ب ِ س ْ م ِ ا ل ل ّ ه ِ ا ل ر ّ َ ح ْ م ـ َ ن ِ ا ل ر ّ َ ح ِ ي م ِ
HİLAFET NE BİR ARAÇTIR NE BİR HAYALDİR
NE DE BİR TARİHSEL KURUMDUR
HİLAFET ŞERİ AHKAMDANDIR
Bilhassa günümüzde kimi Allah’ı unuttukları için kendini bilmez hale gelenler, yani Allah’ın zikrini / risaletini düşüncelerinin kaynağı haline getirmemelerinden dolayı kendi kimliklerini unutanlar[1]; yabancı kaynaklardan beslenerek kalpleri ve beyinlerini bulandırıp İslam düşmanları olan oryantalistlerin söylemelerini ağızlarından ve kalemlerinden kusanlar, farkında olarak yada olmayarak onların şakirdliğini yapanlar: İslam’da yönetim sistemi olan Hilafet hakkında ileri geri konuşup yazıyorlar. Diyorlarki:
- “...Hilafet bir araçtır... Bunların Allah’ın kulluğuna bir vasıta olduğunu unutmamak lazım. Son olarak demokrasi dediğimiz şey dünyada bir tip veya bir şekilde yok. Demokrasinin yine birçok şekli var. Bunların içerisinde ilk zamanda tanıdığımız meşhura örnek olan hilafetin bütün anlamlarını gerçekleştiren bir müslüman demokrasisi pekala olabilir...” [2]
- “...Bugün ümmet parçalanmış, bir çok ulus devlete bölünmüştür. Bir devlette birini halife yapmaya (orada hilafeti kurmaya) muvaffak olundu diyelim (ki, klasik manada halifelik kast ediliyorsa bu imkansız gibidir) diğer ulus devletlerde yaşayan halkın beyatı nasıl sağlanacak? Buna itiraz edecek guruplar ve devletler olacağına göre İslam ülkeleri arasında bir savaş mı başlayacak? Durum kesin ve açık olarak böyle iken müslümanların yapması gereken şurada burada halifeliği yeniden kurma hayalinin peşinde düşmek midir yoksa İslam ülkeleri arasında, halifeliğin mana ve maksadına bir adım teşkil edebilecek olan ‘tanışma, görüşme, dayanışma, birlikte olarak problemleri çözme... ve bunlar için olabilecek en uygun örgütlenme yollarını arayıp bulmak mıdır? Bence yapılması gereken bu ikincisidir.” [3]
-“...İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an ve sünnete müslümanlardan meydana gelen toplumun yönetim şekli konusunda belirlenmiş bir biçim olmamasına rağmen, ilk dönem İslâm toplumunun geleneklerinden ilham alarak ortaya koymuş oldukları bu yönetim biçimi, kimilerince “nevi şahsına mahsus” “eşşiz benzersiz” gibi sıfatlarla nitelense de esasen İslam öncesi cahiliyye toplumunun kalıtımının bir ürünüdür.”[4]
- “...Hilafet, mazinin bir rüyası olup zamanımızda hikmet-i vucudu yoktur.” [5]
- “...Hilafet Emevi sultanlarının icad ettiği tarihi bir kurumdur, dini bir kurum değildir.”
Böylesi cahiliyye tortuları türünden söylemler, ya bu konunun cahili olmanın ürünüdür ya da İslam’a ve kurumlarına karşı duyulan kin ve düşmanlıktan ötürü onu karalamaya yönelik kafirliğin veya hainliğin ürünüdürler. Ne yazık ki; aslında kafirliğin ve hainliğin ürünü olduğu halde cahil ve gafil müslümanlar da bu tür fikirleri ilim sanıp etrafa yayma aymazlığına düşebilmektedirler! .. Bunlara şöyle cevap vermek mümkündür:
Hilafet “araç” değildir
Hilafete “araç” vasfını vermek onun vakıasına terstir. Zira araçlar değişebilir. Nitekim o sözün sahibi de bunu kastetmektedir. Demokrasi ile de Allah’a kullak yapılabileceğine, Allah’ı razı edebileceğine “müslüman demokrasis pekala olabilir” diyerek vurgu yapmaktadır.
Hilafet öylesi bir araç asla değildir. Hilafet yönetim ile ilgili şeri hükümler bütünlüğüdür. Öylesine insanların arzularına yada zamana göre değişkenlik arzetmez. Çünkü esas olan, insanların heva-heveslerine / arzularına ve içinde bulundukları vakıalara / koşullara tâbi olmak değildir. Esas olan insanların heva ve heveslerini ve içinde bulundukları koşulları Allah’ın hitabına yani şeri hükümlere tabi olarak değiştirmektir.[6]
Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek hak ile batılı karıştırmak demektir
Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek, ihanet değilse ne büyük cehalettir, ne büyük gaflettir! .. “Demokrasi hilafetin tüm anlamlarını” nasıl gerçekleştirebilir! . Bu sözün sahibi ya demokrasiyi bilmiyor, yada hilafeti bilmiyor, yada her ikisini bilmediği halde cahili olduğu bir konuda ahkâm kesiyor! ..
Halbuki Hilafet: Allah’ın indirdikleri ile yönetimin gerçekleştiği yönetim nizamının ismidir. Bu yönetim nizamının temel unsurları şunlardır:
- Egemenlik Allah’ın Şeriatına aittir. Kanunların ve yetkilerin kaynağı Şeriattır. Bu, hükmün/hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten ayetlerin bütünlüğünden alınmıştır.[7]
- Sulta / yönetme sorumluluğu ve yetkisi ümmete aittir. Ümmet bu sorumluluğunu Şeriatın belirlediği biat hükümleri gereğince kendisi için bir halife nasp ederek ve o halifeye muhasebe bilinci ile itaat ederek yerine getirir. Bu da Allah’ın indirdiği ile yönetim emrinin bütün müslümanlara yönelik olarak gelmiş olmasından alınmıştır.
- Bütün müslümanlar için bir tek halife nasb etmek farzdır. Bu da ümmetin birliğini emr eden ayetler ve halifenin birliğini emreden hadislerden alınmıştır.
- Şeri hükümlerden kanun yapma yetkisi halifeye aittir. Bu da sahabelerin icmaından alınmıştır...
Bunların hangisi demokraside mevcut ki? ! ... Her ne kadar uygulanırlığı olmayan ütopik bir söylem olsa da demokraside:
- Egemenlik halka aittir. Kanunların kaynağı halkın arzularıdır.
- Sulta da halkın temsilcilerinin elindedir.
- Kanun yapma yetkisi temsilciler meclisinindir.
- Bütün müslümanların tek bir devlette yeni bir tek halifenin yönetiminde birleşmeleri zorunluluğu “halkların egemenlik hakları” anlayışından dolayı demokrasiyle bağdaşmaz.
“İslam demokrasisi”, “İslam cumhuriyeti” yada “müslüman demokrasisi” anlayışı bidattır
Müslüman, Allah’a şirk koşarak iman eden değildir. Yüzünü sadece Allah’a yöneltip çözümü sadece Allah’tan gelen hidayet rehberi olan İslam’da arayandır. Misliman; İslam’dan başka hiçbir şeyden razı olmaz. İslam’dan başka hiçbir şeye çözüm için yönelmez. İslam ile başka bir hayat anlayışını bağdaştırma gayretine düşmez! Çünkü İslam kâmildir, kafidir ve şâfidir, şifadır, tek çözümdür. İslam’ın bir başka sistem ile senteze ihtiyacı yoktur. Allah, İslâmı gönderdikten sonra hayatın hiçbir alanında kulunu dalalette bırakmadı. Her sorunun çözümü İslam’da mevcuttur... Şu halde hayatın en az üçte ikilik kesimini doğrudan ilgilendiren yönetim alanını ihmal etmiş de mi başka sistemler ile o alanı doldurma ihtiyacı duyalım? ! ... Mütekâmil bir dinin mensubu bir müslümana göre “müslüman demokrasisi” “demokratik hilafet” gibi ucube bir anlayış asla kabul görmez... Böylesi sonradan türemiş anlayışlar “bidattır”. Her bidad sapıklıktır, red olunur! ..[8]
Ümmetin parçalanmasının sebebi küfür fikirleri ve sistemleridir
Bugün ümmetin parçalanmasının sebebi, Allah ve Resulüne kulak vermemeleridir yani Allah’ın ipine sarılmamalarıdır yani Kitap ve Sünneti düşünce ve amellerinin kaynağı yapmamalarıdır. Allah ve Resulünün nasihatlarından, emir ve nehiylerinden çok, çağdaş hannasların / ins ve cin şeytanların vesveselerine kulak vermeleridir. Hürriyetler, demokrasi, cumhuriyet, vatancılık, milliyetçilik, ulusculuk vesveselerine ilgi duymuş olmalarıdır. İşte ümmeti bu parçalanmışlık ve geri kalmışlık hastalığına düçar eden bu virüslerdir. Onun için asıl olan bu hastalığa teslim olmak değil, ondan kurtulmak için sebebi olan o virüsleri bünyeden yani akıllardan, gönüllerden ve yaşamdan atarak İslami fikirler ile arınmaktır. “Ümmet artık asla tedavi olmaz” demek, mü’minler için şifa olarak gelmiş olan İslam’dan ümit kesmek demektir, İslam’a mü’min olamamak / güven duyamamak demektir.
Ümmetin bünyesinde kanserolojik urlar gibi türeyen “ulus devletler” ümmetin asli unsurları değildir. Bunlar ümmetin hayatını karartan, zulümâta dönüştüren, sıkıntılı bir yaşama[9] mahkum kılan, tayyib / temiz-güzel-huzurlu bir hayattan[10] mahrum bırakan sonradan türedi ucube pislik unsurlardır. Bunların varlık sebepleri yukarıda zikredilen kanserolojik virüslerdir. Onun için o “ulus devletler” denilen pis unsurları ümmetin bünyesinden ve hayatından virüsleri ile birlikte söküp atmak asıl olandır. Ümmetin bu pis virüsler ve urlardan arınmasının yolu; laikliği, demokrasiyi, hürriyetler fikrini, cumhuriyeti, liberalizmi, milliyetçiliği / ulusculuğu terk etmek ve onların yerine İslam’ın şifa veren ve arındıran, hayatı aydınlıklı ve tayyib kılan Tevhid, ümmet, vahdet, Allah’ın indirdikleri ile yönetim, Raşidi Hilafet fikirleri ile donanmaktır. Konuşanlar bunu konuşsa, davet edenler buna davet etse, yazanlar bunu yazsa ve bunu yaparken kınayıcının kınamasına, zâlimin zulmüne aldırmadan sadece Allah’a iman ve tevekkül etse idi Raşidi Hilafetin ümmeti İslami hayat ile tekrar ihya edip bir çatı altında birleştirerek tekrar yeryüzünün en seçkin, şâhid ümmeti, risâlet ve cihad ümmeti haline getirebileceğinden hiç tereddüt etmezdi. Çünkü bu Allah’ın vaadidir. Resulullah Sallallahu Aleyhı Vesellem’in müjdesidir.
Müslümanlar yukarıda söylendiği gibi çalışırken Allah’ın dilediği gün Allah’ın nusreti ile bir müslüman ülkesinde (mesela Türkiye’de) hilâfet tekrar kurulduğu zaman diğer müslüman ülkelerdeki müslümanlar Hilafet yönetimi altına girmek için yönetimlerini zorlamaya yönlendirilirler. Başlarındaki o kendilerine ait olmayan, sömürgeci kafirlerin piyonları olan kanserelojik urlar türünden olan “devlet” ismindeki yönetimleri defetmeye yönlendirilirler. Bu Allah’ın yardımı ile zor olan birşey değildir. Buna engel olmak isteyen, Hilafetin yönetimi altına girmek istemeyen müslümanların ülkelerindeki “devlet” yada “gruplar” bâgi konumundadırlar. Zira onların varlıkları zaten gayri meşrudur. Yönetimi gasp etmiş gâsıb durumundadırlar. Müslümanların ülkesinde İslâm topraklarında Allah’ın indirdikleri ile yönetime karşı gelen bâgi / isyancı, bölücü, fitneci konumundadırlar. Onlar batıl davaları uğruna, efendileri sömürgeci kâfirlerin istekleri doğrultusunda zaten ümmeti birbirine kırdırıp durmaktadırlar. Sanki müslümanlar şimdi huzur içinde yaşıyorlar da Hilafet gelince huzurlarını bozacak, müslümanlar arasında savaş çıkaracakmış vehmine kapılanların vay haline! Vay haline onlara ki şu iğrenç cahiliyye vakıasından hoşnut kalabiliyorlar da hilafetin gelmesi ihtimalinden bile rahatsız olabiliyorlar.! Selim akıl ve selim gönül sahipleri asla böyle düşünemezler! Onları böylesine şaşkın hale getiren o kanserolojik virüsler ve onların etkisidir! ...
Ayrıca ne çabuk unutuldu! İslâm, ayrı dil, ayrı ırk, ayrı kavim ve hatta ayrı dim mensuplarını bir çatı altında asırlardır bir arada, huzur içinde tutmadı mı? .Irkcılık, kavmiyetçilik, menfaatçılık gibi cahiliyye anlayışlarından dolayı birbirlerine düşman olmuş ve birbirlerini boğazlayan toplulukları birleştiren Allah’ın nimeti İslâm değil mi? ! ..Allahu Teâla buna dikkat çekerek bize dosdoğru yolu şöyle göstermektedir:
ي َ ا أ َ ي ّ ُ ه َ ا ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا ْ ا ت ّ َ ق ُ و ا ْ ا ل ل ّ ه َ ح َ ق ّ َ ت ُ ق َ ا ت ِ ه ِ و َ ل ا َ ت َ م ُ و ت ُ ن ّ َ إ ِ ل ا ّ َ و َ أ َ ن ت ُ م م ّ ُ س ْ ل ِ م ُ و ن َ
و َ ا ع ْ ت َ ص ِ م ُ و ا ْ ب ِ ح َ ب ْ ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ج َ م ِ ي ع ً ا و َ ل ا َ ت َ ف َ ر ّ َ ق ُ و ا ْ و َ ا ذ ْ ك ُ ر ُ و ا ْ ن ِ ع ْ م َ ة َ ا ل ل ّ ه ِ ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ إ ِ ذ ْ ك ُ ن ت ُ م ْ أ َ ع ْ د َ ا ء ف َ أ َ ل ّ َ ف َ ب َ ي ْ ن َ ق ُ ل ُ و ب ِ ك ُ م ْ ف َ أ َ ص ْ ب َ ح ْ ت ُ م ب ِ ن ِ ع ْ م َ ت ِ ه ِ إ ِ خ ْ و َ ا ن ً ا و َ ك ُ ن ت ُ م ْ ع َ ل َ ى َ ش َ ف َ ا ح ُ ف ْ ر َ ة ٍ م ّ ِ ن َ ا ل ن ّ َ ا ر ِ ف َ أ َ ن ق َ ذ َ ك ُ م م ّ ِ ن ْ ه َ ا ك َ ذ َ ل ِ ك َ ي ُ ب َ ي ّ ِ ن ُ ا ل ل ّ ه ُ ل َ ك ُ م ْ آ ي َ ا ت ِ ه ِ ل َ ع َ ل ّ َ ك ُ م ْ ت َ ه ْ ت َ د ُ و ن َ
“Ey iman edenler! Allah'a karşı gereği gibi takvalı olun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı tutunun, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti (İslami hayat) sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran: 102-103)
II.Raşidi Hilâfet, Allah’ın nimeti olan İslâmî hayatı tekrar başlatmak için kurulacaktır. Ayeti kerimede belirtildiği gibi kardeş olmanın, birlik olmanın tek yolu Allah’ın nimeti olan İslâmî hayattır. Bu hayattan ancak inatçı kâfirler razı olmazlar müslümanlar değil! İnatçı kâfirlerin dirençleri de kırılıp fitneleri ortadan kaldırılır. Bu da Allah’ın emridir.[11]
Hilâfeti yeniden kurmak “hayal” değildir, bilakis farzdır
Hilafet şeri hakikattır. İşte şaşkınlığın bir başka alameti! Demokrasi denilen yalana ve ütopyaya davet edip de Hilafeti kurma girişimini hayali boşuna uğraşı olarak değerlendiren kişinin akıl ve kalp selametinden endişe etmemek mümkün müdür? ! ..
Genelde tüm insanlığn özelde ümmetin içinde bulunduğu çağdaş cahiliyye ortamından kurtulması için tek şeri yol olan II.Râşidi Hilafetin kurulması konusunda müslümanların tavırlarını belirlemekte seçenekleri yoktur. Çünkü Râşidi Hilafetin kurulması için çalışmak en öncelikli farzlardandır. Bir meselede bir şeri hüküm var ise mü’min erkek ve mü’min kadın için “birinci, ikinci... seçenek” yada “bana göre, bence” tavırları yoktur. İçinde sıkıntı duymaksızın o şeri hükmün gereğince hareket etmek ve içtenlikle teslim olmak zorunluluğu vardır.[12]
Hilafet bir tarihsel kurum değildir
İslam’ın kaynakları olan Kur’an ve Sünnette hilâfetin olmadığına, İslam’da yönetim biçimi olan hilâfetin ilk dönem İslam toplumunun geleneklerinden ilham alınarak ortaya konulmuş tarihi bir kurum olduğu, özellikle Emevilerin uydurduğunu ileri sürmek de İslam’a yönelik bühtandır. Delilden yoksun cahilce söylenen sözlerdir.
3 Mart 1924’te Mecliste Hilâfetin kaldırılması konusunda yapılan tartışmalarda da böylesi saptırmalara gidilmiştir. M.Kemal ve Prof. Seyyid Bey’in yaptıkları konuşmalara bakıldığında, İngiliz istihbarat subayı olan müsteşrik Thomas W.Arnold’un 1924’te ilk baskısı yapılan The Caliphate (Hilâfet) adlı kitabı ile içerik bakımından bir paralellik arzettiğini görüyoruz. Yine bir benzeri 1925 yılında Mısır’da İngiliz piyonu Şeyh Ali Abdurrazik tarafından kaleme alınan ا ل ا س ل ا م و ا ص و ل ا ل ح ك م / İslam ve Yönetim Esasları adlı kitapta geçen içerik ve üslupla da aynı doğrultuda olduğunu görüyoruz. Bu da gösteriyor ki; dün de bugün de İslam düşmanları Hilâfet düşüncesi noktasında aynı kaynaklardan beslenmişlerdir. “Hilafet dini değil tarihsel kurumdur” türünden söylemlerin kaynağının aynı şer odağı olduğu bu üç kitaptan da görülmektedir.
