Sen ,,,kendini ondan alamadığın kaç an geçti,,,bir kaç debelenmenin izi hala beyninde,,bedeninin her yerine gizlenmiş o izbe gözlerinden sen olmayan gözlüklerini alalı çok oldu,,kanın yoğunluğu kaç defa çarptı uyku ve uyanıklık arasında dolanan uzuvlarına,,,neye inat yaşadığın belli olmadan sadece yazıyorsun,,,hadi git şimdi ,,,yapabildiğin en iyi şeyi yap ,,,Saçmala,,,
bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına çıktı mı deprem sanırdın 'kara kız' kantosuna titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina ...
çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından ...
işgal altüst etti nasıl da izmir'de her şeyi öğrendi kullanmasını despina bu yanlış geceyi körfezde parıldayan yunan zırhlılarına karşı miralay zafiru'la ispilandit palas'ta sevişmeyi ...
gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması havuzda samanyolunun hisarbuselik şarkısı demlendikçe yanlızlığı aydınlanıyor muammer bey olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması...
Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter! demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü o ölüm uykularında, Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek, Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden, Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor. Peri kızı dualarında unutma beni, Ve bütün günahlarımı...
insanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır' der dostoyevski...
veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yaldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer,birlikteliğin örttüğü tüm kusurları, ayrılık sergiler,bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.
'ölene kadar' diye söz verilmiştir, ama 'ölüm yolunda' başka tercihler belirmiştir.
kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı 'aklını başına al' diye fısıldar kulağına; haytası ise 'kalbinin sesini dinle' diye çekiştirir eteğinden...
hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.
'ama'yla biter alelade iltifat cümleleri:
'sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü', 'seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim', 'ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim' vs.. vs...
sonra gelsin uykusuz geceler...bir türlü karar verememeler...ruhen gidip gelmeler...'hele biraz daha zaman geçsin' diye nikah ertelemeler...
birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar...
'aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için'e kendini inandırmalar...
'sözünden caydın' yakınmalarını 'sen de eski sen değilsin. değişmişsin' diye göğüslemeler...
... asıl kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler...
ve son sahne:
terk edenin o mahcup 'gönlüm başkasında' itirafına karşılık terk edilenin kırık çalımı:
'uğurlar olsun! ben yoluma devam ediyorum'.
ihanetler böyledir:ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir ondan sonra dur durak yoktur: güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan biçare dervişe döner.
artık acılara hapsolmuştur: buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin 'ah'ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır...
Geceleri saçlarıma değen ılık bir nefes sanki... Uyanıyorum uykumdan en derin sessizliklerin olduğu saatlerde, bakıyorum etrafıma kimseler yok!.. Peki neydi beni uyandıran, saçlarıma değen o ılık nefes kimindi?.. Ruhumun sarhoşluğumu var yoksa, bedenimin isyanımı? Bilmiyorum...Beni çağırıyor sessizliğin sesi, bilimezliğin gizemi anlamıyorum her şey bölük pörçük yüreğimde peki bu duyduğum ayak sesleri kimin?.. Korkuyorum gecenin ıssız karanlığından, gecenin gizemli bakışlarından... Sadece hissediyorum, hissediyorum izlendiğimi hatta, hatta korunduğumu hep bir soru, bir muamma beynimde neden birebir yaşayamıyorum bunları, neden gecenin ıssız sessizliğinde çıkıyor ortaya bilmiyorum... Her gece aynı saatte saçlarıma esen ılık bir nefes uyandırıyor beni ve görüyorum hep o hayaletin ayak izlerini... Umudumu yitireli hayli zaman geçti yeniden sevebilmek zor Umudumu yitireli hayli zaman geçti yeniden sevebilmek zor ellerimin arasından kayıp giden sen.. yeniden doğarmısın karanlık sabahlarıma,
aşk..seni tarif edebilmek imkansız mükemmelsin,mükemmelliğin ayrıntılarında gizli.. bir elin mutluluk veriyor,diğer elinse acıyı ve mutluluğu almadan acıyı almak o kadar zor ki..?
işte tek nedeni bu..! sen..yeşil cennettim aşk senin ezip geçeceğin kum taneleri değil.. üstüme bastığın yeter,ezip geçtiğin yeter her an kaybederim korkusuyla hayatımı zindana çevirdiğin yeter.. istediğin bir değil bin çiçekse istediğin başka bir ten,başka bir bedense.. istediğin ben değilsem eğer peki.. azat kuşunu yüreğine bıraktım geçmişi gömeriz en dipsiz kuyulara,sevda şarkılarını yok ederiz.. bir sen birde ben vardık evvel zaman içinde... masallara devrediriz yitik sevdamızı bir varmış bir yokmuş oluruz unutursun... unutulursun belki... şimdi. bırakıyorum seni.. gözyaşlarım işkencelerde,kelimeler kifayetsiz umutlar yitirilmiş.. ne yeni doğacak gün için can kalmış bedende nede geçmişi unutacak kadar kalpsiz bir yürek
hadi..al git ne varsa topla yüreğimin kırıklarının hadi.. bir tekmede sen at savur çamuruma hadi..hiç yaşanmamış say beni.. hadi..git ne olur göm diri diri beni..
Hayaller görmeye başladım..dışarı fırladılar...Aldanıyor gözlerim ve birini yakalamaya çalışıyor hep, daha göremeden yutuyor karanlık onları... Ben çok ağırım, onlar çok hızlı...
Bir peçetenin üstüne resmetmek onları..anlamadığım bir çoklarının hayalleri gibi..resmedilir mi?
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok .
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
Hadi, burda bana eyvallah, Evime dönüyorum, düşlerime. Patagonya’ya dönüyorum: Rüzgarın, serekçeleri döğdüğü, Buzun, okyanusu tuzladığı Patagonya’ya. Sadece bir ozanım ben, Topunuzu seviyorum yani; Ve gezer dururum, Canım dünyayı. Madenciler, hapsediliyorlar Yurdumda. Mahkemelerimizde Asker buyruğudur. Köklerine kadar seviyorum ama, Küçümencik, soğuk memleketimi. Ölebilseydim bin defa, Bin defa, kurban olurdum ona. Bin defa doğabilseydim, Bin defa doğardım onun için: Vahşi bir arokaryanın, Güney yeli kasırgalarının; Ve dün ele geçirilmiş çanların, Yanından. Boşverin, bakmayın bana, Masaya aşkla vurarak Düşünelim hepten, dünyayı. Ekmeği emmeye gelmesin, kan. Ezgileri ve kırmızı fasulyaları Emmeye gelmesin, bir daha. Benimle gelsinler: Kız çocuk madenci, avukat ve tayfa, Benimle gelsin: Taş bebek fabrikatörü. Gidelim sinemaya, Sonra, içmeye çıkalım: Şarabın en kırmızısından.
Bir şeyler çözmeye değil, Türkü çağırmaya geldim Buraya.,, Sen de çağırasın, diye....
Sen benim hiçbir şeyimsin Yazdıklarımdan çok daha az Hiç kimse misin bilmem ki nesin Lüzumundan fazla beyaz Sen benim hiçbir şeyimsin Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak Dudaklarınla cama çizdiğin En fazla sonbahar otellerinde Üniversiteli bir kız uykusu bulmak Yalnızlığı öldüresiye çirkin Sabaha karşı öldüresiye korkak Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin Hiçbir sevişmek yaşamışlığım Henüz boş bir roman sahifesinde Hiç kimse misin bilmem ki nesin Ne çok çığlıkların silemediği Zaten yok bir tren penceresinde...
Sen benim hiçbir şeyimsin Yabancı bir şarkı gibi yarım Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak Hiç kimse misin bilmem ki nesin Uykumun arasında çağırdığım Çocukluk sesimle ağlayarak...
... Sen benim hiçbir şeyimsin...
Bir nefeslik durak buldum. Adı; hüzünmüş… Dinlendim.
Yürüdüm, koştum, tırmandım… Vaat edilenleri toplamaktı amacım. Sevdayı kutlamak, (kendimce) hayatı karşılamaktı muradım. Düştüm, izleri durur hala dizlerimde, kurumuş kan ve irin kokusu sarar dört bir yanımı. Uzak duruşları bundandır insanların. Beni görünce yaklaşmamaları bundandır. Kabuk bağlamaz yaralarım… Kurtlanır, böceklenir ama kabuklanmaz yaralarım…
Bohçam hazırdır yola çıkmaya, yoldaşımdır bohçam, arkadaşım, tarikdaşımdır. Sırtıma vurulan bunca yüke karşın hiç ağılık yapmadan yanımda yürür, şarkılar söyler umuda dair. İçinde biraz hayal, azcık sevda bir tutam da miski–amber saklar… Yorulduğum yerde oturmamı engellemek için biraz hayal, düştüğüm zaman kalkabilmem için azcık sevda ve vazgeçmeye meylettiğimde menzilimin kokusunu hatırlatan bir tutam miski–amber…
Gözümle değil gönlümle görmeye başlayalı ovaları, dağları, vadileri, yolların insanı çeken kıvrımlarını, gizemini. Vazgeçtim, rahat döşeğimden.
'Gel' demişti sevgili, gitmemek olur mu hiç? 'Dağların arkasında yâr…' Kaf dağının ardında bir yerlerdeymiş, haber etmiş, duymamak olur mu hiç?
Yollara düşmek, ulaşmanın ilk şartıdır…
Umutlar devşirdim yollardan, hayaller, mutluluklar, hüzünler, yalnızlıklar, pişmanlıklar, hatalar devşirdim. Ardımdan gelenlere kılavuzluk etsin diye türküler bıraktım yollara, yanık türküler 'Haydi, dolaşalım yüce dağlarda...' Kimseye kırılmadan, üzmeden kimseyi, türküler serpiştirdim her yanıma… 'Bu da gelir bu da geçer ağlama' dedim yüreğime. Sızladığını ve artık tükendiğini fısıldadığında kulağıma… Sonra, yüreğimi kanattım usulca ardımda kandamlaları bıraktım. Benden sonra gelecek olan sevda yolcuları yollarını kolay bulsunlar diye…
'Yiter gidersin yollarda' dediler. Dinlemedim. 'Yıkılır kalırsın bir izbede' dediler. Aldırmadım. 'Cesedin bile bulunmaz' dediler. Boş verdim…
Yollara düştüm bir başıma, yalnızım, yorgunum, bîkimseyim, alilim, zelilim, bîmuradım, eksiğim, esriğim, hatalıyım. Ama umutluyum, mutluyum, heyecanlıyım, hevesliyim…
Asıl olan yola çıkmak ve durmamak, vazgeçmemektir. Öğrendim. Yürüdüm, koştum, tırmandım. Bir nefeslik durak buldum. Adı, hüzünmüş. Dinlendim.
.........
Sen yoksun bu gece. Sen yoksun, yağmur var bu gece. Islanmak için sokaklarda yürüdüğümüz yollar bomboş nedense? Bu gece yağmur var. Ayın on dördü gibi cemalin, yağmur ve mektupların var bu gece yanımda. Acaba bir gün, ıslanmamak için koşarken, yolun kıyısındaki taşın oyuğunda ışıldar bir vaziyette, beni görüp avucuna aldığını bir şiirinde yazacak mısın? Acaba birileri, benim yalnızca bir avucu dolduracak kadar saf yağmur suyu, olduğumu bilecekler mi? Giderek avuçlarından, şırıl şırıl akan dere sularına verdiğin bir damla gözyaşı olduğumu bilecekler mi? ' Korkarım bilmeyecekler sevgili! Bilemeyecekler? Bu kadar saf ve temiz bir sevdanın, bir yağmur damlasında saklı olduğunu kimse bilmeyecek. Kimse anlamayacak, uzaklığının bu kadar yakın olduğunu. Bir yıldız da buluştuğumuzu, yağmurdan hızlı hızlı kaçan insanlar bilmeyecek. Seni ne çok sevmişim yağmur damlası. Cama vuran her damla minik bir öpücük olsun buradan, ta oralara giden her damla da, benim bir gülücüğümü gör pencerende, her damlanın çıkardığı seste, benim sesimi duyar gibi ol, her damla tertemiz bir nefes olsun, sende aşka giden... Ağlamak kadar gülmekte var yaşamda... Duyguların en yoğun halini, özlemlerin en büyüğünü, sevdanın en zorunu istiyorum belki de, bir sen, bir de yağmur var hayatımda. Yağmur damlaları, saçlarından kayıp, alnından kirpiklerine dökülür, gözlerinden, yüzüne dağılıp yanaklarını okşar, dudaklarına çarpıp, boynundan hızla kayıp ince gömleğine akardı... Avuçlarımı yüzüne değdirir, parmaklarımı dudaklarında gezdirirdim. Utanır gibi olurdun kimi zaman, çekinir, gözlerini, gözlerimden kaçırırdın. Bazen de, utanç halini yağmura dalmış gibi, hiç bir şeye aldırmadan, sımsıkı sarılırdın bana. Islak saçlarını okşar, nemli yüzünü izler, yanaklarından doyasıya öperdim... Bu gece yalnızım... Sen yoksun bu gece... Bu gece yağmur var. Yalnız ağlıyorum ıslak camların önünde, gözyaşım yağmur damlası bu gece. Islanmak istemiyorum, söyle yağmura dinsin, yağmasın bu gece... Gözyaşını bilirim diyenlerin, aslında bilmediklerini anlarsın, bir gün ayrılıklarında hiç ağlamadıklarını görünce. Yeşili severim diyenlerin, sevmediklerini anlarsın, bastıkları zaman bir ot parçası gibi yeşil çimenlere. Güzeli severim diyenlerin de, bir gün yanıldığını anlarsın... Meğerki ben seni ne çok sevmişim yağmur damlası... Seni ne çok sevmişim... Yıllarca senin dilinden konuşmuşum, senin gözlerinle görmüşüm, senin yüreğince sevmişim, düşlerimi seninle büyütmüşüm, yorgun ve sonu gelmeyen özlemlerimi yağmur damlalarında beslemişim... Oysa sen.. Teslim olmuşsun başkalara, yasaklara takılı kalmışsın, yenilmişsin. Yenilgiler intikama dönüşmüş boş yere, gururun yıkılmış, sen yıkılmışsın, her gün biraz daha akışı olmayan nehirlere dönmüşsün... Ben seni ne kadar çok sevmişsem, aramıza hep yağmurlar girmiş. Hep ıslak kalmış, el ele tutuşan ellerimiz, gözlerine hep hüzün yerleşmiş. Seni ne kadar çok öptüysem, o kadar uzaklara düşmüşüm, ayrı gecelerde hep sana ağlamışım, yokluğun büyümüş, yalnız kalmışım. Ben seni ne kadar sevdiysem, incinen çocuk bakışlarında kalmışım, hep koşmuş, yetişememişim yol ayrımlarına. Seni ne kadar çok uğurladıysam, o kadar çok beklemişim dönüşü olmayan yollarda. Sen hep uzaklara gider olmuşsun. Sonbahar ayrılık demek olmuş.. Ben senin, Eylül gecelerinin ay ışığında güzelleşen yüzünün tutkunu olmuşum. Fırtınanın önünde sürüklenip, saçlarına takılıp eriyen bir kar tanesinde yağmur damlası olmuşum... Zordu bir tanem... Hayatın gerçeğini, düşlerinin ıslığıyla bestelenmiş, kanayan bir şarkıya dönüştüren yüreğinin atışlarını dinlemek. O ıslığın seni götürdüğü yere kadar çekip gitmişsin sen. Yankı seslerinde anlamışım seni kaybettiğimi. Bağ bozumu hayallerimde ıslak kalan düşlerim kurumamış ve sen yağmurda yürürken hep susar olmuşsun. El, ele tutan ellerimiz ise hep ıslak kalmış. Dudaklarımızda bir garip yağmur şarkısı... Ben sana tutkun, sen bahar yağmurlarına aşıktın. Buğulu camlara resmini çizer, güneşle birlikte yok olurdun. Bunca güzelliklerin ardından içimizi buz gibi yapan, bizi üzen bir şeyler hep sinsice yaklaşır değil mi? Koşarak gelsen, diyorum yağmurlu bir gecede ve o çocuk bakışların gözlerimde. Ellerin ıslak, gömleğin ıslak, sarılsan boynuma, sımsıkı kucaklasam seni, usulca öpsem yağmurlu yanaklarından, ateşe kesilse birden üşümüş bedenin, ellerin sımsıcak olsa avuçlarımda. Bu aşk hep sıcak kalsa, 'boş ver' desen bana, 'boş ver, yaşamak işte bu yağmur sevgilim', geri dönüşü olmayan bir yola çıksak birlikte, bir sen, bir ben, bir de yağmurlar olsa. Mutluluk ellerimizde, gönlümüz hoş, içimizde kükreyen sevinç ve iki damla yağmur tanesi, biri sende diğeri de bende. Doyulur mu hiç yaşama? Ama korkuyorum aramıza mevsimlerin girmesinden. Korkuyorum sana geç kalmaktan, kaybetmekten korkuyorum seni. Oysa aşk, her gün büyütmeli kendini ayrılıklarda. Bu gece yağmur var. Islak camların önündeyim. Ya sen? Sen neredesin yağmur damlası? yalnız mısın? Yoksa, bütün kadehlerin sana kalktığı bir masa da baş oyuncu musun bu gece? Ödünç alınmış, yapmacık gülücüklerin karşısında mısın? Sen neredesin yağmur sevgilim? Nerdeyim? .. Nerdesin? ...
