sokaklarda el ele tutuşan İnsanlar özgürlük için Ve dalgalar ölüm yüklü Sözcüklerde yosun kokulu Hüzünler sarıyor bedenimi
Ben ki sevmeyi unutmuştum Sevilmeyi sonsuz bakışlarında Şuan bilinmez sertliğinde bir Kayanın, oturuyorum
Denizi; ela gözlerindeki dehlizlerin Aydınlık fısıltılarını izliyorum Tüm haykırışların mezarlığında
Artık bedenim yabancı geliyor bana Durmaksızın çoğalıyor ve Büyüyorsun zihnimin en ıssız Yalnızlıklarında
Güneşi kıskandıran saçların Beliriyor birden gökyüzünde Bir yanım uzaklaşıyor benden Ardımda ufkun kalabalık uğultuları Maviden kızıla dönüyor Sonra karanlık esir alınca Geceyi yorulmak bilmez Adımlarla sana koşuyor yüreğim
Gece oluyor gözlerim yokluğunda Bakışlarının sen utangaç ışıltılarla Saplanıyorsun zihnime
Yürüyorum her adımda ağır ağır Ölerek ardımda bıraktığım Cesetler kokuşmuş yalnızlıkların Harabe gemilerinde yol alıyorlar Ellerim kanıyor şimdi Ve ben denize gülüşünü çiziyorum Ürkek bakışlarımla...
Hatırlar mısın, bizimde karşında duran balıkların hayatı gibi bir hayatımız vardı. Tıpkı onlar gibi beş kişiydik. Tıpkı onların cam duvarlardan hayata baktıkları gibi hayata bakardık. Hayata sadece bakıp geçer, yarattıgımız hayatta yaşardık, onların kavanozda yaşadığı gibi. Onlar gibi herşeyi beraber yaşadık. Galiba bu kadar benzerlik olduğunu o zaman da farkettik, hatta kendimizi o iki litre suyun içindeki balıklar zannettik. ama iki şeyi unutarak hayat denizinin iki litreden oluşmadıgını ve insanoğlu olduğumuzu.
Yaşadıklarımızı balıklardan farklı olarak, hissettiğimizi ve onların bizi etkilediğini. Ama o hayatta beraberdik sonuçta, şu an ne kadar birbirimizi aramasak bile. Aslında farkedilmese de seninle hep yanyana durur yaşanacakları aynı bakış açısından yaşardık, bu yuzden bir zamanlar bizim yaşadıgımız gibi kendi dünyalarında yaşayıp hayata öylece bakıp geçen balıkları sana veriyorum. Onları izle zaman zaman onlarin güzelliğini, hayatlarının güzelliğini.
Deniyorum her seferinde ölmeyi. Her biri başarısızlık. Balkona bakan bir sandalyede oturuyorum şuanda yine aklımda atlamak var. Yine bir başarısızlığın beklediğini hissediyorum tüm benliğimde.
Defalarca atlıyorum pencereden. Hayatın inişlerinden birisinde artık patlamış durumda frenim. Madem öleceğim güzelce ölmeliyim diyorum, tam gaz. Her bir inişte deliliğe yakın yerlerden dönüyorum en sert virajlardan delicesine döndüğüm gibi. Bu defa da dönerim diye bekliyor herkes, herkes ki bir elin parmakları. Korkuyorum bu geceden. Dışarıda yağmur var, sesini duyuyorum. Görmekten korkuyorum, ölmekten de korkuyorum, tenime yağmurların delice delercesine çarpmasından da...
Her kurguda bir koşuda atladığımı görüyorum, son bir hamleyle tuttuğum tırabzanların ellerimi kestiğini, bir süre sonrada ellerimi bıraktığımı, öylece süzülüşümü. Sanki bir zorluk bir engel çıkmışta aşıyorum hissine kapılıyorum ve öylece atlıyorum, kurgu ya bu defalarca atlıyorum. Yere çarpıyorum acıyor işte o an canım. Film şeridi geçmiyor önümden filmlerdeki gibi, sadece saf ama acı bir acı. Gözlerimin önünden kanlar, benim kanlarım akıyor. Bir süre sonra akmaz olup birikiyorlar öylece, onlarda bıkıyorlar her seferinde akmaktan. Defalarca atlıyorum pencereden, defalarca ça rpıyorum ve kanlar...
Temiz havaya ihtiyacım var boğulmuş durumdayım bu hayatın içinde, nerede ve nasıl alacağım? Biliyorum ve korkuyorum ki balkona çıkarsam atlayacağım yine pencereden, korkuyorum ki belki de bu defa son atlayışım olacak. Atlıyorum pencereden, defalarca hem de yatağımda yorganın altında karanlıktan korkarak ama ağlamadan yatarken. Titriyorum tüm hücrelerimle, ıslanmışım ve üşüyorum. Yormuş durumda atlayışlar beni. Son bir defa atlamak istiyorum her defasında, istem dışı bir şekilde.
Her yerden geçmişin izleri çıkıyor karşıma. Okula ait bir defterden eski bir sevgiliye yazılmış -ya da öyle sandığı- mektuplar, şiirler; telefondan eski bir dostun numarası artık aramaya korktuğum ve nice iplikler uçları düğümlü. Anılar diyarına atlıyorum bu defa pencereden atlamazdan evvel. Geceden sabaha kadar konuştuğum dostlar. Hep sarhoş olsa öteki, beriki hep terk edilse ve hep konuşabilsem. Hep yazsam birilerine şiirler aslında ona yazılmadığını bilmese o birileri ama sevinseler, sevseler keşke ben sevmeyene dek. Araya mesafeler girmese mektuplar elden ele verilse hemen kucaklarına yatıp okunsalar, hiç üzmeseler keşke hep ağlatırken.
Her defasında ufak bir şey bağlıyor hayata. Bu defa yok hiçbiri, korku son bağlantım a atlayabilirsem korkunun üstünden kopacak biliyorum kanla bağlanan son kırmızı şerit. Son kez son dostuma bakmaya gidiyorum, uyuyor bir bebek güzelliğiyle. Ben ölümü düşlüyorum o ise güzel yarınları düşünüyor. Ben farkındayım, onun umurunda değil. Kaçıyorum yastığının başucundan; yüz yüze konuşmaktan korktuğumdan; parmaklarımın ucuna basarak. Telefon elimde, numara önümde aramak için tek tuşa basmak yetecek, istiyorum, belki bir umut ne diyeceğimi bilmiyorum belki bir “alo” yetecek. Aramamaya karar veriyorum. Korkuyorum, uzaklaşıyorum iyiden iyiye.
Sevdiğimi ya da öyle sanmamı istenilene ulaşabilsem keşke, en son beni bağlayan insan kalın urganlarla belki... Ama o hasta, bitkin ve saat çok geç. Ama en son aklıma gelen, son şansım. “Seni benden başkasıyla düşünemem ki” diyor otomatik mesajı. Seninle olamadık ki tam manasıyla, senden başkasıyla da olamadım yarım da olsa. Kiminle düşüneceksin ki?
Saatler geçti, artık atlamıyorum pencereden defalarca.Tükenmez kalemin tükenişi gibi tükeniyorum bir daha yazamamak üzere. Bitti tüm arayabileceklerim ya da ulaşsam beni bağlayabilecek olanlar yağmurun bitişi gibi. Üşümem artık atlasam. Öyleyse atlamam da gerekmiyor artık. Nasıl olsa defalarca atladım pencereden tüm gece, unuturum elbet.