Hilafetin tarihi bir kurum değil de şeri hükümlerden olduğunun izahı ise şöyledir:
Hilâfet; Allah'ın emri olan Allah'ın indirdiği ile yönetimin uygulanış biçimi, şeklidir. Yani Allah'ın Rasulü ile gönderdiği yönetim sistemi ve şeklidir. Bunu inkar, Allah’ın emrini inkar olur. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
و َ م َ ا آ ت َ ا ك ُ م ْ ا ل ر ّ َ س ُ و ل ُ ف َ خ ُ ذ ُ و ه ُ و َ م َ ا ن َ ه َ ا ك ُ م ْ ع َ ن ْ ه ُ ف َ ا ن ْ ت َ ه ُ و ا
'Rasul size neyi getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise onu terk edin.” (Haşr: 7)
ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي ُ خ َ ا ل ِ ف ُ و ن َ ع َ ن ْ أ َ م ْ ر ِ ه ِ أ َ ن ْ ت ُ ص ِ ي ب َ ه ُ م ْ ف ِ ت ْ ن َ ة ٌ أ َ و ْ ي ُ ص ِ ي ب َ ه ُ م ْ ع َ ذ َ ا ب ٌ أ َ ل ِ ي م ٌ
“Onun emrine (getirdiği risalete) muhalefet edenler, kendilerine bir musibetin veya elim bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar.” (Nur: 63)
Zira Allah, Rasulüne Allah'ın indirdiği ile yönetmesini emretti:
و َ أ َ ن ْ ا ح ْ ك ُ م ْ ب َ ي ْ ن َ ه ُ م ْ ب ِ م َ ا أ َ ن ز َ ل َ ا ل ل ّ َ ه ُ و َ ل ا ت َ ت ّ َ ب ِ ع ْ أ َ ه ْ و َ ا ء َ ه ُ م ْ و َ ا ح ْ ذ َ ر ْ ه ُ م ْ أ َ ن ْ ي َ ف ْ ت ِ ن ُ و ك َ ع َ ن ْ ب َ ع ْ ض ِ م َ ا أ َ ن ز َ ل َ ا ل ل ّ َ ه ُ إ ِ ل َ ي ْ ك َ
“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet (yönet) ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmallarından sakın.' (Maide: 49)
Allahu Teâla, Rasulü’ne Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyi / yönetmeyi emretmekle birlikte ona bunun keyfiyetini yani yönetim şeklini de gösterdi, şöyle buyurdu:
إ ِ ن ّ َ ا أ َ ن ز َ ل ْ ن َ ا إ ِ ل َ ي ْ ك َ ا ل ْ ك ِ ت َ ا ب َ ب ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ ل ِ ت َ ح ْ ك ُ م َ ب َ ي ْ ن َ ا ل ن ّ َ ا س ِ ب ِ م َ ا أ َ ر َ ا ك َ ا ل ل ّ َ ه ُ
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.” (Nisa: 105)
Ayrıca Allah, dinini fikir ve metod bütünlüğü içinde göndermiştir. Yani emirlerini keyfiyetiyle ilgili hükümleri ile birlikte göndermiştir. Şöyle demiştir:
ل ِ ك ُ ل ّ ٍ ج َ ع َ ل ْ ن َ ا م ِ ن ْ ك ُ م ْ ش ِ ر ْ ع َ ة ً و َ م ِ ن ْ ه َ ا ج ً ا
“(Ey ümmetler) Her birinize bir şer’iat ve minhaç/ metod verdik.' (Maide: 48)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, her hususta olduğu gibi elbette ki Allah'ın indirdikleri ile yönetirken de Allah'ın kendisine gönderdiğine yani vahye tabi oluyordu. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
ق ُ ل ْ إ ِ ن ّ َ م َ ا أ َ ت ّ َ ب ِ ع ُ م َ ا ي ُ و ح َ ى إ ِ ل َ ي ّ َ م ِ ن ْ ر َ ب ّ ِ ي
“De ki; Ben ancak Rabbımdan bana vahy olunan tabi olurum.” (A’raf: 203)
Şu halde, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah'ın indirdiği ile yönettiği bir devlet kurduğuna göre, bu devletin kuruluşu, yönetim şekli, kamu hukuku ile ilgili tüm düzenlemeler ve mekanizmalar elbette ki Rabbımızın ona göstermesine yani vahyine göre olmuştur. Bir başka ifade ile Hilafet, Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin fiili sünnetidir. Yani Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şahsi görüşüne veya sahabelerin, müslümanların görüşlerine ya da zaman ve mekan şartlarına göre oluşmamıştır! ... Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in kurduğu devletin yönetim şekli ve kamu hukuku, zamanındaki hiç bir devletin yönetim şekline benzemiyordu. Ne Kureyş'in yönetimine, ne Yahudilerin yönetimine, ne Yemen'in ve Habeş'in yönetimine ne Kisra'nın ne de Kayserin yönetim şekline, hiç birisine benzemiyordu, Kendisine özgün bir yönetimdir. Bu yönetimin “Hilâfet” olarak isimlendirilmesi de Kur'an ve Sünnette ilgili nasslarda geçmesine binaendir. Mesela şu ayet ve hadisler gibi:
ي َ ا د َ ا و ُ و د ُ إ ِ ن ّ َ ا ج َ ع َ ل ْ ن َ ا ك َ خ َ ل ِ ي ف َ ة ً ف ِ ي ا ل آ ر ْ ض ِ ف َ ا ح ْ ك ُ م ْ ب َ ي ْ ن َ ا ل ن ّ َ ا س ِ ب ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ و َ ل ا ت َ ت ّ َ ب ِ ع ْ ا ل ْ ه َ و َ ى
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde bir Halife yaptık, o halde insanlar arasında hak ile hükmet (yönet) . Heva ve hevese uyma.' (Sa’d: 26)
ك َ ا ن َ ت ْ ب َ ن ُ و إ ِ س ْ ر َ ا ئ ِ ي ل َ ت َ س ُ و س ُ ه ُ م ُ ا ل آ ن ْ ب ِ ي َ ا ء ُ ك ُ ل ّ َ م َ ا ه َ ل َ ك َ ن َ ب ِ ي ّ ٌ خ َ ل َ ف َ ه ُ ن َ ب ِ ي ّ ٌ و َ إ ِ ن ّ َ ه ُ ل ا ن َ ب ِ ي ّ َ ب َ ع ْ د ِ ي و َ س َ ي َ ك ُ و ن ُ خ ُ ل َ ف َ ا ء ُ ف َ ي َ ك ْ ث ُ ر ُ و ن َ ق َ ا ل ُ و ا ف َ م َ ا ت َ أ ْ م ُ ر ُ ن َ ا ق َ ا ل َ ف ُ و ا ب ِ ب َ ي ْ ع َ ة ِ ا ل آ و ّ َ ل ِ ف َ ا ل آ و ّ َ ل ِ أ َ ع ْ ط ُ و ه ُ م ْ ح َ ق ّ َ ه ُ م ْ ف َ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ َ ه َ س َ ا ئ ِ ل ُ ه ُ م ْ ع َ م ّ َ ا ا س ْ ت َ ر ْ ع َ ا ه ُ م ْ
'İsrail oğullarını nebiler siyase ederlerdi (yönetirlerdi) . Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden sonra nebi yoktur, fakat bir çok Halifeler olacaktır. Oradakiler dediler ki:“Bu halde bize ne yapmamızı emredersiniz? ” Dedi ki: “İlk biat edilene vefakar olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır.”[13]
ث ُ م ّ َ ت َ ك ُ و ن ُ خ ِ ل ا ف َ ة ً ع َ ل َ ى م ِ ن ْ ه َ ا ج ِ ا ل ن ّ ُ ب ُ و ّ َ ة ِ ث ُ م ّ َ س َ ك َ ت َ ...
'..Sonra da nübüvvet metodu üzerine tekrar hilafet olacaktır.”[14]
Hilâfetin gerçeği bu iken, yani Rasulullah'ın getirdiği İslâm risaletinden, şer’i ahkamdan olduğu halde, onu bir müslüman nasıl kabullenmez? Nasıl onu terk edip de başka sistemleri kabul edebilir? ! Hem de müslüman olduğu halde! ? ..
Şu halde müslümanlar; kendini bilmez kimi kişilerin Hilâfet hakkında ileri-geri, bilir-bilmez saçmalıklarına aldırmayıp, kulak vermeyip de şeri hakikat ve şeri ahkâmdan olduğu gerçeğine tâbi olmalılar. Allahu Teala’nın emredip vaadettiği, Resulullah Sallallau Aleyhi Vesellem’in müjdelediği II. Râşidi Hilâfet Devletini kurmak için özveri ve özenle çalışmalılar ki Allah’ın şu vaadine müstehak olsunlar.
و َ ع َ د َ ا ل ل ّ َ ه ُ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا م ِ ن ك ُ م ْ و َ ع َ م ِ ل ُ و ا ا ل ص ّ َ ا ل ِ ح َ ا ت ِ ل َ ي َ س ْ ت َ خ ْ ل ِ ف َ ن ّ َ ه ُ م ف ِ ي ا ل ْ أ َ ر ْ ض ِ ك َ م َ ا ا س ْ ت َ خ ْ ل َ ف َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ م ِ ن ق َ ب ْ ل ِ ه ِ م ْ و َ ل َ ي ُ م َ ك ّ ِ ن َ ن ّ َ ل َ ه ُ م ْ د ِ ي ن َ ه ُ م ُ ا ل ّ َ ذ ِ ي ا ر ْ ت َ ض َ ى ل َ ه ُ م ْ و َ ل َ ي ُ ب َ د ّ ِ ل َ ن ّ َ ه ُ م م ّ ِ ن ب َ ع ْ د ِ خ َ و ْ ف ِ ه ِ م ْ أ َ م ْ ن ً ا ي َ ع ْ ب ُ د ُ و ن َ ن ِ ي ل َ ا ي ُ ش ْ ر ِ ك ُ و ن َ ب ِ ي ش َ ي ْ ئ ً ا و َ م َ ن ك َ ف َ ر َ ب َ ع ْ د َ ذ َ ل ِ ك َ ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ ه ُ م ُ ا ل ْ ف َ ا س ِ ق ُ و ن َ
“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri halife/sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne halife/sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur: 55)
----------
[1] (Haşr: 19)
2 (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Vakit, 27 mayıs 2007)
3 (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 25 eylül 2007)
4 (Yard. Doc. Dr. Ali Duman, 14/03/2006, yerleskem.inonu.edu.tr)
5 (M.Kemal)
6 (A’raf: 2-3, Maide: 48-49)
7 (Maide: 50, En’am: 57, Yusuf: 40)
[8]Buhari, Müslim (Bidat ile ilgili hadislere bakılsın)
9 (Taha: 124)
10 (Nahl: 96)
[11] (Bakara:190-194)
[12](Ahzab: 36, Nisa: 65)
13 (Buhari: 3196)
14(Ahmed b. Hanbel: 17680)
ب س ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ م ا ل ل ه ا ل ر ح م ن ا ل ر ح ي ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ م
TERÖR HİÇBİR ŞEKİLDE İSLAMİ YÖNTEM DEĞİLDİR
CİHAD TERÖR DEĞİLDİR
TERÖR DE CİHAD DEĞİLDİR
TERÖRÜN TANIMI
Türkçe’ye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiş olan “terör” sözcüğü aslında Latince kökenlidir. Bunun anlamı ise; “korkudan titreme ve titremeye sebep olmaktır”.
Fransızca Petit Robert sözlüğünde; “Bir toplumda bir gurubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” olarak tanımlanır.
Oxford İngilizce sözlükte; 'Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak' olarak tanımlanır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olarak tanımlanır. Tedhiş ise; dehşete düşürme, sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma, yıldırma, terör, demektir.
Terörün ıstılah tanımının; bu sözlük tanımlarında geçtiği gibi korku, şiddet, sindirme, dehşet yoluyla bir siyasi amacı gerçekleştirmeye yönelik silahlı propaganda yöntemi olduğu noktasında dünyada toplumlarda genel bir kabul vardır.
Bu tanımlarda ortak olarak, toplumlarda şiddetli korku salma, yıldırma havası estirmeye vurgu yapılmaktadır. Bunun aracı olarak da şunlar kullanılmaktadır; adam kaçırmak, insanlara işkence yapmak, öldürmek ve pazar yerlerine, okullara, sinemalara, tren, metro, otobüs, uçak, gemi gibi toplu taşıma araçlarına ve onların istasyonlarına ve limanlarına vb. yerlere bomba yerleştirmek, ateşli silahlar ile tarama yapmak ya da kimyasal silahlar ile toplu katliamlar yapmak.
Bu araçlar ile terör estiren şahıs ya da guruplar aslında sadece şahıs yada örgüt isimlerini duyurmaktan öte hiç bir şey elde etmiyorlar.
TERÖRÜN DOĞURDUĞU SONUÇLAR
Terör toplumlarda can ve mal güvenliğini ortadan kaldırır. Zira teröre maruz kalan guruplar da tepkisel olarak terör yoluyla intikam almaya yönelirler. Terör terörü doğurur ve insani yaşam ortamını tamamen ortadan kaldırır. İnsanların bir çoğu kendisini hem savcı, hem hakim, hem infaz memuru olarak görüp bazı fertleri ve insan guruplarını kendilerine göre suçlu ilan ederek infaz etmeye yönelirler. Bu da haksız yere binlerce insanın öldürülmesine, yaralanmasına, mallarının telef olmasına yol açar.
Kısacası terör; fitne, fesad, kaos, anarşi, zulüm demektir. Terör insanlık suçu demektir.
Böylesi bir anlayış İslam’da olmadığı ve asla tasvip edilmediği için müslümanların ıstılahında / termilojesinde “terör” terimine yer verilmemiştir. Onun için “terör” müslümanlara yabancı bir terimdir.
Teröre kaynaklık ve yataklık yapan, zemin oluşturan kültür ve ideoloji asla İslam değildir, bilakis Batı kültürü ve ideolojileridir. Zira Fransız ihtilalinden sonra şimdiki formatına ulaşmış olan Batı kültürü ve yaşam tarzı Komünizm ve Kapitalizm gibi insanlığın başının belası olmuş fitne, fesad, zulüm ideolojilerini üretmiştir. Nitekim Komünizim anarşi ve terörü yayılma yöntemi olarak benimsemiştir. Kapitalizm de “kaostan yeni düzen çıkartma” ilkesi ile sürekli kriz, fitne, çatışma, kaos çıkartmayı sömürü için üslup olarak benimsemiştir. Yani ister komünizm ile olsun ister kapitalizm ile olsun terörü üreten ve terörizimle beslenen Batı kültürüdür.
Günümüzde küresel ve ulusal kapitalistlerin sömürgeci yayılma üsluplarından birisi de terörizim olmuştur. Onu üretip kullanıyorlar ve onun bahanesi ile ülkeleri işgal edip oraların stratejik servetlerini ve mevkilerini ele geçirmeye çalışıyorlar.
Terör bir insanlık suçudur. Günümüzdeki asıl teröristler de küresel ve ulusal kapitalist güçler ve onların eli altındaki “devlet” denilen taguti örgütlenmelerdir.
Onun için mevcut devletlerin ve onlara bağlı yada uydu kurum ve kuruluşların “terör” tanımlarına değer vermiyoruz. Zira gerçekci değildir. Çoğu saptırma, karalama, iftira, yoluyla kendi çıkarlarına göre yapılan tanımlar yada ithamlardır. Günümüzdeki her devlet kendi rejimine, çıkarına karşı olanı “terörist”, “terör yanlısı yada destekcisi” olarak itham etmektedir. Mesela; Rusya’nın işgaline karşı direnen Afgan halkı o zaman ABD’nin Avrupa Devlet’lerinin menfaatlarına uygun düştüğü için “kahraman direnişciler”, “mücahidler” olarak anılmıştı. Rusya ise onları terörist ilan etmişti. Aynı Afganistan halkı ABD’nin ve NATO’nun işgaline karşı da direniş gösterince birden “teröristl” oluverdi.! .
Müslümanların evlatlarından bazılarının adlarının çeşitli nedenlerle ve şekillerde bazı terör eylemlerine karışmış olması nedeni ile hemen “İslami terör” yaftalaması yapılmaktadır. Halbuki yahudi, hristiyan, hindu yada budist gibi başka din mensupları ister fert olarak, ister örgüt olarak ister ise devlet olarak daha kapsamlı, kanlı, vahşi terör eylemleri yaptıkları halde hiç bir şekilde “yahudi terörü” yada “hristiyan terörü” yada “hinduzim terörü” yada “budizim terörü” denilmemektedir. Neden? ! ..
İşte bu iki örnek, dahi mevcud devletlerin ve onların güdümündeki medyanın “terör ve terörist” tanımlamalarının ne kadar subjektif ve saptırıcı olduğunun kanıtıdır.
Mevcud devletler “terörle mücadele” adı altında asimetrik bir savaş yaptıklarını itiraf etmektedirler. Yani aslında sömürgeci devletler birbirleri ile sömürü pastasının paylaşımı üzerine kavga yapıyorlar. İşte bu kirli-pis savaşlarında birbirlerine karşı “terör” silahını kullanmaktadırlar.Faturasını da ortak düşman olarak gördükleri ve şu anda devleti olmayan “garib” durumda olan İslam’a biçmektedirler.
Böylece yeryüzünü içine düşürüldüğü zulümattan yani zulüm, fitne, fesattan, kirli bilgi ve cehaletten vahşetten kurtarıp insanlığı nura / aydınlığa, adalete, asayişe, ilme ve insani değerlere, huzura, güvenliğe, esenliğe kavuşturacak olan İslam’ı karalamaya çalışmaktadırlar. Ancak çabaları boşunadır. Zira gecenin en karanlık olduğu anı sabaha en yakın olduğu andır. Onlar kinlerini, fitne ve fesadlarıyla, zulümleriyle siyasi varlıklarının / devletlerinin ömürlerini uzatamayacaklardır. Allahu Teala’nın bildirdiği şu hakikat kesinlikle gerçekleşecektir;
ي ُ ر ِ ي د ُ و ن َ أ َ ن ي ُ ط ْ ف ِ ؤ ُ و ا ْ ن ُ و ر َ ا ل ل ّ ه ِ ب ِ أ َ ف ْ و َ ا ه ِ ه ِ م ْ و َ ي َ أ ْ ب َ ى ا ل ل ّ ه ُ إ ِ ل ا ّ َ أ َ ن ي ُ ت ِ م ّ َ ن ُ و ر َ ه ُ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ ك َ ا ف ِ ر ُ و ن َ
“Allah'ın nûrunu (risaleti İslam’ı) ağızlarıyla (iftiralarıyla) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe; 32)
TERÖR İSLAMİ HİÇBİR AMAÇ VE AMEL YÖNTEMİ DEĞİLDİR
1- TERÖR İSLAM`A DAVET YÖNTEMİ OLAMAZ
“İslam’a davet” denildiğinde insanların anladığı; ya İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davettir, ya da müslümanları İslam’ın kurallarına uymaya davettir. Bunların ikisinin de yönteminin terör olamıyacağının izahı ise şöyledir:
-İSLAM DİNİNE GİRMEYE DAVET
İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davet; kişinin İslam’a inanması için aklına ve gönlüne hitab ederek akletmesini sağlamak yoluyla olur. Bunu Allahu Teala şöyle emrediyor:
ا د ْ ع ُ إ ِ ل ِ ى س َ ب ِ ي ل ِ ر َ ب ّ ِ ك َ ب ِ ا ل ْ ح ِ ك ْ م َ ة ِ و َ ا ل ْ م َ و ْ ع ِ ظ َ ة ِ ا ل ْ ح َ س َ ن َ ة ِ و َ ج َ ا د ِ ل ْ ه ُ م ب ِ ا ل ّ َ ت ِ ي ه ِ ي َ أ َ ح ْ س َ ن ُ إ ِ ن ّ َ ر َ ب ّ َ ك َ ه ُ و َ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ م َ ن ض َ ل ّ َ ع َ ن س َ ب ِ ي ل ِ ه ِ و َ ه ُ و َ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ ا ل ْ م ُ ه ْ ت َ د ِ ي ن َ
“Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl: 125)
İslam dinine girmeye davet ve İslam muhalifleri ile tartışma, hem bu ayeti kerimenin hem de insan tabiatının gereği olarak delil ile ve hüsnü / güzel muamele ile olur. Baskı, şiddet, tehdid yani terör ile olmaz. Zira terör kişilerin akıl ve gönüllerini açmaz bilakis kapatır, sevdirmez nefret ettirir, benimsetmez inkar ettirir.
Nitekim Allahu Teala, Resulüne ve onun şahsında mü’minlere gayri müslimleri İslam’a davet hususunda zorba ve baskıcı olmamayı gayet açık şekilde şöyle emretmektedir:
ن َ ح ْ ن ُ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ م َ ا ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ و َ م َ ا أ َ ن ت َ ع َ ل َ ي ْ ه ِ م ب ِ ج َ ب ّ َ ا ر ٍ ف َ ذ َ ك ّ ِ ر ْ ب ِ ا ل ْ ق ُ ر ْ آ ن ِ م َ ن ي َ خ َ ا ف ُ و َ ع ِ ي د ِ
“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf:45)
ف َ ذ َ ك ّ ِ ر ْ إ ِ ن ّ َ م َ ا أ َ ن ت َ م ُ ذ َ ك ّ ِ ر ٌ ل ّ َ س ْ ت َ ع َ ل َ ي ْ ه ِ م ب ِ م ُ ص َ ي ْ ط ِ ر إ ِ ل ّ َ ا م َ ن ت َ و َ ل ّ َ ى و َ ك َ ف َ ر َ ٍ ف َ ي ُ ع َ ذ ّ ِ ب ُ ه ُ ا ل ل ّ َ ه ُ ا ل ْ ع َ ذ َ ا ب َ ا ل ْ أ َ ك ْ ب َ ر َ إ ِ ن ّ َ إ ِ ل َ ي ْ ن َ ا إ ِ ي َ ا ب َ ه ُ م ْ ث ُ م ّ َ إ ِ ن ّ َ ع َ ل َ ي ْ ن َ ا ح ِ س َ ا ب َ ه ُ م ْ
“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse Allah, onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir. “ (Gaşiye: 21-26)
و َ ل َ و ْ ش َ ا ء ر َ ب ّ ُ ك َ ل آ م َ ن َ م َ ن ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ ك ُ ل ّ ُ ه ُ م ْ ج َ م ِ ي ع ً ا أ َ ف َ أ َ ن ت َ ت ُ ك ْ ر ِ ه ُ ا ل ن ّ َ ا س َ ح َ ت ّ َ ى ي َ ك ُ و ن ُ و ا ْ م ُ ؤ ْ م ِ ن ِ ي ن َ
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? ” (Yunus: 99)
İslam’a davet karşısında kör ve sağır, katı, tavır sergileyenlere karşı takınılacak tutumu da şu şekilde açıklıyor:
و َ إ ِ ن ت َ د ْ ع ُ و ه ُ م ْ إ ِ ل َ ى ا ل ْ ه ُ د َ ى ل ا َ ي َ س ْ م َ ع ُ و ا ْ و َ ت َ ر َ ا ه ُ م ْ ي َ ن ظ ُ ر ُ و ن َ إ ِ ل َ ي ْ ك َ و َ ه ُ م ْ ل ا َ ي ُ ب ْ ص ِ ر ُ و ن َ خ ُ ذ ِ ا ل ْ ع َ ف ْ و َ و َ أ ْ م ُ ر ْ ب ِ ا ل ْ ع ُ ر ْ ف ِ و َ أ َ ع ْ ر ِ ض ْ ع َ ن ِ ا ل ْ ج َ ا ه ِ ل ِ ي ن َ
“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile. Sen afv yolunu benimse (onlara aldırma) , örfü (İslâm'a uygun olanı) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 198-199)
Müslümanlar tarih boyunca, Allahu Teala’nın, resulünün şahsında kendilerine yaptığı bu çağrılara kulak vermişler, insanları İslam dinine girme konusunda terörü yada terörvari hiç bir yolu asla benimsememişlerdir. Bunun delili müslümanların arasında yaşıyan gayri müslim toplulukların asırlardır varlıklarını sürdürebilmiş olmasıdır. Örneğin; Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta bir Hıristiyan topluluk olan maruniler, süryaniler gibi topluluklar, Mısır’da kıptiler, Orta Asya’da ermeniler, Kafkaslarda gürciler, Anadolu’da rumlar, ermeniler, yahudiler, Balkanlar’da hıristiyan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar vb. gibi.
Eğer müslümanlar Allahu Teala’nın o hitaplarına kulak vermemiş olsalardı bu gayri müslim unsurlar müslümanların bağrında varlıklarını sürdüremezlerdi. Ya sürgün edilirlerdi ya da soykırımına maruz kalırlardı. Avrupalıların müslümanlara İspanya’da ve Bosna’da yaptıklarını bu gayri müslim unsurlara mülümanlar yapmadılar. Asırlardır müslümanların yönetiminde yaşıyan İspanya’da şimdi hiç müslüman topluluk kaldı mı? ! ..
Müslümanlar böylesi soykırım terörü gibi bir insanlık suçu işlemediler. Çünkü dinleri buna izin vermez. Bilakis o bu gayri müslim unsurlar müslümanların zimmeti altında (koruma ve himayesi altında) güvenlik ve huzur içinde varlıklarını sürdürdüler.
-İSLAM’IN KURALLARINA UYMAYA DAVET
Bu davetin muhatapları müslümanlardır. Bu, müslümanların biribirlerine “hakkı tavsiye”, “marufu emretmek ve münkerden nehyetmek”, “Allah’ın emirlerini “hatırlatmak” sorumlulukları kapsamındadır. Bu sorumluluğu yerine getirme yöntemi asla terör değildir.