Bu aralar yine başladım Her şeye ''Daha kötü ne olabilirdi'' demeye Bilirim bu hallerimi. Kendimi salıvermişliğimin habercisi olduğu için Memnuniyetsizliğim... Senin sevdiğin şeyler çok sık çıkıyor bu ara karşıma Ya da hep karşımdalar da ben bu aralar fazla dikkatliyim. Seni özlemek için uygun bir zaman bulmaya çalışmıyorum ama Sanki şu aralar özlemesem iyi olacak gibi... Bilirsin ben biraz uçuk yaşarım özlemlerimi Özlemekten değil Özlemiş benden korkuyorum... Hadi bir süre unuttur kendini bana Baktığım her yerde görüp gözlerim dolmasın Ya da dalıp gitmelerim olmasın... Her an yıkılacakmış gibi duran yaşlı bir amcada görmeyeyim seni Seni son halinle değil hayat dolu bakışlarınla,sıcak gülümseyişinle anayım... ne olur özletme kendini bana... Ya da bir umudum olsun özlemin yanında... Geleceğini,döneceğini ya da asla gitmediğini Rüyalarımda da olsa söyle... Zor işte... Kızma bana Boşvermişliğime Umursamazlığıma Kaybettim hepsini seninle birlikte...
...
Her sabah bir başka ruhla kalkar gibiyim hepsinde bir parça SEN... Ve hepsi senden kaçmak uğruna başkalaşmış. Her gece uykuya ellerini tutarak yatar gibiyim ve o eller uzun zaman önce elimden kaçmış kimbilir kimlerle sevdaya, fahri ihanetlere bulanmış Adın bir dua... Adın bir beddua... Karmaşıklık tohumları yeşermiş yokluğunda. Ben kaçmak için koşsam da yarınlara gölgen arkamda kalmıyor...Yarınımda Sessiz ayrılık şarkılarımla haykırsam da asla affedemeyeceğimi, bir özrün bir af için yeterdi dedi kalbim Gururumun örselenmişliği düşmanca dikilirken kalbimin kapılarında, ' Gel' dedi 'gelllll! ' kaybolmamış merhametim. Ve o an utandığımı anladım. Tüm yenilgime karşın devirmemişim piyonumu, dört nala senin oyunundaymışım 'oyun bitti' yi görmüşlüğüme karşın... Yine sevgime kapıldım Sevilmeme ihtimalime rağmen, Hep sevilmiş olma ihtimalime inancım ağır bastı. En tuhafı En aşık halimle bile ben kimseye değil Yalnız kendime ait kaldımdı... Hani çok sevdiğiniz bir plağı bulursunuz da çatı arasında, buruk bir gülümsemeyle anarsınız geçmişinizi... Sonra o plağı dinlerken anlarsınız hiç bir anının sonsuza değin silinemediğini....Unutmak, unutmamaktır aslında...
... CONVİNCE AN ENEMY,CONVİNCE HİM THAT HE S WRONG IS TO WİN A BLOODLESS BATTLE WHERE VİCTORY İS LONG A SİMPLE ACT OF FAİTH IN REASON OVER MİGHT TO BLOW UP HİS CHİLDREN WİLL ONLY PROVE HİM RİGHT HİSTORY WİLL TEACH US NOTHİNG SOONER OR LATER JUST LİKE THE WORLD FİRST DAY SOONER OR LATER WE LEARN TO THORW THE PAST AWAY...
know your human right,be what you come here for...
... ... ....
Şimdi git…. Unut ismimi… Unut yeminlerini…. Seni hiç sevmediğimi farz et… Bu sevdayı hiç yaşanmamış kabul et.. Demir kapımı “ ölüme “ arala ve sessice git…
Git diyorum… Sadece git…. … Ardından ölüm gelsin ayak uçuma Sana kavuşmayı bilmese de, Seni severken “ ölmenin gururunu “ yaşasın bu yürek… Çünkü; sen benim, Ölüm ile hayat arasına çizebildiğim tek mutluluğumdun….
....................
Satırlarıma ‘sen’ değil, Özlemin dökülüyor…
Olmazsa olmazım ‘sen’… Yoksun işte…
Bir hayalden ibaret özlemlerim…Yastığıma başımı koyduğum da sadece sen'li hülyalara bırakıyorum ruhumu... Dışına çıkılması zor bir yol gibisin…Çıksam, düşeceğim sanki uçurumundan… Oysa yoksun, varlığımın sınırlarında…
Anladım ki sen kolaylaştırdıkça anlamını, ben zorlaştırıyorum seni…Oysa basit bir oyunsun, beynimin içinde karmaşaya sebep olan. Ve karmaşık olan sen değil, sensizliği anlamak…
Hangi kelime, hangi cümle sensizliği anlatabilir ki? Düşünüyorum da düşünecek bir şey yok özünde…
Varlığının yerine yokluğunu kabullenmeyi öğrenmeli avaz avaz… Bir sensizliği bir de yalnızlığı yaşayabilmeli içimde ki sesliliğe rağmen…
Oysa, Bıraksam çığlıklarımı terkini sindirecek suskunluğum… Bu yalnızlık, suskunluğuma eşit olacak sensizliğe giden her adım da…
Biliyorum, kendimi kandırıyorum zamana karşı… Ve bilmek bahane değil ‘bana’…
Olmazsa olmazım ‘sen’… Yoksun işte…
Ve görmüyorsun…
Sana gözlerim değil, Yüreğim… Bedenim… Ağlıyor!
....... ...
dışarı çıkarsın geceleri yürürsün bu şehir o eski beşiktaş'tır erkeksindir özgürsündür ellerin için şiirler yazarsın önce kendine tapar sonra kendinle yatarsın
yürürken bu ben ben değildir bir dev ürperir içimde beni bile korkutur
sen ağlarken seni en çok gözyaşların anlar sahipsiz kedilerin angarya kemanları rıhtımda unutulan gemiler boğazına yapışırlar senden geçmişini alırlar gelmişlerine geçmişlerine söverken en çok yumuşak dudakların utanır
bu şehir ilkbaharda bir başka kahpedir sana güneşler verir sonra aşık olmanı ister rüyalar susarken bir satır daha ayakkabının ökçelerini arasan bile artık çok geç
ben kalırken kendimi sana astım şapkam televizyonun üstünde belki bir gün alırsın sokakları ayyaş dolu şehirden yazıyorum sana ... beni duyuyor musun.
ben kendi etrafında dönen bir gezegenim sen artık bir güneş değilsin bunu biliyorsun karanlıkta kediler çocuklara benziyorlar üşüyorlar ama üstlerine bir şey giymiyorlar koparttıkları çiçeklerde sevgilerini arayıp yollara yazılı isimlerini çiğnetiyorlar
ben aragon'u ancak sen uzaktayken anlıyorum...
........... kelimeler mi tükendi kullanmadığım yoksa küstüler mi sayfalarıma özlediğim anlardandır şiir inlemelerim senin için başkaları için
pek kendime yazmadığım için mi bu isteksizliğim kafamı kullanayım derken kafa atmalarım kendimle barışmak için kendimle savaşmalarım bilmem ben şimdi neredeyim ipi kopan yoyo akrebi zehirli saat bana bütün yıllar artık bebeğim
kumsallara mı uzağım dağın zirvesine mi yaylalarda kamp kurarken sefer taslarımda kurtlanmış yemeklerim üzerime çığ düşse bile artık üşümüyorum
yarın sandala bineceğim sen yanımda olacak mısın biri korksa ıslanmaktan başını göğsüme dayasa adın ne dediğimde bebeğinim diyecek misin ben seni mi kaybettim sevilmemi mi gemileri limana demirlerken kelepçelerim paslandı neden
bu kan tükürmeler bu kapanmayan yaralar senin uzaklığından mıdır sen ki sigara içmek için dışarı çıkmış gibisin kendi avluna ördüğün cezaevlerinde bebeğim beni özlüyor musun
ben seni eski anıtlar gibi görüyorum hiç göremediğim bir yere doğru bakıyorsun belki yeni bir umut belki yeni bir felaket ama söylemiyorsun gördüğünü söylemiyorsun senin göremediğin üzerindeki kuşlar ben bir şeyler görsem de seninle konuşamıyorum seninle konuşmak isteyince bana deli diyorlar deli deseler bile artık çok geç sesler senin gidişine yetişemezler ki
eskiden sen vardın bir yerlerde beni beklerken ellerimden tutacağını bilir senli benli düşler kurardım
sen ve sensizlik arasındaki fark değil mi beni hiç olmadığına inandıran hiç görmediğime hiç öpmediğime onlarca uykusuz geceyi acı kahvelere yoran
eski satırlar aklımda senin için başkaları için yenileri gelmiyor belki babaları tecrübeli korkunçluğundan vurgulu gittiğine inanmak kaldığına kanmaktan zor
ve artık yazılar da uçuyorlar...
........... .ben yazarım bana gelir arada sırada öyle dolarken ikinci cin bardağa öyle başka efkar var mı insana günbatımından bak sen hâlâ genç beni ölememiş say üç kelimeden sonra kopacak kıyamet
merih adın daha konmadı senin hep böyle yarım kaldın fazlalığından ötürü benzetemediyse insanlar ötekilere suç senin değil merih onlar zaten öldüler toprak ve paraya zevkleri ve aşkları adına parçaladı kurşunlar beyinlerini böylesine kıyıp kendine nasıl olursun teslim oysa gelseydin sen unutup da kendini boşluğunun içine çatıda bir yerlerde unuttuğun oyuncakları geri verecektim oturup oynayacaktık en sevimli sandıkları çocuklarına inat
sen inanmıyorsun sen ama gene de var bir yerlerde umudun ve mutluluğun deli mavileri onlar uçurtmalar gibi hür ve ufuksuz yaşar her yaz tele takılır ilkbaharda tekrar yapılırlar hiç uçurtman olmadı mı senin yoksa gökyüzü hep tel miydi nasıl nasıl kaldın böyle bakmadan ardına hayatın at elini iki öteye göreceksin gözlerini gözlerinin sen de kendini de seveceksin de
dedim uysan bana yumsan usul gözlerini ben gene bilirdim seni senden uzak olsam da al yaşamanın çelik miğferini eline iki kanat vereyim sana altından tüyleri savun kendini kapa aklını saldır ileri kaybetsen de unutturmayacaksın hayata yüzünü
küçüğüm sen gel bana sen sev beni ne olursun diye sana bile söyleyecek yüzüm kalmadı benim yırtıldı yelkenleri gemimin ortasında sevginin fırtınam çok yakın çünkü bilmiyorum ne an limandan dolu ambarım çakıl taşlarıyla mutluluğu bulanlardan arta kalanlar bıraktılar kalanları atmam için okyanusa
gördün ya artık şiir bile yazamıyorsa ellerim gelecek bir ilkbahar daha kalmış bana demek hayvanlar bile mutlu koca kavak ağaçları mutlu sen sen sen neden mutsuzsun peki demedim mi gel diye mavi kanatlarımın altına ben korurdum seni yağmurdan ve soğuktan şu insanların kalabalığından gökteki yıldızlardan mutsuzluk lanetinden ve umutsuzluk zehrinden kendini kırıp gelmene bakardı özgürlüğünün bedeli
ufakken ki şaşma ben bile ufak oldum sanardım kendimi bir robot elleri ayakları çelik ta ki düşene kadarmış betona güzel yalanların sonu ayağının acıyıp kendi tatlı kanını emene kadarmış şimdi at sık meydan senin kendi içinde ama dikkat et bir ki bir kere bile yere düşme sonrasında ben bile inandıramamıştım robotluğa oysa senin işin daha zor sen mutlu olacaksın güya ben inanmıyorum hâlâ nasıl kaldığına mutsuz on altısında sırayı dövmeye çalışmana kafanla eh be çocuk sevmezsen böyle hayatı ucuz naylon çoraplar gibi yara yapar fark et artık suçlu hayat değil orda geçenler demek cidden anlamamışsın henüz neden uçar kelebekler pıtı pıtı kanatlarıyla onca kertenkeleye ve günlük ömürlerine rağmen neden en renklileri onlardır gündüzün mesela neden sallarlar köpekler kuyruklarını ve yalarlar kediler ayaklarını neden denizler mavi gökyüzü mavi ve neden ben senin yanına geldim cevabımı bilsem de
sarışın bir binanın önünde buluyordum seni çekingen ve ürkektin sanki hata yapmaktan senden çok yaşadığım şehri geldin bana anlattın ellerin oynuyordu ellerin bilmediğim bir oyundu bu almıyorlardı beni aralarına bir köşede ağlıyordum gökyüzümden yeryüzüme yağmur yağacaktı üzüntümden ve palmiyeler inadına yeşildiler
senle bir caféye oturduk adını hâlâ bilmiyorum sandığından çıkaramadı yaşlı büyücüler mutluluğu aylardan kesin ocaktı ısıtacaktık yüzümüzü çektin bir nefes sigaradan kan geldi yüzüne bıraksaydın kendini asla yetmezdi bize iki saatin anlatmak ne zordu gittiğini üç kelimeyle hoşuma bir de şu hoşuma ne acayip bir kelimeydi japon kenti gibi bu durumda bile gülmeye çalışmam ne acayipti
ve nasıl ve nasıl doğrulamıştın kalbini de hayır demiştin bin bir kelimenin ardına gizleyip ve öylece çekip gitmiştin kendinden büyük adımlarınla bu ne dramatik bir filmdi ne acı bir roldü seninki belki gerçekten istemiyordun belki benden korktun ikisinde de kazanan aynı oyuncu oldu
şimdi sen uyuyordursun karanlığın avcunda hatırlayınca ne dedin belki mutlusun belki pişman bir nefesin dağıttı mı yoksa öğlenki sözlerini hakkında en iyi bildiğim şey bilinmekten korktuğun korkak küsküs çiçekleri gibiydin yaklaşınca kapandın bu ne büyük ikilemdi ne koca bir uçurumdu ne derin ve ne uzak ve ne güzeldi
bak benim de uykum geldi gözlerim ağırlaşıyor komik olan şu ki hâlâ diyemedim sana hata şurada diye ne bahaneler var elimde ne de kesip atıyorum ufak geleceklerden dostlar gelebilir açmalı kapıyı sonra da çarpmalı ağzına hayatımda alacağı olanların yeter be demeli yetebilmeli be demeli belki sonra eski ingiliz savaşçılar gibi maviye boyanıp savaşımızın orta yerinde herkesten sonra şu korkaklardan şu nankörlerden bile bir tane kalmadıktan sonra ağzımdan akarken koyu kırmızı bir asalet mavialbatros efsanesinden bile sonra kendisi ölmeli
ancak o zaman kapanabilir gözlerim şüphe duymadan mutluca.