Yine kar yağıyor İstanbula.. Yine yollar beyazlaşıyor..
Çam ağaçları kat kat karları biriktiyorlar.. Diğer ağaçlar ise çıplak gövdelerine alıyorlar yağan kar tanelerini..
Beyaz yolları aşıklar ayak izleriyle kirletiyorlar.. Bu kış ben yalnız gezeceğim boş sokaklarda.. Çiftler iki çift ayak izi bırakırken.. Benim gezdiğim yerde sadece bir çift ayak izi olacak.. Ayak izlerini görenler bu kimdi acaba diye sormayacak.. Bazılarının aklına böyle sorular takılacak.. Ayak izlerini bırakan kişinin kimi düşleyerek gezdiğini kimse bilmeyecek..
Sadece soru işareti kalacak.. Yağan karlar o soru işaretlerini kapatacak sonunda..
Boş sokakları ayak izlerimle kirletmeye gidiyorum.. Kim bilir.. Belki..
Hani o iki kisilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardin Hani sen git demiyecektin bana Ve ben herseye ragmen gelecektim Içimde bir umut Ellerimde olgun meyvalar Dünya nimetleri Gözlerimde yanip yanip sönen bir pirilti Ama ne sen gel dedin Ne de ben gelebildim herseye ragmen Askimiz ayriliklarla basladi Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik Öyle ateslerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu Karli daglarin serinliginde uyurduk geceleri Deniz fenerinin isiginda yikanirdik Köpükten bir çalkantiydi içimizde zaman Ne yana baksak denizdi maviydi isikti Sonra bir çaresizlikti zifir Akintiya kapilmis gemiler gibiydik Bir org çalinir gibi yanibasimizda Öyle kendinden geçmis öyle basibos Öyle derin duygular içindeydik anlatilmaz Sarhos rüzgarlara biraktik kendimizi Aldigini geri vermez dalgalara Görmedigimiz ülkeler gördük gün dogusunda Tatmadigimiz yemislerden tattik günahkar olduk Alevden bir tasta eridi günler Bir cehennem atesiydi ask içimizde Hiç sönmeyecekmis gibi yaniyorduk Tutsakligimiz nasil basladi bilinmez Pasli demir kapilar kapandi üstümüze Tas duvarlarda kayboldu boguk seslerimiz Çaresizligimizi bize aynalar söyledi inanmadik Kusatildik ansizin kederle ayrilikla Aman vermez karanliklar sardi dört yanimizi Yalnizlik bir agri gibi çöktü basimiza Uyuduk bir daha uyanamadik Simdi bir kutup var sana çeker beni Bir kutup var senden öteye Ben onun için böyle ortaliklarda kaldim Dag yollarinda caddelerde sokaklarda Onun için bulup bulup yitirdim seni Hangi kapiyi çaldiysam sen açtin bana Hangi gözümü yumduysam seni gördüm Zamandin zamandan öte bir seydin Yillarca bir mesale gibi yandin uzaklarda Bu manyetik alanda bogulmam senin yüzünden Bu zincirleri sen vurdun ellerime Sen getirdin bunca karanliklari Al sunu mum yak Korkuyorum Bir tas aldim attim denize Günahlarimdan kurtuldum Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim Öteye gidemem Itme beni Benim de bir insan tarafim vardi Bakma böyle kötü olduguma Benim de dileklerim vardi Benim de bir bekledigim vardi yasamaktan Yeter artik vurma yüzüme çirkinligimi Hergün bir kadin aglar benim yüzümde Büyük dertler için benim ellerim Anlamiyor musun Sen sevildigin için güzelsin bu kadar Ben sevilmedigimden böyle çirkinim Bütün kötü yerlerde ben korkarim Biliyorum Bir hayvan lesiyim öleli kirk gün olmus Fabrika bacalarinda bir kara dumanim Zehirim akrep kuyruklarinda Kötüyüm sevemedigin kadar Öyle fenayim Kapanmis biçak yaralarinda Bu pis çöp tenekelerinde unut beni Unut artik Bayat bir ekmek gibi Çürümüs bir elma gibi Sari badanali evlerde kazanlar kaynar Sari badanali evlerde günahlar islenir her gece Sari badanali evlerde ölüler yikanir Sari badanali evleri sev biraz Bu evlerde zaman benim aksamlarimdir yitirilmis Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan Bu sarilarda benim yüregim bir ölür bir dirilir Anladim Bu dünyada benden baska kimse yok beni anlayan Tosca' dan bir arya hatirliyorum simdi Sus biraz Ensemde bir akrep yürüyor Birak yürüsün Sabaha asacaklar beni Dokunma Yedi canim vardi ikisi gitsin Bunca ölümler az gelir bana Kalbimi yardim Bir damla kan akti Kutuplara kar yagiyordu Üsüdüm Failatun vezniyle seni çagiriyorum Bana imbiklenmis yesilligini getir Dur gitme Bes kurusum vardi kaybettim Dur gitme Isirgan otlarindan kurtar beni Deniz analarinin gözlerini çaldim Sana bakmak için Günesi üçe böldüm Al biri senin olsun Yüzümde bes biçak yarasi var Bir de sen vur Barut kokusunu severim Bir portakali dilim dilim soy Aciktim Tut ki ben yogum artik yeryüzünde Tut ki bir marul yapragiydim Öldüm Al su serçe parmagim sende kalsin. Ben kötüyüm Allahsizim Korkunç çirkinim Ben seksensekizinci tul dairesiyim Sag gözümün üç kirpigini kestim Al Ben lanetlendim Chopin' in cenaze marsi çaliniyor Ölüler ayaga kalkti Görüyor musun Su soldan ikinci benim Senin yüzünden öldüm Simdi seni getiriyorlar karanligima Agliyorum Biraz sev beni Gül biraz Yaklas biraz Seni affediyorum Kuskonmaz dallarina astim kendimi Sedir agaçlarina gül yapraklarina Basimi taslara vurdum Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandi Tanrisal duygular içindeydim Bütün tanrisizligimdan uzakta Bir kemiklerinin sertligini aldim Bir teninin akligini Sonra sicakligini dudaklarinin Gel bak sana bir tanri getirdim Gel bak bir tanri yarattim senden
kimi zaman yersiz düşlere dalardım,hep aklım toparlardı beni 'saçmalama hiç mantıklı değil bu hayalin' derdi..ne zaman hayale dalsam sıyrılırdım kendimden..kimsenin hiç bilmediği biriydim ben..kimsenin görmediği dokunmadığı..bütün pisliğine rağmen hayatın gülümseyen yüzüydüm..içimde hep bir umut..
bahçede sandal.. denize açılmayı bekleyen.. oysa denizde olsa kurumazdı böyle,boyası dökülmezdi..ait olduğu yerde olmalıydı sandal..aklım,hani bana mantıklı ol diyen aklım bunu görmezden gelirdi..oysa gayet açıktı sandalın denizde olması gerektiği..mantıken böyleydi ama aklım bana hep oyun oynardı.. işine geleni secerdi
şimdilerde ben ve aklım iyi geçiniyoruz..sandalı başladık itmeye denize doğru..bekliyoruz bekliyoruz bekliyoruz..
gücüm yettiğince.. sen şimdi yardım etme bana..sen hep denizde kalmasını sağla..bırak ben çıkarayım onu denize..