Allah’ın emir ve nehiylerine uymayanlara uygulanması söz konusu olan müeyyideleri / şeri yaptırımlar ve cezaları dünyada uygulama yetkisi hiç bir müslüman fert ve cemaata ait değildir. Şeri müeyyidelerin uygulanması sorumluluğu bütün müslümanlaradır. Ancak bu sorumluluğu yerine getirme yetkisi müslümanların biat yoluyla nasbedecekleri halifeye aittir. Yani Hilafet Devletine aittir. Hilafet Devleti kurulmadıkca hiçbir kimse şeri müeyyideleri uygulama yetkisine sahip olamaz. Buna rağmen Hilafet Devletini kurmak için çalışmak yerine şeri hükümlerden kaynaklanan müeyyideleri uygulamaya kalkanlar ancak yetkisiz iş yapan fitne ve fesatcı konumuna düşerler ve terör üretirler. Bu ise asla caiz değildir.
2- İSLAM’IN HÜKÜMLERİNİN HAKİM KILINMASININ YANİ İSLAM DEVLETİNİN KURULMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
´
İslam devletinin kurulmasının yöntemi, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin siretidir / takip ettiği yoludur. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem, Mekke’de başlayıp Medine’de sona eren 23 yıllık risalet siretinde İslam Devletinin nasıl kurulacağını İslam Davetinin aleme devlet eliyle ve cihad yoluyla nasıl taşınacağını, nasıl korunacağını müslümanlara gösterdi. O halde müslümanlara düşen, onu model örnek edinerek onun bu siretinden takip edilecek işaret taşlarını çıkartıp o yolda yürümeleridir.
Onun yolundaki önemli işaret taşları şunlardır:
-Toplumsal değişim çalışması yapması. Bu da toplumda eğemen, baskın fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamları İslami fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamlarla değiştirme isteği uyandırmak için çalışmakla olur.
-Bu çalışma ise, ne yapacağını, niçin ve nasıl yapacağını bilen basiret üzerine kurulu sadece İslam akidesi ve fikirleri ile donanmış, sadece İslam’a davet eden bir fikri-siyasi kitle ile olur.
-Bu kitle, çalışmasında hak ile batılı karıştırmadığı gibi taguti güçler ile asla uzlaşma masasına oturmayı da kabul edemez.
-Bu çalışmada sadece Allah’a dayanılır. Nusret / toplumu değiştirme ve devleti kurma neticesine ulaşmak sadece Allah’tan beklenir.
Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem siretinde bu değindiğimiz noktalara riayet ederek çalışmış. Ashabı ile oluşturduğu kitlesi ile basiret üzere, toplumdaki her türlü cahiliyye inancı, ölçüsü, anlayışı ve kurallarını eleştirmiş, batıllığını, yanlışlığını, zulmünü deşifre etmiştir. Hakkı yani vahiyle gelen doğruları açıkca duyurmuştur. Böylelikle toplumda bir fikri dalgalanma oluşturmaya çalışmıştır. Bundan rahatsız olan baskın, zorba yöneticilerin kendisine ve ashabına karşı kullandıkları işkenceye, şiddete ve kaba kuvvete, teröre rağmen o asla aynı yöntemle tepki vermemiştir. Sabır ve basiretle neticeyi yani nusreti sadece Allah’tan bekleyerek tebliğ yoluyla çalışmasını sürdürmeye devam etmiştir. Sonunda bu sabırlı ve ısrarlı, basiretli çalışma Medine’de semeresini bulmuştur. Medine toplumunda İslam ile değişme isteği oluşmuştur. Allah’ın nusreti de gelince ilk İslam Devleti orada kurulmuştur.
Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde anlatmayı ileride Allah izin verirse ele alacağımız “İslam’a Davet Yöntemi” isimli çalışmamıza bırakarak şunu vurgulamak istiyoruz; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslam devletini kurma sürecinde hiç bir şekilde tepkisel davranışlara, zorbalığa, teröre başvurmamıştır. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı, Allahu Teala’nın şu ayeti kerimede belirttiği yolunda sebatla devam etmişlerdir:
ق ُ ل ْ ه َ ذ ِ ه ِ س َ ب ِ ي ل ِ ي أ َ د ْ ع ُ و إ ِ ل َ ى ا ل ل ّ ه ِ ع َ ل َ ى ب َ ص ِ ي ر َ ة ٍ أ َ ن َ ا ْ و َ م َ ن ِ ا ت ّ َ ب َ ع َ ن ِ ي و َ س ُ ب ْ ح َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ِ و َ م َ ا أ َ ن َ ا ْ م ِ ن َ ا ل ْ م ُ ش ْ ر ِ ك ِ ي ن َ
“De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben bana tâbi olanlarla birlikte, basiretle Allah'a davet ediyorum. Allah'ı (her çeşit noksan ve kusurdan) tenzih ediyorum. Ben, aslâ müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)
3-İSLAM DEVLETİNİN İSLAM DAVETİNİ ALEME TAŞIMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam Davetini aleme taşımanın anlamı, “ i’lai kelimetillah” yani “Allah’ın kelimesinin en üstün kılınması “dır. Başka bir ifade ile Allah’ın dininin aleme hakim kılınmasıdır. Bunun yolu-yöntemi ise cihaddır. Cihad; insanların dinlerini zorla değiştirip müslüman olmalarını sağlamak için yada mallarını mülklerini zorla alıp köleleşmelerini sağlamak yada ülkelerinin zenginliklerini ve stratejik mevkilerini elegeçirerek sömürgeleşmesini sağlamak için yapılmaz. Cihad asla bir terör eylemi değildir. Gayesi ülkelerdeki küfür-taguti, azgın/taşgın, arsız, cani, zalim, mücrim ideolojiler ve yönetimler yüzünden var olan fitne, zulüm, fesad / düzensizlik ve her türlü kirlilikleri ortadan kaldırıp yeryüzünün tamamında Allah’ın sözünün geçmesini sağlamaktır. Yani Allah’ın dinini hakim kılarak tüm insanları zulümattan nura, aydınlığa, adalete, güvenliğe, esenliğe ve temizliğe kavuşturup insanların hidayete girmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlamaktır. Bu Allahu Teala’nın şu emri gereğidir:
و َ م َ ن ْ أ َ ظ ْ ل َ م ُ م ِ م ّ َ ن ِ ا ف ْ ت َ ر َ ى ع َ ل َ ى ا ل ل ّ َ ه ِ ا ل ْ ك َ ذ ِ ب َ و َ ه ُ و َ ي ُ د ْ ع َ ى إ ِ ل َ ى ا ل ْ إ ِ س ْ ل َ ا م ِ و َ ا ل ل ّ َ ه ُ ل َ ا ي َ ه ْ د ِ ي ا ل ْ ق َ و ْ م َ ا ل ظ ّ َ ا ل ِ م ِ ي ن َ ي ُ ر ِ ي د ُ و ن َ ل ِ ي ُ ط ْ ف ِ ؤ ُ و ا ن ُ و ر َ ا ل ل ّ َ ه ِ ب ِ أ َ ف ْ و َ ا ه ِ ه ِ م ْ و َ ا ل ل ّ َ ه ُ م ُ ت ِ م ّ ُ ن ُ و ر ِ ه ِ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ ك َ ا ف ِ ر ُ و ن َ ه ُ و َ ا ل ّ َ ذ ِ ي أ َ ر ْ س َ ل َ ر َ س ُ و ل َ ه ُ ب ِ ا ل ْ ه ُ د َ ى و َ د ِ ي ن ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ ل ِ ي ُ ظ ْ ه ِ ر َ ه ُ ع َ ل َ ى ا ل د ّ ِ ي ن ِ ك ُ ل ّ ِ ه ِ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ م ُ ش ْ ر ِ ك ُ و ن َ
“İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu kafirler hoş görmese de tamamlayıcıdır. Müşrikler hoşlanmasalar da Resulünü, bütün dinlere üstün / hakim kılmak üzere hak din ve hidayet ile gönderen O’dur.” (Saff:7-9)
و َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ه ُ م ْ ح َ ت ّ َ ى ل ا َ ت َ ك ُ و ن َ ف ِ ت ْ ن َ ة ٌ و َ ي َ ك ُ و ن َ ا ل د ّ ِ ي ن ُ ك ُ ل ّ ُ ه ُ ل ِ ل ّ ه ف َ إ ِ ن ِ ا ن ت َ ه َ و ْ ا ْ ف َ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ ب ِ م َ ا ي َ ع ْ م َ ل ُ و ن َ ب َ ص ِ ي ر ٌ
“Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” (Enfal: 39)
و َ م َ ا ل َ ك ُ م ْ ل ا َ ت ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا ل ْ م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ م ِ ن َ ا ل ر ّ ِ ج َ ا ل ِ و َ ا ل ن ّ ِ س َ ا ء و َ ا ل ْ و ِ ل ْ د َ ا ن ِ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ ر َ ب ّ َ ن َ ا أ َ خ ْ ر ِ ج ْ ن َ ا م ِ ن ْ ه َ ذ ِ ه ِ ا ل ْ ق َ ر ْ ي َ ة ِ ا ل ظ ّ َ ا ل ِ م ِ أ َ ه ْ ل ُ ه َ ا و َ ا ج ْ ع َ ل ل ّ َ ن َ ا م ِ ن ل ّ َ د ُ ن ك َ و َ ل ِ ي ّ ً ا و َ ا ج ْ ع َ ل ل ّ َ ن َ ا م ِ ن ل ّ َ د ُ ن ك َ ن َ ص ِ ي ر ً ا ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا ْ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ك َ ف َ ر ُ و ا ْ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ط ّ َ ا غ ُ و ت ِ ف َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ا ْ أ َ و ْ ل ِ ي َ ا ء ا ل ش ّ َ ي ْ ط َ ا ن ِ إ ِ ن ّ َ ك َ ي ْ د َ ا ل ش ّ َ ي ْ ط َ ا ن ِ ك َ ا ن َ ض َ ع ِ ي ف ً ا
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu ülkeden bizi çıkarıp kurtar ve kendi katından işlerimizi düzene koyacak bir sahip ve kendi tarafından bize bir yardımcı gönder» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyor- sunuz? ! İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar. Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.” (Nisa:75-76)
Bu anlamda cihadı İslam devleti yapar. Fert yada gurupların bilhassa günümüzde böylesi imkanları olamaz. Bu mücadelede hedef; fitne, fesad, zulüm, cehalet odağı durumundaki tağuti devletlerdir. Yani taguti yöneticiler ve onların maddi gücü durumundaki askeri varlıklardır. Hedef, müslüman olmasalar da sivil halk ve fertler değildir. Onun için onlara yönelik hiç bir terör eylemi cihad esnasında dahi caiz kılınmamıştır.
İslam’da cihad; cihad ahkamı ile disipline edilmiştir. Cihad, rastgele sırf intikam duygularıyla yapılan bir savaş değildir. Hidayetin önündeki engelleri aşmak, kapıları açmak anlamındaki “fetih cihadı” öncesi söz konusu ülkenin yöneticileri İslam’a girmeye davet edilirler. Kabul ederlerse, ideoloji ve rejimlerini terk edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesi ve o ülkede de İslam ahkamının hakim kılınması sağlanır. O ülke insanlarından İslam devletinin tebası olmak istemeyenlere ülkeyi terk etmeleri için fırsat sağlanır. Ülkede kalmak isteyenler ise müslüman olmasalar da zimmet akdi / sözleşmesi kapsamında İslam devletinin tebası olurlar. Onların can ve malları İslam devletinin koruması altındadır. Onların imkanı olanlarından zimmet ahkamına göre haraç alınır.
Eğer o yöneticiler İslam’a girmeyi yani müslüman olmayı kabul etmezler ise; yönetimlerini ilga edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesini kabul etmeleri istenir. Bunu da kabul etmeyip İslam Davetinin önünde durmakta inatcı ve ısrarcı olurlar ise, o zaman İslam devletinin orduları tarafından fetih operasyonu ile onların maddi / askeri güçleri kırılıp ülkenin kapıları açılarak o ülke insanlarının zulümattan kurtulup nurla / hidayetle buluşmaları sağlanır.
Bu operasyonlarda asla teröre yer verilmez. Hatta cihad ahkamına göre; ekili arazilere, ağaçlara ve hayvanlara dahi zarar verilmez.
CİHAD TERÖR DEĞİLDİR TERÖR DE CİHAD DEĞİLDİR
Tağutlar, kafirler, müşrikler, zalimler, Allah ve Resulü’nün, İslam’ın ve müslümanların düşmanları mucrimler Allahu Teala’nın kesin emri olan cihaddan elbetteki hoşlanmazlar ve hoşlanmayacaklardır. Çünkü cihad onların fitne, zulüm, fesad mekanizması olan devletlerini ortadan kaldırıp sadece Allah’ın sözünün / dini İslam’ın hakim kılınmasını hedeflemektedir. Onun için İslam’ın bu güzide hükmünü unutturmak yada saptırmak yada karalamak için bin bir türlü uslüp kullanmaktadırlar. Cihadı terör olarak göstermek çabaları da bu üsluplardandır. Bazı müslümanların o kafirleri hoşnut etmek için cihad hükmünden vazgeçmeleri yada “İslamda kıtal / savaş anlamında cihad yoktur” kabilinden laflar etmeleri ne yazık ki zavallılıktan ve zilletten başka bir şey değildir. Bu zelil, zavallı duruş müslümanlara hiç yakışmıyor. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem mealen şöyle buyurmuştur:
“Siz cihadı terkederseniz Allah üzerinize bir zillet/aşağılık verir ki, dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz.” (Bülûğu’l-Merâm, Bâbu’r Ribâ, hadis no: 11)
'Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, cihadı terk ederek öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz.' (Ebû Dâvud, Büyû' 54)
Allah’ın sözünün en üstün kılınması yani Allah’ın dini İslam’ın yeryüzünün tamamında hakim olması için taguti devletlere karşı yapılan savaş anlamındaki cihad, İslam ümmetinin üzerlerine farz kılınan asli işlerindendir. Ne varki ümmet bu asli vazifesini son asırlarda terk ettiği için bugün içinde bulunduğu zillete düşmüş oldu. İslam ümmetinin bu zilletten kurtulup izzetine kavuşabilmesi, Allahu Teala’nın kendisine yüklemiş olduğu “insanlar üzerinde şahidlik / hidayet liderliği yapan vasat / en seçkin ümmet” “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” misyonunu tekrar yerine getirebilmesi için, onları Allah’ın indirdikleri ile yöneterek tekrar dinlerine/ İslami hayata döndürecek, kuvvetlerini birleştirerek düşmanlarına karşı cihada sevk edecek Raşidi Hilafeti en kısa zamanda kurmak için ihlasla çalışmaları en öncelikli farzlardandır.
Buna göre cihad;
-gayri müslimler anlamındaki kafirleri yok etmek için savaşmak değildir, yani kafir avına çıkmak değildir
-ülkeleri sömirmek için yapılan savaş da değildir
-kişisel yada kitlesel öfkeleri yatıştırmak, intikam duygularını tatmin etmek uğraşısı da değildir
-doğrudan sivil insanları hedef alarak savaşmak anlamında terör de değildir.
Cihad; Allah’ın rızasını kazanmak niyeti ile Allah’ın emri olduğu için sadece Allah’ın kelimesinin / dini İslam’ın tek egemen din olması için taguti devletlere karşı yapılan savaşın adıdır.
İslam’ın düşmanları da cahil dostları da şunu iyi bilsinler ki cihad terör değildir, terör de cihad değildir.
4- İSLAM DEVLETİNİN ÜLKESİNE KARŞI YAPILAN SALDIRILARI DEFETMEDE DE YÖNTEM TERÖR DEĞİLDİR
İslam devleti, hem İslam ülkesini hem de tebasını tüm düşman saldırılarından korumakla yükümlüdür. İslam ülkesine yapılan bir saldırıyı kırmaya ve saldırganı defetmeye çalışır. Gücü yettiğince saldırgan orduyu gerekirse tamamen imha eder. Fakat “aşırı gitmez” yani saldırgan ülkenin savaşa fiilen katılmayan sivil halkını kendi evlerinde, köylerinde, şehirlerinde katletmeye, tepelerine bombalar yağdırmaya ve onlar üzerinde terör estirmeye kalkmaz. Zira Allahu Teala bunu şu şekilde emretmektedir:
و َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ا ْ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ك ُ م ْ و َ ل ا َ ت َ ع ْ ت َ د ُ و ا ْ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ ل ا َ ي ُ ح ِ ب ّ ِ ا ل ْ م ُ ع ْ ت َ د ِ ي ن َ
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
Müslümanlar Allah’ın bu emrine tarih boyunca riayet etmişlerdir. Devlet varken dahi devlet imkanları ile terör estirmemişlerdir.
5-MÜSLÜMANLARIN NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ
-GAYRİ MÜSLİM ÜLKELERDE YAŞIYAN MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIKLARI ÇEŞİTLİ SALDIRILARA KARŞI KOYMA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
Mesela ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar ister çeşitli guruplar tarafından ister ise hükümetlerin aldıkları bazı kararlar yoluyla olsun dinlerine, değerlerine, kutsallarına saldırı, hakaret, baskı söz konusu olduğunda, kendi inançlarını ve müslüman kimliklerini korumaya çalışırlar. Bunun için; o toplumdaki ideolojik değil de salt insani hamiyet duygusu ile hareket eden etkili fert ve grupların desteğini alarak yapılan bu haksızlığa, ahlaksızlığa karşı fikri mücadele yoluyla kamuoyunun dikkati çekilmeye çalışılır. Kamuoyu desteği alarak bu saldırıların engellenmesine uğraşılır. Buna imkan yoksa yani gösterdikleri tepkiler kamuoyunun kendi aleyhlerine çevrilmesine yol açıyor ise, o saldırılara aldırmazlar, din ve kimlikleri üzerinde sebat ederler. Karşı tarafa saldırı yapmazlar.
Eğer saldırıların dozacı tahammül sınırlarını aşarsa yani doğrudan mal, can, namusa yönelirse, yapılacak iş, o ülkeyi terk ederek din, mal, can, namusunu koruyabileceğini umduğu bir başka ülkeye hicret etmektir. Yapılması gereken o ülkede saldırganlara karşı maddi çatışma ortamlarına girmek yada terör estirmek değişldir! .. Zira Allahu Teala resulünün şahsında şöyle buyurdu:
و َ ا ذ ْ ك ُ ر ِ ا س ْ م َ ر َ ب ّ ِ ك َ و َ ت َ ب َ ت ّ َ ل ْ إ ِ ل َ ي ْ ه ِ ت َ ب ْ ت ِ ي ل ً ا ر َ ب ّ ُ ا ل ْ م َ ش ْ ر ِ ق ِ و َ ا ل ْ م َ غ ْ ر ِ ب ِ ل َ ا إ ِ ل َ ه َ إ ِ ل ّ َ ا ه ُ و َ ف َ ا ت ّ َ خ ِ ذ ْ ه ُ و َ ك ِ ي ل ً ا و َ ا ص ْ ب ِ ر ْ ع َ ل َ ى م َ ا ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ و َ ا ه ْ ج ُ ر ْ ه ُ م ْ ه َ ج ْ ر ً ا ج َ م ِ ي ل ً ا
“Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu vekil edin. Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. “ (Müzzemmil: 8-10)
إ ِ ن ّ َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ت َ و َ ف ّ َ ا ه ُ م ُ ا ل ْ م َ ل آ ئ ِ ك َ ة ُ ظ َ ا ل ِ م ِ ي أ َ ن ْ ف ُ س ِ ه ِ م ْ ق َ ا ل ُ و ا ْ ف ِ ي م َ ك ُ ن ت ُ م ْ ق َ ا ل ُ و ا ْ ك ُ ن ّ َ ا م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ ق َ ا ل ْ و َ ا ْ أ َ ل َ م ْ ت َ ك ُ ن ْ أ َ ر ْ ض ُ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا س ِ ع َ ة ً ف َ ت ُ ه َ ا ج ِ ر ُ و ا ْ ف ِ ي ه َ ا ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ م َ أ ْ و َ ا ه ُ م ْ ج َ ه َ ن ّ َ م ُ و َ س َ ا ء ت ْ م َ ص ِ ي ر ً ا إ ِ ل ا ّ َ ا ل ْ م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ م ِ ن َ ا ل ر ّ ِ ج َ ا ل ِ و َ ا ل ن ّ ِ س َ ا ء و َ ا ل ْ و ِ ل ْ د َ ا ن ِ ل ا َ ي َ س ْ ت َ ط ِ ي ع ُ و ن َ ح ِ ي ل َ ة ً و َ ل ا َ ي َ ه ْ ت َ د ُ و ن َ س َ ب ِ ي ل ا ً ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ ع َ س َ ى ا ل ل ّ ه ُ أ َ ن ي َ ع ْ ف ُ و َ ع َ ن ْ ه ُ م ْ و َ ك َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ُ ع َ ف ُ و ّ ً ا غ َ ف ُ و ر ً ا و َ م َ ن ي ُ ه َ ا ج ِ ر ْ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ي َ ج ِ د ْ ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ م ُ ر َ ا غ َ م ً ا ك َ ث ِ ي ر ً ا و َ س َ ع َ ة ً و َ م َ ن ي َ خ ْ ر ُ ج ْ م ِ ن ب َ ي ْ ت ِ ه ِ م ُ ه َ ا ج ِ ر ً ا إ ِ ل َ ى ا ل ل ّ ه ِ و َ ر َ س ُ و ل ِ ه ِ ث ُ م ّ َ ي ُ د ْ ر ِ ك ْ ه ُ ا ل ْ م َ و ْ ت ُ ف َ ق َ د ْ و َ ق َ ع َ أ َ ج ْ ر ُ ه ُ ع َ ل ى ا ل ل ّ ه ِ و َ ك َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ُ غ َ ف ُ و ر ً ا ر ّ َ ح ِ ي م ً ا
“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?) ” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya! ” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve resulüne hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisa: 97-100)
Bu ayetlerin ışığında da anlaşılacağı üzere; halkı müslüman olmayan gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar aslında azınlık konumundadırlar. Onların bu konumları Kur’an’da geçen “mustazaflar” kapsamında değerlendirilirler. İşte onların, dinlerinde fitneye düşürülmek yani inanç ve müslüman kimliklerini kaybetmek yada can, mal, namus güvenliğini kaybetmek durumları ile karşılaştıklarında yapacakları iş, o ülkede kavga yapmak, terör çıkartmak değil de o ülkeden ayrılmaktır. Yani hicret etmektir, terör değil! ...