......... neredesin sen simdi ellerin usudu mu eline kahveni alip kosebasina dikilip beklerken hic yesil olmayan isiklari onlari da gozlerimin rengi gibi bekler misin
dun inkar ettiklerimi bir torbaya tiktim elim kotu karanlikti koyu bir suda yikadim
520'nin uzerinden arabalar bilmedigim bir ozleme akiyorlar kirkland kiyisinda iskeleler tutulmamis eller gibi uzaniyor her sey bana champs elysees'deki anlamsiz koruyu animsatiyor oysa sen yoksun burada belki yoklugumuzda oksuyoruz heveslerimizi o hevesler ki bizi raki ve su gibi karistirmiyor
bazen gunesi gormekmis sabahin en buyuk mutlulugu bazen bir asyali cubugunu duzgun tutup lokmani yutabilmek hayatimi efsanelerimden ayikliyorum ne kalirsa geriye az da olsa benimdir benim olsun benimle kalsin gozlerimi yumarken burusuk endiseli suratini goreyim
dogrudur buralarda insan cok sairane olamıyor vazgectigin bir bozuk para gibi vicdanini chatelet metrosunda baska bir trene aktaramiyor yari sarhos uzattigin ellerin kiz kulesinin sessizligine degmiyor
belki bu sayede farkediyorum artik hic portakal koparmadim dalindan bir kedinin dogumunu izlemedim tren gardan hareket ederken hic tanımadıgım birine el sallamadim birileri buna kibarca olgunlasmak diyor
vazgectigim her seyi kırık bir ayna gibi yapistirmak istedigim oluyor bazen seviniyorum yuzumdeki cocuga kimisi saclarimdaki akları isaret ediyor
ellerin diyordum yine kendi derdime daldım ellerin ki yumusaklıgını hicbir seye degismem ne zaman yalnız kalsam ben buradayım diyor sonra en uzaktaki koseye sığınıyorlar
ellerin diyorum dilimden dusmuyor tek tek opup yanagima bastirmak istiyorum bilmem neden en çok ellerini özluyorum...
MUTLULUK BIR VARIS DEĞIL, BIR YOLCULUKTUR. ' PEK ÇOKLARI MUTLULUGU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR. '
-KONFUCYUS-
SENİ TARİF EDEBİLME YOLLARINDA
seni seviyorum ellerinden tutmayı koşarcasına o cadde bu kumsal her adımda öpüşmeyi senin o kahverengi gözlerin yok mu suçlu onlar sen değilsin sana kıyıp suçlayamam bilirsin ben burada özgürlük hapsinde saat kaç gene bilmiyorum sen yoksun ellerin yok gözlerin bilmiyorum kayıpsın bildiğim bir bilinmezde seni ancak geceleri görebiliyorum bana yıldızlar kadar uzak ve bir o kadarda ışıltılı ve sessiz belki bunlar da dayanır da en kötüsü seni eve bırakıp o yolları geri dönmek tek başına anılar boğazına yapışmış ama sen buna değersin ve tabi fazlasına hiç bir fikrimin ve hiçbir yerimin kesinkes şüphesi yoktur seni sevdiğime gelecek güzel günlerin adı seni sevmek uzakların ve daha ve daha kanatlanıp uçmanın adı sen yıllar sonra gelen bir ufak paket bana bilmem kimin bilmem nerelerden getirdiği bir bilinmez boşluk kuytu ve sıcak bir bir bilmiyorum nesin sen nasıl anlatırdı seni mısırlılar duvarla dedeler torunlarına yıldızlar kediler ve öpücükler kızı seni nasıl sevdiğimi bilemezsin nasıl sevmek istediğimi yıllar sonra yeniden çok uzaklardan daha uzaklara gitmeyi seni artık bana ölesiye uzak değilsin telefon numaran yazılı ahizeler kablolar ve yolları aşıp emin olduğun bir şeye inandırmak için sana ihtiyacım olduğunu anlatmak için her gece saat sekiz olunca kanepenin yanındaki şeffaf telefonun çalınca sen de biliyorsun ben olduğumu ne olacağını bilmediğin kadar sonsuzluğumuzun sonunun sonumuzun uzun
seni seviyorum diyebilmek ne güzel şey! ..
ONURSUZ AŞK
I kollarım kırılıyor yağmur yağmasa bu gece yorgun yüzümden düşen bin parça hepsi adınla yere çarpıyor hatıraların bende kaldı sen de kapının önünden alırsın
dört yanında suratını gördüm gecenin ben artık aşkın çok kuzeyindeyim şimdi sen neredesin kiminlesin falda sarışınlar da çıkmış bahtına aylardan sonbahar bir de acıklı yaşanamışlar
umudumda boğulanlar ah şu cevapsız telefonlar kaç yüzyıl kimse bilmez sensiz yaşamıştım şimdi savaş zamanı herkes ekmek alıyor ceplerimde pırlantalar ama açlıktan ölüyorum
her saniyeni özlüyorum ama artık imkansız beklentilerim sabun gibi eridi doğru demiş adam - sadık yarim kara toprak
II j'aimerais bien qu'il n'y a rien entre nous aussi moi, toi, nos coeurs ou conceits
on parlait beaucoup de demain qui n'arrive pas dans les jours lesquelles des demain potentiaux je comprends maintenant j'accepte que tu n'est pas qui je rêve que tu ne donnera pas l'amour que je rêve
tes yeux seraient à la cantine et des pieds échoeront dans les coridores mais non plus tu m'interdis l'horizon ou l'enfer où je peux trouver ma paix sans toi
ne me chante pas de tes déceptions et tes principes de vieux école j'ai tout perdus sur toi aucun regret aucune colère trop simplement tu as déjà tue tous ces qu'ils avaient créés toi
III elimde 39luk top mermisi soğuk birazdan suratına fırlatacağım sarhoş yüzüm eğik buruk klarklarda duygu sömürüleri bütün yapraklar üzerime düşüyor kalbimin küllerinde boğuluyorum neden hep aynı hatıralar aylardan sonbahar bari bu gece yağmur yağmasa açık pencerenden nefesin kulağıma gelmese yüzüme kapadığın ahizelerin sesiyle karışmış artık ne arkadaşız ne de aşık
ben imkansızı sende öğrendim sevgili küfreden yaşlıların demli çayda kekleri baltası sırtıma saplı annelerin ricaları yuttum yuttum artık son bu sefer kalbimi de kusacağım
ben kadında karakter ararım
IV kültablasındaki yakıp yakıp söndürdüğün izmarit gibi yaşanmışlar artık ateşleri kalbimde söndürüyorum körükle gidiyorum yangınının üzerine yansın bitsin ne var ne yoksa onursuz aşk olmaz olsun
hata değil bu yaptıkların resmen intikam hatalar affedilir peki ya intikamlar her telefon sonrası sudan çıkmış balıklar itin eceli nefsine itaatindenmiş
nerede o kadın nerede japon konsolosluğunun önünde öptüğüm kaybetmekten korkan kalbine ağlayan yalnız gecelerimde rüyalarıma sokulurdu gözleri alevle parlayınca gecelerim gün olurdu o kadın sen değilsin sen o kadın olamazsın ellerimi tutmak için şeytanlarla bir olurdu
mektuplarda yalanlar-hele o ergüvanlar satır satır inandığım bir çocuk masalıymış dinleye dinleye iki sene uyuduğum
yarın yeni bir gün peki ya seni görürsem
...yorgun şiir...
ben biraz şiir dinlemek istedim kimse vermedi kelimelerini
şehre yağmur olup ineceğim akşam haberlerinde namımı duyacaksın bir karanfil gibi solarak öleceğim defterinin arasında saklayacaksın
o gökyüzünü ben yarattım her öğlen durup baktığın sanki marifetmiş gibi bulut çizdim oysa bulutlar beyazdı senin de dişlerin beyaz gülümseyince pek hoş duruyor oysa parasız ve sahipsizim adımı bile kimse bilmez sor inanmazsan köşedeki börekçi tanır mı beni bu şehirde gezen yalnız bir hayaletim ben sen ne zaman gelsen hep dolunay oluyor
attığım her adımda düşünceler yükleniyor her işi yarın yapacağım o yarın hiç gelmedi damperli bir kamyon gibi satırlara boşaltıyorum onları o yarın hiç gelmese de biraz daha sabah uykusu yaşasam hem ölmek için daha erken hele de gerçek seni görmeden çoban salatasına bulaşmış bir zeytinyağı gibi bulantım tuzu eksik olunca yöresi farketmiyor
II sabahleyin yüzümü yıkamak istedim evimi su bastı
mutlu olmak ne demek sen daha iyi bilirsin ben kafamı hatıralara çarptım ağır yaralıyım hani öpsen diyorum olur ya geçer derler saatler on iki olunca bu bene ötenazi yapacağım sessiz sedasız bir dalgada bir balık oltası gibi kalmak yine de en iyi hayat bana göre yaşadığımdır
kime güvendiysem hançer olup saplandı sırtıma hile yapmamak hataydı belki de oyunun adı hileyken şaşı olup görmemek istedim şu insanoğlunun yüzünü hatta gece olup maskeler düşünce kör olmak ne yaptıysam da sağır olamadım ah o düzenbaz laflar
kanlı bir baltanın ışığına doğru esti rüzgarın hüznü bir mayına mezar kazdım içine korkularımı gömdüm cadılarımın koynunda yanarak öldü adına acıma denen zaafım ihanet fısıltısı sessizliğinde yüzüme yağdı yağmur teninin kokusu yayıldı bedenime aşk yalnızken farklı sızlatıyor cumartesi gözlerin gelene dek çamur gibi bulanık kalacağım
ben sende bir ölünün kefenine olan tiryakiliğini yaşıyorum
III bari dedim biraz dans şarkı bitti
ve daha ne yapsam ah ne yapsam hep bir kasvet çöktü omzuma topuklarıyla ellerime bastı öyle bir labirentti ki her sapağı çıkmaz çukur desen dibi yok merdiven mi her basamağı kırık bu nasıl bir iş ki beni böyle yordu ve de şiiri biz uyumaya gidiyoruz belki bir şarkı oluruz yatmadan önce dinlediğin
bıraksalar bir totem olup küseceğim afrikada bir kabilede ain düzenlenecek onuruma beyazlar getirecekler iplerle bağlayacaklar yeri sarsıp göğü yaracağım bana üç yüzyıl daha tapacaklar sonra örümcek ağı gibi büyüyeceğim ağaç dalında kollarımda türlü haşeratlar yaşayacak ölmek için sıraya dizili ama yetmeyecek biliyorum yetmeyecek nedenini biz ortak yaşıyoruz bak bu şey güzel şey
sana uykular bahşederdim en derininden mümkünse yatağındaki çarşaf olabilir miyim temiz ütülü ve köşeleri karyolana iliştirilmiş ve bir güzel rüya bir tek güzel rüya yaşatsam sonra beğenmezsen solup düşerdim
gece hayalinin gökyüzünden uykuma bitmeyen yolculuğudur
DİYOJENLER VE KRAL
I gündüzleri köpeklerin ulusa da veya akşamları ailen zaman tünelinde kaybolsa mucizelere kalsak kör olsak göremesek ben seninleyim sen benimlesin hiçbir makas kesemez rüyalarımızı sen masumiyetini kaybetmedikçe
gerçek bir sabah olup sen ve ben birbirimize uyanınca elbet bize bir şeyler söyler martılar ve gidilecek ıssız bir ada tarifi biz buluruz bir şekilde yolumuzu
II bir gün seni görsem yolda giderken tutsam kaçırsam seni eski bir mağaraya polis sirenleri bedenini arasalarda ruhun hep benimle seni kimselere veremem kathedrallerin vitraylarında mendereklerin yosunlarında bir roman daha yazarım seni orada saklarım gözlerinin içine mum akıtanlardan
ben seni kimselere veremem seni gidersen en çok ben tükenirim
III sensiz maviyuva karınca imarethanesidir onların antenleri vardır dokunarak anlaşırlar oysa senin telefonun var ama sen arayamıyorsun sesime kötü bir dev uyanıyor biliyorsun
kimbilir görüşmeyince konuşmayınca ve yazışmayınca birbirimizi unutacağımıza hâlâ inanan bütün ömürlerinde çocuk kalbi yiyen asit içip kanser tüküren muhtelif yaş ve boylarda yaratıklar yaşıyorlardır bütün ömürlerini bizi ayırmaya adamış biz birbirimizi sevdikçe cehennem ızdırapları çeken elleri küçülen gözleri mimlenen maskelerinin altında şarapnel izleriyle ürküten kelimeleriyle cinayetlerimi yaratanlardan elindeki en güzel kaçış sıcak kalbindir kalbini canavarlardan koru sevgini diş izlerinden bil ki sadece yarasızsan sabahı görebilirsin
IV derini paylaşabilir misin peki ya gözbebeğini yirmi parmağın olsa da birini kesebilir misin işte ben de seni bırakamam seni beklerim bir yıl bir ömür belki de hepten sensiz kalmaktan kaçarım hep omlet yaparım yarısını tavada bırakırım bir gün gelip yemen umuduyla yaşar yokluğumu fırsat bilen boşluğumun mahvedeceği böcekleri senin sevginin şaşmazlarıyla avlarım
diojenler kılıçtan kaçar oysa ben kral öleceğim bunu bilmek bile yetiyor ve de umut etmek simetrik bir yılın haziran aylarında bir yaz ayını geceli gündüzlü bilmem kaçıncı ayımızı pastasıyla paylaşmak yelkenleri özlemeli geceler adına yatağına dikmek tek bir öpücüğün yeter açık yaralarıma ve sonra da başımızı alıp gitmek kanımca yaşama sevicinin ölmediğine tek ıspattır
kurtadamlar dolunaylarda gözükür ve insanın yanına ölüm için gelir elimdeki gümüş mermi tam onlara göre bana o gümüş mermiyi veren senin sevgin kurtadamın derdi seni parçalamak bu ölüm paradoxundan sağ çıkan emin ol sadece sevgimiz olacaktır
V kendine iyi bak tanıdık geliyor mu?