Hiçbirşey şaşırtmıyor beni...Bilakis çok iyi anlıyorum... Kelimeler kifayetsiz, çoğu kez... hayat,aşklar,vedalar,sevinçler,hüzünler,yalanlar ve idealler... daha neler neler....
kendime ve benzerlerime acıyorum bazen...bu farkındalığa rağmen, bu aciz kalışa... bile bile ladese...
hele birini sevmek...bu konudaki ilk 'metafor'umu henüz çocukken üretmiştim... 'aşk' bir dondurmaya benziyordu...tatlı bişeydi...erimeden tüketilmeliydi... saklama lüksüzünüz yoktu...bu aptallığı yaparsanız elinize yüzünüze bulaşan; nahoş birim durumla karşılaşır; üstelik bu taddan da mahrum kalırdınız...
buna rağmen; sonsuza kadar saklanabileceği fikri hep hoşuma gitti... soğuk birisi ve bakışlı olmamı buna bağlıyorum)
hemen hepimiz buna benzer soyutlamalar yaparız...bizi diğerlerinden ayıran,farklı ve şaşırtıcı kılan budur...beni şaşırtan insanları hep sevdim...'sevdiğim' insanlar da hep şaşırtanlar arasındaydı...cebimde kelimelerle gittim hep onlara...
ama artık hiç bir şey şaşırtmıyor beni...çünkü, kelimelere yüklenen anlamlar; özlenen hayatlar o kadar aynı ki...'seni seviyorum' bile, bir dil jimnastiği oldu...milli sporumuz; gitmek,dönmek...ayrılıp birleşmek...
'vefa',İstanbul`da bir semt adı sadece...'ahde vefa' ise kayıp... 'özlediği hayat' bir hiç muamelesi yapıyor 'sevdiklerimize'! ! ! ama olsun! ! ! bu yolda çekilen acı mübahtır! ! ! Temenni odur ki; herkes gider istediği yere...Ve götürür istediğini 'yüreğinde'...
sana da kelimelerimle gelmiştim... 'ayrı' dillerden konuştuğumuzu farketmedim... sen şimdi uyuyorsun... bugece son...
Veda etmiyorum Gitmiyorum ki ben.... buz kesiyorum...sadece ölüyorum... 'dondurmanı 'başucuna bırakıyorum...
Kim bilebilir olmayanın gerçek olmadığını... Düşündü, yaşayacak bir oda bir de kalem istedi. Sonra bir masa çizdi. Bir ucuna umutlarını koydu, bir ucuna sevgiyi, bir kenarına neşesini, bir kenarına masalları ve en ortaya gerçekleri! Beyaz kağıt önce gözlerini kamaştırdı, sonra ilk sözcük çıktı dudaklarından. Aşk. Aşk gizli söz söyleyendir, suyu yakan, ateşi yakandır. Aşk, bulunmayan bir yolu bulmak demektir. Aşk tenin dört unsuru varken olmaz, olgun bir kuş kafesi yıkandır, Aşk kölesi hür olanın canıdır; gemici inciyle uğraşmaz, geminin başı arzu ile dolu; inci arıyanın yeri suyun dibidir, parlak inci elde etmekten vazgeç gönül dedim.
Döndü kendisine bir daha baktı, çırılçıplaktı. Gerçek ne kadar gerçekti? “ bir şeyin gerçek olması için var olması lazım” dedi. Kendisine dokundu, ruhunu hissetti; “Ben gerçeğim” dedi. Sonra durdu, peki ya düşünceleri gerçek değil miydi? Bunu kabul edemedi, ve başladığı yere geri döndü. Gerçek ne kadar gerçek? Dokunmak tam bir yanıt olamaz “ ya gördüklerimiz? ”. Deniz mavi, deniz gerçekten mavi mi? Bu konularda duygularına güvenemeyeceğini anladı, ya düşünceler? “düşünerek gerçeklere ulaşabilir miyim? ”….. düşündü ki önce duyumsuyor, sonra düşünüyor ve en sonunda algılıyordu. Ama soru cevaplanmamıştı, algıladıkları gerçek miydi? Gerçeğin nitelikleri var mıydı? Var olan her şey gerçek miydi? “ben buradayım, ben gerçeksem algıladıklarım da gerçektir” dedi. “ o zaman ben gerçekten var mıyım? ” diye tekrar sordu. Aklına Descartes’in sözleri geldi, “ bir tek şüphe ettiğimden şüphe edemem.şüphe ediyorsam düşünüyorum”, o an biraz rahatladığını hissetti. “Peki bunu çevremdeki insanlara nasıl kanıtlayabilirim” diye kendi kendine bir soru daha yöneltti. Gerçekliğin gerçekliği konusunda neye güvenebileceğine karar veremedi. Kendine bir elbise çizdi. Güneşin doğuşuna baktı. Arkasını döndü, önüne geceyi çizdi..... Geceye doğru yürüdü, “kendi dünyam” dedi içinden. “ama kim gerçek olduğunu söyleyebilir? ” ve bir başkası gelip bozmasın diye bir yerlere kilitli bir kapı koydu, ve sonra “göçü” düşündü, var olan bir şey yok, olabilir miydi ki sevgili Deniz? göç bir son muydu? Ya da gerçek? Neden bu aralar gecelerimin ıssız, tenha saatlerinde en çok senin resimlerini, düşlerini, “göçünü”, o insani gülüşünü düşünür oldum. Belki de Furuğ’un dediği gibi:
“Geceler, sıkıntılı gökyüzümde dolaşan Sersem esinti, Geceler, damarların mavi sokaklarında dolaşan Kanlı sis. Geceler ki yalnızca Ruhumuzun titreyişleriyle, yalnız Nabız atışlarında kaynıyor.......”
Belki de varlık bir “Deniz”dir, Söz de kıyısı....,
Ya gözlerimde, ellerimde yaktığın “yokluk” ateşini hangi “kül” söndürecek? cevabı “sensin”........
ellerim alevlere battı, gözlerime yangınlar devrildi, renkler al oldu,kendilerinden yitti... kül oldu bedenim kirpiklerim döküldü gözlerime adım misali..... yüreğim kesik bileklerimce kan kanatlarım kan misali kora bulandı... ve yalnızlık bedenimi tutan elleri aşıp geçti, sızdı gözyaşlarıma... düştü ruhum yere, sanki her yer alev, her yer kordu.... gözyaşlarım bile yandı, kül oldu....
izmirl sadece bizim, siyah beyaz köpükleriyle boğazı ayaklarıma serişin; ruhuma en parlak yıldızları iliştirişin... altınla işleyişin bu yüreği harflerde, parlak gözlerinle okyanusların rengini çalışın! ..... ellerinde her an ölüşüm her nefesinde var oluşum Y E N İ / d e n T E K kelime için, ve o kelimenin kırmızıya bulanıp gelişi, göz yaşlarına bulanıp daimi kaybedilişi....... ellerimden devrilen, adımca kristal bir yürek......
bulutlar devrilir geceye... çıplak gözlerimi boğazdaki vapur izlerine bulayarak, dokunuşlarının tenimdeki izini sürerek bir hayat gölgesi takibindeyim... bekleyiş değil bu, bekleme halinden öte,uzaklık... nefessiz bir yangın sanki... oysa bağlılığım her anına dair, sessiz bir 'bir olma' tutkusu...
ellerim kelepçeleri oluyor kalbimin,sana mühürlenen... bu tinsel hapsoluşun ardında, yağmur olup saklanmak istiyorum kirpiklerine... g e l, dokun bana... bırak bedenim kokuna bulansın... tenim su olsun ellerinde,aksın... tamamlanamaz cümleleri ahenge boğduğun gibi,
fethet her anımı, ruhumun ansızlığını; var et beni kendinde güneş bir sarmaşık gibi sar ruhunu bedenime...