-İSLAM TOPRAKLARINDA HALKI MÜSLÜMAN ÜLKEKERİN KAFİR DEVLETLERİ TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİ
DURUMUNDA NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İşgalci kafir devletleri, bir halkı müslüman ülkeyi işgal edince, o ülkede yaşıyan müslümanların o işgalci kafirlere karşı koymaları can, mal, namus, din ve topraklarını savunmaları üzerlerine hem haktır hem de vecibedir. İşgalci güçler tamamen yok edilesiye kadar yada ülkeden atılasıya kadar onlara karşı direnirler. Ancak bunun ötesine gitmezler. İşgalci devletin hakim olduğu ülkelerde sivil halka karşı intikam amaçlı terör eylemleri yapamazlar. Yaptıkları zaman kendileri haddi aşmış ve haksız konuma düşmüş olurlar, zalim olurlar. Allah zalimleri ve haddi aşanları sevmez. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:
ا ل ش ّ َ ه ْ ر ُ ا ل ْ ح َ ر َ ا م ُ ب ِ ا ل ش ّ َ ه ْ ر ِ ا ل ْ ح َ ر َ ا م ِ و َ ا ل ْ ح ُ ر ُ م َ ا ت ُ ق ِ ص َ ا ص ٌ ف َ م َ ن ِ ا ع ْ ت َ د َ ى ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ ف َ ا ع ْ ت َ د ُ و ا ْ ع َ ل َ ي ْ ه ِ ب ِ م ِ ث ْ ل ِ م َ ا ا ع ْ ت َ د َ ى ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ و َ ا ت ّ َ ق ُ و ا ْ ا ل ل ّ ه َ و َ ا ع ْ ل َ م ُ و ا ْ أ َ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ م َ ع َ ا ل ْ م ُ ت ّ َ ق ِ ي ن َ
“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” (Bakara: 194)
SONUÇ
Yukarıda yapılan izahlardan da anlaşılacağı gibi terör hiç bir şekilde İslami bir yöntem değildir.
-Gayri müslimleri İslam’a davet yöntemi terör değildir.
-Müslümanları İslam kurallarına uymaya davet yöntemi de terör değildir.
-İslam hükümlerinin hakim kılınmasının yani İslam devletinin kurulmasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin yeryüzünde İslam Davetini taşımasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin ülkesine karşı yapılan saldırıları defetmede de yöntem terör değildir
-Halkı müslüman olmayan ülkelerde yaşıyan müslümanların maruz kalabilecekleri saldırılara karşı koyma yöntemi de terör değildir.
-Halkı müslüman ülkelerin kafir devlet yada devletler tarafından işgal edilmelerine karşı mücadele yöntemi de terör değildir.
Türkçe’ye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiş olan “terör” sözcüğü aslında Latince kökenlidir. Bunun anlamı ise; “korkudan titreme ve titremeye sebep olmaktır”.
Fransızca Petit Robert sözlüğünde; “Bir toplumda bir gurubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” olarak tanımlanır.
Oxford İngilizce sözlükte; 'Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak' olarak tanımlanır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olarak tanımlanır. Tedhiş ise; dehşete düşürme, sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma, yıldırma, terör, demektir.
Terörün ıstılah tanımının; bu sözlük tanımlarında geçtiği gibi korku, şiddet, sindirme, dehşet yoluyla bir siyasi amacı gerçekleştirmeye yönelik silahlı propaganda yöntemi olduğu noktasında dünyada toplumlarda genel bir kabul vardır.
Bu tanımlarda ortak olarak, toplumlarda şiddetli korku salma, yıldırma havası estirmeye vurgu yapılmaktadır. Bunun aracı olarak da şunlar kullanılmaktadır; adam kaçırmak, insanlara işkence yapmak, öldürmek ve pazar yerlerine, okullara, sinemalara, tren, metro, otobüs, uçak, gemi gibi toplu taşıma araçlarına ve onların istasyonlarına ve limanlarına vb. yerlere bomba yerleştirmek, ateşli silahlar ile tarama yapmak ya da kimyasal silahlar ile toplu katliamlar yapmak.
Bu araçlar ile terör estiren şahıs ya da guruplar aslında sadece şahıs yada örgüt isimlerini duyurmaktan öte hiç bir şey elde etmiyorlar.
TERÖRÜN DOĞURDUĞU SONUÇLAR
Terör toplumlarda can ve mal güvenliğini ortadan kaldırır. Zira teröre maruz kalan guruplar da tepkisel olarak terör yoluyla intikam almaya yönelirler. Terör terörü doğurur ve insani yaşam ortamını tamamen ortadan kaldırır. İnsanların bir çoğu kendisini hem savcı, hem hakim, hem infaz memuru olarak görüp bazı fertleri ve insan guruplarını kendilerine göre suçlu ilan ederek infaz etmeye yönelirler. Bu da haksız yere binlerce insanın öldürülmesine, yaralanmasına, mallarının telef olmasına yol açar.
Kısacası terör; fitne, fesad, kaos, anarşi, zulüm demektir. Terör insanlık suçu demektir.
Böylesi bir anlayış İslam’da olmadığı ve asla tasvip edilmediği için müslümanların ıstılahında / termilojesinde “terör” terimine yer verilmemiştir. Onun için “terör” müslümanlara yabancı bir terimdir.
Teröre kaynaklık ve yataklık yapan, zemin oluşturan kültür ve ideoloji asla İslam değildir, bilakis Batı kültürü ve ideolojileridir. Zira Fransız ihtilalinden sonra şimdiki formatına ulaşmış olan Batı kültürü ve yaşam tarzı Komünizm ve Kapitalizm gibi insanlığın başının belası olmuş fitne, fesad, zulüm ideolojilerini üretmiştir. Nitekim Komünizim anarşi ve terörü yayılma yöntemi olarak benimsemiştir. Kapitalizm de “kaostan yeni düzen çıkartma” ilkesi ile sürekli kriz, fitne, çatışma, kaos çıkartmayı sömürü için üslup olarak benimsemiştir. Yani ister komünizm ile olsun ister kapitalizm ile olsun terörü üreten ve terörizimle beslenen Batı kültürüdür.
Günümüzde küresel ve ulusal kapitalistlerin sömürgeci yayılma üsluplarından birisi de terörizim olmuştur. Onu üretip kullanıyorlar ve onun bahanesi ile ülkeleri işgal edip oraların stratejik servetlerini ve mevkilerini ele geçirmeye çalışıyorlar.
Terör bir insanlık suçudur. Günümüzdeki asıl teröristler de küresel ve ulusal kapitalist güçler ve onların eli altındaki “devlet” denilen taguti örgütlenmelerdir.
Onun için mevcut devletlerin ve onlara bağlı yada uydu kurum ve kuruluşların “terör” tanımlarına değer vermiyoruz. Zira gerçekci değildir. Çoğu saptırma, karalama, iftira, yoluyla kendi çıkarlarına göre yapılan tanımlar yada ithamlardır. Günümüzdeki her devlet kendi rejimine, çıkarına karşı olanı “terörist”, “terör yanlısı yada destekcisi” olarak itham etmektedir. Mesela; Rusya’nın işgaline karşı direnen Afgan halkı o zaman ABD’nin Avrupa Devlet’lerinin menfaatlarına uygun düştüğü için “kahraman direnişciler”, “mücahidler” olarak anılmıştı. Rusya ise onları terörist ilan etmişti. Aynı Afganistan halkı ABD’nin ve NATO’nun işgaline karşı da direniş gösterince birden “teröristl” oluverdi.! .
Müslümanların evlatlarından bazılarının adlarının çeşitli nedenlerle ve şekillerde bazı terör eylemlerine karışmış olması nedeni ile hemen “İslami terör” yaftalaması yapılmaktadır. Halbuki yahudi, hristiyan, hindu yada budist gibi başka din mensupları ister fert olarak, ister örgüt olarak ister ise devlet olarak daha kapsamlı, kanlı, vahşi terör eylemleri yaptıkları halde hiç bir şekilde “yahudi terörü” yada “hristiyan terörü” yada “hinduzim terörü” yada “budizim terörü” denilmemektedir. Neden? ! ..
İşte bu iki örnek, dahi mevcud devletlerin ve onların güdümündeki medyanın “terör ve terörist” tanımlamalarının ne kadar subjektif ve saptırıcı olduğunun kanıtıdır.
Mevcud devletler “terörle mücadele” adı altında asimetrik bir savaş yaptıklarını itiraf etmektedirler. Yani aslında sömürgeci devletler birbirleri ile sömürü pastasının paylaşımı üzerine kavga yapıyorlar. İşte bu kirli-pis savaşlarında birbirlerine karşı “terör” silahını kullanmaktadırlar.Faturasını da ortak düşman olarak gördükleri ve şu anda devleti olmayan “garib” durumda olan İslam’a biçmektedirler.
Böylece yeryüzünü içine düşürüldüğü zulümattan yani zulüm, fitne, fesattan, kirli bilgi ve cehaletten vahşetten kurtarıp insanlığı nura / aydınlığa, adalete, asayişe, ilme ve insani değerlere, huzura, güvenliğe, esenliğe kavuşturacak olan İslam’ı karalamaya çalışmaktadırlar. Ancak çabaları boşunadır. Zira gecenin en karanlık olduğu anı sabaha en yakın olduğu andır. Onlar kinlerini, fitne ve fesadlarıyla, zulümleriyle siyasi varlıklarının / devletlerinin ömürlerini uzatamayacaklardır. Allahu Teala’nın bildirdiği şu hakikat kesinlikle gerçekleşecektir;
“Allah'ın nûrunu (risaleti İslam’ı) ağızlarıyla (iftiralarıyla) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe; 32)
TERÖR İSLAMİ HİÇBİR AMAÇ VE AMEL YÖNTEMİ DEĞİLDİR
1- TERÖR İSLAM`A DAVET YÖNTEMİ OLAMAZ
“İslam’a davet” denildiğinde insanların anladığı; ya İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davettir, ya da müslümanları İslam’ın kurallarına uymaya davettir. Bunların ikisinin de yönteminin terör olamıyacağının izahı ise şöyledir:
-İSLAM DİNİNE GİRMEYE DAVET
İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davet; kişinin İslam’a inanması için aklına ve gönlüne hitab ederek akletmesini sağlamak yoluyla olur. Bunu Allahu Teala şöyle emrediyor:
“Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl: 125)
İslam dinine girmeye davet ve İslam muhalifleri ile tartışma, hem bu ayeti kerimenin hem de insan tabiatının gereği olarak delil ile ve hüsnü / güzel muamele ile olur. Baskı, şiddet, tehdid yani terör ile olmaz. Zira terör kişilerin akıl ve gönüllerini açmaz bilakis kapatır, sevdirmez nefret ettirir, benimsetmez inkar ettirir.
Nitekim Allahu Teala, Resulüne ve onun şahsında mü’minlere gayri müslimleri İslam’a davet hususunda zorba ve baskıcı olmamayı gayet açık şekilde şöyle emretmektedir:
“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf:45)
“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse Allah, onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir. “ (Gaşiye: 21-26)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? ” (Yunus: 99)
İslam’a davet karşısında kör ve sağır, katı, tavır sergileyenlere karşı takınılacak tutumu da şu şekilde açıklıyor:
“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile. Sen afv yolunu benimse (onlara aldırma) , örfü (İslâm'a uygun olanı) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 198-199)
Müslümanlar tarih boyunca, Allahu Teala’nın, resulünün şahsında kendilerine yaptığı bu çağrılara kulak vermişler, insanları İslam dinine girme konusunda terörü yada terörvari hiç bir yolu asla benimsememişlerdir. Bunun delili müslümanların arasında yaşıyan gayri müslim toplulukların asırlardır varlıklarını sürdürebilmiş olmasıdır. Örneğin; Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta bir Hıristiyan topluluk olan maruniler, süryaniler gibi topluluklar, Mısır’da kıptiler, Orta Asya’da ermeniler, Kafkaslarda gürciler, Anadolu’da rumlar, ermeniler, yahudiler, Balkanlar’da hıristiyan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar vb. gibi.
Eğer müslümanlar Allahu Teala’nın o hitaplarına kulak vermemiş olsalardı bu gayri müslim unsurlar müslümanların bağrında varlıklarını sürdüremezlerdi. Ya sürgün edilirlerdi ya da soykırımına maruz kalırlardı. Avrupalıların müslümanlara İspanya’da ve Bosna’da yaptıklarını bu gayri müslim unsurlara mülümanlar yapmadılar. Asırlardır müslümanların yönetiminde yaşıyan İspanya’da şimdi hiç müslüman topluluk kaldı mı? ! ..
Müslümanlar böylesi soykırım terörü gibi bir insanlık suçu işlemediler. Çünkü dinleri buna izin vermez. Bilakis o bu gayri müslim unsurlar müslümanların zimmeti altında (koruma ve himayesi altında) güvenlik ve huzur içinde varlıklarını sürdürdüler.
-İSLAM’IN KURALLARINA UYMAYA DAVET
Bu davetin muhatapları müslümanlardır. Bu, müslümanların biribirlerine “hakkı tavsiye”, “marufu emretmek ve münkerden nehyetmek”, “Allah’ın emirlerini “hatırlatmak” sorumlulukları kapsamındadır. Bu sorumluluğu yerine getirme yöntemi asla terör değildir.
Allah’ın emir ve nehiylerine uymayanlara uygulanması söz konusu olan müeyyideleri / şeri yaptırımlar ve cezaları dünyada uygulama yetkisi hiç bir müslüman fert ve cemaata ait değildir. Şeri müeyyidelerin uygulanması sorumluluğu bütün müslümanlaradır. Ancak bu sorumluluğu yerine getirme yetkisi müslümanların biat yoluyla nasbedecekleri halifeye aittir. Yani Hilafet Devletine aittir. Hilafet Devleti kurulmadıkca hiçbir kimse şeri müeyyideleri uygulama yetkisine sahip olamaz. Buna rağmen Hilafet Devletini kurmak için çalışmak yerine şeri hükümlerden kaynaklanan müeyyideleri uygulamaya kalkanlar ancak yetkisiz iş yapan fitne ve fesatcı konumuna düşerler ve terör üretirler. Bu ise asla caiz değildir.
2- İSLAM’IN HÜKÜMLERİNİN HAKİM KILINMASININ YANİ İSLAM DEVLETİNİN KURULMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam devletinin kurulmasının yöntemi, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin siretidir / takip ettiği yoludur. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem, Mekke’de başlayıp Medine’de sona eren 23 yıllık risalet siretinde İslam Devletinin nasıl kurulacağını İslam Davetinin aleme devlet eliyle ve cihad yoluyla nasıl taşınacağını, nasıl korunacağını müslümanlara gösterdi. O halde müslümanlara düşen, onu model örnek edinerek onun bu siretinden takip edilecek işaret taşlarını çıkartıp o yolda yürümeleridir.
Onun yolundaki önemli işaret taşları şunlardır:
-Toplumsal değişim çalışması yapması. Bu da toplumda eğemen, baskın fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamları İslami fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamlarla değiştirme isteği uyandırmak için çalışmakla olur.
-Bu çalışma ise, ne yapacağını, niçin ve nasıl yapacağını bilen basiret üzerine kurulu sadece İslam akidesi ve fikirleri ile donanmış, sadece İslam’a davet eden bir fikri-siyasi kitle ile olur.
-Bu kitle, çalışmasında hak ile batılı karıştırmadığı gibi taguti güçler ile asla uzlaşma masasına oturmayı da kabul edemez.
-Bu çalışmada sadece Allah’a dayanılır. Nusret / toplumu değiştirme ve devleti kurma neticesine ulaşmak sadece Allah’tan beklenir.
Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem siretinde bu değindiğimiz noktalara riayet ederek çalışmış. Ashabı ile oluşturduğu kitlesi ile basiret üzere, toplumdaki her türlü cahiliyye inancı, ölçüsü, anlayışı ve kurallarını eleştirmiş, batıllığını, yanlışlığını, zulmünü deşifre etmiştir. Hakkı yani vahiyle gelen doğruları açıkca duyurmuştur. Böylelikle toplumda bir fikri dalgalanma oluşturmaya çalışmıştır. Bundan rahatsız olan baskın, zorba yöneticilerin kendisine ve ashabına karşı kullandıkları işkenceye, şiddete ve kaba kuvvete, teröre rağmen o asla aynı yöntemle tepki vermemiştir. Sabır ve basiretle neticeyi yani nusreti sadece Allah’tan bekleyerek tebliğ yoluyla çalışmasını sürdürmeye devam etmiştir. Sonunda bu sabırlı ve ısrarlı, basiretli çalışma Medine’de semeresini bulmuştur. Medine toplumunda İslam ile değişme isteği oluşmuştur. Allah’ın nusreti de gelince ilk İslam Devleti orada kurulmuştur.
Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde anlatmayı ileride Allah izin verirse ele alacağımız “İslam’a Davet Yöntemi” isimli çalışmamıza bırakarak şunu vurgulamak istiyoruz; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslam devletini kurma sürecinde hiç bir şekilde tepkisel davranışlara, zorbalığa, teröre başvurmamıştır. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı, Allahu Teala’nın şu ayeti kerimede belirttiği yolunda sebatla devam etmişlerdir:
“De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben bana tâbi olanlarla birlikte, basiretle Allah'a davet ediyorum. Allah'ı (her çeşit noksan ve kusurdan) tenzih ediyorum. Ben, aslâ müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)
3-İSLAM DEVLETİNİN İSLAM DAVETİNİ ALEME TAŞIMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam Davetini aleme taşımanın anlamı, “ i’lai kelimetillah” yani “Allah’ın kelimesinin en üstün kılınması “dır. Başka bir ifade ile Allah’ın dininin aleme hakim kılınmasıdır. Bunun yolu-yöntemi ise cihaddır. Cihad; insanların dinlerini zorla değiştirip müslüman olmalarını sağlamak için yada mallarını mülklerini zorla alıp köleleşmelerini sağlamak yada ülkelerinin zenginliklerini ve stratejik mevkilerini elegeçirerek sömürgeleşmesini sağlamak için yapılmaz. Cihad asla bir terör eylemi değildir. Gayesi ülkelerdeki küfür-taguti, azgın/taşgın, arsız, cani, zalim, mücrim ideolojiler ve yönetimler yüzünden var olan fitne, zulüm, fesad / düzensizlik ve her türlü kirlilikleri ortadan kaldırıp yeryüzünün tamamında Allah’ın sözünün geçmesini sağlamaktır. Yani Allah’ın dinini hakim kılarak tüm insanları zulümattan nura, aydınlığa, adalete, güvenliğe, esenliğe ve temizliğe kavuşturup insanların hidayete girmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlamaktır. Bu Allahu Teala’nın şu emri gereğidir:
“İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu kafirler hoş görmese de tamamlayıcıdır. Müşrikler hoşlanmasalar da Resulünü, bütün dinlere üstün / hakim kılmak üzere hak din ve hidayet ile gönderen O’dur.” (Saff:7-9)
“Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” (Enfal: 39)
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu ülkeden bizi çıkarıp kurtar ve kendi katından işlerimizi düzene koyacak bir sahip ve kendi tarafından bize bir yardımcı gönder» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyor- sunuz? ! İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar. Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.” (Nisa:75-76)
Bu anlamda cihadı İslam devleti yapar. Fert yada gurupların bilhassa günümüzde böylesi imkanları olamaz. Bu mücadelede hedef; fitne, fesad, zulüm, cehalet odağı durumundaki tağuti devletlerdir. Yani taguti yöneticiler ve onların maddi gücü durumundaki askeri varlıklardır. Hedef, müslüman olmasalar da sivil halk ve fertler değildir. Onun için onlara yönelik hiç bir terör eylemi cihad esnasında dahi caiz kılınmamıştır.
İslam’da cihad; cihad ahkamı ile disipline edilmiştir. Cihad, rastgele sırf intikam duygularıyla yapılan bir savaş değildir. Hidayetin önündeki engelleri aşmak, kapıları açmak anlamındaki “fetih cihadı” öncesi söz konusu ülkenin yöneticileri İslam’a girmeye davet edilirler. Kabul ederlerse, ideoloji ve rejimlerini terk edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesi ve o ülkede de İslam ahkamının hakim kılınması sağlanır. O ülke insanlarından İslam devletinin tebası olmak istemeyenlere ülkeyi terk etmeleri için fırsat sağlanır. Ülkede kalmak isteyenler ise müslüman olmasalar da zimmet akdi / sözleşmesi kapsamında İslam devletinin tebası olurlar. Onların can ve malları İslam devletinin koruması altındadır. Onların imkanı olanlarından zimmet ahkamına göre haraç alınır.
Eğer o yöneticiler İslam’a girmeyi yani müslüman olmayı kabul etmezler ise; yönetimlerini ilga edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesini kabul etmeleri istenir. Bunu da kabul etmeyip İslam Davetinin önünde durmakta inatcı ve ısrarcı olurlar ise, o zaman İslam devletinin orduları tarafından fetih operasyonu ile onların maddi / askeri güçleri kırılıp ülkenin kapıları açılarak o ülke insanlarının zulümattan kurtulup nurla / hidayetle buluşmaları sağlanır.
Bu operasyonlarda asla teröre yer verilmez. Hatta cihad ahkamına göre; ekili arazilere, ağaçlara ve hayvanlara dahi zarar verilmez.
4- İSLAM DEVLETİNİN ÜLKESİNE KARŞI YAPILAN SALDIRILARI DEFETMEDE DE YÖNTEM TERÖR DEĞİLDİR
İslam devleti, hem İslam ülkesini hem de tebasını tüm düşman saldırılarından korumakla yükümlüdür. İslam ülkesine yapılan bir saldırıyı kırmaya ve saldırganı defetmeye çalışır. Gücü yettiğince saldırgan orduyu gerekirse tamamen imha eder. Fakat “aşırı gitmez” yani saldırgan ülkenin savaşa fiilen katılmayan sivil halkını kendi evlerinde, köylerinde, şehirlerinde katletmeye, tepelerine bombalar yağdırmaya ve onlar üzerinde terör estirmeye kalkmaz. Zira Allahu Teala bunu şu şekilde emretmektedir:
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
Müslümanlar Allah’ın bu emrine tarih boyunca riayet etmişlerdir. Devlet varken dahi devlet imkanları ile terör estirmemişlerdir.