MADDİYATÇIYLA DUYGUSALIN AŞKI
merhaba, dedi duygusal, sizi hiç görmemiştim size kurulmamış cümleler getirdim öpülmemiş dudaklarınızın kıvrımlarına gizlenmiş tatlı gülümsemeleriniz için
iyi de, dedi maddiyatçı, bana ne ne kazandıracak bana o laflar zaten sen de saman kağıda yazmışsın satır atlayarak okurum en fazla bu
ne tatlısınız ne de latif hiç ağlamamış parlak gözleriniz ne kocaman sizin yanınızda olmak en büyük mutluluk birgün beni bırakıp giderseniz ben de sizinle gelebilir miyim
durdu maddiyatçı baktı şöyle tepeden sen dedi sen ve ben öyle mi güldürme beni sen mi geleceksin peşimden sen anca evden kovarsın eşini
aman, dedi duygusal, nereden çıkardınız ölürken gözlerim açık giderse seveceğim kadını yanıma almaya kıyamayacağımdandır bana bunu nasıl söylersiniz
seni itsem kuyulara dedi maddiyatçı çıkabilir misin bir başına zaten kaşların çelimisize aşina her şeyim dediğin evin bile kutuplara dönüyor ekim ayında
insanın kalbindeki evdir gerçekte yaşadığı dedi duygusal içini çekerek ben de bilirim saraylarda yaşamayı ama tırnaklarım bu kadar geçiyor henüz hem iki gönül bir olunca olur derler samanlık seyran
olmaz, dedi maddiyatçı, ben öyle mi büyüdüm benim arabam var anneannem saray kızı jakuziden aşağısını kaldıramaz nazik tenim evet diyemem ailemden aşağısına
sarılıp uyusak birbirimize sabah uyandığımızda yanımızda bulup yanağımıza küçük bir buseyle günaydın tatlı bir omletle kahvaltı boğazda bir yürüyüş beyoğlunda bir film hayat güzellikleri yaşayacak kadar kısa dedi duygusal, hayat sevmekle anlamlı
ben gelemem, dedi maddiyatçı, sıkılırım her gün aynı kişinin yanında uyanmaya sana yemek yapacağıma... olayım ben o omleti başkası yapacaksa yerim unutma kaşarları karışacak yumurtası anlaşılmayacak zaten benim gitmem gerek erkenden annem var babam var amcam gibi yaşamak isterim
oysa, dedi duygusal, biz bize yaşasak içimizdeki çocuk konuşsa güzellikleri saklamasak bakın şuracıktaki bankta gün batımı ne tutklulu ve karşıki ağacın dallarındaki erikler bir gülümsemeniz için hepsini koparırdım tabi eğer isterseniz
eriğe para vermemek için hırsızlığa başladın bugün gülümse diyorsun yarın neler istersin süzdü maddiyatçı, sana nasıl güvenirim
ben sizin için dünyanın öbür ucuna gelirim elinizi tutmasam da olur sizi uzaktan seyredeyim son kez olacağını bilsem yine gelirdim beraber bir kahve içer sohbet ederdik
kahve, dedi maddiyatçı, kahve öyle mi ben çay içerim asiller çay içer nesquick'im koyu olacak brokolim çok pişmiş siz de kendinizi adamdan sayıyorsunuz o güzel kelimeleri ben de kurarım ama önce içimden geçirebilmelisiniz
işiniz varsa görmem maniniz varsa susarım sizi her gün ararım tek güvende olduğunuzu bileyim
ben bilmiyorum neredeyim sen nereden bileceksin aklıma eser paris, bakarsın yarın londra acem yaldızlarıyla cv parlatacağım gece ikilere kadar mesai on bin dolar maaş aşk diyorsun anlıyorum ama anlamsız ben lüks içinde yaşamak istiyorum sen evime bırakamıyorsun unutma birgün küfredip giderim
gitme dersem sizi özleyeceğimdendir bırakadıysam ellerimle sizsizliğe teslim edemediğimden kendimi kalsanız her şeyimi verirdim hem bunları parayla alamazsınız fakat demin aşk mı çıktı ağzınızdan diye durakladı duygusal siz o kelimeyi bilir miydiniz bakın kulaklarınız kızardı belli içiniz ısınmış
aşkla ağlayarak vakit kaybedemem ben aşk aptallar için benim hedeflerim var daha emirgan'da köşk yaptıracağım ebeveyn lavobasında en az iki musluklu güzel konuştuğunuzu sanıyorsunuz ama bana söker mi yolumdan çekilin kendime yetişeceğim
ben sizi beklerdim siz kendinize dönene dek göreceksiniz birgün yanınızda boşluk hissettiğinizde rüzgar esip savurunca saçlarınızı enseniz ürpericek peki, dedi duygusal, zorla değil ya ama ben sizi yine de beklerim
zorla değil tabi, dedi maddiyatçı içinden gelecek ailenin de onlar yardım etmezlerse aşık olsam da evlenmem borçsuz eve girerim ben her tatilde yurtdışı maaşım kozmetiğe zamanım işyerine kürkler hizmetçiler en tabi hakkım
böyle mi paylaşırsınız hayatı siz hani bir dilim elmayı bölüşmek derlerdi ve sonsuza dek mutlu yaşardı sevenler elmas gerdanları olmasa da belki de gençsiniz anlayamamışsınız şu hayatta önemli olan şey nedir gözlerinizi kapadığınızda kürkler ağlar mı para kazanmak için mi yaşarız yaşamak için mi kazanırız dalıp gidince harcamalar mı gülümsetir sessiz ve masum anılar mı hem niye tercih eder ki insan sadece bir yolu doyacak kadar çalışsak gerisi keyif her şeyi isteyen hep alır hiçbirini
demek çok aklınız var bu ne küstahlık belki beni benden iyi tanıyordursunuz
sizin için endişelenmek ne haddime benimkisi seven birinin şevkati
çekil dedim gölgemden o benim gölgem seninle gölgemi bile paylaşamam ben tek çocuk büyüdüm her şey benim annem bile adam demez sana babam desen bir kaşık suda boğacak unut gitsin en iyisi ben seni pek sevmedim kanım ısınmadı nerene baksam bir iğreti duruyor senden bir şey istediğimdense bu tesellin tesellini de al çekil yolumdan...
Bir hayatın tozlu sayfaları içimi acıtan. Ceplerimde kırık gece masalları duruyor, Öksüzlüğümü avutuyor sonbahar. Ne yana baksam sen oluyorum, Parmaklarımı kanatıyor kirli duvarlar. Kuşlar yuvalarından terk ediyor beni, Bir sarsıntı geçiriyor yüreğim,sen şiddetinde...
Ellerime kar diye yokluğun yağıyor, Aşk sorgusunda yüreğim can çekişiyor. Yüzümde sensizliğin izleri, Ayaklarımın altında bir yığın cam kırığı...
İçimden sökülen her kelime, tekrar dönüp içime batıyor. Ve her seferinde sana isabet ediyor. Bir zindan karanlığı şimdi gecelerim, Duvarlara sinmiş gözlerinin rengi... Saatleri infaza çekiyor gelmeyişin, Yavaş yavaş gidiyor benden hayat; Damarlarımdan çekiliyor içimdeki sen! Bense düşüyorum hiçlik ötesi bir hayata, Kanıyorum sana, sende aşkı buluyorum Hem de ayrılığa çarpa çarpa...
Suskunlukta sesler daha çok acıtıyormuş, Bu yüzden senden harf harf kaçışım. Yalnızlığıma esir düşüyorsun, Bense kayboluyorum cümlelerinde. Ve susuyorum sana,avaz avaz susuyorum. Sende birikiyor içimin tüm sökülenleri Ben dipsiz bir kuyu oluyorum. Biriktiriyorum her harfimde seni...
Şimdi yokluğa düşüyor zaman, Ben bir adımda düşüyorum senden. Kuytularıma sokulma,bırak bana uçurumlarımı, Kalemimden azat et beni, Herkes konuştuğunu yazar,bense sustuklarımı...! ! ! ! Hırsrzlrk; Para, Mal Çalmak Mıdır? Saadet Çalmak, MÜthİŞ Hırsızlık Olamaz Mı?
KUSURSUZ YAŞAMAK...
yumru parmaklarından geceler doğurdun kelimeler ki onlar yine benimledir sen şimdi kim bilir hangi şarkıyı dinliyorsun kaybetmemek umudundan ellerini kırıyorsun ben eski bir şilebin yerinde kalma teorisi çıkabiliriz artık ben cinimi bitirdim
hayat en tuhaf oyununda geleceğin yarın hangi gün takvimler söylemiyor yaşanamamışları limelerken derinlik hesapları duran bir bisiklete binmekten yorucudur
sana ne söylesem yüzüne varamıyordu belki atmacalar kuşlarımı tutuyordu aylardan aralık olsa da tek bir aralık bırakmadın
insanlar karanlık odalarda yanarken ısınmak mı aydınlatmak mı istediler sen bir yaşamak istedin azrailimden parka gitmek isteyen çocuklar gibi kaçırılacağını biliyor muydun ya çıkarken hiç ray olmasa da trenler rötarsız kalkmalılar
kusursuz yaşamak senin istediğin ağlamalarından ve bunalımlarından ayrılarak hâlâ mümkünse geçmişini dövmek bir temiz ne söylersem inkâr edeceğini biliyorum biliyorum yine de kelimelerimi seviyorum seviyorum ve korkuluklar gibi tek kâbusum kargalarken kargaları ben korkutuyorum belki bir ring otobüsüyken son istasyonumu arıyorum
seni bende esas yapan tek yudum kalmış cini paylaşabilmek ama hâlâ tortulaşmamış ve limonu az sonra oturup boşlukan geçenleri seyretmek ve sen eski sevgililerim gibi bana değiştiğini söylüyorsun eskileştikçe inanmak her şeye yenik düşmek demektir ben kendime inanmıyorum üç senedir
üzerime yağmur yağdıkça balıklaşıyorum arafelerde maviyuva soğuk ve ıssıza bir gemidir ellerimi kocaman ellerimi üşütür sessizliğinden koyunları oyalamamak için çitleri kaldırmış tiksinmemek için camları seyrediyorken benim de aklıma gelen sadece eski sarhoşluklar ve hiç bitmeyen eski akşamlardan kalmalar bütünlemesi olmayan
seni suçlayamam bu senin senaryon yönetmenin senaryosu gözlerinde ufalmalıdır satırlarına değişmen geldiyse değişebilirsin gidebilirsin ve hatta gitmelisin tek ricam gidersen geri dönmemendir
fırtına koparken açılırsan boğulursun çünkü sen balık değilsin sahil kayalıkları gibi kopa kopa yaşamışlıklarını bilirim
kendine geri dönünce seni sen karşılamayacak sen ormanlarını yaktın kasabanı yaktın geri dönünce saçların hep jöleli olacak başıboş resimlerin tutsaklığı anlaşılmamaktan harabelerinde inekler otlayacak gitme diyemem bu senin kararınsa tek ricam gidersen geri dönmemendir
............
Bana kalbini ver...
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine... Acele giden gece zamanlarında çarpacağım
bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana...
Düşerken dibe soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana...
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe Yüksek sesler alçakça dinlenir Bana usul sessizliğini ver...
Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince Adının anlamını ver bana... Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana...
Başkaları bu aşkı oyalamak için var olur Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar Bana kendini ver...
Her şeyden ayıkladığın kendini… En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda
Yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver... Yaralar değil canı yakan
İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği Yaralarını göster ve bana izlerini ver...
Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde Baktıkça seni gördüm Bana var oluşunun sırrını ver...
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım Bana zamanını ver...
Atlardan daha hızlı koş oraya Soluk soluğa kaldıkça koş Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat
Vaktinde yetişmek için bana Bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya
Bana verdiklerinle bekliyorum seni
Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde
Kuşlara takılmasın ayakların. Takatini zorla ve koş oraya
Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, Dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin,
İntiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya koş.
Ben bütün gemileri uğurladım, gitmeyeceğim İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim Yazılmış sözleri susuyorum Konuşarak, yazılmamışları siliyorum Bana hecelerini ver...
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç Bana başlangıçlara yeter hevesini ver...
“Susacak var” edilen bir yemin, sözle tutulamayan Bana yüzünden çizgiler ver...
Gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.
Suya yazılmaktan kurudu kelimeler… Bana bir cevap ver.!
......... Hic düsündünüz mü Ne cabuk degisiyor canlarımız? Herhangi biri canınız oluyor bir anda... ''CANIM'' diyorsunuz birine; yalansız, sıcak ve icten... Oysa o sizi canı saymıyor ve cekip gidiyor birgun ansızın.... Hersey guzel giderken, bir bakıyorsunuz hepsi yalanmıs Sizi yari yolda bırakmıs, cekip gitmis ''canım'' dediginiz... Sevginizi, ona verdiginiz degeri hiçe sayıp gitmis...
Ama yalniz gitmemis, sizden onemli bir parca da almıs yanına. Ondan olan diger yarınızı, canınızı...
Her yeni iliskide bir can daha kazanıyoruz, Oysa bitenler de bir can alıyor canınızdan Size kalansa her bitisin ardindan; Bir baslangıç degil asla! Acı, hüzün ve onların çocugu olan gözyaşı... Sonusuz bir karanlık, boşlugunda kayboldugunuz... Ve tabi size kalan diger yarınız... Bir diğer yarısı hiç acımadan kesilip çalınmış sizden. Ve o kesik hiç iyilesmeyecek aslında... Ama siz, kendinizi kandırmayı yeğliiyorsunuz Her seyi itiraf etmektense kendinize... ÇÜNKÜ;
boylesi cok daha kolay... Gerceklerden kacIyorsunuz Herseyin tekrar eskisi gibi olacagını söyleyip Avutuyorsunuz ruhunuzu... Sizde farkındasınız oysa, Bir daha geri gelmeyeceginin giden canlarınızın... Ama bu gercek ürkütür sizi Karanlıkta kaybolan sessiz bir çıglık gibi Kayboluyorsunuz sizde; yitik canlarınızı dusundukce... Biliyorum Diyeceksiniz ki, bu ne karamsarlık... Ama hayat bu kadar karanlıkyüzünü gosterip, yerini hemen karanlıga bırakırken, canlarımız yiterken,
Sizde elinizde olmadan, hic farkına bile varmadan Yeni canlar edinecek, Ve canınızdan olacaksınız. Yine ve yine yarım kalacak, yine eksileceksiniz. Kendinizi eksilten siz olacaksınız çünkü buna izin veren sizsiniz... ''HOSGELDIN'' diyen siz... Hiclige sürüklenisinizi izleyeceksiniz bir köşeden Solugunuzu tutup sessizce... Birine ''canım'' demeden once iyi dusunun... O, canınız olmayı hakediyormu gercekten? Ve siz, Bir kesige, bir parçanızın daha kopup gitmesine, Bir candan daha olmaya hazırmısınız? Hadi, durmayın, gidin yeni bir can bulun kendinize, Yeniden YARIM kalın... Soylesenize, ne cabuk degisiyor CAN'larınız?
Sen ,,,kendini ondan alamadığın kaç an geçti,,,bir kaç debelenmenin izi hala beyninde,,bedeninin her yerine gizlenmiş o izbe gözlerinden sen olmayan gözlüklerini alalı çok oldu,,kanın yoğunluğu kaç defa çarptı uyku ve uyanıklık arasında dolanan uzuvlarına,,,neye inat yaşadığın belli olmadan sadece yazıyorsun,,,hadi git şimdi ,,,yapabildiğin en iyi şeyi yap ,,,Saçmala,,,
bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına
çıktı mı deprem sanırdın 'kara kız' kantosuna
titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina ...
çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan
ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan
sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i
ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından ...
işgal altüst etti nasıl da izmir'de her şeyi
öğrendi kullanmasını despina bu yanlış geceyi
körfezde parıldayan yunan zırhlılarına karşı
miralay zafiru'la ispilandit palas'ta sevişmeyi ...
gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması
havuzda samanyolunun hisarbuselik şarkısı
demlendikçe yanlızlığı aydınlanıyor muammer bey
olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması...
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı...
insanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır' der dostoyevski...
veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yaldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer,birlikteliğin örttüğü tüm kusurları, ayrılık sergiler,bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.
'ölene kadar' diye söz verilmiştir, ama 'ölüm yolunda' başka tercihler belirmiştir.
kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı 'aklını başına al' diye fısıldar kulağına; haytası ise 'kalbinin sesini dinle' diye çekiştirir eteğinden...
hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.
'ama'yla biter alelade iltifat cümleleri:
'sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü', 'seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim', 'ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim' vs.. vs...
sonra gelsin uykusuz geceler...bir türlü karar verememeler...ruhen gidip gelmeler...'hele biraz daha zaman geçsin' diye nikah ertelemeler...
birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar...
'aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için'e kendini inandırmalar...
sonrası hep aynı:
bekleyenin 'hani sonbaharda buluşacaktık. hazan geldi geçti, sen gelmez oldun' sızlanmaları...
bekletenin 'geliyorum az kaldı' oyalamaları...
bittiğini bile bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar...
terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar...veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler...
üzgün görünmeler... bağış dilenmeler... '...ama kaçınılmazdı' demeler...
'sözünden caydın' yakınmalarını 'sen de eski sen değilsin. değişmişsin' diye göğüslemeler...
... asıl kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler...
ve son sahne:
terk edenin o mahcup 'gönlüm başkasında' itirafına karşılık terk edilenin kırık çalımı:
'uğurlar olsun! ben yoluma devam ediyorum'.
ihanetler böyledir:ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir ondan sonra dur durak yoktur: güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan biçare dervişe döner.
artık acılara hapsolmuştur: buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin 'ah'ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır...
Geceleri saçlarıma değen ılık bir nefes sanki...
Uyanıyorum uykumdan en derin sessizliklerin olduğu saatlerde,
bakıyorum etrafıma kimseler yok!..
Peki neydi beni uyandıran, saçlarıma değen o ılık nefes kimindi?..
Ruhumun sarhoşluğumu var yoksa, bedenimin isyanımı?
Bilmiyorum...Beni çağırıyor sessizliğin sesi, bilimezliğin gizemi anlamıyorum her şey bölük pörçük yüreğimde
peki bu duyduğum ayak sesleri kimin?.. Korkuyorum gecenin ıssız karanlığından, gecenin gizemli bakışlarından...
Sadece hissediyorum, hissediyorum izlendiğimi hatta,
hatta korunduğumu hep bir soru, bir muamma beynimde neden birebir yaşayamıyorum bunları, neden gecenin ıssız sessizliğinde çıkıyor ortaya bilmiyorum...
Her gece aynı saatte saçlarıma esen ılık bir nefes uyandırıyor beni ve görüyorum hep o hayaletin ayak izlerini...
Umudumu yitireli hayli zaman geçti yeniden sevebilmek zor
Umudumu yitireli hayli zaman geçti yeniden sevebilmek zor
ellerimin arasından kayıp giden sen..
yeniden doğarmısın karanlık sabahlarıma,
aşk..seni tarif edebilmek imkansız mükemmelsin,mükemmelliğin ayrıntılarında gizli..
bir elin mutluluk veriyor,diğer elinse acıyı ve mutluluğu almadan acıyı almak o kadar zor ki..?
işte tek nedeni bu..!
sen..yeşil cennettim aşk senin ezip geçeceğin kum taneleri değil..
üstüme bastığın yeter,ezip geçtiğin yeter
her an kaybederim korkusuyla hayatımı zindana çevirdiğin yeter..
istediğin bir değil bin çiçekse
istediğin başka bir ten,başka bir bedense..
istediğin ben değilsem eğer
peki..
azat kuşunu yüreğine bıraktım
geçmişi gömeriz en dipsiz kuyulara,sevda şarkılarını yok ederiz..
bir sen birde ben vardık evvel zaman içinde...
masallara devrediriz yitik sevdamızı
bir varmış bir yokmuş oluruz
unutursun...
unutulursun belki...
şimdi. bırakıyorum seni..
gözyaşlarım işkencelerde,kelimeler kifayetsiz
umutlar yitirilmiş..
ne yeni doğacak gün için can kalmış bedende
nede geçmişi unutacak kadar kalpsiz bir yürek
hadi..al git ne varsa
topla yüreğimin kırıklarının
hadi.. bir tekmede sen at savur çamuruma
hadi..hiç yaşanmamış say beni..
hadi..git ne olur göm diri diri beni..
Hayaller görmeye başladım..dışarı fırladılar...Aldanıyor gözlerim ve birini yakalamaya çalışıyor hep, daha göremeden yutuyor karanlık onları...
Ben çok ağırım, onlar çok hızlı...
Bir peçetenin üstüne resmetmek onları..anlamadığım bir çoklarının hayalleri gibi..resmedilir mi?
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
Hadi, burda bana eyvallah,
Evime dönüyorum, düşlerime.
Patagonya’ya dönüyorum:
Rüzgarın, serekçeleri döğdüğü,
Buzun, okyanusu tuzladığı
Patagonya’ya.
Sadece bir ozanım ben,
Topunuzu seviyorum yani;
Ve gezer dururum,
Canım dünyayı.
Madenciler, hapsediliyorlar
Yurdumda.
Mahkemelerimizde
Asker buyruğudur.
Köklerine kadar seviyorum ama,
Küçümencik, soğuk memleketimi.
Ölebilseydim bin defa,
Bin defa, kurban olurdum ona.
Bin defa doğabilseydim,
Bin defa doğardım onun için:
Vahşi bir arokaryanın,
Güney yeli kasırgalarının;
Ve dün ele geçirilmiş çanların,
Yanından.
Boşverin, bakmayın bana,
Masaya aşkla vurarak
Düşünelim hepten, dünyayı.
Ekmeği emmeye gelmesin, kan.
Ezgileri ve kırmızı fasulyaları
Emmeye gelmesin, bir daha.
Benimle gelsinler:
Kız çocuk madenci, avukat ve tayfa,
Benimle gelsin:
Taş bebek fabrikatörü.
Gidelim sinemaya,
Sonra, içmeye çıkalım:
Şarabın en kırmızısından.
Bir şeyler çözmeye değil,
Türkü çağırmaya geldim
Buraya.,,
Sen de çağırasın, diye....
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde...
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak...
... Sen benim hiçbir şeyimsin...
Bir nefeslik durak buldum. Adı; hüzünmüş… Dinlendim.
Yürüdüm, koştum, tırmandım… Vaat edilenleri toplamaktı amacım. Sevdayı kutlamak, (kendimce) hayatı karşılamaktı muradım. Düştüm, izleri durur hala dizlerimde, kurumuş kan ve irin kokusu sarar dört bir yanımı. Uzak duruşları bundandır insanların. Beni görünce yaklaşmamaları bundandır. Kabuk bağlamaz yaralarım… Kurtlanır, böceklenir ama kabuklanmaz yaralarım…
Bohçam hazırdır yola çıkmaya, yoldaşımdır bohçam, arkadaşım, tarikdaşımdır. Sırtıma vurulan bunca yüke karşın hiç ağılık yapmadan yanımda yürür, şarkılar söyler umuda dair. İçinde biraz hayal, azcık sevda bir tutam da miski–amber saklar… Yorulduğum yerde oturmamı engellemek için biraz hayal, düştüğüm zaman kalkabilmem için azcık sevda ve vazgeçmeye meylettiğimde menzilimin kokusunu hatırlatan bir tutam miski–amber…
Gözümle değil gönlümle görmeye başlayalı ovaları, dağları, vadileri, yolların insanı çeken kıvrımlarını, gizemini. Vazgeçtim, rahat döşeğimden.
'Gel' demişti sevgili, gitmemek olur mu hiç?
'Dağların arkasında yâr…'
Kaf dağının ardında bir yerlerdeymiş, haber etmiş, duymamak olur mu hiç?
Yollara düşmek, ulaşmanın ilk şartıdır…
Umutlar devşirdim yollardan, hayaller, mutluluklar, hüzünler, yalnızlıklar, pişmanlıklar, hatalar devşirdim. Ardımdan gelenlere kılavuzluk etsin diye türküler bıraktım yollara, yanık türküler 'Haydi, dolaşalım yüce dağlarda...' Kimseye kırılmadan, üzmeden kimseyi, türküler serpiştirdim her yanıma… 'Bu da gelir bu da geçer ağlama' dedim yüreğime. Sızladığını ve artık tükendiğini fısıldadığında kulağıma… Sonra, yüreğimi kanattım usulca ardımda kandamlaları bıraktım. Benden sonra gelecek olan sevda yolcuları yollarını kolay bulsunlar diye…
'Yiter gidersin yollarda' dediler. Dinlemedim.
'Yıkılır kalırsın bir izbede' dediler. Aldırmadım.
'Cesedin bile bulunmaz' dediler. Boş verdim…
Yollara düştüm bir başıma, yalnızım, yorgunum, bîkimseyim, alilim, zelilim, bîmuradım, eksiğim, esriğim, hatalıyım. Ama umutluyum, mutluyum, heyecanlıyım, hevesliyim…
Asıl olan yola çıkmak ve durmamak, vazgeçmemektir. Öğrendim.
Yürüdüm, koştum, tırmandım. Bir nefeslik durak buldum. Adı, hüzünmüş. Dinlendim.
.........
Sen yoksun bu gece.
Sen yoksun, yağmur var bu gece.
Islanmak için sokaklarda yürüdüğümüz yollar bomboş nedense?
Bu gece yağmur var.
Ayın on dördü gibi cemalin, yağmur ve mektupların var bu gece yanımda.
Acaba bir gün, ıslanmamak için koşarken, yolun kıyısındaki taşın oyuğunda ışıldar
bir vaziyette, beni görüp avucuna aldığını bir şiirinde yazacak mısın?
Acaba birileri, benim yalnızca bir avucu dolduracak kadar saf yağmur suyu, olduğumu bilecekler mi?
Giderek avuçlarından, şırıl şırıl akan dere sularına verdiğin bir damla gözyaşı olduğumu bilecekler mi? '
Korkarım bilmeyecekler sevgili!
Bilemeyecekler?
Bu kadar saf ve temiz bir sevdanın, bir yağmur damlasında saklı olduğunu
kimse bilmeyecek.
Kimse anlamayacak, uzaklığının bu kadar yakın olduğunu.
Bir yıldız da buluştuğumuzu, yağmurdan hızlı hızlı kaçan insanlar bilmeyecek.
Seni ne çok sevmişim yağmur damlası.
Cama vuran her damla minik bir öpücük olsun buradan, ta oralara giden her
damla da, benim bir gülücüğümü gör pencerende, her damlanın çıkardığı seste,
benim sesimi duyar gibi ol, her damla tertemiz bir nefes olsun, sende aşka giden...
Ağlamak kadar gülmekte var yaşamda...
Duyguların en yoğun halini, özlemlerin en büyüğünü, sevdanın en zorunu
istiyorum belki de, bir sen, bir de yağmur var hayatımda.
Yağmur damlaları, saçlarından kayıp, alnından kirpiklerine dökülür,
gözlerinden, yüzüne dağılıp yanaklarını okşar, dudaklarına çarpıp, boynundan
hızla kayıp ince gömleğine akardı...
Avuçlarımı yüzüne değdirir, parmaklarımı dudaklarında gezdirirdim.
Utanır gibi olurdun kimi zaman, çekinir, gözlerini, gözlerimden kaçırırdın.
Bazen de, utanç halini yağmura dalmış gibi, hiç bir şeye aldırmadan, sımsıkı sarılırdın bana.
Islak saçlarını okşar, nemli yüzünü izler, yanaklarından doyasıya öperdim...
Bu gece yalnızım...
Sen yoksun bu gece...
Bu gece yağmur var.
Yalnız ağlıyorum ıslak camların önünde, gözyaşım yağmur damlası bu gece.
Islanmak istemiyorum, söyle yağmura dinsin, yağmasın bu gece...
Gözyaşını bilirim diyenlerin, aslında bilmediklerini anlarsın, bir gün ayrılıklarında hiç ağlamadıklarını görünce.
Yeşili severim diyenlerin, sevmediklerini anlarsın, bastıkları zaman bir ot parçası gibi yeşil çimenlere.
Güzeli severim diyenlerin de, bir gün yanıldığını anlarsın...
Meğerki ben seni ne çok sevmişim yağmur damlası...
Seni ne çok sevmişim...
Yıllarca senin dilinden konuşmuşum, senin gözlerinle görmüşüm, senin yüreğince sevmişim,
düşlerimi seninle büyütmüşüm, yorgun ve sonu gelmeyen özlemlerimi yağmur damlalarında beslemişim...
Oysa sen..
Teslim olmuşsun başkalara, yasaklara takılı kalmışsın, yenilmişsin.
Yenilgiler intikama dönüşmüş boş yere, gururun yıkılmış, sen yıkılmışsın, her gün biraz daha akışı olmayan nehirlere dönmüşsün...
Ben seni ne kadar çok sevmişsem, aramıza hep yağmurlar girmiş.
Hep ıslak kalmış, el ele tutuşan ellerimiz, gözlerine hep hüzün yerleşmiş.
Seni ne kadar çok öptüysem, o kadar uzaklara düşmüşüm, ayrı gecelerde hep sana
ağlamışım, yokluğun büyümüş, yalnız kalmışım.
Ben seni ne kadar sevdiysem, incinen çocuk bakışlarında kalmışım, hep koşmuş, yetişememişim yol ayrımlarına.
Seni ne kadar çok uğurladıysam, o kadar çok beklemişim dönüşü olmayan yollarda. Sen hep uzaklara gider olmuşsun.
Sonbahar ayrılık demek olmuş..
Ben senin, Eylül gecelerinin ay ışığında güzelleşen yüzünün tutkunu olmuşum.
Fırtınanın önünde sürüklenip, saçlarına takılıp eriyen bir kar tanesinde yağmur damlası olmuşum...
Zordu bir tanem...
Hayatın gerçeğini, düşlerinin ıslığıyla bestelenmiş, kanayan bir şarkıya dönüştüren yüreğinin atışlarını dinlemek.
O ıslığın seni götürdüğü yere kadar çekip gitmişsin sen.
Yankı seslerinde anlamışım seni kaybettiğimi.
Bağ bozumu hayallerimde ıslak kalan düşlerim kurumamış ve sen yağmurda yürürken hep susar olmuşsun.
El, ele tutan ellerimiz ise hep ıslak kalmış.
Dudaklarımızda bir garip yağmur şarkısı...
Ben sana tutkun, sen bahar yağmurlarına aşıktın.
Buğulu camlara resmini çizer, güneşle birlikte yok olurdun.
Bunca güzelliklerin ardından içimizi buz gibi yapan, bizi üzen bir şeyler hep sinsice yaklaşır değil mi?
Koşarak gelsen, diyorum yağmurlu bir gecede ve o çocuk bakışların gözlerimde.
Ellerin ıslak, gömleğin ıslak, sarılsan boynuma, sımsıkı kucaklasam seni, usulca öpsem yağmurlu yanaklarından, ateşe kesilse birden üşümüş bedenin, ellerin sımsıcak olsa avuçlarımda.
Bu aşk hep sıcak kalsa, 'boş ver' desen bana, 'boş ver, yaşamak işte bu yağmur sevgilim', geri dönüşü olmayan bir yola çıksak birlikte, bir sen, bir ben, bir de yağmurlar olsa.