'doğumum'u simgeleyen günden söz edilirken avaz avaz... gözlerim damladı gökten yüzüme; güz düştü ellerime; sel olsam aksam yüreğimdeki kan pıhtılarını yıldızlara çalıp... gözlerimi yumup göğü sussam kirpiklerimde; güneşe bıraksam bedenimi, yaksa kavursa; alev olsam tutuştursam İstanbul'un gözyaşlarını; titrerken ellerim, çıplak ayaklarım mehtabın sessizliğine batarken; rüzgâr olsam; güneşi kendime katıp; kaçsam bu çığlık çığlığa sessizlikten, bu her gece gözlerime yürüyen yalnızlığı adımda yangınlara boğsam... yağmur olsam göğü kendi rengime boyasam ve hep 'ben' kalsam... 'sen'ce; 'senin' adım adım var ettiğince....
karanlık bir yolda, çınarların başımdan aşağı suskunluklarını döktüğü, günü yüreğimde saklayarak koşmaya çalıştığım bu yolda... eski harfler dolanıyor çıplak,kesik ayaklarıma... titrekliğimi saklayan duruşum kırılıyor; belim ellerime kanıyor... gözlerimi denize atlayan günden yana düşürüyorum... gece bedenimi sarmalıyor, nefessiz kabuslar kirpiklerimi ıslatıyor... ' G ü n e ş, h a y a t, s u.... ' yanan buklelerim geceye fısıldıyor... gitmelerin hayallere kavuştuğu an; 'SUS' dolu bir yangın çarpıyor gözlerime rüzgâr... ellerimi hayal kirpiklerine sürüyorum, bedenim İstanbul'un köpüklerine devriliyor... gözlerinde susuyor hecelerimdeki huzursuzluk; bilincimdeki katılık adıma bulanmış kalemimde dağılıyor. günü bekleyen küçük bir erkek çocuğuyum, kırmızı kalp gülleri ellerinde, ve bulut gözyaşlarıyla yağmur penceresinde; bu parça parçalığın suskunluk evresini beklemekte....
gözlerimi yumdum ellerime... önümde gün grevinde ahşap bir kapı... yepyeni bir saat devrimi daha doğmuş ben 'henüz' uykuya adımımı dahi atmamışken; parmaklarımda kan durusu susuyor harflerim... oysa onları 'sadece' hissetmek yetmiyor... tenim günlerdir 'güneş'in renginden dahi mahrum.. kronik bir 'bekleme' halindeki bedenim ve ruhumun suskunluk tutsaklığının gittikçe artmasından endişe etmiyor değilim aslında... adımı dahi hatırlamıyormuşcasına 'yitik', solgun bir kimlik kaçkını mu oluyorum 'yavaş yavaş'? ! ... aşmak gerekliliği deviniyor gökten yüreğime damlayan 'renk'lerde...
aradığın uğruna pencerelerden döküldüğün gerçek, aslında hemen orda, kalbinin en arkasında, en sağlam köşede oturmuş usul ama endişeli gözlerle seni izliyor baştan beri... bilmiyordun.[ mavi prensi gösterdi neyseki] ama hissetmiyordun da değildin. hep emindin; çığlıkların ardında senin kadar güçlü bağırabilen bir tek o war, we sonrasında aynı yüreklilikle ağlayabilen. en çok da sarılmayı, görmeyi bilen:: ardındakini:: anlatmana gerek olmadan - aramana bile! ...
geç oldu mu, -biraz, sonrası var... 'keşke dursa zaman.' ve huzur inse gözlerimden usul usul...
yapabilseydim, onu sonsuza dek gülümsetecek kadar mutlu etmek isterdim.
uyku,dudaklarımda nefesleniyor. tavan arasında hapsedilmiş ışığa tutkun minik bir kelebek gibi... sağımda, solumda ve içimde.. beyaz gölgeler durağı gözlerim; ve o, çığlıkları kesiyor kirpiklerimden, fırlatıyor denizin ta, öte yanına. şehir, gururlu cam kırıkları, ve ardında devasa bir rüzgar kapı. geçebilir misin? susup nefesini, bileklerine dolanmış gözyaşlarını teninden sıyırıp? ve sabaha karşı, tam saat 5'te, erguvanların başında uyanabilir misin? gözlerini,gölgeni,rengini bulutlara bırakıp?
20.11.2009 - 00:43
SAYGIDEĞER ÜSTADIM GURUBUMUZUN GÖNÜL KAPILARI AÇIKTIR
ÜYE OLUP İMKANLARINDAN YARARLANIN BİRLİK OLALIM DİRLİK BULALIM İSİMLERİ ŞİİRİMİN ALTINDA SİZEDE BAŞARI DİLİYORUM.
G Ö N Ü L T U R U
Saygıdan,sevgiden anlamayana,
Bu yönde diyalok sağlamayana,
Kavgayı tatlıya bağlamayana,
İki yüzlü dosta kızandır gönül.
Yeterki kükresin kurtulsun çölden,
En güzel nameler dökülür telden,
Mutluluk sembölü düşmesin dilden,
Aşkını haykırır ozandır gönül.
Gözlerin içine istekle bakar,
Elektrik alır akımı akar,
Şiirde,nesirde hep galip çıkar,
Güzele duyguyu yazandır gönül.
Nereye kaydığı bazen bilinmez,
Bıraktığı eser kolay silinmez,
Fedakar davranır asla erinmez,
Göllerde yüzüyor sazandır gönül.
Belli bir sürede hevesle yaşar,
Şıp sevdi görünür eğlenir coşar,
Zeki'ye yoldaştır ecele koşar,
Ruhuyla toprağa sızandır gönül.
19-11-2009 GÖNÜL DOSLARINA SAYGILAR,SEVGİLER, SELAMLAR
TÜRKİYE Yazarlar,Ozanlar,Bestekarlar,Şairler Gurubu ( aynen yazınız)
AŞKIN DERYASI Kitabımdan Damlalar GURUBU.(tıklayıp üye olunuz.)
29.04.2007 - 22:02
sokaklarda el ele tutuşan
İnsanlar özgürlük için
Ve dalgalar ölüm yüklü
Sözcüklerde yosun kokulu
Hüzünler sarıyor bedenimi
Ben ki sevmeyi unutmuştum
Sevilmeyi sonsuz bakışlarında
Şuan bilinmez sertliğinde bir
Kayanın, oturuyorum
Denizi; ela gözlerindeki dehlizlerin
Aydınlık fısıltılarını izliyorum
Tüm haykırışların mezarlığında
Artık bedenim yabancı geliyor bana
Durmaksızın çoğalıyor ve
Büyüyorsun zihnimin en ıssız
Yalnızlıklarında
Güneşi kıskandıran saçların
Beliriyor birden gökyüzünde
Bir yanım uzaklaşıyor benden
Ardımda ufkun kalabalık uğultuları
Maviden kızıla dönüyor
Sonra karanlık esir alınca
Geceyi yorulmak bilmez
Adımlarla sana koşuyor yüreğim
Gece oluyor gözlerim yokluğunda
Bakışlarının sen utangaç ışıltılarla
Saplanıyorsun zihnime
Yürüyorum her adımda ağır ağır
Ölerek ardımda bıraktığım
Cesetler kokuşmuş yalnızlıkların
Harabe gemilerinde yol alıyorlar
Ellerim kanıyor şimdi
Ve ben denize gülüşünü çiziyorum
Ürkek bakışlarımla...