5-MÜSLÜMANLARIN NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ
-GAYRİ MÜSLİM ÜLKELERDE YAŞIYAN MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIKLARI ÇEŞİTLİ SALDIRILARA KARŞI KOYMA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
Mesela ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar ister çeşitli guruplar tarafından ister ise hükümetlerin aldıkları bazı kararlar yoluyla olsun dinlerine, değerlerine, kutsallarına saldırı, hakaret, baskı söz konusu olduğunda, kendi inançlarını ve müslüman kimliklerini korumaya çalışırlar. Bunun için; o toplumdaki ideolojik değil de salt insani hamiyet duygusu ile hareket eden etkili fert ve grupların desteğini alarak yapılan bu haksızlığa, ahlaksızlığa karşı fikri mücadele yoluyla kamuoyunun dikkati çekilmeye çalışılır. Kamuoyu desteği alarak bu saldırıların engellenmesine uğraşılır. Buna imkan yoksa yani gösterdikleri tepkiler kamuoyunun kendi aleyhlerine çevrilmesine yol açıyor ise, o saldırılara aldırmazlar, din ve kimlikleri üzerinde sebat ederler. Karşı tarafa saldırı yapmazlar.
Eğer saldırıların dozacı tahammül sınırlarını aşarsa yani doğrudan mal, can, namusa yönelirse, yapılacak iş, o ülkeyi terk ederek din, mal, can, namusunu koruyabileceğini umduğu bir başka ülkeye hicret etmektir. Yapılması gereken o ülkede saldırganlara karşı maddi çatışma ortamlarına girmek yada terör estirmek değişldir! .. Zira Allahu Teala resulünün şahsında şöyle buyurdu:
“Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu vekil edin. Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. “ (Müzzemmil: 8-10)
“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?) ” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya! ” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve resulüne hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisa: 97-100)
Bu ayetlerin ışığında da anlaşılacağı üzere; halkı müslüman olmayan gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar aslında azınlık konumundadırlar. Onların bu konumları Kur’an’da geçen “mustazaflar” kapsamında değerlendirilirler. İşte onların, dinlerinde fitneye düşürülmek yani inanç ve müslüman kimliklerini kaybetmek yada can, mal, namus güvenliğini kaybetmek durumları ile karşılaştıklarında yapacakları iş, o ülkede kavga yapmak, terör çıkartmak değil de o ülkeden ayrılmaktır. Yani hicret etmektir, terör değil! ...
-İSLAM TOPRAKLARINDA HALKI MÜSLÜMAN ÜLKEKERİN KAFİR DEVLETLERİ TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİ DURUMUNDA NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İşgalci kafir devletleri, bir halkı müslüman ülkeyi işgal edince, o ülkede yaşıyan müslümanların o işgalci kafirlere karşı koymaları can, mal, namus, din ve topraklarını savunmaları üzerlerine hem haktır hem de vecibedir. İşgalci güçler tamamen yok edilesiye kadar yada ülkeden atılasıya kadar onlara karşı direnirler. Ancak bunun ötesine gitmezler. İşgalci devletin hakim olduğu ülkelerde sivil halka karşı intikam amaçlı terör eylemleri yapamazlar. Yaptıkları zaman kendileri haddi aşmış ve haksız konuma düşmüş olurlar, zalim olurlar. Allah zalimleri ve haddi aşanları sevmez. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” (Bakara: 194)
SONUÇ
Yukarıda yapılan izahlardan da anlaşılacağı gibi terör hiç bir şekilde İslami bir yöntem değildir.
-Gayri müslimleri İslam’a davet yöntemi terör değildir.
-Müslümanları İslam kurallarına uymaya davet yöntemi de terör değildir.
-İslam hükümlerinin hakim kılınmasının yani İslam devletinin kurulmasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin yeryüzünde İslam Davetini taşımasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin ülkesine karşı yapılan saldırıları defetmede de yöntem terör değildir
-Halkı müslüman olmayan ülkelerde yaşıyan müslümanların maruz kalabilecekleri saldırılara karşı koyma yöntemi de terör değildir.
-Halkı müslüman ülkelerin kafir devlet yada devletler tarafından işgal edilmelerine karşı mücadele yöntemi de terör değildir.
Hilafet
21.11.2010 - 00:14ب ِ س ْ م ِ ا ل ل ّ ه ِ ا ل ر ّ َ ح ْ م ـ َ ن ِ ا ل ر ّ َ ح ِ ي م ِ
HİLAFET NE BİR ARAÇTIR NE BİR HAYALDİR
NE DE BİR TARİHSEL KURUMDUR
HİLAFET ŞERİ AHKAMDANDIR
Bilhassa günümüzde kimi Allah’ı unuttukları için kendini bilmez hale gelenler, yani Allah’ın zikrini / risaletini düşüncelerinin kaynağı haline getirmemelerinden dolayı kendi kimliklerini unutanlar[1]; yabancı kaynaklardan beslenerek kalpleri ve beyinlerini bulandırıp İslam düşmanları olan oryantalistlerin söylemelerini ağızlarından ve kalemlerinden kusanlar, farkında olarak yada olmayarak onların şakirdliğini yapanlar: İslam’da yönetim sistemi olan Hilafet hakkında ileri geri konuşup yazıyorlar. Diyorlarki:
- “...Hilafet bir araçtır... Bunların Allah’ın kulluğuna bir vasıta olduğunu unutmamak lazım. Son olarak demokrasi dediğimiz şey dünyada bir tip veya bir şekilde yok. Demokrasinin yine birçok şekli var. Bunların içerisinde ilk zamanda tanıdığımız meşhura örnek olan hilafetin bütün anlamlarını gerçekleştiren bir müslüman demokrasisi pekala olabilir...” [2]
- “...Bugün ümmet parçalanmış, bir çok ulus devlete bölünmüştür. Bir devlette birini halife yapmaya (orada hilafeti kurmaya) muvaffak olundu diyelim (ki, klasik manada halifelik kast ediliyorsa bu imkansız gibidir) diğer ulus devletlerde yaşayan halkın beyatı nasıl sağlanacak? Buna itiraz edecek guruplar ve devletler olacağına göre İslam ülkeleri arasında bir savaş mı başlayacak? Durum kesin ve açık olarak böyle iken müslümanların yapması gereken şurada burada halifeliği yeniden kurma hayalinin peşinde düşmek midir yoksa İslam ülkeleri arasında, halifeliğin mana ve maksadına bir adım teşkil edebilecek olan ‘tanışma, görüşme, dayanışma, birlikte olarak problemleri çözme... ve bunlar için olabilecek en uygun örgütlenme yollarını arayıp bulmak mıdır? Bence yapılması gereken bu ikincisidir.” [3]
-“...İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an ve sünnete müslümanlardan meydana gelen toplumun yönetim şekli konusunda belirlenmiş bir biçim olmamasına rağmen, ilk dönem İslâm toplumunun geleneklerinden ilham alarak ortaya koymuş oldukları bu yönetim biçimi, kimilerince “nevi şahsına mahsus” “eşşiz benzersiz” gibi sıfatlarla nitelense de esasen İslam öncesi cahiliyye toplumunun kalıtımının bir ürünüdür.”[4]
- “...Hilafet, mazinin bir rüyası olup zamanımızda hikmet-i vucudu yoktur.” [5]
- “...Hilafet Emevi sultanlarının icad ettiği tarihi bir kurumdur, dini bir kurum değildir.”
Böylesi cahiliyye tortuları türünden söylemler, ya bu konunun cahili olmanın ürünüdür ya da İslam’a ve kurumlarına karşı duyulan kin ve düşmanlıktan ötürü onu karalamaya yönelik kafirliğin veya hainliğin ürünüdürler. Ne yazık ki; aslında kafirliğin ve hainliğin ürünü olduğu halde cahil ve gafil müslümanlar da bu tür fikirleri ilim sanıp etrafa yayma aymazlığına düşebilmektedirler! .. Bunlara şöyle cevap vermek mümkündür:
Hilafet “araç” değildir
Hilafete “araç” vasfını vermek onun vakıasına terstir. Zira araçlar değişebilir. Nitekim o sözün sahibi de bunu kastetmektedir. Demokrasi ile de Allah’a kullak yapılabileceğine, Allah’ı razı edebileceğine “müslüman demokrasis pekala olabilir” diyerek vurgu yapmaktadır.
Hilafet öylesi bir araç asla değildir. Hilafet yönetim ile ilgili şeri hükümler bütünlüğüdür. Öylesine insanların arzularına yada zamana göre değişkenlik arzetmez. Çünkü esas olan, insanların heva-heveslerine / arzularına ve içinde bulundukları vakıalara / koşullara tâbi olmak değildir. Esas olan insanların heva ve heveslerini ve içinde bulundukları koşulları Allah’ın hitabına yani şeri hükümlere tabi olarak değiştirmektir.[6]
Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek hak ile batılı karıştırmak demektir
Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek, ihanet değilse ne büyük cehalettir, ne büyük gaflettir! .. “Demokrasi hilafetin tüm anlamlarını” nasıl gerçekleştirebilir! . Bu sözün sahibi ya demokrasiyi bilmiyor, yada hilafeti bilmiyor, yada her ikisini bilmediği halde cahili olduğu bir konuda ahkâm kesiyor! ..
Halbuki Hilafet: Allah’ın indirdikleri ile yönetimin gerçekleştiği yönetim nizamının ismidir. Bu yönetim nizamının temel unsurları şunlardır:
- Egemenlik Allah’ın Şeriatına aittir. Kanunların ve yetkilerin kaynağı Şeriattır. Bu, hükmün/hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten ayetlerin bütünlüğünden alınmıştır.[7]
- Sulta / yönetme sorumluluğu ve yetkisi ümmete aittir. Ümmet bu sorumluluğunu Şeriatın belirlediği biat hükümleri gereğince kendisi için bir halife nasp ederek ve o halifeye muhasebe bilinci ile itaat ederek yerine getirir. Bu da Allah’ın indirdiği ile yönetim emrinin bütün müslümanlara yönelik olarak gelmiş olmasından alınmıştır.
- Bütün müslümanlar için bir tek halife nasb etmek farzdır. Bu da ümmetin birliğini emr eden ayetler ve halifenin birliğini emreden hadislerden alınmıştır.
- Şeri hükümlerden kanun yapma yetkisi halifeye aittir. Bu da sahabelerin icmaından alınmıştır...
Bunların hangisi demokraside mevcut ki? ! ... Her ne kadar uygulanırlığı olmayan ütopik bir söylem olsa da demokraside:
- Egemenlik halka aittir. Kanunların kaynağı halkın arzularıdır.
- Sulta da halkın temsilcilerinin elindedir.
- Kanun yapma yetkisi temsilciler meclisinindir.
- Bütün müslümanların tek bir devlette yeni bir tek halifenin yönetiminde birleşmeleri zorunluluğu “halkların egemenlik hakları” anlayışından dolayı demokrasiyle bağdaşmaz.
“İslam demokrasisi”, “İslam cumhuriyeti” yada “müslüman demokrasisi” anlayışı bidattır
Müslüman, Allah’a şirk koşarak iman eden değildir. Yüzünü sadece Allah’a yöneltip çözümü sadece Allah’tan gelen hidayet rehberi olan İslam’da arayandır. Misliman; İslam’dan başka hiçbir şeyden razı olmaz. İslam’dan başka hiçbir şeye çözüm için yönelmez. İslam ile başka bir hayat anlayışını bağdaştırma gayretine düşmez! Çünkü İslam kâmildir, kafidir ve şâfidir, şifadır, tek çözümdür. İslam’ın bir başka sistem ile senteze ihtiyacı yoktur. Allah, İslâmı gönderdikten sonra hayatın hiçbir alanında kulunu dalalette bırakmadı. Her sorunun çözümü İslam’da mevcuttur... Şu halde hayatın en az üçte ikilik kesimini doğrudan ilgilendiren yönetim alanını ihmal etmiş de mi başka sistemler ile o alanı doldurma ihtiyacı duyalım? ! ... Mütekâmil bir dinin mensubu bir müslümana göre “müslüman demokrasisi” “demokratik hilafet” gibi ucube bir anlayış asla kabul görmez... Böylesi sonradan türemiş anlayışlar “bidattır”. Her bidad sapıklıktır, red olunur! ..[8]
Ümmetin parçalanmasının sebebi küfür fikirleri ve sistemleridir
Bugün ümmetin parçalanmasının sebebi, Allah ve Resulüne kulak vermemeleridir yani Allah’ın ipine sarılmamalarıdır yani Kitap ve Sünneti düşünce ve amellerinin kaynağı yapmamalarıdır. Allah ve Resulünün nasihatlarından, emir ve nehiylerinden çok, çağdaş hannasların / ins ve cin şeytanların vesveselerine kulak vermeleridir. Hürriyetler, demokrasi, cumhuriyet, vatancılık, milliyetçilik, ulusculuk vesveselerine ilgi duymuş olmalarıdır. İşte ümmeti bu parçalanmışlık ve geri kalmışlık hastalığına düçar eden bu virüslerdir. Onun için asıl olan bu hastalığa teslim olmak değil, ondan kurtulmak için sebebi olan o virüsleri bünyeden yani akıllardan, gönüllerden ve yaşamdan atarak İslami fikirler ile arınmaktır. “Ümmet artık asla tedavi olmaz” demek, mü’minler için şifa olarak gelmiş olan İslam’dan ümit kesmek demektir, İslam’a mü’min olamamak / güven duyamamak demektir.
Ümmetin bünyesinde kanserolojik urlar gibi türeyen “ulus devletler” ümmetin asli unsurları değildir. Bunlar ümmetin hayatını karartan, zulümâta dönüştüren, sıkıntılı bir yaşama[9] mahkum kılan, tayyib / temiz-güzel-huzurlu bir hayattan[10] mahrum bırakan sonradan türedi ucube pislik unsurlardır. Bunların varlık sebepleri yukarıda zikredilen kanserolojik virüslerdir. Onun için o “ulus devletler” denilen pis unsurları ümmetin bünyesinden ve hayatından virüsleri ile birlikte söküp atmak asıl olandır. Ümmetin bu pis virüsler ve urlardan arınmasının yolu; laikliği, demokrasiyi, hürriyetler fikrini, cumhuriyeti, liberalizmi, milliyetçiliği / ulusculuğu terk etmek ve onların yerine İslam’ın şifa veren ve arındıran, hayatı aydınlıklı ve tayyib kılan Tevhid, ümmet, vahdet, Allah’ın indirdikleri ile yönetim, Raşidi Hilafet fikirleri ile donanmaktır. Konuşanlar bunu konuşsa, davet edenler buna davet etse, yazanlar bunu yazsa ve bunu yaparken kınayıcının kınamasına, zâlimin zulmüne aldırmadan sadece Allah’a iman ve tevekkül etse idi Raşidi Hilafetin ümmeti İslami hayat ile tekrar ihya edip bir çatı altında birleştirerek tekrar yeryüzünün en seçkin, şâhid ümmeti, risâlet ve cihad ümmeti haline getirebileceğinden hiç tereddüt etmezdi. Çünkü bu Allah’ın vaadidir. Resulullah Sallallahu Aleyhı Vesellem’in müjdesidir.
Müslümanlar yukarıda söylendiği gibi çalışırken Allah’ın dilediği gün Allah’ın nusreti ile bir müslüman ülkesinde (mesela Türkiye’de) hilâfet tekrar kurulduğu zaman diğer müslüman ülkelerdeki müslümanlar Hilafet yönetimi altına girmek için yönetimlerini zorlamaya yönlendirilirler. Başlarındaki o kendilerine ait olmayan, sömürgeci kafirlerin piyonları olan kanserelojik urlar türünden olan “devlet” ismindeki yönetimleri defetmeye yönlendirilirler. Bu Allah’ın yardımı ile zor olan birşey değildir. Buna engel olmak isteyen, Hilafetin yönetimi altına girmek istemeyen müslümanların ülkelerindeki “devlet” yada “gruplar” bâgi konumundadırlar. Zira onların varlıkları zaten gayri meşrudur. Yönetimi gasp etmiş gâsıb durumundadırlar. Müslümanların ülkesinde İslâm topraklarında Allah’ın indirdikleri ile yönetime karşı gelen bâgi / isyancı, bölücü, fitneci konumundadırlar. Onlar batıl davaları uğruna, efendileri sömürgeci kâfirlerin istekleri doğrultusunda zaten ümmeti birbirine kırdırıp durmaktadırlar. Sanki müslümanlar şimdi huzur içinde yaşıyorlar da Hilafet gelince huzurlarını bozacak, müslümanlar arasında savaş çıkaracakmış vehmine kapılanların vay haline! Vay haline onlara ki şu iğrenç cahiliyye vakıasından hoşnut kalabiliyorlar da hilafetin gelmesi ihtimalinden bile rahatsız olabiliyorlar.! Selim akıl ve selim gönül sahipleri asla böyle düşünemezler! Onları böylesine şaşkın hale getiren o kanserolojik virüsler ve onların etkisidir! ...
Ayrıca ne çabuk unutuldu! İslâm, ayrı dil, ayrı ırk, ayrı kavim ve hatta ayrı dim mensuplarını bir çatı altında asırlardır bir arada, huzur içinde tutmadı mı? .Irkcılık, kavmiyetçilik, menfaatçılık gibi cahiliyye anlayışlarından dolayı birbirlerine düşman olmuş ve birbirlerini boğazlayan toplulukları birleştiren Allah’ın nimeti İslâm değil mi? ! ..Allahu Teâla buna dikkat çekerek bize dosdoğru yolu şöyle göstermektedir:
ي َ ا أ َ ي ّ ُ ه َ ا ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا ْ ا ت ّ َ ق ُ و ا ْ ا ل ل ّ ه َ ح َ ق ّ َ ت ُ ق َ ا ت ِ ه ِ و َ ل ا َ ت َ م ُ و ت ُ ن ّ َ إ ِ ل ا ّ َ و َ أ َ ن ت ُ م م ّ ُ س ْ ل ِ م ُ و ن َ
و َ ا ع ْ ت َ ص ِ م ُ و ا ْ ب ِ ح َ ب ْ ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ج َ م ِ ي ع ً ا و َ ل ا َ ت َ ف َ ر ّ َ ق ُ و ا ْ و َ ا ذ ْ ك ُ ر ُ و ا ْ ن ِ ع ْ م َ ة َ ا ل ل ّ ه ِ ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ إ ِ ذ ْ ك ُ ن ت ُ م ْ أ َ ع ْ د َ ا ء ف َ أ َ ل ّ َ ف َ ب َ ي ْ ن َ ق ُ ل ُ و ب ِ ك ُ م ْ ف َ أ َ ص ْ ب َ ح ْ ت ُ م ب ِ ن ِ ع ْ م َ ت ِ ه ِ إ ِ خ ْ و َ ا ن ً ا و َ ك ُ ن ت ُ م ْ ع َ ل َ ى َ ش َ ف َ ا ح ُ ف ْ ر َ ة ٍ م ّ ِ ن َ ا ل ن ّ َ ا ر ِ ف َ أ َ ن ق َ ذ َ ك ُ م م ّ ِ ن ْ ه َ ا ك َ ذ َ ل ِ ك َ ي ُ ب َ ي ّ ِ ن ُ ا ل ل ّ ه ُ ل َ ك ُ م ْ آ ي َ ا ت ِ ه ِ ل َ ع َ ل ّ َ ك ُ م ْ ت َ ه ْ ت َ د ُ و ن َ
“Ey iman edenler! Allah'a karşı gereği gibi takvalı olun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı tutunun, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti (İslami hayat) sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran: 102-103)
II.Raşidi Hilâfet, Allah’ın nimeti olan İslâmî hayatı tekrar başlatmak için kurulacaktır. Ayeti kerimede belirtildiği gibi kardeş olmanın, birlik olmanın tek yolu Allah’ın nimeti olan İslâmî hayattır. Bu hayattan ancak inatçı kâfirler razı olmazlar müslümanlar değil! İnatçı kâfirlerin dirençleri de kırılıp fitneleri ortadan kaldırılır. Bu da Allah’ın emridir.[11]
Hilâfeti yeniden kurmak “hayal” değildir, bilakis farzdır
Hilafet şeri hakikattır. İşte şaşkınlığın bir başka alameti! Demokrasi denilen yalana ve ütopyaya davet edip de Hilafeti kurma girişimini hayali boşuna uğraşı olarak değerlendiren kişinin akıl ve kalp selametinden endişe etmemek mümkün müdür? ! ..
Genelde tüm insanlığn özelde ümmetin içinde bulunduğu çağdaş cahiliyye ortamından kurtulması için tek şeri yol olan II.Râşidi Hilafetin kurulması konusunda müslümanların tavırlarını belirlemekte seçenekleri yoktur. Çünkü Râşidi Hilafetin kurulması için çalışmak en öncelikli farzlardandır. Bir meselede bir şeri hüküm var ise mü’min erkek ve mü’min kadın için “birinci, ikinci... seçenek” yada “bana göre, bence” tavırları yoktur. İçinde sıkıntı duymaksızın o şeri hükmün gereğince hareket etmek ve içtenlikle teslim olmak zorunluluğu vardır.[12]
Hilafet bir tarihsel kurum değildir
İslam’ın kaynakları olan Kur’an ve Sünnette hilâfetin olmadığına, İslam’da yönetim biçimi olan hilâfetin ilk dönem İslam toplumunun geleneklerinden ilham alınarak ortaya konulmuş tarihi bir kurum olduğu, özellikle Emevilerin uydurduğunu ileri sürmek de İslam’a yönelik bühtandır. Delilden yoksun cahilce söylenen sözlerdir.
3 Mart 1924’te Mecliste Hilâfetin kaldırılması konusunda yapılan tartışmalarda da böylesi saptırmalara gidilmiştir. M.Kemal ve Prof. Seyyid Bey’in yaptıkları konuşmalara bakıldığında, İngiliz istihbarat subayı olan müsteşrik Thomas W.Arnold’un 1924’te ilk baskısı yapılan The Caliphate (Hilâfet) adlı kitabı ile içerik bakımından bir paralellik arzettiğini görüyoruz. Yine bir benzeri 1925 yılında Mısır’da İngiliz piyonu Şeyh Ali Abdurrazik tarafından kaleme alınan ا ل ا س ل ا م و ا ص و ل ا ل ح ك م / İslam ve Yönetim Esasları adlı kitapta geçen içerik ve üslupla da aynı doğrultuda olduğunu görüyoruz. Bu da gösteriyor ki; dün de bugün de İslam düşmanları Hilâfet düşüncesi noktasında aynı kaynaklardan beslenmişlerdir. “Hilafet dini değil tarihsel kurumdur” türünden söylemlerin kaynağının aynı şer odağı olduğu bu üç kitaptan da görülmektedir.
