yaparak, pervasız seçimlerde bulunarak ya da yeni bir “sevgili” bularak dışa vurma eğilimindedir. Bu ahmakça bir yoldur. Bu yol, bilmeyenlerin, cahillerin yoludur. İnsanların birbirlerine gerçek anlamda bağlılıkları, “birlikte olmak” tan çok daha fazla bir güç ve uyum gerektirir.
Gerçek sevgili, yüreğini çözer ve bir bütün olarak yaratmak için, sevdiğine ödünç verir ve şunu söyler: “İşte kalbim, al ve hayatımda kendine can ver” Böylece sevgilisi tarafından gerçekten sevilebilir. Gerçekten sevmeyi öğrenen bir kişinin tipik dönüşümü ve değişimi, işte budur.
İnsan, sevgilisinin yüreğinin gücüyle ve kendisiyle yüzleşmenin gücüyle kendisini dönüştürür. Doğanın büyük çarkıyla insanlaşır ve uyum içinde sevip, yaşamayı öğrenir. Sevgi üretmek, nefesle eti, ruhla maddeyi birbirine katmaktır, biri diğerine uyar. Bir ilişkinin kopmaz bağlarla kurulabilmesi için, ilk aşamada haz-egosunun, şehevi ilgilerden uzaklaştırılması gerekir.
Beden- bedene deneyimleri, ruh-ruha bağlantılardan sonraya bırakmak daha iyidir. İnsanın korktuğu bir şeyle işbirliğine dönük zengin bir ilişkiye girme yolu budur. Öncelikle yaralarımızla ve merhamete duyduğumuz özlemle yüzleşmemiz ve bütün yüreğimizi sürece vermemiz gerekir.
Gönlün yolu yaratmanın da yoludur. Yaratmanın bir dizi doğum ve ölüm olduğunu bilmektir. Sevgi ilişkisi işte bu şekilde işlemek ister, bir taraf diğerini böyle dönüştürür. Her birinin iç gücü ve kuvveti çözülür ve paylaşılır. Adam ona yürek davulunu verir. Kadın da ona, hayal edilebilir en karmaşık ritim ve duyguların bilgisini verir. Yaşamlarının sonuna dek, yenilenen bir iç huzurla beslenerek yan yana yürürler.
16.10.2012 - 14:27
Sevgili antoloji arkadaşım;
Doğum gününüzü en içten dileklerimle kutlar, yaşam boyu başarı ve mutluluklar dilerim.
Hayat sevgi kadar güzel aşk gibi güçlü olsun..
Doğum gününüzün anısına ** RÜYA ** gibi şiirimin şarkısını aşağıdaki linkten dinlemek ister misiniz?
http://www.ibrahimyilmaz-siirleri.com/bestelenen-1.html
** RÜYA GİBİ **
Rüya gibi uçup bitti
O güzelim mutlu anlar
Bir hayaldi geçip gitti
O sevecen tatlı yıllar.
Mazideki o yıllara
Şöyle dönüp bir baksana
Sarhoş eden duygu gibi
Alır bizi kollarına.
Solmaz denen güzellikler
Hep yalanmış yalan meğer
Hayat denen tüm gerçekler
Bir anlık rüyaymış meğer.
Nerde şimdi nerde kaldı
Yalan olan çocukluğum
Bir yıldızdı kaydı gitti
Aşka kanan o gençliğim.
Kutlu olsun doğum günün
Mutlu olsun melek yüzün
Aşkla gülsün bütün ömrün
Sevip sarsın petek gönlün.
Şehirpalas Oteli - 1987
Ssrıkamış
İbrahim Yılmaz
Güfte: İbrahim Yılmaz
Beste:Ersin Kayışlı - Mustafa Açıkgöz
Okuyan: Mustafa Açıkgöz
Not:bu şarkının yasal telif hakları mevcuttur.
Bestekar saygıdeğer Ersin Kayışlı hocama ve şarkıyı okuyan saygıdeğer Mustafa Açıkgöz kardeşime sonsuz teşekkürlerimi sunarım...
Ayrıca ANTOLOJİ sayfamdaki şiirlerimi okuyup yorum yaparsanız çok mutlu olurum.
- Facebook taki şiir sayfama bakar mısınız?
http://www.facebook.com/pages/Ibrahim-Yilmaz-%C5%9Eiirleri/257596917689129? ref=hl
- Sevgili Arkadaşım;
Canınız mı sıkkın başınız mı ağrıyor? Yaslanın geriye alın çayınızı elinize hem çayınızı yudumlayın ve hem de dünyanın en güzel köşelerinden özenle seçilerek çekilmiş 360 derece hareketli panografik fotoğrafları müzik eşliğinde keyifle izleyin..İnanıyorum ki sizi çok ayrı dünyalara götürecektir bu harika fotoğraflar ve sizin ruh dünyanıza çok iyi gelecektir bu eşsiz manzaralar..Şunu da belirteyim her link ayrı ayrı fotoğraflar içerir..Bundan dolayı her link’e ayrı ayrı tıklayınız ve tıklayınca link’in müzik eşliğinde açılmasını biraz bekleyiniz.Ayrıca bu muhteşem fotoğrafları bana ulaştıran sevgili kardeşim Dr Ahmet Altıner’e şükranlarımı sunarım.
Her fotoğraf ayrı bir güzel..iyi seyirler.
Lütfen link'e tıklayınız.
http://www.ibrahimyilmaz-siirleri.com/dunyadan-muhtesem-fotograflar.html
Sevgili arkadaşım;
Daha bitmedi, Mevlanamızın hayatını okumak, aşka ve hayata dair kalbimizin pasını silecek olan özlü sözlerini özenle hazırlanmış videolardan izlemek ister misiniz?
Aşağıdaki link'e tıklar mısınız?
İyi seyirler dilerim.
http://www.ibrahimyilmaz-siirleri.com/hz-mevlana.html
Akçaydan selam ve saygılarımla
İbrahim Yılmaz
16.10.2012 - 09:52
Merhaba sevgili dost
:-)))
Yine diyorum ki! ! ! ! !
Her ne kadar sizi şahsen tanımasamda, siz değerli şiir sever dostun;
sevdikleriyle birlikte, sağlıklı mutlu ve umutlu nice yaşlar ve yıllar kutlaması dileğiyle;
** Doğum gününü kutlarım **
Ve;
en güzel hayat,
en güzel çiçek,
en güzel yıldız,
en güzel şans,
en güzel sevgi, mutluluk ve en güzel aşk seninle olsun
Kalan ömrün şimdiye kadar geçen yıllarından ve ömründen daha güzel,, acı ve hüzünlerden uzak ve anlamlı olsun..
Aldığınız duyduğunuz tüm haberler
Yüzünüzü güldürsün......
Başarılar sağlığınızın en yakın dostu olsun....
Sevdiklerinizin sesi her yerde sizinle beraber olsun...
Bu dileklerde benden sana doğum günü hediyem olsun
Sevgili ve değerli dostum İnsanların birbirleriyle acılarını ve mutluluklarını paylaşmak kadar güzel ne olabilir ki.
Kucak dolusu saygı sevgiler ve çiçeklerle
Sağlık ve Mutluluğuna
:)))))
16.10.2012 - 07:58
Sevgi sevilen kişiye bir armağandır. Kabul edilip edilmemesi önemli değildir. Önemli olan duyguların ifade edilmesidir. Gülmek gülenin, yıldızlar gecenin, mutluluk sadece senin olsun o kadar mutlu ol ki gözlerinden akan yaşlar değerini bilmeyenlere sadaka olsun. Doğum günün kutlu olsun
Toplam 47 mesaj bulundu