09.02.2006 - 08:08
Hatırlar mısın, bizimde karşında duran balıkların hayatı gibi bir hayatımız vardı. Tıpkı onlar gibi beş kişiydik. Tıpkı onların cam duvarlardan hayata baktıkları gibi hayata bakardık. Hayata sadece bakıp geçer, yarattıgımız hayatta yaşardık, onların kavanozda yaşadığı gibi. Onlar gibi herşeyi beraber yaşadık. Galiba bu kadar benzerlik olduğunu o zaman da farkettik, hatta kendimizi o iki litre suyun içindeki balıklar zannettik. ama iki şeyi unutarak hayat denizinin iki litreden oluşmadıgını ve insanoğlu olduğumuzu.
Yaşadıklarımızı balıklardan farklı olarak, hissettiğimizi ve onların bizi etkilediğini. Ama o hayatta beraberdik sonuçta, şu an ne kadar birbirimizi aramasak bile. Aslında farkedilmese de seninle hep yanyana durur yaşanacakları aynı bakış açısından yaşardık, bu yuzden bir zamanlar bizim yaşadıgımız gibi kendi dünyalarında yaşayıp hayata öylece bakıp geçen balıkları sana veriyorum. Onları izle zaman zaman onlarin güzelliğini, hayatlarının güzelliğini.
27.01.2006 - 07:58
Pencereden
Deniyorum her seferinde ölmeyi. Her biri başarısızlık. Balkona bakan bir sandalyede oturuyorum şuanda yine aklımda atlamak var. Yine bir başarısızlığın beklediğini hissediyorum tüm benliğimde.
Defalarca atlıyorum pencereden. Hayatın inişlerinden birisinde artık patlamış durumda frenim. Madem öleceğim güzelce ölmeliyim diyorum, tam gaz. Her bir inişte deliliğe yakın yerlerden dönüyorum en sert virajlardan delicesine döndüğüm gibi. Bu defa da dönerim diye bekliyor herkes, herkes ki bir elin parmakları. Korkuyorum bu geceden. Dışarıda yağmur var, sesini duyuyorum. Görmekten korkuyorum, ölmekten de korkuyorum, tenime yağmurların delice delercesine çarpmasından da...
Her kurguda bir koşuda atladığımı görüyorum, son bir hamleyle tuttuğum tırabzanların ellerimi kestiğini, bir süre sonrada ellerimi bıraktığımı, öylece süzülüşümü. Sanki bir zorluk bir engel çıkmışta aşıyorum hissine kapılıyorum ve öylece atlıyorum, kurgu ya bu defalarca atlıyorum. Yere çarpıyorum acıyor işte o an canım. Film şeridi geçmiyor önümden filmlerdeki gibi, sadece saf ama acı bir acı. Gözlerimin önünden kanlar, benim kanlarım akıyor. Bir süre sonra akmaz olup birikiyorlar öylece, onlarda bıkıyorlar her seferinde akmaktan. Defalarca atlıyorum pencereden, defalarca ça rpıyorum ve kanlar...
Temiz havaya ihtiyacım var boğulmuş durumdayım bu hayatın içinde, nerede ve nasıl alacağım? Biliyorum ve korkuyorum ki balkona çıkarsam atlayacağım yine pencereden, korkuyorum ki belki de bu defa son atlayışım olacak. Atlıyorum pencereden, defalarca hem de yatağımda yorganın altında karanlıktan korkarak ama ağlamadan yatarken. Titriyorum tüm hücrelerimle, ıslanmışım ve üşüyorum. Yormuş durumda atlayışlar beni. Son bir defa atlamak istiyorum her defasında, istem dışı bir şekilde.
Her yerden geçmişin izleri çıkıyor karşıma. Okula ait bir defterden eski bir sevgiliye yazılmış -ya da öyle sandığı- mektuplar, şiirler; telefondan eski bir dostun numarası artık aramaya korktuğum ve nice iplikler uçları düğümlü. Anılar diyarına atlıyorum bu defa pencereden atlamazdan evvel. Geceden sabaha kadar konuştuğum dostlar. Hep sarhoş olsa öteki, beriki hep terk edilse ve hep konuşabilsem. Hep yazsam birilerine şiirler aslında ona yazılmadığını bilmese o birileri ama sevinseler, sevseler keşke ben sevmeyene dek. Araya mesafeler girmese mektuplar elden ele verilse hemen kucaklarına yatıp okunsalar, hiç üzmeseler keşke hep ağlatırken.
Her defasında ufak bir şey bağlıyor hayata. Bu defa yok hiçbiri, korku son bağlantım a atlayabilirsem korkunun üstünden kopacak biliyorum kanla bağlanan son kırmızı şerit. Son kez son dostuma bakmaya gidiyorum, uyuyor bir bebek güzelliğiyle. Ben ölümü düşlüyorum o ise güzel yarınları düşünüyor. Ben farkındayım, onun umurunda değil. Kaçıyorum yastığının başucundan; yüz yüze konuşmaktan korktuğumdan; parmaklarımın ucuna basarak. Telefon elimde, numara önümde aramak için tek tuşa basmak yetecek, istiyorum, belki bir umut ne diyeceğimi bilmiyorum belki bir “alo” yetecek. Aramamaya karar veriyorum. Korkuyorum, uzaklaşıyorum iyiden iyiye.
Sevdiğimi ya da öyle sanmamı istenilene ulaşabilsem keşke, en son beni bağlayan insan kalın urganlarla belki... Ama o hasta, bitkin ve saat çok geç. Ama en son aklıma gelen, son şansım. “Seni benden başkasıyla düşünemem ki” diyor otomatik mesajı. Seninle olamadık ki tam manasıyla, senden başkasıyla da olamadım yarım da olsa. Kiminle düşüneceksin ki?
Saatler geçti, artık atlamıyorum pencereden defalarca.Tükenmez kalemin tükenişi gibi tükeniyorum bir daha yazamamak üzere. Bitti tüm arayabileceklerim ya da ulaşsam beni bağlayabilecek olanlar yağmurun bitişi gibi. Üşümem artık atlasam. Öyleyse atlamam da gerekmiyor artık. Nasıl olsa defalarca atladım pencereden tüm gece, unuturum elbet.
19.12.2005 - 19:10
Kar! ..
Yine kar yağıyor İstanbula..
Yine yollar beyazlaşıyor..
Çam ağaçları kat kat karları biriktiyorlar..
Diğer ağaçlar ise çıplak gövdelerine alıyorlar yağan kar tanelerini..
Beyaz yolları aşıklar ayak izleriyle kirletiyorlar..
Bu kış ben yalnız gezeceğim boş sokaklarda..