Hilafetin tarihi bir kurum değil de şeri hükümlerden olduğunun izahı ise şöyledir:
Hilâfet; Allah'ın emri olan Allah'ın indirdiği ile yönetimin uygulanış biçimi, şeklidir. Yani Allah'ın Rasulü ile gönderdiği yönetim sistemi ve şeklidir. Bunu inkar, Allah’ın emrini inkar olur. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
و َ م َ ا آ ت َ ا ك ُ م ْ ا ل ر ّ َ س ُ و ل ُ ف َ خ ُ ذ ُ و ه ُ و َ م َ ا ن َ ه َ ا ك ُ م ْ ع َ ن ْ ه ُ ف َ ا ن ْ ت َ ه ُ و ا
'Rasul size neyi getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise onu terk edin.” (Haşr: 7)
ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي ُ خ َ ا ل ِ ف ُ و ن َ ع َ ن ْ أ َ م ْ ر ِ ه ِ أ َ ن ْ ت ُ ص ِ ي ب َ ه ُ م ْ ف ِ ت ْ ن َ ة ٌ أ َ و ْ ي ُ ص ِ ي ب َ ه ُ م ْ ع َ ذ َ ا ب ٌ أ َ ل ِ ي م ٌ
“Onun emrine (getirdiği risalete) muhalefet edenler, kendilerine bir musibetin veya elim bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar.” (Nur: 63)
Zira Allah, Rasulüne Allah'ın indirdiği ile yönetmesini emretti:
و َ أ َ ن ْ ا ح ْ ك ُ م ْ ب َ ي ْ ن َ ه ُ م ْ ب ِ م َ ا أ َ ن ز َ ل َ ا ل ل ّ َ ه ُ و َ ل ا ت َ ت ّ َ ب ِ ع ْ أ َ ه ْ و َ ا ء َ ه ُ م ْ و َ ا ح ْ ذ َ ر ْ ه ُ م ْ أ َ ن ْ ي َ ف ْ ت ِ ن ُ و ك َ ع َ ن ْ ب َ ع ْ ض ِ م َ ا أ َ ن ز َ ل َ ا ل ل ّ َ ه ُ إ ِ ل َ ي ْ ك َ
“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet (yönet) ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmallarından sakın.' (Maide: 49)
Allahu Teâla, Rasulü’ne Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyi / yönetmeyi emretmekle birlikte ona bunun keyfiyetini yani yönetim şeklini de gösterdi, şöyle buyurdu:
إ ِ ن ّ َ ا أ َ ن ز َ ل ْ ن َ ا إ ِ ل َ ي ْ ك َ ا ل ْ ك ِ ت َ ا ب َ ب ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ ل ِ ت َ ح ْ ك ُ م َ ب َ ي ْ ن َ ا ل ن ّ َ ا س ِ ب ِ م َ ا أ َ ر َ ا ك َ ا ل ل ّ َ ه ُ
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.” (Nisa: 105)
Ayrıca Allah, dinini fikir ve metod bütünlüğü içinde göndermiştir. Yani emirlerini keyfiyetiyle ilgili hükümleri ile birlikte göndermiştir. Şöyle demiştir:
ل ِ ك ُ ل ّ ٍ ج َ ع َ ل ْ ن َ ا م ِ ن ْ ك ُ م ْ ش ِ ر ْ ع َ ة ً و َ م ِ ن ْ ه َ ا ج ً ا
“(Ey ümmetler) Her birinize bir şer’iat ve minhaç/ metod verdik.' (Maide: 48)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, her hususta olduğu gibi elbette ki Allah'ın indirdikleri ile yönetirken de Allah'ın kendisine gönderdiğine yani vahye tabi oluyordu. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
ق ُ ل ْ إ ِ ن ّ َ م َ ا أ َ ت ّ َ ب ِ ع ُ م َ ا ي ُ و ح َ ى إ ِ ل َ ي ّ َ م ِ ن ْ ر َ ب ّ ِ ي
“De ki; Ben ancak Rabbımdan bana vahy olunan tabi olurum.” (A’raf: 203)
Şu halde, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah'ın indirdiği ile yönettiği bir devlet kurduğuna göre, bu devletin kuruluşu, yönetim şekli, kamu hukuku ile ilgili tüm düzenlemeler ve mekanizmalar elbette ki Rabbımızın ona göstermesine yani vahyine göre olmuştur. Bir başka ifade ile Hilafet, Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin fiili sünnetidir. Yani Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şahsi görüşüne veya sahabelerin, müslümanların görüşlerine ya da zaman ve mekan şartlarına göre oluşmamıştır! ... Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in kurduğu devletin yönetim şekli ve kamu hukuku, zamanındaki hiç bir devletin yönetim şekline benzemiyordu. Ne Kureyş'in yönetimine, ne Yahudilerin yönetimine, ne Yemen'in ve Habeş'in yönetimine ne Kisra'nın ne de Kayserin yönetim şekline, hiç birisine benzemiyordu, Kendisine özgün bir yönetimdir. Bu yönetimin “Hilâfet” olarak isimlendirilmesi de Kur'an ve Sünnette ilgili nasslarda geçmesine binaendir. Mesela şu ayet ve hadisler gibi:
ي َ ا د َ ا و ُ و د ُ إ ِ ن ّ َ ا ج َ ع َ ل ْ ن َ ا ك َ خ َ ل ِ ي ف َ ة ً ف ِ ي ا ل آ ر ْ ض ِ ف َ ا ح ْ ك ُ م ْ ب َ ي ْ ن َ ا ل ن ّ َ ا س ِ ب ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ و َ ل ا ت َ ت ّ َ ب ِ ع ْ ا ل ْ ه َ و َ ى
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde bir Halife yaptık, o halde insanlar arasında hak ile hükmet (yönet) . Heva ve hevese uyma.' (Sa’d: 26)
ك َ ا ن َ ت ْ ب َ ن ُ و إ ِ س ْ ر َ ا ئ ِ ي ل َ ت َ س ُ و س ُ ه ُ م ُ ا ل آ ن ْ ب ِ ي َ ا ء ُ ك ُ ل ّ َ م َ ا ه َ ل َ ك َ ن َ ب ِ ي ّ ٌ خ َ ل َ ف َ ه ُ ن َ ب ِ ي ّ ٌ و َ إ ِ ن ّ َ ه ُ ل ا ن َ ب ِ ي ّ َ ب َ ع ْ د ِ ي و َ س َ ي َ ك ُ و ن ُ خ ُ ل َ ف َ ا ء ُ ف َ ي َ ك ْ ث ُ ر ُ و ن َ ق َ ا ل ُ و ا ف َ م َ ا ت َ أ ْ م ُ ر ُ ن َ ا ق َ ا ل َ ف ُ و ا ب ِ ب َ ي ْ ع َ ة ِ ا ل آ و ّ َ ل ِ ف َ ا ل آ و ّ َ ل ِ أ َ ع ْ ط ُ و ه ُ م ْ ح َ ق ّ َ ه ُ م ْ ف َ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ َ ه َ س َ ا ئ ِ ل ُ ه ُ م ْ ع َ م ّ َ ا ا س ْ ت َ ر ْ ع َ ا ه ُ م ْ
'İsrail oğullarını nebiler siyase ederlerdi (yönetirlerdi) . Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden sonra nebi yoktur, fakat bir çok Halifeler olacaktır. Oradakiler dediler ki:“Bu halde bize ne yapmamızı emredersiniz? ” Dedi ki: “İlk biat edilene vefakar olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır.”[13]
ث ُ م ّ َ ت َ ك ُ و ن ُ خ ِ ل ا ف َ ة ً ع َ ل َ ى م ِ ن ْ ه َ ا ج ِ ا ل ن ّ ُ ب ُ و ّ َ ة ِ ث ُ م ّ َ س َ ك َ ت َ ...
'..Sonra da nübüvvet metodu üzerine tekrar hilafet olacaktır.”[14]
Hilâfetin gerçeği bu iken, yani Rasulullah'ın getirdiği İslâm risaletinden, şer’i ahkamdan olduğu halde, onu bir müslüman nasıl kabullenmez? Nasıl onu terk edip de başka sistemleri kabul edebilir? ! Hem de müslüman olduğu halde! ? ..
Şu halde müslümanlar; kendini bilmez kimi kişilerin Hilâfet hakkında ileri-geri, bilir-bilmez saçmalıklarına aldırmayıp, kulak vermeyip de şeri hakikat ve şeri ahkâmdan olduğu gerçeğine tâbi olmalılar. Allahu Teala’nın emredip vaadettiği, Resulullah Sallallau Aleyhi Vesellem’in müjdelediği II. Râşidi Hilâfet Devletini kurmak için özveri ve özenle çalışmalılar ki Allah’ın şu vaadine müstehak olsunlar.
و َ ع َ د َ ا ل ل ّ َ ه ُ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا م ِ ن ك ُ م ْ و َ ع َ م ِ ل ُ و ا ا ل ص ّ َ ا ل ِ ح َ ا ت ِ ل َ ي َ س ْ ت َ خ ْ ل ِ ف َ ن ّ َ ه ُ م ف ِ ي ا ل ْ أ َ ر ْ ض ِ ك َ م َ ا ا س ْ ت َ خ ْ ل َ ف َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ م ِ ن ق َ ب ْ ل ِ ه ِ م ْ و َ ل َ ي ُ م َ ك ّ ِ ن َ ن ّ َ ل َ ه ُ م ْ د ِ ي ن َ ه ُ م ُ ا ل ّ َ ذ ِ ي ا ر ْ ت َ ض َ ى ل َ ه ُ م ْ و َ ل َ ي ُ ب َ د ّ ِ ل َ ن ّ َ ه ُ م م ّ ِ ن ب َ ع ْ د ِ خ َ و ْ ف ِ ه ِ م ْ أ َ م ْ ن ً ا ي َ ع ْ ب ُ د ُ و ن َ ن ِ ي ل َ ا ي ُ ش ْ ر ِ ك ُ و ن َ ب ِ ي ش َ ي ْ ئ ً ا و َ م َ ن ك َ ف َ ر َ ب َ ع ْ د َ ذ َ ل ِ ك َ ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ ه ُ م ُ ا ل ْ ف َ ا س ِ ق ُ و ن َ
“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri halife/sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne halife/sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur: 55)
----------
[1] (Haşr: 19)
2 (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Vakit, 27 mayıs 2007)
3 (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 25 eylül 2007)
4 (Yard. Doc. Dr. Ali Duman, 14/03/2006, yerleskem.inonu.edu.tr)
5 (M.Kemal)
6 (A’raf: 2-3, Maide: 48-49)
7 (Maide: 50, En’am: 57, Yusuf: 40)
[8]Buhari, Müslim (Bidat ile ilgili hadislere bakılsın)
9 (Taha: 124)
10 (Nahl: 96)
[11] (Bakara:190-194)
[12](Ahzab: 36, Nisa: 65)
13 (Buhari: 3196)
14(Ahmed b. Hanbel: 17680)
AHMED KILICKAYA
http://www.islamiyontem.net/
cihad
20.11.2010 - 23:36ب س ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ م ا ل ل ه ا ل ر ح م ن ا ل ر ح ي ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ م
TERÖR HİÇBİR ŞEKİLDE İSLAMİ YÖNTEM DEĞİLDİR
CİHAD TERÖR DEĞİLDİR
TERÖR DE CİHAD DEĞİLDİR
TERÖRÜN TANIMI
Türkçe’ye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiş olan “terör” sözcüğü aslında Latince kökenlidir. Bunun anlamı ise; “korkudan titreme ve titremeye sebep olmaktır”.
Fransızca Petit Robert sözlüğünde; “Bir toplumda bir gurubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” olarak tanımlanır.
Oxford İngilizce sözlükte; 'Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak' olarak tanımlanır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olarak tanımlanır. Tedhiş ise; dehşete düşürme, sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma, yıldırma, terör, demektir.
Terörün ıstılah tanımının; bu sözlük tanımlarında geçtiği gibi korku, şiddet, sindirme, dehşet yoluyla bir siyasi amacı gerçekleştirmeye yönelik silahlı propaganda yöntemi olduğu noktasında dünyada toplumlarda genel bir kabul vardır.
Bu tanımlarda ortak olarak, toplumlarda şiddetli korku salma, yıldırma havası estirmeye vurgu yapılmaktadır. Bunun aracı olarak da şunlar kullanılmaktadır; adam kaçırmak, insanlara işkence yapmak, öldürmek ve pazar yerlerine, okullara, sinemalara, tren, metro, otobüs, uçak, gemi gibi toplu taşıma araçlarına ve onların istasyonlarına ve limanlarına vb. yerlere bomba yerleştirmek, ateşli silahlar ile tarama yapmak ya da kimyasal silahlar ile toplu katliamlar yapmak.
Bu araçlar ile terör estiren şahıs ya da guruplar aslında sadece şahıs yada örgüt isimlerini duyurmaktan öte hiç bir şey elde etmiyorlar.
TERÖRÜN DOĞURDUĞU SONUÇLAR
Terör toplumlarda can ve mal güvenliğini ortadan kaldırır. Zira teröre maruz kalan guruplar da tepkisel olarak terör yoluyla intikam almaya yönelirler. Terör terörü doğurur ve insani yaşam ortamını tamamen ortadan kaldırır. İnsanların bir çoğu kendisini hem savcı, hem hakim, hem infaz memuru olarak görüp bazı fertleri ve insan guruplarını kendilerine göre suçlu ilan ederek infaz etmeye yönelirler. Bu da haksız yere binlerce insanın öldürülmesine, yaralanmasına, mallarının telef olmasına yol açar.
Kısacası terör; fitne, fesad, kaos, anarşi, zulüm demektir. Terör insanlık suçu demektir.
Böylesi bir anlayış İslam’da olmadığı ve asla tasvip edilmediği için müslümanların ıstılahında / termilojesinde “terör” terimine yer verilmemiştir. Onun için “terör” müslümanlara yabancı bir terimdir.
Teröre kaynaklık ve yataklık yapan, zemin oluşturan kültür ve ideoloji asla İslam değildir, bilakis Batı kültürü ve ideolojileridir. Zira Fransız ihtilalinden sonra şimdiki formatına ulaşmış olan Batı kültürü ve yaşam tarzı Komünizm ve Kapitalizm gibi insanlığın başının belası olmuş fitne, fesad, zulüm ideolojilerini üretmiştir. Nitekim Komünizim anarşi ve terörü yayılma yöntemi olarak benimsemiştir. Kapitalizm de “kaostan yeni düzen çıkartma” ilkesi ile sürekli kriz, fitne, çatışma, kaos çıkartmayı sömürü için üslup olarak benimsemiştir. Yani ister komünizm ile olsun ister kapitalizm ile olsun terörü üreten ve terörizimle beslenen Batı kültürüdür.
Günümüzde küresel ve ulusal kapitalistlerin sömürgeci yayılma üsluplarından birisi de terörizim olmuştur. Onu üretip kullanıyorlar ve onun bahanesi ile ülkeleri işgal edip oraların stratejik servetlerini ve mevkilerini ele geçirmeye çalışıyorlar.
Terör bir insanlık suçudur. Günümüzdeki asıl teröristler de küresel ve ulusal kapitalist güçler ve onların eli altındaki “devlet” denilen taguti örgütlenmelerdir.
Onun için mevcut devletlerin ve onlara bağlı yada uydu kurum ve kuruluşların “terör” tanımlarına değer vermiyoruz. Zira gerçekci değildir. Çoğu saptırma, karalama, iftira, yoluyla kendi çıkarlarına göre yapılan tanımlar yada ithamlardır. Günümüzdeki her devlet kendi rejimine, çıkarına karşı olanı “terörist”, “terör yanlısı yada destekcisi” olarak itham etmektedir. Mesela; Rusya’nın işgaline karşı direnen Afgan halkı o zaman ABD’nin Avrupa Devlet’lerinin menfaatlarına uygun düştüğü için “kahraman direnişciler”, “mücahidler” olarak anılmıştı. Rusya ise onları terörist ilan etmişti. Aynı Afganistan halkı ABD’nin ve NATO’nun işgaline karşı da direniş gösterince birden “teröristl” oluverdi.! .
Müslümanların evlatlarından bazılarının adlarının çeşitli nedenlerle ve şekillerde bazı terör eylemlerine karışmış olması nedeni ile hemen “İslami terör” yaftalaması yapılmaktadır. Halbuki yahudi, hristiyan, hindu yada budist gibi başka din mensupları ister fert olarak, ister örgüt olarak ister ise devlet olarak daha kapsamlı, kanlı, vahşi terör eylemleri yaptıkları halde hiç bir şekilde “yahudi terörü” yada “hristiyan terörü” yada “hinduzim terörü” yada “budizim terörü” denilmemektedir. Neden? ! ..
İşte bu iki örnek, dahi mevcud devletlerin ve onların güdümündeki medyanın “terör ve terörist” tanımlamalarının ne kadar subjektif ve saptırıcı olduğunun kanıtıdır.
Mevcud devletler “terörle mücadele” adı altında asimetrik bir savaş yaptıklarını itiraf etmektedirler. Yani aslında sömürgeci devletler birbirleri ile sömürü pastasının paylaşımı üzerine kavga yapıyorlar. İşte bu kirli-pis savaşlarında birbirlerine karşı “terör” silahını kullanmaktadırlar.Faturasını da ortak düşman olarak gördükleri ve şu anda devleti olmayan “garib” durumda olan İslam’a biçmektedirler.
Böylece yeryüzünü içine düşürüldüğü zulümattan yani zulüm, fitne, fesattan, kirli bilgi ve cehaletten vahşetten kurtarıp insanlığı nura / aydınlığa, adalete, asayişe, ilme ve insani değerlere, huzura, güvenliğe, esenliğe kavuşturacak olan İslam’ı karalamaya çalışmaktadırlar. Ancak çabaları boşunadır. Zira gecenin en karanlık olduğu anı sabaha en yakın olduğu andır. Onlar kinlerini, fitne ve fesadlarıyla, zulümleriyle siyasi varlıklarının / devletlerinin ömürlerini uzatamayacaklardır. Allahu Teala’nın bildirdiği şu hakikat kesinlikle gerçekleşecektir;
ي ُ ر ِ ي د ُ و ن َ أ َ ن ي ُ ط ْ ف ِ ؤ ُ و ا ْ ن ُ و ر َ ا ل ل ّ ه ِ ب ِ أ َ ف ْ و َ ا ه ِ ه ِ م ْ و َ ي َ أ ْ ب َ ى ا ل ل ّ ه ُ إ ِ ل ا ّ َ أ َ ن ي ُ ت ِ م ّ َ ن ُ و ر َ ه ُ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ ك َ ا ف ِ ر ُ و ن َ
“Allah'ın nûrunu (risaleti İslam’ı) ağızlarıyla (iftiralarıyla) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe; 32)
TERÖR İSLAMİ HİÇBİR AMAÇ VE AMEL YÖNTEMİ DEĞİLDİR
1- TERÖR İSLAM`A DAVET YÖNTEMİ OLAMAZ
“İslam’a davet” denildiğinde insanların anladığı; ya İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davettir, ya da müslümanları İslam’ın kurallarına uymaya davettir. Bunların ikisinin de yönteminin terör olamıyacağının izahı ise şöyledir:
-İSLAM DİNİNE GİRMEYE DAVET
İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davet; kişinin İslam’a inanması için aklına ve gönlüne hitab ederek akletmesini sağlamak yoluyla olur. Bunu Allahu Teala şöyle emrediyor:
ا د ْ ع ُ إ ِ ل ِ ى س َ ب ِ ي ل ِ ر َ ب ّ ِ ك َ ب ِ ا ل ْ ح ِ ك ْ م َ ة ِ و َ ا ل ْ م َ و ْ ع ِ ظ َ ة ِ ا ل ْ ح َ س َ ن َ ة ِ و َ ج َ ا د ِ ل ْ ه ُ م ب ِ ا ل ّ َ ت ِ ي ه ِ ي َ أ َ ح ْ س َ ن ُ إ ِ ن ّ َ ر َ ب ّ َ ك َ ه ُ و َ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ م َ ن ض َ ل ّ َ ع َ ن س َ ب ِ ي ل ِ ه ِ و َ ه ُ و َ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ ا ل ْ م ُ ه ْ ت َ د ِ ي ن َ
“Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl: 125)
İslam dinine girmeye davet ve İslam muhalifleri ile tartışma, hem bu ayeti kerimenin hem de insan tabiatının gereği olarak delil ile ve hüsnü / güzel muamele ile olur. Baskı, şiddet, tehdid yani terör ile olmaz. Zira terör kişilerin akıl ve gönüllerini açmaz bilakis kapatır, sevdirmez nefret ettirir, benimsetmez inkar ettirir.