Mutluluk ellerimizde, gönlümüz hoş, içimizde kükreyen sevinç ve iki damla yağmur tanesi, biri sende diğeri de bende.
Doyulur mu hiç yaşama?
Ama korkuyorum aramıza mevsimlerin girmesinden.
Korkuyorum sana geç kalmaktan, kaybetmekten korkuyorum seni.
Oysa aşk, her gün büyütmeli kendini ayrılıklarda.
Bu gece yağmur var.
Islak camların önündeyim.
Ya sen?
Sen neredesin yağmur damlası?
yalnız mısın?
Yoksa, bütün kadehlerin sana kalktığı bir masa da baş oyuncu musun bu gece?
Ödünç alınmış, yapmacık gülücüklerin karşısında mısın?
Sen neredesin yağmur sevgilim?
Nerdeyim? .. Nerdesin? ...
Bu aralar yine başladım
Her şeye ''Daha kötü ne olabilirdi'' demeye
Bilirim bu hallerimi.
Kendimi salıvermişliğimin habercisi olduğu için
Memnuniyetsizliğim...
Senin sevdiğin şeyler çok sık çıkıyor bu ara karşıma
Ya da hep karşımdalar da ben bu aralar fazla dikkatliyim.
Seni özlemek için uygun bir zaman bulmaya çalışmıyorum ama
Sanki şu aralar özlemesem iyi olacak gibi...
Bilirsin ben biraz uçuk yaşarım özlemlerimi
Özlemekten değil
Özlemiş benden korkuyorum...
Hadi bir süre unuttur kendini bana
Baktığım her yerde görüp gözlerim dolmasın
Ya da dalıp gitmelerim olmasın...
Her an yıkılacakmış gibi duran yaşlı bir amcada görmeyeyim seni
Seni son halinle değil hayat dolu bakışlarınla,sıcak gülümseyişinle anayım...
ne olur özletme kendini bana...
Ya da bir umudum olsun özlemin yanında...
Geleceğini,döneceğini ya da asla gitmediğini
Rüyalarımda da olsa söyle...
Zor işte...
Kızma bana
Boşvermişliğime
Umursamazlığıma
Kaybettim hepsini seninle birlikte...
...
Her sabah bir başka ruhla kalkar gibiyim
hepsinde bir parça SEN...
Ve hepsi senden kaçmak uğruna başkalaşmış.
Her gece uykuya ellerini tutarak yatar gibiyim
ve o eller uzun zaman önce elimden kaçmış
kimbilir kimlerle sevdaya, fahri ihanetlere bulanmış
Adın bir dua...
Adın bir beddua...
Karmaşıklık tohumları yeşermiş yokluğunda.
Ben kaçmak için koşsam da yarınlara
gölgen arkamda kalmıyor...Yarınımda
Sessiz ayrılık şarkılarımla haykırsam da
asla affedemeyeceğimi,
bir özrün bir af için yeterdi dedi kalbim
Gururumun örselenmişliği düşmanca dikilirken kalbimin kapılarında,
' Gel' dedi 'gelllll! ' kaybolmamış merhametim.
Ve o an utandığımı anladım.
Tüm yenilgime karşın devirmemişim piyonumu,
dört nala senin oyunundaymışım
'oyun bitti' yi görmüşlüğüme karşın...
Yine sevgime kapıldım
Sevilmeme ihtimalime rağmen,
Hep sevilmiş olma ihtimalime inancım ağır bastı.
En tuhafı
En aşık halimle bile ben kimseye değil
Yalnız kendime ait kaldımdı...
Hani çok sevdiğiniz bir plağı bulursunuz da çatı arasında,
buruk bir gülümsemeyle anarsınız geçmişinizi...
Sonra o plağı dinlerken anlarsınız hiç bir anının sonsuza değin silinemediğini....Unutmak, unutmamaktır aslında...
...
CONVİNCE AN ENEMY,CONVİNCE HİM THAT HE S WRONG
IS TO WİN A BLOODLESS BATTLE WHERE VİCTORY İS LONG
A SİMPLE ACT OF FAİTH
IN REASON OVER MİGHT
TO BLOW UP HİS CHİLDREN WİLL ONLY PROVE HİM RİGHT
HİSTORY WİLL TEACH US NOTHİNG
SOONER OR LATER JUST LİKE THE WORLD FİRST DAY
SOONER OR LATER WE LEARN TO THORW THE PAST AWAY...
know your human right,be what you come here for...
... ... ....
Şimdi git….
Unut ismimi…
Unut yeminlerini….
Seni hiç sevmediğimi farz et…
Bu sevdayı hiç yaşanmamış kabul et..
Demir kapımı “ ölüme “ arala ve sessice git…
Git diyorum…
Sadece git…. …
Ardından ölüm gelsin ayak uçuma
Sana kavuşmayı bilmese de,
Seni severken “ ölmenin gururunu “ yaşasın bu yürek…
Çünkü; sen benim,
Ölüm ile hayat arasına çizebildiğim tek mutluluğumdun….
....................
Satırlarıma ‘sen’ değil,
Özlemin dökülüyor…
Olmazsa olmazım ‘sen’…
Yoksun işte…
Bir hayalden ibaret özlemlerim…Yastığıma başımı koyduğum da sadece sen'li hülyalara bırakıyorum ruhumu... Dışına çıkılması zor bir yol gibisin…Çıksam, düşeceğim sanki uçurumundan…
Oysa yoksun, varlığımın sınırlarında…
Anladım ki sen kolaylaştırdıkça anlamını, ben zorlaştırıyorum seni…Oysa basit bir oyunsun, beynimin içinde karmaşaya sebep olan.
Ve karmaşık olan sen değil, sensizliği anlamak…
Hangi kelime, hangi cümle sensizliği anlatabilir ki?
Düşünüyorum da düşünecek bir şey yok özünde…
Varlığının yerine yokluğunu kabullenmeyi öğrenmeli avaz avaz…
Bir sensizliği bir de yalnızlığı yaşayabilmeli içimde ki sesliliğe rağmen…
Oysa,
Bıraksam çığlıklarımı terkini sindirecek suskunluğum…
Bu yalnızlık, suskunluğuma eşit olacak sensizliğe giden her adım da…
Biliyorum, kendimi kandırıyorum zamana karşı…
Ve bilmek bahane değil ‘bana’…
Olmazsa olmazım ‘sen’…
Yoksun işte…
Ve görmüyorsun…
Sana gözlerim değil,
Yüreğim…
Bedenim…
Ağlıyor!
....... ...
dışarı çıkarsın geceleri
yürürsün
bu şehir o eski beşiktaş'tır
erkeksindir
özgürsündür
ellerin için şiirler yazarsın
önce kendine tapar sonra kendinle yatarsın
yürürken bu ben ben değildir
bir dev ürperir içimde beni bile korkutur
sen ağlarken seni en çok gözyaşların anlar
sahipsiz kedilerin angarya kemanları
rıhtımda unutulan gemiler
boğazına yapışırlar senden geçmişini alırlar
gelmişlerine geçmişlerine söverken
en çok yumuşak dudakların utanır
bu şehir ilkbaharda bir başka kahpedir
sana güneşler verir sonra aşık olmanı ister
rüyalar susarken bir satır daha
ayakkabının ökçelerini arasan bile artık çok geç
ben kalırken kendimi sana astım
şapkam televizyonun üstünde belki bir gün alırsın
sokakları ayyaş dolu şehirden yazıyorum sana
...
beni duyuyor musun.
ben kendi etrafında dönen bir gezegenim
sen artık bir güneş değilsin bunu biliyorsun
karanlıkta kediler çocuklara benziyorlar
üşüyorlar ama üstlerine bir şey giymiyorlar
koparttıkları çiçeklerde sevgilerini arayıp
yollara yazılı isimlerini çiğnetiyorlar
ben aragon'u ancak sen uzaktayken anlıyorum...
...........
kelimeler mi tükendi kullanmadığım
yoksa küstüler mi sayfalarıma
özlediğim anlardandır şiir inlemelerim
senin için başkaları için
pek kendime yazmadığım için mi bu isteksizliğim
kafamı kullanayım derken kafa atmalarım
kendimle barışmak için kendimle savaşmalarım
bilmem ben şimdi neredeyim
ipi kopan yoyo
akrebi zehirli saat
bana bütün yıllar artık bebeğim
kumsallara mı uzağım dağın zirvesine mi
yaylalarda kamp kurarken
sefer taslarımda kurtlanmış yemeklerim
üzerime çığ düşse bile artık üşümüyorum
yarın sandala bineceğim sen yanımda olacak mısın
biri korksa ıslanmaktan başını göğsüme dayasa
adın ne dediğimde bebeğinim diyecek misin
ben seni mi kaybettim sevilmemi mi
gemileri limana demirlerken
kelepçelerim paslandı
neden
bu kan tükürmeler bu kapanmayan yaralar
senin uzaklığından mıdır
sen ki sigara içmek için dışarı çıkmış gibisin
kendi avluna ördüğün cezaevlerinde
bebeğim
beni özlüyor musun
ben seni eski anıtlar gibi görüyorum
hiç göremediğim bir yere doğru bakıyorsun
belki yeni bir umut belki yeni bir felaket
ama söylemiyorsun gördüğünü söylemiyorsun
senin göremediğin üzerindeki kuşlar
ben bir şeyler görsem de seninle konuşamıyorum
seninle konuşmak isteyince bana deli diyorlar
deli deseler bile artık çok geç
sesler senin gidişine yetişemezler ki
eskiden sen vardın
bir yerlerde beni beklerken
ellerimden tutacağını bilir
senli benli düşler kurardım
sen ve sensizlik arasındaki fark değil mi
beni hiç olmadığına inandıran
hiç görmediğime hiç öpmediğime
onlarca uykusuz geceyi acı kahvelere yoran
eski satırlar aklımda
senin için başkaları için
yenileri gelmiyor belki babaları tecrübeli
korkunçluğundan vurgulu
gittiğine inanmak kaldığına kanmaktan zor
ve artık yazılar da uçuyorlar...
...........
.ben yazarım bana gelir arada sırada öyle
dolarken ikinci cin bardağa
öyle başka efkar var mı insana günbatımından
bak sen hâlâ genç beni ölememiş say
üç kelimeden sonra kopacak kıyamet
merih adın daha konmadı senin
hep böyle yarım kaldın fazlalığından ötürü
benzetemediyse insanlar ötekilere suç senin değil
merih onlar zaten öldüler toprak ve paraya
zevkleri ve aşkları adına parçaladı kurşunlar beyinlerini
böylesine kıyıp kendine nasıl olursun teslim
oysa gelseydin sen unutup da kendini boşluğunun içine
çatıda bir yerlerde unuttuğun oyuncakları geri verecektim
oturup oynayacaktık en sevimli sandıkları çocuklarına inat
sen inanmıyorsun sen ama gene de
var bir yerlerde umudun ve mutluluğun deli mavileri
onlar uçurtmalar gibi hür ve ufuksuz yaşar
her yaz tele takılır ilkbaharda tekrar yapılırlar
hiç uçurtman olmadı mı senin yoksa gökyüzü hep tel miydi
nasıl nasıl kaldın böyle bakmadan ardına hayatın
at elini iki öteye göreceksin gözlerini gözlerinin
sen de kendini de seveceksin de
dedim uysan bana yumsan usul gözlerini
ben gene bilirdim seni senden uzak olsam da
al yaşamanın çelik miğferini eline
iki kanat vereyim sana altından tüyleri
savun kendini kapa aklını saldır ileri
kaybetsen de unutturmayacaksın hayata yüzünü
küçüğüm
sen gel bana sen sev beni ne olursun
diye sana bile söyleyecek yüzüm kalmadı benim
yırtıldı yelkenleri gemimin ortasında sevginin
fırtınam çok yakın çünkü bilmiyorum ne an
limandan dolu ambarım çakıl taşlarıyla
mutluluğu bulanlardan arta kalanlar bıraktılar
kalanları atmam için okyanusa
gördün ya artık şiir bile yazamıyorsa ellerim
gelecek bir ilkbahar daha kalmış bana demek
hayvanlar bile mutlu koca kavak ağaçları mutlu
sen sen sen neden mutsuzsun peki
demedim mi gel diye mavi kanatlarımın altına
ben korurdum seni yağmurdan ve soğuktan
şu insanların kalabalığından gökteki yıldızlardan
mutsuzluk lanetinden ve umutsuzluk zehrinden
kendini kırıp gelmene bakardı özgürlüğünün bedeli
ufakken ki şaşma ben bile ufak oldum
sanardım kendimi bir robot elleri ayakları çelik
ta ki düşene kadarmış betona güzel yalanların sonu
ayağının acıyıp kendi tatlı kanını emene kadarmış
şimdi at sık meydan senin kendi içinde
ama dikkat et bir ki bir kere bile yere düşme
sonrasında ben bile inandıramamıştım robotluğa
oysa senin işin daha zor sen mutlu olacaksın güya
ben inanmıyorum hâlâ nasıl kaldığına mutsuz
on altısında sırayı dövmeye çalışmana kafanla
eh be çocuk sevmezsen böyle hayatı
ucuz naylon çoraplar gibi yara yapar
fark et artık suçlu hayat değil orda geçenler
demek cidden anlamamışsın henüz
neden uçar kelebekler pıtı pıtı kanatlarıyla
onca kertenkeleye ve günlük ömürlerine rağmen
neden en renklileri onlardır gündüzün
mesela neden sallarlar köpekler kuyruklarını
ve yalarlar kediler ayaklarını
neden denizler mavi gökyüzü mavi
ve neden ben senin yanına geldim cevabımı bilsem de
sarışın bir binanın önünde buluyordum seni
çekingen ve ürkektin sanki hata yapmaktan
senden çok yaşadığım şehri geldin bana anlattın
ellerin oynuyordu ellerin bilmediğim bir oyundu bu
almıyorlardı beni aralarına bir köşede ağlıyordum
gökyüzümden yeryüzüme yağmur yağacaktı üzüntümden
ve palmiyeler inadına yeşildiler
senle bir caféye oturduk adını hâlâ bilmiyorum
sandığından çıkaramadı yaşlı büyücüler mutluluğu
aylardan kesin ocaktı ısıtacaktık yüzümüzü
çektin bir nefes sigaradan kan geldi yüzüne
bıraksaydın kendini asla yetmezdi bize iki saatin
anlatmak ne zordu gittiğini üç kelimeyle hoşuma
bir de şu hoşuma ne acayip bir kelimeydi japon kenti gibi
bu durumda bile gülmeye çalışmam ne acayipti
ve nasıl ve nasıl doğrulamıştın kalbini de
hayır demiştin bin bir kelimenin ardına gizleyip
ve öylece çekip gitmiştin kendinden büyük adımlarınla
bu ne dramatik bir filmdi ne acı bir roldü seninki
belki gerçekten istemiyordun belki benden korktun
ikisinde de kazanan aynı oyuncu oldu
şimdi sen uyuyordursun karanlığın avcunda
hatırlayınca ne dedin belki mutlusun belki pişman
bir nefesin dağıttı mı yoksa öğlenki sözlerini
hakkında en iyi bildiğim şey bilinmekten korktuğun
korkak küsküs çiçekleri gibiydin yaklaşınca kapandın
bu ne büyük ikilemdi ne koca bir uçurumdu
ne derin ve ne uzak ve ne güzeldi
bak benim de uykum geldi gözlerim ağırlaşıyor
komik olan şu ki hâlâ diyemedim sana hata şurada diye
ne bahaneler var elimde ne de kesip atıyorum
ufak geleceklerden dostlar gelebilir açmalı kapıyı
sonra da çarpmalı ağzına hayatımda alacağı olanların
yeter be demeli yetebilmeli be demeli
belki sonra eski ingiliz savaşçılar gibi maviye boyanıp
savaşımızın orta yerinde herkesten sonra
şu korkaklardan şu nankörlerden bile bir tane kalmadıktan sonra
ağzımdan akarken koyu kırmızı bir asalet
mavialbatros
efsanesinden bile sonra kendisi
ölmeli
ancak o zaman kapanabilir gözlerim şüphe duymadan mutluca.