Çiftler iki çift ayak izi bırakırken..
Benim gezdiğim yerde sadece bir çift ayak izi olacak..
Ayak izlerini görenler bu kimdi acaba diye sormayacak..
Bazılarının aklına böyle sorular takılacak..
Ayak izlerini bırakan kişinin kimi düşleyerek gezdiğini kimse bilmeyecek..
Sadece soru işareti kalacak..
Yağan karlar o soru işaretlerini kapatacak sonunda..
Boş sokakları ayak izlerimle kirletmeye gidiyorum..
Kim bilir..
Belki..
18.12.2005 - 17:58
Sana Bir Tanri Getirdim
Hani o iki kisilik dünyalar bizimdi
Hani sen iyiydin
Halden anlardin
Hani sen git demiyecektin bana
Ve ben herseye ragmen gelecektim
Içimde bir umut
Ellerimde olgun meyvalar
Dünya nimetleri
Gözlerimde yanip yanip sönen bir pirilti
Ama ne sen gel dedin
Ne de ben gelebildim herseye ragmen
Askimiz ayriliklarla basladi
Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
Öyle ateslerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
Karli daglarin serinliginde uyurduk geceleri
Deniz fenerinin isiginda yikanirdik
Köpükten bir çalkantiydi içimizde zaman
Ne yana baksak denizdi maviydi isikti
Sonra bir çaresizlikti zifir
Akintiya kapilmis gemiler gibiydik
Bir org çalinir gibi yanibasimizda
Öyle kendinden geçmis öyle basibos
Öyle derin duygular içindeydik anlatilmaz
Sarhos rüzgarlara biraktik kendimizi
Aldigini geri vermez dalgalara
Görmedigimiz ülkeler gördük gün dogusunda
Tatmadigimiz yemislerden tattik günahkar olduk
Alevden bir tasta eridi günler
Bir cehennem atesiydi ask içimizde
Hiç sönmeyecekmis gibi yaniyorduk
Tutsakligimiz nasil basladi bilinmez
Pasli demir kapilar kapandi üstümüze
Tas duvarlarda kayboldu boguk seslerimiz
Çaresizligimizi bize aynalar söyledi inanmadik
Kusatildik ansizin kederle ayrilikla
Aman vermez karanliklar sardi dört yanimizi
Yalnizlik bir agri gibi çöktü basimiza
Uyuduk bir daha uyanamadik
Simdi bir kutup var sana çeker beni
Bir kutup var senden öteye
Ben onun için böyle ortaliklarda kaldim
Dag yollarinda caddelerde sokaklarda
Onun için bulup bulup yitirdim seni
Hangi kapiyi çaldiysam sen açtin bana
Hangi gözümü yumduysam seni gördüm
Zamandin zamandan öte bir seydin
Yillarca bir mesale gibi yandin uzaklarda
Bu manyetik alanda bogulmam senin yüzünden
Bu zincirleri sen vurdun ellerime
Sen getirdin bunca karanliklari
Al sunu mum yak
Korkuyorum
Bir tas aldim attim denize
Günahlarimdan kurtuldum
Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
Öteye gidemem
Itme beni
Benim de bir insan tarafim vardi
Bakma böyle kötü olduguma
Benim de dileklerim vardi
Benim de bir bekledigim vardi yasamaktan
Yeter artik vurma yüzüme çirkinligimi
Hergün bir kadin aglar benim yüzümde
Büyük dertler için benim ellerim
Anlamiyor musun
Sen sevildigin için güzelsin bu kadar
Ben sevilmedigimden böyle çirkinim
Bütün kötü yerlerde ben korkarim
Biliyorum
Bir hayvan lesiyim öleli kirk gün olmus
Fabrika bacalarinda bir kara dumanim
Zehirim akrep kuyruklarinda
Kötüyüm sevemedigin kadar
Öyle fenayim
Kapanmis biçak yaralarinda
Bu pis çöp tenekelerinde unut beni
Unut artik
Bayat bir ekmek gibi
Çürümüs bir elma gibi
Sari badanali evlerde kazanlar kaynar
Sari badanali evlerde günahlar islenir her gece
Sari badanali evlerde ölüler yikanir
Sari badanali evleri sev biraz
Bu evlerde zaman benim aksamlarimdir yitirilmis
Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
Bu sarilarda benim yüregim bir ölür bir dirilir
Anladim
Bu dünyada benden baska kimse yok beni anlayan
Tosca' dan bir arya hatirliyorum simdi
Sus biraz
Ensemde bir akrep yürüyor
Birak yürüsün
Sabaha asacaklar beni
Dokunma
Yedi canim vardi ikisi gitsin
Bunca ölümler az gelir bana
Kalbimi yardim
Bir damla kan akti
Kutuplara kar yagiyordu
Üsüdüm
Failatun vezniyle seni çagiriyorum
Bana imbiklenmis yesilligini getir
Dur gitme
Bes kurusum vardi kaybettim
Dur gitme
Isirgan otlarindan kurtar beni
Deniz analarinin gözlerini çaldim
Sana bakmak için
Günesi üçe böldüm
Al biri senin olsun
Yüzümde bes biçak yarasi var
Bir de sen vur
Barut kokusunu severim
Bir portakali dilim dilim soy
Aciktim
Tut ki ben yogum artik yeryüzünde
Tut ki bir marul yapragiydim
Öldüm
Al su serçe parmagim sende kalsin.
Ben kötüyüm
Allahsizim
Korkunç çirkinim
Ben seksensekizinci tul dairesiyim
Sag gözümün üç kirpigini kestim
Al
Ben lanetlendim
Chopin' in cenaze marsi çaliniyor
Ölüler ayaga kalkti
Görüyor musun
Su soldan ikinci benim
Senin yüzünden öldüm
Simdi seni getiriyorlar karanligima
Agliyorum
Biraz sev beni
Gül biraz
Yaklas biraz
Seni affediyorum
Kuskonmaz dallarina astim kendimi
Sedir agaçlarina gül yapraklarina
Basimi taslara vurdum
Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandi
Tanrisal duygular içindeydim
Bütün tanrisizligimdan uzakta
Bir kemiklerinin sertligini aldim
Bir teninin akligini
Sonra sicakligini dudaklarinin
Gel bak
sana bir tanri getirdim
Gel bak
bir tanri yarattim senden
Ümit Yasar Oguzcan
17.12.2005 - 22:13
Bahçedeki Sandal
kimi zaman yersiz düşlere dalardım,hep aklım toparlardı beni 'saçmalama hiç mantıklı değil bu hayalin' derdi..ne zaman hayale dalsam sıyrılırdım kendimden..kimsenin hiç bilmediği biriydim ben..kimsenin görmediği dokunmadığı..bütün pisliğine rağmen hayatın gülümseyen yüzüydüm..içimde hep bir umut..
bahçede sandal..
denize açılmayı bekleyen..
oysa denizde olsa kurumazdı böyle,boyası dökülmezdi..ait olduğu yerde olmalıydı sandal..aklım,hani bana mantıklı ol diyen aklım bunu görmezden gelirdi..oysa gayet açıktı sandalın denizde olması gerektiği..mantıken böyleydi ama aklım bana hep oyun oynardı..
işine geleni secerdi
şimdilerde ben ve aklım iyi geçiniyoruz..sandalı başladık itmeye denize doğru..bekliyoruz bekliyoruz bekliyoruz..
gücüm yettiğince..
sen şimdi yardım etme bana..sen hep denizde kalmasını sağla..bırak ben çıkarayım onu denize..
seni seviyorum,seviyorum seni...