Nitekim Allahu Teala, Resulüne ve onun şahsında mü’minlere gayri müslimleri İslam’a davet hususunda zorba ve baskıcı olmamayı gayet açık şekilde şöyle emretmektedir:
ن َ ح ْ ن ُ أ َ ع ْ ل َ م ُ ب ِ م َ ا ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ و َ م َ ا أ َ ن ت َ ع َ ل َ ي ْ ه ِ م ب ِ ج َ ب ّ َ ا ر ٍ ف َ ذ َ ك ّ ِ ر ْ ب ِ ا ل ْ ق ُ ر ْ آ ن ِ م َ ن ي َ خ َ ا ف ُ و َ ع ِ ي د ِ
“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf:45)
ف َ ذ َ ك ّ ِ ر ْ إ ِ ن ّ َ م َ ا أ َ ن ت َ م ُ ذ َ ك ّ ِ ر ٌ ل ّ َ س ْ ت َ ع َ ل َ ي ْ ه ِ م ب ِ م ُ ص َ ي ْ ط ِ ر إ ِ ل ّ َ ا م َ ن ت َ و َ ل ّ َ ى و َ ك َ ف َ ر َ ٍ ف َ ي ُ ع َ ذ ّ ِ ب ُ ه ُ ا ل ل ّ َ ه ُ ا ل ْ ع َ ذ َ ا ب َ ا ل ْ أ َ ك ْ ب َ ر َ إ ِ ن ّ َ إ ِ ل َ ي ْ ن َ ا إ ِ ي َ ا ب َ ه ُ م ْ ث ُ م ّ َ إ ِ ن ّ َ ع َ ل َ ي ْ ن َ ا ح ِ س َ ا ب َ ه ُ م ْ
“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse Allah, onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir. “ (Gaşiye: 21-26)
و َ ل َ و ْ ش َ ا ء ر َ ب ّ ُ ك َ ل آ م َ ن َ م َ ن ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ ك ُ ل ّ ُ ه ُ م ْ ج َ م ِ ي ع ً ا أ َ ف َ أ َ ن ت َ ت ُ ك ْ ر ِ ه ُ ا ل ن ّ َ ا س َ ح َ ت ّ َ ى ي َ ك ُ و ن ُ و ا ْ م ُ ؤ ْ م ِ ن ِ ي ن َ
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? ” (Yunus: 99)
İslam’a davet karşısında kör ve sağır, katı, tavır sergileyenlere karşı takınılacak tutumu da şu şekilde açıklıyor:
و َ إ ِ ن ت َ د ْ ع ُ و ه ُ م ْ إ ِ ل َ ى ا ل ْ ه ُ د َ ى ل ا َ ي َ س ْ م َ ع ُ و ا ْ و َ ت َ ر َ ا ه ُ م ْ ي َ ن ظ ُ ر ُ و ن َ إ ِ ل َ ي ْ ك َ و َ ه ُ م ْ ل ا َ ي ُ ب ْ ص ِ ر ُ و ن َ خ ُ ذ ِ ا ل ْ ع َ ف ْ و َ و َ أ ْ م ُ ر ْ ب ِ ا ل ْ ع ُ ر ْ ف ِ و َ أ َ ع ْ ر ِ ض ْ ع َ ن ِ ا ل ْ ج َ ا ه ِ ل ِ ي ن َ
“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile. Sen afv yolunu benimse (onlara aldırma) , örfü (İslâm'a uygun olanı) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 198-199)
Müslümanlar tarih boyunca, Allahu Teala’nın, resulünün şahsında kendilerine yaptığı bu çağrılara kulak vermişler, insanları İslam dinine girme konusunda terörü yada terörvari hiç bir yolu asla benimsememişlerdir. Bunun delili müslümanların arasında yaşıyan gayri müslim toplulukların asırlardır varlıklarını sürdürebilmiş olmasıdır. Örneğin; Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta bir Hıristiyan topluluk olan maruniler, süryaniler gibi topluluklar, Mısır’da kıptiler, Orta Asya’da ermeniler, Kafkaslarda gürciler, Anadolu’da rumlar, ermeniler, yahudiler, Balkanlar’da hıristiyan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar vb. gibi.
Eğer müslümanlar Allahu Teala’nın o hitaplarına kulak vermemiş olsalardı bu gayri müslim unsurlar müslümanların bağrında varlıklarını sürdüremezlerdi. Ya sürgün edilirlerdi ya da soykırımına maruz kalırlardı. Avrupalıların müslümanlara İspanya’da ve Bosna’da yaptıklarını bu gayri müslim unsurlara mülümanlar yapmadılar. Asırlardır müslümanların yönetiminde yaşıyan İspanya’da şimdi hiç müslüman topluluk kaldı mı? ! ..
Müslümanlar böylesi soykırım terörü gibi bir insanlık suçu işlemediler. Çünkü dinleri buna izin vermez. Bilakis o bu gayri müslim unsurlar müslümanların zimmeti altında (koruma ve himayesi altında) güvenlik ve huzur içinde varlıklarını sürdürdüler.
-İSLAM’IN KURALLARINA UYMAYA DAVET
Bu davetin muhatapları müslümanlardır. Bu, müslümanların biribirlerine “hakkı tavsiye”, “marufu emretmek ve münkerden nehyetmek”, “Allah’ın emirlerini “hatırlatmak” sorumlulukları kapsamındadır. Bu sorumluluğu yerine getirme yöntemi asla terör değildir.
Allah’ın emir ve nehiylerine uymayanlara uygulanması söz konusu olan müeyyideleri / şeri yaptırımlar ve cezaları dünyada uygulama yetkisi hiç bir müslüman fert ve cemaata ait değildir. Şeri müeyyidelerin uygulanması sorumluluğu bütün müslümanlaradır. Ancak bu sorumluluğu yerine getirme yetkisi müslümanların biat yoluyla nasbedecekleri halifeye aittir. Yani Hilafet Devletine aittir. Hilafet Devleti kurulmadıkca hiçbir kimse şeri müeyyideleri uygulama yetkisine sahip olamaz. Buna rağmen Hilafet Devletini kurmak için çalışmak yerine şeri hükümlerden kaynaklanan müeyyideleri uygulamaya kalkanlar ancak yetkisiz iş yapan fitne ve fesatcı konumuna düşerler ve terör üretirler. Bu ise asla caiz değildir.
2- İSLAM’IN HÜKÜMLERİNİN HAKİM KILINMASININ YANİ İSLAM DEVLETİNİN KURULMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
´
İslam devletinin kurulmasının yöntemi, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin siretidir / takip ettiği yoludur. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem, Mekke’de başlayıp Medine’de sona eren 23 yıllık risalet siretinde İslam Devletinin nasıl kurulacağını İslam Davetinin aleme devlet eliyle ve cihad yoluyla nasıl taşınacağını, nasıl korunacağını müslümanlara gösterdi. O halde müslümanlara düşen, onu model örnek edinerek onun bu siretinden takip edilecek işaret taşlarını çıkartıp o yolda yürümeleridir.
Onun yolundaki önemli işaret taşları şunlardır:
-Toplumsal değişim çalışması yapması. Bu da toplumda eğemen, baskın fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamları İslami fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamlarla değiştirme isteği uyandırmak için çalışmakla olur.
-Bu çalışma ise, ne yapacağını, niçin ve nasıl yapacağını bilen basiret üzerine kurulu sadece İslam akidesi ve fikirleri ile donanmış, sadece İslam’a davet eden bir fikri-siyasi kitle ile olur.
-Bu kitle, çalışmasında hak ile batılı karıştırmadığı gibi taguti güçler ile asla uzlaşma masasına oturmayı da kabul edemez.
-Bu çalışmada sadece Allah’a dayanılır. Nusret / toplumu değiştirme ve devleti kurma neticesine ulaşmak sadece Allah’tan beklenir.
Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem siretinde bu değindiğimiz noktalara riayet ederek çalışmış. Ashabı ile oluşturduğu kitlesi ile basiret üzere, toplumdaki her türlü cahiliyye inancı, ölçüsü, anlayışı ve kurallarını eleştirmiş, batıllığını, yanlışlığını, zulmünü deşifre etmiştir. Hakkı yani vahiyle gelen doğruları açıkca duyurmuştur. Böylelikle toplumda bir fikri dalgalanma oluşturmaya çalışmıştır. Bundan rahatsız olan baskın, zorba yöneticilerin kendisine ve ashabına karşı kullandıkları işkenceye, şiddete ve kaba kuvvete, teröre rağmen o asla aynı yöntemle tepki vermemiştir. Sabır ve basiretle neticeyi yani nusreti sadece Allah’tan bekleyerek tebliğ yoluyla çalışmasını sürdürmeye devam etmiştir. Sonunda bu sabırlı ve ısrarlı, basiretli çalışma Medine’de semeresini bulmuştur. Medine toplumunda İslam ile değişme isteği oluşmuştur. Allah’ın nusreti de gelince ilk İslam Devleti orada kurulmuştur.
Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde anlatmayı ileride Allah izin verirse ele alacağımız “İslam’a Davet Yöntemi” isimli çalışmamıza bırakarak şunu vurgulamak istiyoruz; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslam devletini kurma sürecinde hiç bir şekilde tepkisel davranışlara, zorbalığa, teröre başvurmamıştır. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı, Allahu Teala’nın şu ayeti kerimede belirttiği yolunda sebatla devam etmişlerdir:
ق ُ ل ْ ه َ ذ ِ ه ِ س َ ب ِ ي ل ِ ي أ َ د ْ ع ُ و إ ِ ل َ ى ا ل ل ّ ه ِ ع َ ل َ ى ب َ ص ِ ي ر َ ة ٍ أ َ ن َ ا ْ و َ م َ ن ِ ا ت ّ َ ب َ ع َ ن ِ ي و َ س ُ ب ْ ح َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ِ و َ م َ ا أ َ ن َ ا ْ م ِ ن َ ا ل ْ م ُ ش ْ ر ِ ك ِ ي ن َ
“De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben bana tâbi olanlarla birlikte, basiretle Allah'a davet ediyorum. Allah'ı (her çeşit noksan ve kusurdan) tenzih ediyorum. Ben, aslâ müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)
3-İSLAM DEVLETİNİN İSLAM DAVETİNİ ALEME TAŞIMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam Davetini aleme taşımanın anlamı, “ i’lai kelimetillah” yani “Allah’ın kelimesinin en üstün kılınması “dır. Başka bir ifade ile Allah’ın dininin aleme hakim kılınmasıdır. Bunun yolu-yöntemi ise cihaddır. Cihad; insanların dinlerini zorla değiştirip müslüman olmalarını sağlamak için yada mallarını mülklerini zorla alıp köleleşmelerini sağlamak yada ülkelerinin zenginliklerini ve stratejik mevkilerini elegeçirerek sömürgeleşmesini sağlamak için yapılmaz. Cihad asla bir terör eylemi değildir. Gayesi ülkelerdeki küfür-taguti, azgın/taşgın, arsız, cani, zalim, mücrim ideolojiler ve yönetimler yüzünden var olan fitne, zulüm, fesad / düzensizlik ve her türlü kirlilikleri ortadan kaldırıp yeryüzünün tamamında Allah’ın sözünün geçmesini sağlamaktır. Yani Allah’ın dinini hakim kılarak tüm insanları zulümattan nura, aydınlığa, adalete, güvenliğe, esenliğe ve temizliğe kavuşturup insanların hidayete girmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlamaktır. Bu Allahu Teala’nın şu emri gereğidir:
و َ م َ ن ْ أ َ ظ ْ ل َ م ُ م ِ م ّ َ ن ِ ا ف ْ ت َ ر َ ى ع َ ل َ ى ا ل ل ّ َ ه ِ ا ل ْ ك َ ذ ِ ب َ و َ ه ُ و َ ي ُ د ْ ع َ ى إ ِ ل َ ى ا ل ْ إ ِ س ْ ل َ ا م ِ و َ ا ل ل ّ َ ه ُ ل َ ا ي َ ه ْ د ِ ي ا ل ْ ق َ و ْ م َ ا ل ظ ّ َ ا ل ِ م ِ ي ن َ ي ُ ر ِ ي د ُ و ن َ ل ِ ي ُ ط ْ ف ِ ؤ ُ و ا ن ُ و ر َ ا ل ل ّ َ ه ِ ب ِ أ َ ف ْ و َ ا ه ِ ه ِ م ْ و َ ا ل ل ّ َ ه ُ م ُ ت ِ م ّ ُ ن ُ و ر ِ ه ِ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ ك َ ا ف ِ ر ُ و ن َ ه ُ و َ ا ل ّ َ ذ ِ ي أ َ ر ْ س َ ل َ ر َ س ُ و ل َ ه ُ ب ِ ا ل ْ ه ُ د َ ى و َ د ِ ي ن ِ ا ل ْ ح َ ق ّ ِ ل ِ ي ُ ظ ْ ه ِ ر َ ه ُ ع َ ل َ ى ا ل د ّ ِ ي ن ِ ك ُ ل ّ ِ ه ِ و َ ل َ و ْ ك َ ر ِ ه َ ا ل ْ م ُ ش ْ ر ِ ك ُ و ن َ
“İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu kafirler hoş görmese de tamamlayıcıdır. Müşrikler hoşlanmasalar da Resulünü, bütün dinlere üstün / hakim kılmak üzere hak din ve hidayet ile gönderen O’dur.” (Saff:7-9)
و َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ه ُ م ْ ح َ ت ّ َ ى ل ا َ ت َ ك ُ و ن َ ف ِ ت ْ ن َ ة ٌ و َ ي َ ك ُ و ن َ ا ل د ّ ِ ي ن ُ ك ُ ل ّ ُ ه ُ ل ِ ل ّ ه ف َ إ ِ ن ِ ا ن ت َ ه َ و ْ ا ْ ف َ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ ب ِ م َ ا ي َ ع ْ م َ ل ُ و ن َ ب َ ص ِ ي ر ٌ
“Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” (Enfal: 39)
و َ م َ ا ل َ ك ُ م ْ ل ا َ ت ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا ل ْ م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ م ِ ن َ ا ل ر ّ ِ ج َ ا ل ِ و َ ا ل ن ّ ِ س َ ا ء و َ ا ل ْ و ِ ل ْ د َ ا ن ِ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ ر َ ب ّ َ ن َ ا أ َ خ ْ ر ِ ج ْ ن َ ا م ِ ن ْ ه َ ذ ِ ه ِ ا ل ْ ق َ ر ْ ي َ ة ِ ا ل ظ ّ َ ا ل ِ م ِ أ َ ه ْ ل ُ ه َ ا و َ ا ج ْ ع َ ل ل ّ َ ن َ ا م ِ ن ل ّ َ د ُ ن ك َ و َ ل ِ ي ّ ً ا و َ ا ج ْ ع َ ل ل ّ َ ن َ ا م ِ ن ل ّ َ د ُ ن ك َ ن َ ص ِ ي ر ً ا ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ آ م َ ن ُ و ا ْ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ك َ ف َ ر ُ و ا ْ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ط ّ َ ا غ ُ و ت ِ ف َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ا ْ أ َ و ْ ل ِ ي َ ا ء ا ل ش ّ َ ي ْ ط َ ا ن ِ إ ِ ن ّ َ ك َ ي ْ د َ ا ل ش ّ َ ي ْ ط َ ا ن ِ ك َ ا ن َ ض َ ع ِ ي ف ً ا
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu ülkeden bizi çıkarıp kurtar ve kendi katından işlerimizi düzene koyacak bir sahip ve kendi tarafından bize bir yardımcı gönder» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyor- sunuz? ! İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar. Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.” (Nisa:75-76)
Bu anlamda cihadı İslam devleti yapar. Fert yada gurupların bilhassa günümüzde böylesi imkanları olamaz. Bu mücadelede hedef; fitne, fesad, zulüm, cehalet odağı durumundaki tağuti devletlerdir. Yani taguti yöneticiler ve onların maddi gücü durumundaki askeri varlıklardır. Hedef, müslüman olmasalar da sivil halk ve fertler değildir. Onun için onlara yönelik hiç bir terör eylemi cihad esnasında dahi caiz kılınmamıştır.
İslam’da cihad; cihad ahkamı ile disipline edilmiştir. Cihad, rastgele sırf intikam duygularıyla yapılan bir savaş değildir. Hidayetin önündeki engelleri aşmak, kapıları açmak anlamındaki “fetih cihadı” öncesi söz konusu ülkenin yöneticileri İslam’a girmeye davet edilirler. Kabul ederlerse, ideoloji ve rejimlerini terk edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesi ve o ülkede de İslam ahkamının hakim kılınması sağlanır. O ülke insanlarından İslam devletinin tebası olmak istemeyenlere ülkeyi terk etmeleri için fırsat sağlanır. Ülkede kalmak isteyenler ise müslüman olmasalar da zimmet akdi / sözleşmesi kapsamında İslam devletinin tebası olurlar. Onların can ve malları İslam devletinin koruması altındadır. Onların imkanı olanlarından zimmet ahkamına göre haraç alınır.
Eğer o yöneticiler İslam’a girmeyi yani müslüman olmayı kabul etmezler ise; yönetimlerini ilga edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesini kabul etmeleri istenir. Bunu da kabul etmeyip İslam Davetinin önünde durmakta inatcı ve ısrarcı olurlar ise, o zaman İslam devletinin orduları tarafından fetih operasyonu ile onların maddi / askeri güçleri kırılıp ülkenin kapıları açılarak o ülke insanlarının zulümattan kurtulup nurla / hidayetle buluşmaları sağlanır.
Bu operasyonlarda asla teröre yer verilmez. Hatta cihad ahkamına göre; ekili arazilere, ağaçlara ve hayvanlara dahi zarar verilmez.
CİHAD TERÖR DEĞİLDİR TERÖR DE CİHAD DEĞİLDİR
Tağutlar, kafirler, müşrikler, zalimler, Allah ve Resulü’nün, İslam’ın ve müslümanların düşmanları mucrimler Allahu Teala’nın kesin emri olan cihaddan elbetteki hoşlanmazlar ve hoşlanmayacaklardır. Çünkü cihad onların fitne, zulüm, fesad mekanizması olan devletlerini ortadan kaldırıp sadece Allah’ın sözünün / dini İslam’ın hakim kılınmasını hedeflemektedir. Onun için İslam’ın bu güzide hükmünü unutturmak yada saptırmak yada karalamak için bin bir türlü uslüp kullanmaktadırlar. Cihadı terör olarak göstermek çabaları da bu üsluplardandır. Bazı müslümanların o kafirleri hoşnut etmek için cihad hükmünden vazgeçmeleri yada “İslamda kıtal / savaş anlamında cihad yoktur” kabilinden laflar etmeleri ne yazık ki zavallılıktan ve zilletten başka bir şey değildir. Bu zelil, zavallı duruş müslümanlara hiç yakışmıyor. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem mealen şöyle buyurmuştur:
“Siz cihadı terkederseniz Allah üzerinize bir zillet/aşağılık verir ki, dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz.” (Bülûğu’l-Merâm, Bâbu’r Ribâ, hadis no: 11)
'Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, cihadı terk ederek öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz.' (Ebû Dâvud, Büyû' 54)
Allah’ın sözünün en üstün kılınması yani Allah’ın dini İslam’ın yeryüzünün tamamında hakim olması için taguti devletlere karşı yapılan savaş anlamındaki cihad, İslam ümmetinin üzerlerine farz kılınan asli işlerindendir. Ne varki ümmet bu asli vazifesini son asırlarda terk ettiği için bugün içinde bulunduğu zillete düşmüş oldu. İslam ümmetinin bu zilletten kurtulup izzetine kavuşabilmesi, Allahu Teala’nın kendisine yüklemiş olduğu “insanlar üzerinde şahidlik / hidayet liderliği yapan vasat / en seçkin ümmet” “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” misyonunu tekrar yerine getirebilmesi için, onları Allah’ın indirdikleri ile yöneterek tekrar dinlerine/ İslami hayata döndürecek, kuvvetlerini birleştirerek düşmanlarına karşı cihada sevk edecek Raşidi Hilafeti en kısa zamanda kurmak için ihlasla çalışmaları en öncelikli farzlardandır.
Buna göre cihad;
-gayri müslimler anlamındaki kafirleri yok etmek için savaşmak değildir, yani kafir avına çıkmak değildir
-ülkeleri sömirmek için yapılan savaş da değildir
-kişisel yada kitlesel öfkeleri yatıştırmak, intikam duygularını tatmin etmek uğraşısı da değildir
-doğrudan sivil insanları hedef alarak savaşmak anlamında terör de değildir.
Cihad; Allah’ın rızasını kazanmak niyeti ile Allah’ın emri olduğu için sadece Allah’ın kelimesinin / dini İslam’ın tek egemen din olması için taguti devletlere karşı yapılan savaşın adıdır.
İslam’ın düşmanları da cahil dostları da şunu iyi bilsinler ki cihad terör değildir, terör de cihad değildir.
4- İSLAM DEVLETİNİN ÜLKESİNE KARŞI YAPILAN SALDIRILARI DEFETMEDE DE YÖNTEM TERÖR DEĞİLDİR
İslam devleti, hem İslam ülkesini hem de tebasını tüm düşman saldırılarından korumakla yükümlüdür. İslam ülkesine yapılan bir saldırıyı kırmaya ve saldırganı defetmeye çalışır. Gücü yettiğince saldırgan orduyu gerekirse tamamen imha eder. Fakat “aşırı gitmez” yani saldırgan ülkenin savaşa fiilen katılmayan sivil halkını kendi evlerinde, köylerinde, şehirlerinde katletmeye, tepelerine bombalar yağdırmaya ve onlar üzerinde terör estirmeye kalkmaz. Zira Allahu Teala bunu şu şekilde emretmektedir:
و َ ق َ ا ت ِ ل ُ و ا ْ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ي ُ ق َ ا ت ِ ل ُ و ن َ ك ُ م ْ و َ ل ا َ ت َ ع ْ ت َ د ُ و ا ْ إ ِ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ ل ا َ ي ُ ح ِ ب ّ ِ ا ل ْ م ُ ع ْ ت َ د ِ ي ن َ
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
Müslümanlar Allah’ın bu emrine tarih boyunca riayet etmişlerdir. Devlet varken dahi devlet imkanları ile terör estirmemişlerdir.
5-MÜSLÜMANLARIN NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ
-GAYRİ MÜSLİM ÜLKELERDE YAŞIYAN MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIKLARI ÇEŞİTLİ SALDIRILARA KARŞI KOYMA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
Mesela ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar ister çeşitli guruplar tarafından ister ise hükümetlerin aldıkları bazı kararlar yoluyla olsun dinlerine, değerlerine, kutsallarına saldırı, hakaret, baskı söz konusu olduğunda, kendi inançlarını ve müslüman kimliklerini korumaya çalışırlar. Bunun için; o toplumdaki ideolojik değil de salt insani hamiyet duygusu ile hareket eden etkili fert ve grupların desteğini alarak yapılan bu haksızlığa, ahlaksızlığa karşı fikri mücadele yoluyla kamuoyunun dikkati çekilmeye çalışılır. Kamuoyu desteği alarak bu saldırıların engellenmesine uğraşılır. Buna imkan yoksa yani gösterdikleri tepkiler kamuoyunun kendi aleyhlerine çevrilmesine yol açıyor ise, o saldırılara aldırmazlar, din ve kimlikleri üzerinde sebat ederler. Karşı tarafa saldırı yapmazlar.