.........
neredesin sen simdi ellerin usudu mu
eline kahveni alip kosebasina dikilip
beklerken hic yesil olmayan isiklari
onlari da gozlerimin rengi gibi bekler misin
dun inkar ettiklerimi bir torbaya tiktim
elim kotu karanlikti koyu bir suda yikadim
520'nin uzerinden arabalar bilmedigim bir ozleme akiyorlar
kirkland kiyisinda iskeleler tutulmamis eller gibi uzaniyor
her sey bana champs elysees'deki anlamsiz koruyu animsatiyor
oysa sen yoksun burada belki yoklugumuzda oksuyoruz heveslerimizi
o hevesler ki bizi raki ve su gibi karistirmiyor
bazen gunesi gormekmis sabahin en buyuk mutlulugu
bazen bir asyali cubugunu duzgun tutup lokmani yutabilmek
hayatimi efsanelerimden ayikliyorum
ne kalirsa geriye az da olsa benimdir
benim olsun benimle kalsin
gozlerimi yumarken burusuk endiseli suratini goreyim
dogrudur buralarda insan cok sairane olamıyor
vazgectigin bir bozuk para gibi vicdanini
chatelet metrosunda baska bir trene aktaramiyor
yari sarhos uzattigin ellerin
kiz kulesinin sessizligine degmiyor
belki bu sayede farkediyorum artik
hic portakal koparmadim dalindan
bir kedinin dogumunu izlemedim
tren gardan hareket ederken
hic tanımadıgım birine el sallamadim
birileri buna kibarca olgunlasmak diyor
vazgectigim her seyi
kırık bir ayna gibi yapistirmak istedigim oluyor
bazen seviniyorum yuzumdeki cocuga
kimisi saclarimdaki akları isaret ediyor
ellerin diyordum yine kendi derdime daldım
ellerin ki yumusaklıgını hicbir seye degismem
ne zaman yalnız kalsam ben buradayım diyor
sonra en uzaktaki koseye sığınıyorlar
ellerin diyorum dilimden dusmuyor
tek tek opup yanagima bastirmak istiyorum
bilmem neden en çok ellerini özluyorum...
MUTLULUK BIR VARIS DEĞIL,
BIR YOLCULUKTUR. ' PEK ÇOKLARI MUTLULUGU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA.
OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR. '
-KONFUCYUS-
SENİ TARİF EDEBİLME YOLLARINDA
seni seviyorum
ellerinden tutmayı
koşarcasına o cadde bu kumsal
her adımda öpüşmeyi
senin o kahverengi gözlerin yok mu suçlu onlar
sen değilsin
sana kıyıp suçlayamam
bilirsin
ben burada özgürlük hapsinde
saat kaç gene bilmiyorum
sen yoksun ellerin yok gözlerin
bilmiyorum
kayıpsın
bildiğim bir bilinmezde
seni ancak geceleri görebiliyorum
bana yıldızlar kadar uzak
ve bir o kadarda ışıltılı
ve sessiz
belki bunlar da dayanır da
en kötüsü seni eve bırakıp
o yolları geri dönmek tek başına
anılar boğazına yapışmış
ama sen buna değersin
ve tabi fazlasına
hiç bir fikrimin ve hiçbir yerimin
kesinkes şüphesi yoktur
seni sevdiğime
gelecek güzel günlerin adı seni sevmek
uzakların ve daha ve daha
kanatlanıp uçmanın adı
sen
yıllar sonra gelen bir ufak paket bana
bilmem kimin bilmem nerelerden getirdiği
bir bilinmez boşluk
kuytu ve sıcak bir
bir
bilmiyorum nesin sen
nasıl anlatırdı seni mısırlılar duvarla
dedeler torunlarına
yıldızlar kediler ve öpücükler kızı
seni nasıl sevdiğimi bilemezsin
nasıl sevmek istediğimi
yıllar sonra yeniden
çok uzaklardan daha uzaklara gitmeyi
seni
artık bana ölesiye uzak değilsin
telefon numaran yazılı
ahizeler kablolar ve yolları aşıp
emin olduğun bir şeye inandırmak için
sana ihtiyacım olduğunu anlatmak için
her gece saat sekiz olunca
kanepenin yanındaki şeffaf telefonun çalınca
sen de biliyorsun ben olduğumu
ne olacağını bilmediğin kadar
sonsuzluğumuzun sonunun
sonumuzun
uzun
seni seviyorum diyebilmek ne güzel şey! ..
ONURSUZ AŞK
I
kollarım kırılıyor yağmur yağmasa bu gece
yorgun yüzümden düşen bin parça
hepsi adınla yere çarpıyor
hatıraların bende kaldı
sen de kapının önünden alırsın
dört yanında suratını gördüm gecenin
ben artık aşkın çok kuzeyindeyim
şimdi sen neredesin kiminlesin
falda sarışınlar da çıkmış bahtına
aylardan sonbahar
bir de acıklı yaşanamışlar
umudumda boğulanlar ah şu cevapsız telefonlar
kaç yüzyıl kimse bilmez sensiz yaşamıştım
şimdi savaş zamanı herkes ekmek alıyor
ceplerimde pırlantalar ama açlıktan ölüyorum
her saniyeni özlüyorum ama artık imkansız
beklentilerim sabun gibi eridi
doğru demiş adam - sadık yarim kara toprak
II
j'aimerais bien qu'il n'y a rien entre nous
aussi moi, toi, nos coeurs ou conceits
on parlait beaucoup de demain qui n'arrive pas
dans les jours lesquelles des demain potentiaux
je comprends maintenant j'accepte
que tu n'est pas qui je rêve
que tu ne donnera pas l'amour que je rêve
tes yeux seraient à la cantine
et des pieds échoeront dans les coridores
mais non plus tu m'interdis
l'horizon ou l'enfer
où je peux trouver ma paix sans toi
ne me chante pas de tes déceptions
et tes principes de vieux école
j'ai tout perdus sur toi
aucun regret aucune colère
trop simplement
tu as déjà tue tous
ces qu'ils avaient créés toi
III
elimde 39luk top mermisi soğuk
birazdan suratına fırlatacağım
sarhoş yüzüm eğik buruk
klarklarda duygu sömürüleri
bütün yapraklar üzerime düşüyor
kalbimin küllerinde boğuluyorum
neden hep aynı hatıralar
aylardan sonbahar
bari bu gece yağmur yağmasa
açık pencerenden nefesin kulağıma gelmese
yüzüme kapadığın ahizelerin sesiyle karışmış
artık ne arkadaşız ne de aşık
ben imkansızı sende öğrendim sevgili
küfreden yaşlıların demli çayda kekleri
baltası sırtıma saplı annelerin ricaları
yuttum yuttum artık son
bu sefer kalbimi de kusacağım
ben kadında karakter ararım
IV
kültablasındaki yakıp yakıp söndürdüğün
izmarit gibi yaşanmışlar
artık ateşleri kalbimde söndürüyorum
körükle gidiyorum yangınının üzerine
yansın bitsin ne var ne yoksa
onursuz aşk olmaz olsun
hata değil bu yaptıkların resmen intikam
hatalar affedilir peki ya intikamlar
her telefon sonrası sudan çıkmış balıklar
itin eceli nefsine itaatindenmiş
nerede o kadın nerede
japon konsolosluğunun önünde öptüğüm
kaybetmekten korkan kalbine ağlayan
yalnız gecelerimde rüyalarıma sokulurdu
gözleri alevle parlayınca gecelerim gün olurdu
o kadın sen değilsin sen o kadın olamazsın
ellerimi tutmak için şeytanlarla bir olurdu
mektuplarda yalanlar-hele o ergüvanlar
satır satır inandığım bir çocuk masalıymış
dinleye dinleye iki sene uyuduğum
yarın yeni bir gün peki ya seni görürsem
...yorgun şiir...
ben biraz şiir dinlemek istedim
kimse vermedi kelimelerini
şehre yağmur olup ineceğim
akşam haberlerinde namımı duyacaksın
bir karanfil gibi solarak öleceğim
defterinin arasında saklayacaksın
o gökyüzünü ben yarattım her öğlen durup baktığın
sanki marifetmiş gibi bulut çizdim oysa bulutlar beyazdı
senin de dişlerin beyaz gülümseyince pek hoş duruyor
oysa parasız ve sahipsizim adımı bile kimse bilmez
sor inanmazsan köşedeki börekçi tanır mı beni
bu şehirde gezen yalnız bir hayaletim ben
sen ne zaman gelsen hep dolunay oluyor
attığım her adımda düşünceler yükleniyor
her işi yarın yapacağım o yarın hiç gelmedi
damperli bir kamyon gibi satırlara boşaltıyorum onları
o yarın hiç gelmese de biraz daha sabah uykusu yaşasam
hem ölmek için daha erken hele de gerçek seni görmeden
çoban salatasına bulaşmış bir zeytinyağı gibi bulantım
tuzu eksik olunca yöresi farketmiyor
II
sabahleyin yüzümü yıkamak istedim
evimi su bastı
mutlu olmak ne demek sen daha iyi bilirsin
ben kafamı hatıralara çarptım ağır yaralıyım
hani öpsen diyorum olur ya geçer derler
saatler on iki olunca bu bene ötenazi yapacağım
sessiz sedasız bir dalgada bir balık oltası gibi kalmak
yine de en iyi hayat bana göre yaşadığımdır
kime güvendiysem hançer olup saplandı sırtıma
hile yapmamak hataydı belki de oyunun adı hileyken
şaşı olup görmemek istedim şu insanoğlunun yüzünü
hatta gece olup maskeler düşünce kör olmak
ne yaptıysam da sağır olamadım ah o düzenbaz laflar
kanlı bir baltanın ışığına doğru esti rüzgarın hüznü
bir mayına mezar kazdım içine korkularımı gömdüm
cadılarımın koynunda yanarak öldü adına acıma denen zaafım
ihanet fısıltısı sessizliğinde yüzüme yağdı yağmur
teninin kokusu yayıldı bedenime aşk yalnızken farklı sızlatıyor
cumartesi gözlerin gelene dek çamur gibi bulanık kalacağım
ben sende bir ölünün kefenine olan tiryakiliğini yaşıyorum
III
bari dedim biraz dans
şarkı bitti
ve daha ne yapsam ah ne yapsam
hep bir kasvet çöktü omzuma topuklarıyla ellerime bastı
öyle bir labirentti ki her sapağı çıkmaz
çukur desen dibi yok merdiven mi her basamağı kırık
bu nasıl bir iş ki beni böyle yordu ve de şiiri
biz uyumaya gidiyoruz belki bir şarkı oluruz
yatmadan önce dinlediğin
bıraksalar bir totem olup küseceğim
afrikada bir kabilede ain düzenlenecek onuruma
beyazlar getirecekler iplerle bağlayacaklar
yeri sarsıp göğü yaracağım
bana üç yüzyıl daha tapacaklar
sonra örümcek ağı gibi büyüyeceğim ağaç dalında
kollarımda türlü haşeratlar yaşayacak ölmek için sıraya dizili
ama yetmeyecek biliyorum yetmeyecek
nedenini biz ortak yaşıyoruz bak bu şey güzel şey
sana uykular bahşederdim en derininden
mümkünse yatağındaki çarşaf olabilir miyim
temiz ütülü ve köşeleri karyolana iliştirilmiş
ve bir güzel rüya bir tek güzel rüya yaşatsam
sonra beğenmezsen solup düşerdim
gece hayalinin gökyüzünden uykuma bitmeyen yolculuğudur
DİYOJENLER VE KRAL
I
gündüzleri köpeklerin ulusa da
veya akşamları ailen zaman tünelinde kaybolsa
mucizelere kalsak kör olsak göremesek
ben seninleyim sen benimlesin
hiçbir makas kesemez rüyalarımızı
sen masumiyetini kaybetmedikçe
gerçek bir sabah olup
sen ve ben birbirimize uyanınca
elbet bize bir şeyler söyler martılar
ve gidilecek ıssız bir ada tarifi
biz buluruz bir şekilde yolumuzu
II
bir gün seni görsem yolda giderken
tutsam kaçırsam seni eski bir mağaraya
polis sirenleri bedenini arasalarda ruhun hep benimle
seni kimselere veremem
kathedrallerin vitraylarında mendereklerin yosunlarında
bir roman daha yazarım seni orada saklarım
gözlerinin içine mum akıtanlardan
ben seni kimselere veremem
seni gidersen en çok ben tükenirim
III
sensiz maviyuva karınca imarethanesidir
onların antenleri vardır dokunarak anlaşırlar
oysa senin telefonun var ama sen arayamıyorsun
sesime kötü bir dev uyanıyor biliyorsun
kimbilir görüşmeyince
konuşmayınca ve yazışmayınca
birbirimizi unutacağımıza hâlâ inanan
bütün ömürlerinde çocuk kalbi yiyen
asit içip kanser tüküren
muhtelif yaş ve boylarda
yaratıklar yaşıyorlardır
bütün ömürlerini bizi ayırmaya adamış
biz birbirimizi sevdikçe cehennem ızdırapları çeken
elleri küçülen gözleri mimlenen
maskelerinin altında şarapnel izleriyle ürküten
kelimeleriyle cinayetlerimi yaratanlardan
elindeki en güzel kaçış sıcak kalbindir
kalbini canavarlardan koru sevgini diş izlerinden
bil ki sadece yarasızsan sabahı görebilirsin
IV
derini paylaşabilir misin peki ya gözbebeğini
yirmi parmağın olsa da birini kesebilir misin
işte ben de seni bırakamam
seni beklerim bir yıl bir ömür
belki de hepten sensiz kalmaktan kaçarım
hep omlet yaparım yarısını tavada bırakırım
bir gün gelip yemen umuduyla yaşar
yokluğumu fırsat bilen
boşluğumun mahvedeceği böcekleri
senin sevginin şaşmazlarıyla avlarım
diojenler kılıçtan kaçar oysa ben kral öleceğim
bunu bilmek bile yetiyor ve de umut etmek
simetrik bir yılın haziran aylarında
bir yaz ayını geceli gündüzlü
bilmem kaçıncı ayımızı pastasıyla paylaşmak
yelkenleri özlemeli geceler adına yatağına dikmek
tek bir öpücüğün yeter açık yaralarıma
ve sonra da başımızı alıp gitmek
kanımca yaşama sevicinin ölmediğine tek ıspattır
kurtadamlar dolunaylarda gözükür
ve insanın yanına ölüm için gelir
elimdeki gümüş mermi tam onlara göre
bana o gümüş mermiyi veren senin sevgin
kurtadamın derdi seni parçalamak
bu ölüm paradoxundan sağ çıkan
emin ol sadece sevgimiz olacaktır
V
kendine iyi bak
tanıdık geliyor mu?