17.12.2005 - 22:04
Gitmiyorum ki ben.Sadece ölüyorum
Hiçbirşey şaşırtmıyor beni...Bilakis çok iyi anlıyorum...
Kelimeler kifayetsiz, çoğu kez...
hayat,aşklar,vedalar,sevinçler,hüzünler,yalanlar ve idealler...
daha neler neler....
kendime ve benzerlerime acıyorum bazen...bu farkındalığa rağmen,
bu aciz kalışa... bile bile ladese...
hele birini sevmek...bu konudaki ilk 'metafor'umu henüz çocukken üretmiştim...
'aşk' bir dondurmaya benziyordu...tatlı bişeydi...erimeden tüketilmeliydi...
saklama lüksüzünüz yoktu...bu aptallığı yaparsanız elinize yüzünüze bulaşan; nahoş birim durumla karşılaşır;
üstelik bu taddan da mahrum kalırdınız...
buna rağmen;
sonsuza kadar saklanabileceği fikri hep hoşuma gitti...
soğuk birisi ve bakışlı olmamı buna bağlıyorum)
hemen hepimiz buna benzer soyutlamalar yaparız...bizi diğerlerinden ayıran,farklı ve şaşırtıcı kılan budur...beni şaşırtan insanları hep sevdim...'sevdiğim' insanlar da hep şaşırtanlar arasındaydı...cebimde kelimelerle gittim hep onlara...
ama artık hiç bir şey şaşırtmıyor beni...çünkü, kelimelere yüklenen anlamlar; özlenen hayatlar o kadar aynı ki...'seni seviyorum' bile,
bir dil jimnastiği oldu...milli sporumuz; gitmek,dönmek...ayrılıp birleşmek...
'vefa',İstanbul`da bir semt adı sadece...'ahde vefa' ise kayıp...
'özlediği hayat' bir hiç muamelesi yapıyor 'sevdiklerimize'! ! !
ama olsun! ! ! bu yolda çekilen acı mübahtır! ! ! Temenni odur ki;
herkes gider istediği yere...Ve götürür istediğini 'yüreğinde'...
sana da kelimelerimle gelmiştim...
'ayrı' dillerden konuştuğumuzu farketmedim...
sen şimdi uyuyorsun...
bugece son...
Veda etmiyorum
Gitmiyorum ki ben....
buz kesiyorum...sadece ölüyorum...
'dondurmanı 'başucuna bırakıyorum...
17.12.2005 - 10:18
Kim bilebilir olmayanın gerçek olmadığını...
Düşündü, yaşayacak bir oda bir de kalem istedi.
Sonra bir masa çizdi.
Bir ucuna umutlarını koydu, bir ucuna sevgiyi, bir kenarına neşesini, bir kenarına masalları ve en ortaya gerçekleri!
Beyaz kağıt önce gözlerini kamaştırdı, sonra ilk sözcük çıktı dudaklarından.
Aşk.
Aşk gizli söz söyleyendir, suyu yakan, ateşi yakandır.
Aşk, bulunmayan bir yolu bulmak demektir.
Aşk tenin dört unsuru varken olmaz, olgun bir kuş kafesi yıkandır,
Aşk kölesi hür olanın canıdır; gemici inciyle uğraşmaz,
geminin başı arzu ile dolu;
inci arıyanın yeri suyun dibidir, parlak inci elde etmekten vazgeç gönül dedim.
Döndü kendisine bir daha baktı, çırılçıplaktı.
Gerçek ne kadar gerçekti?
“ bir şeyin gerçek olması için var olması lazım” dedi.
Kendisine dokundu, ruhunu hissetti; “Ben gerçeğim” dedi.
Sonra durdu, peki ya düşünceleri gerçek değil miydi?
Bunu kabul edemedi, ve başladığı yere geri döndü.
Gerçek ne kadar gerçek?
Dokunmak tam bir yanıt olamaz “ ya gördüklerimiz? ”.
Deniz mavi, deniz gerçekten mavi mi?
Bu konularda duygularına güvenemeyeceğini anladı, ya düşünceler?
“düşünerek gerçeklere ulaşabilir miyim? ”….. düşündü ki önce duyumsuyor, sonra düşünüyor ve en sonunda algılıyordu.
Ama soru cevaplanmamıştı, algıladıkları gerçek miydi?
Gerçeğin nitelikleri var mıydı?
Var olan her şey gerçek miydi?
“ben buradayım, ben gerçeksem algıladıklarım da gerçektir” dedi.
“ o zaman ben gerçekten var mıyım? ” diye tekrar sordu.
Aklına Descartes’in sözleri geldi, “ bir tek şüphe ettiğimden şüphe edemem.şüphe ediyorsam düşünüyorum”, o an biraz rahatladığını hissetti.
“Peki bunu çevremdeki insanlara nasıl kanıtlayabilirim” diye kendi kendine bir soru daha yöneltti.
Gerçekliğin gerçekliği konusunda neye güvenebileceğine karar veremedi.
Kendine bir elbise çizdi.
Güneşin doğuşuna baktı.
Arkasını döndü, önüne geceyi çizdi.....
Geceye doğru yürüdü, “kendi dünyam” dedi içinden.
“ama kim gerçek olduğunu söyleyebilir? ”
ve bir başkası gelip bozmasın diye
bir yerlere kilitli bir kapı koydu,
ve sonra “göçü” düşündü,
var olan bir şey yok, olabilir miydi ki sevgili Deniz?
göç bir son muydu? Ya da gerçek?
Neden bu aralar gecelerimin ıssız, tenha saatlerinde en çok senin resimlerini, düşlerini, “göçünü”, o insani gülüşünü düşünür oldum.
Belki de Furuğ’un dediği gibi:
“Geceler, sıkıntılı gökyüzümde dolaşan
Sersem esinti,
Geceler, damarların mavi sokaklarında dolaşan
Kanlı sis.
Geceler ki yalnızca
Ruhumuzun titreyişleriyle, yalnız
Nabız atışlarında kaynıyor.......”
Belki de varlık bir “Deniz”dir, Söz de kıyısı....,
Ya gözlerimde, ellerimde yaktığın “yokluk” ateşini hangi “kül” söndürecek?
cevabı “sensin”........
21.11.2005 - 07:28
Baksana Aşkım gun bıle gecmedı ama yıne ben seni Çoooookkk Özledim...Hemde Kocaman Özledim....
17.11.2005 - 00:09
Seni Kocaman Seviyorum aşkım....
ÖööÖöÖÖÖööööÖöö
11.11.2005 - 08:07
karanlık pencerelere iliştirilmiş harflerde kaybettim tenime sakladığın gözyaşlarını..
ve bugün güneş,
sen kokuyor////////du.
y/in/e! ...
10.11.2005 - 20:06
ellerim alevlere battı,
gözlerime yangınlar devrildi,
renkler al oldu,kendilerinden yitti...
kül oldu bedenim
kirpiklerim döküldü gözlerime adım misali.....
yüreğim kesik bileklerimce kan
kanatlarım kan misali kora bulandı...
ve yalnızlık bedenimi tutan elleri aşıp geçti,
sızdı gözyaşlarıma...
düştü ruhum yere,
sanki her yer alev,
her yer kordu....
gözyaşlarım bile yandı, kül oldu....
10.11.2005 - 20:04
ÖÖööÖöÖööÖööÖööööÖöÖöÖööÖöÖ
Kimse İçin Bir anlam ifade etmiyor
Ama
Biz Hep Gülerdik...
:)
Ve Hala Gülüyoruz....
10.11.2005 - 20:02
parmaklarımda gülüşünün izi,
kirpiklerim nefesinin rengine bulanmış,
ellerim ellerin,
tenim kokun,
nefesim ruhun.....
izmirl sadece bizim,
siyah beyaz köpükleriyle boğazı ayaklarıma serişin;
ruhuma en parlak yıldızları iliştirişin...
altınla işleyişin bu yüreği harflerde,
parlak gözlerinle okyanusların rengini çalışın! .....
ellerinde her an ölüşüm
her nefesinde var oluşum
Y E N İ / d e n
T E K kelime için,
ve o kelimenin kırmızıya bulanıp gelişi,
göz yaşlarına bulanıp daimi kaybedilişi.......
ellerimden devrilen,
adımca kristal bir yürek......
10.11.2005 - 19:45
düşünelim bi
geriye benden ne kaldı?
-sen*-
10.11.2005 - 19:33
bulutlar devrilir geceye...
çıplak gözlerimi boğazdaki vapur izlerine bulayarak,
dokunuşlarının tenimdeki izini sürerek bir hayat gölgesi takibindeyim...
bekleyiş değil bu,
bekleme halinden öte,uzaklık...
nefessiz bir yangın sanki...
oysa bağlılığım her anına dair,
sessiz bir 'bir olma' tutkusu...
ellerim kelepçeleri oluyor kalbimin,sana mühürlenen...
bu tinsel hapsoluşun ardında,
yağmur olup saklanmak istiyorum kirpiklerine...
g e l,
dokun bana...
bırak bedenim kokuna bulansın...
tenim su olsun ellerinde,aksın...
tamamlanamaz cümleleri ahenge boğduğun gibi,
fethet her anımı,
ruhumun ansızlığını;
var et beni kendinde
güneş bir sarmaşık gibi sar ruhunu bedenime...
/ *öz* lü 'yor -um- /
10.11.2005 - 19:25
'doğumum'u simgeleyen günden söz edilirken avaz avaz...
gözlerim damladı gökten yüzüme;
güz düştü ellerime;
sel olsam aksam yüreğimdeki kan pıhtılarını yıldızlara çalıp...
gözlerimi yumup göğü sussam kirpiklerimde;
güneşe bıraksam bedenimi,
yaksa kavursa;
alev olsam tutuştursam İstanbul'un gözyaşlarını;
titrerken ellerim,
çıplak ayaklarım mehtabın sessizliğine batarken;
rüzgâr olsam;
güneşi kendime katıp;
kaçsam bu çığlık çığlığa sessizlikten,
bu her gece gözlerime yürüyen yalnızlığı adımda yangınlara boğsam...
yağmur olsam göğü kendi rengime boyasam
ve hep 'ben' kalsam...
'sen'ce;
'senin' adım adım var ettiğince....
10.11.2005 - 19:16
karanlık bir yolda,
çınarların başımdan aşağı suskunluklarını döktüğü,
günü yüreğimde saklayarak koşmaya çalıştığım bu yolda...
eski harfler dolanıyor çıplak,kesik ayaklarıma...
titrekliğimi saklayan duruşum kırılıyor;
belim ellerime kanıyor...
gözlerimi denize atlayan günden yana düşürüyorum...
gece bedenimi sarmalıyor,
nefessiz kabuslar kirpiklerimi ıslatıyor...
' G ü n e ş,
h a y a t,
s u.... '
yanan buklelerim geceye fısıldıyor...
gitmelerin hayallere kavuştuğu an;
'SUS' dolu bir yangın çarpıyor gözlerime rüzgâr...
ellerimi hayal kirpiklerine sürüyorum,
bedenim İstanbul'un köpüklerine devriliyor...
gözlerinde susuyor hecelerimdeki huzursuzluk;
bilincimdeki katılık adıma bulanmış kalemimde dağılıyor.
günü bekleyen küçük bir erkek çocuğuyum,
kırmızı kalp gülleri ellerinde,
ve bulut gözyaşlarıyla yağmur penceresinde;
bu parça parçalığın suskunluk evresini beklemekte....
10.11.2005 - 19:13
gözlerimi yumdum ellerime...
önümde gün grevinde ahşap bir kapı...
yepyeni bir saat devrimi daha doğmuş ben 'henüz' uykuya adımımı dahi atmamışken;
parmaklarımda kan durusu susuyor harflerim...
oysa onları 'sadece' hissetmek yetmiyor...
tenim günlerdir 'güneş'in renginden dahi mahrum..
kronik bir 'bekleme' halindeki bedenim ve ruhumun suskunluk tutsaklığının gittikçe artmasından endişe etmiyor değilim aslında...
adımı dahi hatırlamıyormuşcasına 'yitik',
solgun bir kimlik kaçkını mu oluyorum 'yavaş yavaş'? ! ...
aşmak gerekliliği deviniyor gökten yüreğime damlayan 'renk'lerde...
ama ne zaman ya da 'neden'? ? ..
10.11.2005 - 03:40
Elimi Kolumu Baglamışlar...Gözlerimi kapatmışlar Ve Resım Ciz dıyorlar...
Yardım et Bu resmı Cizmek İçin...
10.11.2005 - 02:15
aradığın
uğruna pencerelerden döküldüğün
gerçek,
aslında hemen orda,
kalbinin en arkasında,
en sağlam köşede oturmuş
usul ama endişeli gözlerle seni izliyor baştan beri...
bilmiyordun.[ mavi prensi gösterdi neyseki]
ama hissetmiyordun da değildin.
hep emindin;
çığlıkların ardında senin kadar güçlü bağırabilen bir tek o war,
we sonrasında aynı yüreklilikle ağlayabilen.
en çok da sarılmayı,
görmeyi bilen:: ardındakini::
anlatmana gerek olmadan - aramana bile! ...
geç oldu mu, -biraz,
sonrası var... 'keşke dursa zaman.'
ve huzur inse gözlerimden usul usul...
yapabilseydim,
onu sonsuza dek gülümsetecek kadar mutlu etmek isterdim.
[[ ve hatta. etmek için her şeyi feda ederdim. ]]
10.11.2005 - 02:13
gözlerin
bende
kalmış
aynalarda
seni
gördüm
09.11.2005 - 00:25
uyku,dudaklarımda nefesleniyor.
tavan arasında hapsedilmiş
ışığa tutkun minik bir kelebek gibi...
sağımda, solumda ve içimde..
beyaz gölgeler durağı gözlerim;
ve o, çığlıkları kesiyor kirpiklerimden,
fırlatıyor denizin ta, öte yanına.
şehir,
gururlu cam kırıkları,
ve ardında devasa bir rüzgar kapı.
geçebilir misin?
susup nefesini,
bileklerine dolanmış gözyaşlarını teninden sıyırıp?
ve sabaha karşı,
tam saat 5'te,
erguvanların başında uyanabilir misin?
gözlerini,gölgeni,rengini bulutlara bırakıp?
Toplam 28 mesaj bulundu