MADDİYATÇIYLA DUYGUSALIN AŞKI
merhaba, dedi duygusal, sizi hiç görmemiştim
size kurulmamış cümleler getirdim
öpülmemiş dudaklarınızın kıvrımlarına
gizlenmiş tatlı gülümsemeleriniz için
iyi de, dedi maddiyatçı, bana ne
ne kazandıracak bana o laflar
zaten sen de saman kağıda yazmışsın
satır atlayarak okurum en fazla bu
ne tatlısınız ne de latif
hiç ağlamamış parlak gözleriniz ne kocaman
sizin yanınızda olmak en büyük mutluluk
birgün beni bırakıp giderseniz
ben de sizinle gelebilir miyim
durdu maddiyatçı baktı şöyle tepeden
sen dedi sen ve ben öyle mi
güldürme beni
sen mi geleceksin peşimden
sen anca evden kovarsın eşini
aman, dedi duygusal, nereden çıkardınız
ölürken gözlerim açık giderse
seveceğim kadını yanıma almaya kıyamayacağımdandır
bana bunu nasıl söylersiniz
seni itsem kuyulara
dedi maddiyatçı
çıkabilir misin bir başına
zaten kaşların çelimisize aşina
her şeyim dediğin evin bile
kutuplara dönüyor ekim ayında
insanın kalbindeki evdir gerçekte yaşadığı
dedi duygusal içini çekerek
ben de bilirim saraylarda yaşamayı ama
tırnaklarım bu kadar geçiyor henüz
hem iki gönül bir olunca
olur derler samanlık seyran
olmaz, dedi maddiyatçı, ben öyle mi büyüdüm
benim arabam var anneannem saray kızı
jakuziden aşağısını kaldıramaz nazik tenim
evet diyemem ailemden aşağısına
sarılıp uyusak birbirimize
sabah uyandığımızda yanımızda bulup
yanağımıza küçük bir buseyle günaydın
tatlı bir omletle kahvaltı
boğazda bir yürüyüş beyoğlunda bir film
hayat güzellikleri yaşayacak kadar kısa
dedi duygusal, hayat sevmekle anlamlı
ben gelemem, dedi maddiyatçı, sıkılırım
her gün aynı kişinin yanında uyanmaya
sana yemek yapacağıma... olayım
ben o omleti başkası yapacaksa yerim
unutma kaşarları karışacak yumurtası anlaşılmayacak
zaten benim gitmem gerek erkenden
annem var babam var amcam gibi yaşamak isterim
oysa, dedi duygusal, biz bize yaşasak
içimizdeki çocuk konuşsa güzellikleri saklamasak
bakın şuracıktaki bankta gün batımı ne tutklulu
ve karşıki ağacın dallarındaki erikler
bir gülümsemeniz için hepsini koparırdım
tabi eğer isterseniz
eriğe para vermemek için hırsızlığa başladın
bugün gülümse diyorsun yarın neler istersin
süzdü maddiyatçı, sana nasıl güvenirim
ben sizin için dünyanın öbür ucuna gelirim
elinizi tutmasam da olur sizi uzaktan seyredeyim
son kez olacağını bilsem yine gelirdim
beraber bir kahve içer sohbet ederdik
kahve, dedi maddiyatçı, kahve öyle mi
ben çay içerim asiller çay içer
nesquick'im koyu olacak brokolim çok pişmiş
siz de kendinizi adamdan sayıyorsunuz
o güzel kelimeleri ben de kurarım ama
önce içimden geçirebilmelisiniz
işiniz varsa görmem maniniz varsa susarım
sizi her gün ararım tek güvende olduğunuzu bileyim
ben bilmiyorum neredeyim sen nereden bileceksin
aklıma eser paris, bakarsın yarın londra
acem yaldızlarıyla cv parlatacağım
gece ikilere kadar mesai on bin dolar maaş
aşk diyorsun anlıyorum ama anlamsız
ben lüks içinde yaşamak istiyorum sen evime bırakamıyorsun
unutma birgün küfredip giderim
gitme dersem sizi özleyeceğimdendir
bırakadıysam ellerimle sizsizliğe teslim edemediğimden kendimi
kalsanız her şeyimi verirdim
hem bunları parayla alamazsınız
fakat demin aşk mı çıktı ağzınızdan
diye durakladı duygusal
siz o kelimeyi bilir miydiniz
bakın kulaklarınız kızardı belli içiniz ısınmış
aşkla ağlayarak vakit kaybedemem ben
aşk aptallar için benim hedeflerim var
daha emirgan'da köşk yaptıracağım
ebeveyn lavobasında en az iki musluklu
güzel konuştuğunuzu sanıyorsunuz ama bana söker mi
yolumdan çekilin kendime yetişeceğim
ben sizi beklerdim siz kendinize dönene dek
göreceksiniz birgün yanınızda boşluk hissettiğinizde
rüzgar esip savurunca saçlarınızı enseniz ürpericek
peki, dedi duygusal, zorla değil ya
ama ben sizi yine de beklerim
zorla değil tabi, dedi maddiyatçı
içinden gelecek ailenin de
onlar yardım etmezlerse aşık olsam da evlenmem
borçsuz eve girerim ben her tatilde yurtdışı
maaşım kozmetiğe zamanım işyerine
kürkler hizmetçiler en tabi hakkım
böyle mi paylaşırsınız hayatı siz
hani bir dilim elmayı bölüşmek derlerdi
ve sonsuza dek mutlu yaşardı sevenler
elmas gerdanları olmasa da
belki de gençsiniz anlayamamışsınız
şu hayatta önemli olan şey nedir
gözlerinizi kapadığınızda kürkler ağlar mı
para kazanmak için mi yaşarız yaşamak için mi kazanırız
dalıp gidince harcamalar mı gülümsetir
sessiz ve masum anılar mı
hem niye tercih eder ki insan sadece bir yolu
doyacak kadar çalışsak gerisi keyif
her şeyi isteyen hep alır hiçbirini
demek çok aklınız var bu ne küstahlık
belki beni benden iyi tanıyordursunuz
sizin için endişelenmek ne haddime
benimkisi seven birinin şevkati
çekil dedim gölgemden o benim gölgem
seninle gölgemi bile paylaşamam
ben tek çocuk büyüdüm her şey benim
annem bile adam demez sana
babam desen bir kaşık suda boğacak
unut gitsin en iyisi
ben seni pek sevmedim kanım ısınmadı
nerene baksam bir iğreti duruyor
senden bir şey istediğimdense bu tesellin
tesellini de al çekil yolumdan...
Bir hayatın tozlu sayfaları içimi acıtan.
Ceplerimde kırık gece masalları duruyor,
Öksüzlüğümü avutuyor sonbahar.
Ne yana baksam sen oluyorum,
Parmaklarımı kanatıyor kirli duvarlar.
Kuşlar yuvalarından terk ediyor beni,
Bir sarsıntı geçiriyor yüreğim,sen şiddetinde...
Ellerime kar diye yokluğun yağıyor,
Aşk sorgusunda yüreğim can çekişiyor.
Yüzümde sensizliğin izleri,
Ayaklarımın altında bir yığın cam kırığı...
İçimden sökülen her kelime,
tekrar dönüp içime batıyor.
Ve her seferinde sana isabet ediyor.
Bir zindan karanlığı şimdi gecelerim,
Duvarlara sinmiş gözlerinin rengi...
Saatleri infaza çekiyor gelmeyişin,
Yavaş yavaş gidiyor benden hayat;
Damarlarımdan çekiliyor içimdeki sen!
Bense düşüyorum hiçlik ötesi bir hayata,
Kanıyorum sana, sende aşkı buluyorum
Hem de ayrılığa çarpa çarpa...
Suskunlukta sesler daha çok acıtıyormuş,
Bu yüzden senden harf harf kaçışım.
Yalnızlığıma esir düşüyorsun,
Bense kayboluyorum cümlelerinde.
Ve susuyorum sana,avaz avaz susuyorum.
Sende birikiyor içimin tüm sökülenleri
Ben dipsiz bir kuyu oluyorum.
Biriktiriyorum her harfimde seni...
Şimdi yokluğa düşüyor zaman,
Ben bir adımda düşüyorum senden.
Kuytularıma sokulma,bırak bana uçurumlarımı,
Kalemimden azat et beni,
Herkes konuştuğunu yazar,bense sustuklarımı...! ! ! !
Hırsrzlrk; Para, Mal Çalmak Mıdır?
Saadet Çalmak, MÜthİŞ Hırsızlık Olamaz Mı?
KUSURSUZ YAŞAMAK...
yumru parmaklarından geceler doğurdun
kelimeler ki onlar yine benimledir
sen şimdi kim bilir hangi şarkıyı dinliyorsun
kaybetmemek umudundan ellerini kırıyorsun
ben eski bir şilebin yerinde kalma teorisi
çıkabiliriz artık ben cinimi bitirdim
hayat en tuhaf oyununda geleceğin
yarın hangi gün takvimler söylemiyor
yaşanamamışları limelerken derinlik hesapları
duran bir bisiklete binmekten yorucudur
sana ne söylesem yüzüne varamıyordu
belki atmacalar kuşlarımı tutuyordu
aylardan aralık olsa da tek bir aralık bırakmadın
insanlar karanlık odalarda yanarken
ısınmak mı aydınlatmak mı istediler
sen bir yaşamak istedin azrailimden
parka gitmek isteyen çocuklar gibi
kaçırılacağını biliyor muydun ya çıkarken
hiç ray olmasa da trenler rötarsız kalkmalılar
kusursuz yaşamak senin istediğin
ağlamalarından ve bunalımlarından ayrılarak
hâlâ mümkünse geçmişini dövmek bir temiz
ne söylersem inkâr edeceğini biliyorum
biliyorum yine de kelimelerimi seviyorum
seviyorum ve korkuluklar gibi
tek kâbusum kargalarken kargaları ben korkutuyorum
belki bir ring otobüsüyken son istasyonumu arıyorum
seni bende esas yapan
tek yudum kalmış cini paylaşabilmek
ama hâlâ tortulaşmamış ve limonu az
sonra oturup boşlukan geçenleri seyretmek
ve sen eski sevgililerim gibi
bana değiştiğini söylüyorsun
eskileştikçe
inanmak her şeye yenik düşmek demektir
ben kendime inanmıyorum üç senedir
üzerime yağmur yağdıkça balıklaşıyorum
arafelerde maviyuva soğuk ve ıssıza bir gemidir
ellerimi kocaman ellerimi üşütür sessizliğinden
koyunları oyalamamak için çitleri kaldırmış
tiksinmemek için camları seyrediyorken
benim de aklıma gelen
sadece eski sarhoşluklar
ve hiç bitmeyen eski akşamlardan kalmalar
bütünlemesi olmayan
seni suçlayamam bu senin senaryon
yönetmenin senaryosu gözlerinde ufalmalıdır
satırlarına değişmen geldiyse değişebilirsin
gidebilirsin ve hatta gitmelisin
tek ricam
gidersen geri dönmemendir
fırtına koparken açılırsan
boğulursun
çünkü sen balık değilsin
sahil kayalıkları gibi kopa kopa yaşamışlıklarını bilirim
kendine geri dönünce seni sen karşılamayacak
sen ormanlarını yaktın kasabanı yaktın
geri dönünce saçların hep jöleli olacak
başıboş resimlerin tutsaklığı anlaşılmamaktan
harabelerinde inekler otlayacak
gitme diyemem bu senin kararınsa
tek ricam
gidersen geri dönmemendir
............
Bana kalbini ver...
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine...
Acele giden gece zamanlarında çarpacağım
bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana...
Düşerken dibe soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana...
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe
Yüksek sesler alçakça dinlenir
Bana usul sessizliğini ver...
Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince
Adının anlamını ver bana...
Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana...
Başkaları bu aşkı oyalamak için var olur
Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar
Bana kendini ver...
Her şeyden ayıkladığın kendini…
En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler
Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda
Yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver...
Yaralar değil canı yakan
İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği
Yaralarını göster ve bana izlerini ver...
Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde
Baktıkça seni gördüm
Bana var oluşunun sırrını ver...
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul
Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım
Bana zamanını ver...
Atlardan daha hızlı koş oraya
Soluk soluğa kaldıkça koş
Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat
Vaktinde yetişmek için bana
Bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya
Bana verdiklerinle bekliyorum seni
Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde
Kuşlara takılmasın ayakların.
Takatini zorla ve koş oraya
Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, Dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin,
İntiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya koş.
Ben bütün gemileri uğurladım, gitmeyeceğim
İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim
Yazılmış sözleri susuyorum
Konuşarak, yazılmamışları siliyorum
Bana hecelerini ver...
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver...
“Susacak var” edilen bir yemin, sözle tutulamayan
Bana yüzünden çizgiler ver...
Gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.
Suya yazılmaktan kurudu kelimeler…
Bana bir cevap ver.!
.........
Hic düsündünüz mü
Ne cabuk degisiyor canlarımız?
Herhangi biri canınız oluyor bir anda...
''CANIM'' diyorsunuz birine; yalansız, sıcak ve icten...
Oysa o sizi canı saymıyor ve cekip gidiyor birgun ansızın....
Hersey guzel giderken, bir bakıyorsunuz hepsi yalanmıs
Sizi yari yolda bırakmıs, cekip gitmis ''canım'' dediginiz...
Sevginizi, ona verdiginiz degeri hiçe sayıp gitmis...
Ama yalniz gitmemis, sizden onemli bir parca da almıs yanına.
Ondan olan diger yarınızı, canınızı...
Her yeni iliskide bir can daha kazanıyoruz,
Oysa bitenler de bir can alıyor canınızdan
Size kalansa her bitisin ardindan;
Bir baslangıç degil asla!
Acı, hüzün ve onların çocugu olan gözyaşı...
Sonusuz bir karanlık, boşlugunda
kayboldugunuz...
Ve tabi size kalan diger yarınız...
Bir diğer yarısı hiç acımadan kesilip çalınmış sizden.
Ve o kesik hiç iyilesmeyecek aslında...
Ama siz, kendinizi kandırmayı yeğliiyorsunuz
Her seyi itiraf etmektense kendinize...
ÇÜNKÜ;
boylesi cok daha kolay...
Gerceklerden kacIyorsunuz
Herseyin tekrar eskisi gibi olacagını söyleyip
Avutuyorsunuz ruhunuzu...
Sizde farkındasınız oysa,
Bir daha geri gelmeyeceginin giden canlarınızın...
Ama bu gercek ürkütür sizi
Karanlıkta kaybolan sessiz bir çıglık gibi
Kayboluyorsunuz sizde; yitik canlarınızı dusundukce...
Biliyorum
Diyeceksiniz ki, bu ne karamsarlık...
Ama hayat bu kadar karanlıkyüzünü gosterip, yerini hemen
karanlıga bırakırken, canlarımız yiterken,
Sizde elinizde olmadan, hic farkına bile varmadan
Yeni canlar edinecek,
Ve canınızdan olacaksınız.
Yine ve yine yarım kalacak, yine eksileceksiniz.
Kendinizi eksilten siz olacaksınız
çünkü buna izin veren sizsiniz...
''HOSGELDIN'' diyen siz...
Hiclige sürüklenisinizi izleyeceksiniz bir köşeden
Solugunuzu tutup sessizce...
Birine ''canım'' demeden once iyi dusunun...
O, canınız olmayı hakediyormu gercekten?
Ve siz,
Bir kesige, bir parçanızın daha kopup gitmesine,
Bir candan daha olmaya hazırmısınız?
Hadi, durmayın, gidin yeni bir can bulun kendinize,
Yeniden YARIM kalın...
Soylesenize, ne cabuk degisiyor CAN'larınız?