Eğer saldırıların dozacı tahammül sınırlarını aşarsa yani doğrudan mal, can, namusa yönelirse, yapılacak iş, o ülkeyi terk ederek din, mal, can, namusunu koruyabileceğini umduğu bir başka ülkeye hicret etmektir. Yapılması gereken o ülkede saldırganlara karşı maddi çatışma ortamlarına girmek yada terör estirmek değişldir! .. Zira Allahu Teala resulünün şahsında şöyle buyurdu:
و َ ا ذ ْ ك ُ ر ِ ا س ْ م َ ر َ ب ّ ِ ك َ و َ ت َ ب َ ت ّ َ ل ْ إ ِ ل َ ي ْ ه ِ ت َ ب ْ ت ِ ي ل ً ا ر َ ب ّ ُ ا ل ْ م َ ش ْ ر ِ ق ِ و َ ا ل ْ م َ غ ْ ر ِ ب ِ ل َ ا إ ِ ل َ ه َ إ ِ ل ّ َ ا ه ُ و َ ف َ ا ت ّ َ خ ِ ذ ْ ه ُ و َ ك ِ ي ل ً ا و َ ا ص ْ ب ِ ر ْ ع َ ل َ ى م َ ا ي َ ق ُ و ل ُ و ن َ و َ ا ه ْ ج ُ ر ْ ه ُ م ْ ه َ ج ْ ر ً ا ج َ م ِ ي ل ً ا
“Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu vekil edin. Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. “ (Müzzemmil: 8-10)
إ ِ ن ّ َ ا ل ّ َ ذ ِ ي ن َ ت َ و َ ف ّ َ ا ه ُ م ُ ا ل ْ م َ ل آ ئ ِ ك َ ة ُ ظ َ ا ل ِ م ِ ي أ َ ن ْ ف ُ س ِ ه ِ م ْ ق َ ا ل ُ و ا ْ ف ِ ي م َ ك ُ ن ت ُ م ْ ق َ ا ل ُ و ا ْ ك ُ ن ّ َ ا م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ ق َ ا ل ْ و َ ا ْ أ َ ل َ م ْ ت َ ك ُ ن ْ أ َ ر ْ ض ُ ا ل ل ّ ه ِ و َ ا س ِ ع َ ة ً ف َ ت ُ ه َ ا ج ِ ر ُ و ا ْ ف ِ ي ه َ ا ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ م َ أ ْ و َ ا ه ُ م ْ ج َ ه َ ن ّ َ م ُ و َ س َ ا ء ت ْ م َ ص ِ ي ر ً ا إ ِ ل ا ّ َ ا ل ْ م ُ س ْ ت َ ض ْ ع َ ف ِ ي ن َ م ِ ن َ ا ل ر ّ ِ ج َ ا ل ِ و َ ا ل ن ّ ِ س َ ا ء و َ ا ل ْ و ِ ل ْ د َ ا ن ِ ل ا َ ي َ س ْ ت َ ط ِ ي ع ُ و ن َ ح ِ ي ل َ ة ً و َ ل ا َ ي َ ه ْ ت َ د ُ و ن َ س َ ب ِ ي ل ا ً ف َ أ ُ و ْ ل َ ئ ِ ك َ ع َ س َ ى ا ل ل ّ ه ُ أ َ ن ي َ ع ْ ف ُ و َ ع َ ن ْ ه ُ م ْ و َ ك َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ُ ع َ ف ُ و ّ ً ا غ َ ف ُ و ر ً ا و َ م َ ن ي ُ ه َ ا ج ِ ر ْ ف ِ ي س َ ب ِ ي ل ِ ا ل ل ّ ه ِ ي َ ج ِ د ْ ف ِ ي ا ل أ َ ر ْ ض ِ م ُ ر َ ا غ َ م ً ا ك َ ث ِ ي ر ً ا و َ س َ ع َ ة ً و َ م َ ن ي َ خ ْ ر ُ ج ْ م ِ ن ب َ ي ْ ت ِ ه ِ م ُ ه َ ا ج ِ ر ً ا إ ِ ل َ ى ا ل ل ّ ه ِ و َ ر َ س ُ و ل ِ ه ِ ث ُ م ّ َ ي ُ د ْ ر ِ ك ْ ه ُ ا ل ْ م َ و ْ ت ُ ف َ ق َ د ْ و َ ق َ ع َ أ َ ج ْ ر ُ ه ُ ع َ ل ى ا ل ل ّ ه ِ و َ ك َ ا ن َ ا ل ل ّ ه ُ غ َ ف ُ و ر ً ا ر ّ َ ح ِ ي م ً ا
“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?) ” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya! ” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve resulüne hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisa: 97-100)
Bu ayetlerin ışığında da anlaşılacağı üzere; halkı müslüman olmayan gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar aslında azınlık konumundadırlar. Onların bu konumları Kur’an’da geçen “mustazaflar” kapsamında değerlendirilirler. İşte onların, dinlerinde fitneye düşürülmek yani inanç ve müslüman kimliklerini kaybetmek yada can, mal, namus güvenliğini kaybetmek durumları ile karşılaştıklarında yapacakları iş, o ülkede kavga yapmak, terör çıkartmak değil de o ülkeden ayrılmaktır. Yani hicret etmektir, terör değil! ...
-İSLAM TOPRAKLARINDA HALKI MÜSLÜMAN ÜLKEKERİN KAFİR DEVLETLERİ TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİ
DURUMUNDA NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İşgalci kafir devletleri, bir halkı müslüman ülkeyi işgal edince, o ülkede yaşıyan müslümanların o işgalci kafirlere karşı koymaları can, mal, namus, din ve topraklarını savunmaları üzerlerine hem haktır hem de vecibedir. İşgalci güçler tamamen yok edilesiye kadar yada ülkeden atılasıya kadar onlara karşı direnirler. Ancak bunun ötesine gitmezler. İşgalci devletin hakim olduğu ülkelerde sivil halka karşı intikam amaçlı terör eylemleri yapamazlar. Yaptıkları zaman kendileri haddi aşmış ve haksız konuma düşmüş olurlar, zalim olurlar. Allah zalimleri ve haddi aşanları sevmez. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:
ا ل ش ّ َ ه ْ ر ُ ا ل ْ ح َ ر َ ا م ُ ب ِ ا ل ش ّ َ ه ْ ر ِ ا ل ْ ح َ ر َ ا م ِ و َ ا ل ْ ح ُ ر ُ م َ ا ت ُ ق ِ ص َ ا ص ٌ ف َ م َ ن ِ ا ع ْ ت َ د َ ى ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ ف َ ا ع ْ ت َ د ُ و ا ْ ع َ ل َ ي ْ ه ِ ب ِ م ِ ث ْ ل ِ م َ ا ا ع ْ ت َ د َ ى ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ و َ ا ت ّ َ ق ُ و ا ْ ا ل ل ّ ه َ و َ ا ع ْ ل َ م ُ و ا ْ أ َ ن ّ َ ا ل ل ّ ه َ م َ ع َ ا ل ْ م ُ ت ّ َ ق ِ ي ن َ
“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” (Bakara: 194)
SONUÇ
Yukarıda yapılan izahlardan da anlaşılacağı gibi terör hiç bir şekilde İslami bir yöntem değildir.
-Gayri müslimleri İslam’a davet yöntemi terör değildir.
-Müslümanları İslam kurallarına uymaya davet yöntemi de terör değildir.
-İslam hükümlerinin hakim kılınmasının yani İslam devletinin kurulmasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin yeryüzünde İslam Davetini taşımasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin ülkesine karşı yapılan saldırıları defetmede de yöntem terör değildir
-Halkı müslüman olmayan ülkelerde yaşıyan müslümanların maruz kalabilecekleri saldırılara karşı koyma yöntemi de terör değildir.
-Halkı müslüman ülkelerin kafir devlet yada devletler tarafından işgal edilmelerine karşı mücadele yöntemi de terör değildir.
AHMED KILICKAYA
www.islamiyontem.net
terör
22.02.2010 - 13:42TERÖR HİÇBİR ŞEKİLDE İSLAMİ YÖNTEM DEĞİLDİR
TERÖRÜN TANIMI
Türkçe’ye Fransızca “terreur” sözcüğünden geçmiş olan “terör” sözcüğü aslında Latince kökenlidir. Bunun anlamı ise; “korkudan titreme ve titremeye sebep olmaktır”.
Fransızca Petit Robert sözlüğünde; “Bir toplumda bir gurubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku” olarak tanımlanır.
Oxford İngilizce sözlükte; 'Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak' olarak tanımlanır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' olarak tanımlanır. Tedhiş ise; dehşete düşürme, sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. faaliyetlerle korku uyandırma, yıldırma, terör, demektir.
Terörün ıstılah tanımının; bu sözlük tanımlarında geçtiği gibi korku, şiddet, sindirme, dehşet yoluyla bir siyasi amacı gerçekleştirmeye yönelik silahlı propaganda yöntemi olduğu noktasında dünyada toplumlarda genel bir kabul vardır.
Bu tanımlarda ortak olarak, toplumlarda şiddetli korku salma, yıldırma havası estirmeye vurgu yapılmaktadır. Bunun aracı olarak da şunlar kullanılmaktadır; adam kaçırmak, insanlara işkence yapmak, öldürmek ve pazar yerlerine, okullara, sinemalara, tren, metro, otobüs, uçak, gemi gibi toplu taşıma araçlarına ve onların istasyonlarına ve limanlarına vb. yerlere bomba yerleştirmek, ateşli silahlar ile tarama yapmak ya da kimyasal silahlar ile toplu katliamlar yapmak.
Bu araçlar ile terör estiren şahıs ya da guruplar aslında sadece şahıs yada örgüt isimlerini duyurmaktan öte hiç bir şey elde etmiyorlar.
TERÖRÜN DOĞURDUĞU SONUÇLAR
Terör toplumlarda can ve mal güvenliğini ortadan kaldırır. Zira teröre maruz kalan guruplar da tepkisel olarak terör yoluyla intikam almaya yönelirler. Terör terörü doğurur ve insani yaşam ortamını tamamen ortadan kaldırır. İnsanların bir çoğu kendisini hem savcı, hem hakim, hem infaz memuru olarak görüp bazı fertleri ve insan guruplarını kendilerine göre suçlu ilan ederek infaz etmeye yönelirler. Bu da haksız yere binlerce insanın öldürülmesine, yaralanmasına, mallarının telef olmasına yol açar.
Kısacası terör; fitne, fesad, kaos, anarşi, zulüm demektir. Terör insanlık suçu demektir.
Böylesi bir anlayış İslam’da olmadığı ve asla tasvip edilmediği için müslümanların ıstılahında / termilojesinde “terör” terimine yer verilmemiştir. Onun için “terör” müslümanlara yabancı bir terimdir.
Teröre kaynaklık ve yataklık yapan, zemin oluşturan kültür ve ideoloji asla İslam değildir, bilakis Batı kültürü ve ideolojileridir. Zira Fransız ihtilalinden sonra şimdiki formatına ulaşmış olan Batı kültürü ve yaşam tarzı Komünizm ve Kapitalizm gibi insanlığın başının belası olmuş fitne, fesad, zulüm ideolojilerini üretmiştir. Nitekim Komünizim anarşi ve terörü yayılma yöntemi olarak benimsemiştir. Kapitalizm de “kaostan yeni düzen çıkartma” ilkesi ile sürekli kriz, fitne, çatışma, kaos çıkartmayı sömürü için üslup olarak benimsemiştir. Yani ister komünizm ile olsun ister kapitalizm ile olsun terörü üreten ve terörizimle beslenen Batı kültürüdür.
Günümüzde küresel ve ulusal kapitalistlerin sömürgeci yayılma üsluplarından birisi de terörizim olmuştur. Onu üretip kullanıyorlar ve onun bahanesi ile ülkeleri işgal edip oraların stratejik servetlerini ve mevkilerini ele geçirmeye çalışıyorlar.
Terör bir insanlık suçudur. Günümüzdeki asıl teröristler de küresel ve ulusal kapitalist güçler ve onların eli altındaki “devlet” denilen taguti örgütlenmelerdir.
Onun için mevcut devletlerin ve onlara bağlı yada uydu kurum ve kuruluşların “terör” tanımlarına değer vermiyoruz. Zira gerçekci değildir. Çoğu saptırma, karalama, iftira, yoluyla kendi çıkarlarına göre yapılan tanımlar yada ithamlardır. Günümüzdeki her devlet kendi rejimine, çıkarına karşı olanı “terörist”, “terör yanlısı yada destekcisi” olarak itham etmektedir. Mesela; Rusya’nın işgaline karşı direnen Afgan halkı o zaman ABD’nin Avrupa Devlet’lerinin menfaatlarına uygun düştüğü için “kahraman direnişciler”, “mücahidler” olarak anılmıştı. Rusya ise onları terörist ilan etmişti. Aynı Afganistan halkı ABD’nin ve NATO’nun işgaline karşı da direniş gösterince birden “teröristl” oluverdi.! .
Müslümanların evlatlarından bazılarının adlarının çeşitli nedenlerle ve şekillerde bazı terör eylemlerine karışmış olması nedeni ile hemen “İslami terör” yaftalaması yapılmaktadır. Halbuki yahudi, hristiyan, hindu yada budist gibi başka din mensupları ister fert olarak, ister örgüt olarak ister ise devlet olarak daha kapsamlı, kanlı, vahşi terör eylemleri yaptıkları halde hiç bir şekilde “yahudi terörü” yada “hristiyan terörü” yada “hinduzim terörü” yada “budizim terörü” denilmemektedir. Neden? ! ..
İşte bu iki örnek, dahi mevcud devletlerin ve onların güdümündeki medyanın “terör ve terörist” tanımlamalarının ne kadar subjektif ve saptırıcı olduğunun kanıtıdır.
Mevcud devletler “terörle mücadele” adı altında asimetrik bir savaş yaptıklarını itiraf etmektedirler. Yani aslında sömürgeci devletler birbirleri ile sömürü pastasının paylaşımı üzerine kavga yapıyorlar. İşte bu kirli-pis savaşlarında birbirlerine karşı “terör” silahını kullanmaktadırlar.Faturasını da ortak düşman olarak gördükleri ve şu anda devleti olmayan “garib” durumda olan İslam’a biçmektedirler.
Böylece yeryüzünü içine düşürüldüğü zulümattan yani zulüm, fitne, fesattan, kirli bilgi ve cehaletten vahşetten kurtarıp insanlığı nura / aydınlığa, adalete, asayişe, ilme ve insani değerlere, huzura, güvenliğe, esenliğe kavuşturacak olan İslam’ı karalamaya çalışmaktadırlar. Ancak çabaları boşunadır. Zira gecenin en karanlık olduğu anı sabaha en yakın olduğu andır. Onlar kinlerini, fitne ve fesadlarıyla, zulümleriyle siyasi varlıklarının / devletlerinin ömürlerini uzatamayacaklardır. Allahu Teala’nın bildirdiği şu hakikat kesinlikle gerçekleşecektir;
“Allah'ın nûrunu (risaleti İslam’ı) ağızlarıyla (iftiralarıyla) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe; 32)
TERÖR İSLAMİ HİÇBİR AMAÇ VE AMEL YÖNTEMİ DEĞİLDİR
1- TERÖR İSLAM`A DAVET YÖNTEMİ OLAMAZ
“İslam’a davet” denildiğinde insanların anladığı; ya İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davettir, ya da müslümanları İslam’ın kurallarına uymaya davettir. Bunların ikisinin de yönteminin terör olamıyacağının izahı ise şöyledir:
-İSLAM DİNİNE GİRMEYE DAVET
İslam dinine girmeye yani müslüman olmaya davet; kişinin İslam’a inanması için aklına ve gönlüne hitab ederek akletmesini sağlamak yoluyla olur. Bunu Allahu Teala şöyle emrediyor:
“Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl: 125)
İslam dinine girmeye davet ve İslam muhalifleri ile tartışma, hem bu ayeti kerimenin hem de insan tabiatının gereği olarak delil ile ve hüsnü / güzel muamele ile olur. Baskı, şiddet, tehdid yani terör ile olmaz. Zira terör kişilerin akıl ve gönüllerini açmaz bilakis kapatır, sevdirmez nefret ettirir, benimsetmez inkar ettirir.
Nitekim Allahu Teala, Resulüne ve onun şahsında mü’minlere gayri müslimleri İslam’a davet hususunda zorba ve baskıcı olmamayı gayet açık şekilde şöyle emretmektedir:
“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf:45)
“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse Allah, onu en büyük azab ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir. “ (Gaşiye: 21-26)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? ” (Yunus: 99)
İslam’a davet karşısında kör ve sağır, katı, tavır sergileyenlere karşı takınılacak tutumu da şu şekilde açıklıyor:
“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile. Sen afv yolunu benimse (onlara aldırma) , örfü (İslâm'a uygun olanı) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf: 198-199)
Müslümanlar tarih boyunca, Allahu Teala’nın, resulünün şahsında kendilerine yaptığı bu çağrılara kulak vermişler, insanları İslam dinine girme konusunda terörü yada terörvari hiç bir yolu asla benimsememişlerdir. Bunun delili müslümanların arasında yaşıyan gayri müslim toplulukların asırlardır varlıklarını sürdürebilmiş olmasıdır. Örneğin; Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta bir Hıristiyan topluluk olan maruniler, süryaniler gibi topluluklar, Mısır’da kıptiler, Orta Asya’da ermeniler, Kafkaslarda gürciler, Anadolu’da rumlar, ermeniler, yahudiler, Balkanlar’da hıristiyan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar vb. gibi.
Eğer müslümanlar Allahu Teala’nın o hitaplarına kulak vermemiş olsalardı bu gayri müslim unsurlar müslümanların bağrında varlıklarını sürdüremezlerdi. Ya sürgün edilirlerdi ya da soykırımına maruz kalırlardı. Avrupalıların müslümanlara İspanya’da ve Bosna’da yaptıklarını bu gayri müslim unsurlara mülümanlar yapmadılar. Asırlardır müslümanların yönetiminde yaşıyan İspanya’da şimdi hiç müslüman topluluk kaldı mı? ! ..
Müslümanlar böylesi soykırım terörü gibi bir insanlık suçu işlemediler. Çünkü dinleri buna izin vermez. Bilakis o bu gayri müslim unsurlar müslümanların zimmeti altında (koruma ve himayesi altında) güvenlik ve huzur içinde varlıklarını sürdürdüler.
-İSLAM’IN KURALLARINA UYMAYA DAVET
Bu davetin muhatapları müslümanlardır. Bu, müslümanların biribirlerine “hakkı tavsiye”, “marufu emretmek ve münkerden nehyetmek”, “Allah’ın emirlerini “hatırlatmak” sorumlulukları kapsamındadır. Bu sorumluluğu yerine getirme yöntemi asla terör değildir.
Allah’ın emir ve nehiylerine uymayanlara uygulanması söz konusu olan müeyyideleri / şeri yaptırımlar ve cezaları dünyada uygulama yetkisi hiç bir müslüman fert ve cemaata ait değildir. Şeri müeyyidelerin uygulanması sorumluluğu bütün müslümanlaradır. Ancak bu sorumluluğu yerine getirme yetkisi müslümanların biat yoluyla nasbedecekleri halifeye aittir. Yani Hilafet Devletine aittir. Hilafet Devleti kurulmadıkca hiçbir kimse şeri müeyyideleri uygulama yetkisine sahip olamaz. Buna rağmen Hilafet Devletini kurmak için çalışmak yerine şeri hükümlerden kaynaklanan müeyyideleri uygulamaya kalkanlar ancak yetkisiz iş yapan fitne ve fesatcı konumuna düşerler ve terör üretirler. Bu ise asla caiz değildir.
2- İSLAM’IN HÜKÜMLERİNİN HAKİM KILINMASININ YANİ İSLAM DEVLETİNİN KURULMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam devletinin kurulmasının yöntemi, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin siretidir / takip ettiği yoludur. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem, Mekke’de başlayıp Medine’de sona eren 23 yıllık risalet siretinde İslam Devletinin nasıl kurulacağını İslam Davetinin aleme devlet eliyle ve cihad yoluyla nasıl taşınacağını, nasıl korunacağını müslümanlara gösterdi. O halde müslümanlara düşen, onu model örnek edinerek onun bu siretinden takip edilecek işaret taşlarını çıkartıp o yolda yürümeleridir.
Onun yolundaki önemli işaret taşları şunlardır:
-Toplumsal değişim çalışması yapması. Bu da toplumda eğemen, baskın fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamları İslami fikir, duygu, kriter / ölçü ve nizamlarla değiştirme isteği uyandırmak için çalışmakla olur.
-Bu çalışma ise, ne yapacağını, niçin ve nasıl yapacağını bilen basiret üzerine kurulu sadece İslam akidesi ve fikirleri ile donanmış, sadece İslam’a davet eden bir fikri-siyasi kitle ile olur.
-Bu kitle, çalışmasında hak ile batılı karıştırmadığı gibi taguti güçler ile asla uzlaşma masasına oturmayı da kabul edemez.
-Bu çalışmada sadece Allah’a dayanılır. Nusret / toplumu değiştirme ve devleti kurma neticesine ulaşmak sadece Allah’tan beklenir.
Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem siretinde bu değindiğimiz noktalara riayet ederek çalışmış. Ashabı ile oluşturduğu kitlesi ile basiret üzere, toplumdaki her türlü cahiliyye inancı, ölçüsü, anlayışı ve kurallarını eleştirmiş, batıllığını, yanlışlığını, zulmünü deşifre etmiştir. Hakkı yani vahiyle gelen doğruları açıkca duyurmuştur. Böylelikle toplumda bir fikri dalgalanma oluşturmaya çalışmıştır. Bundan rahatsız olan baskın, zorba yöneticilerin kendisine ve ashabına karşı kullandıkları işkenceye, şiddete ve kaba kuvvete, teröre rağmen o asla aynı yöntemle tepki vermemiştir. Sabır ve basiretle neticeyi yani nusreti sadece Allah’tan bekleyerek tebliğ yoluyla çalışmasını sürdürmeye devam etmiştir. Sonunda bu sabırlı ve ısrarlı, basiretli çalışma Medine’de semeresini bulmuştur. Medine toplumunda İslam ile değişme isteği oluşmuştur. Allah’ın nusreti de gelince ilk İslam Devleti orada kurulmuştur.
Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde anlatmayı ileride Allah izin verirse ele alacağımız “İslam’a Davet Yöntemi” isimli çalışmamıza bırakarak şunu vurgulamak istiyoruz; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslam devletini kurma sürecinde hiç bir şekilde tepkisel davranışlara, zorbalığa, teröre başvurmamıştır. O, Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı, Allahu Teala’nın şu ayeti kerimede belirttiği yolunda sebatla devam etmişlerdir:
“De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben bana tâbi olanlarla birlikte, basiretle Allah'a davet ediyorum. Allah'ı (her çeşit noksan ve kusurdan) tenzih ediyorum. Ben, aslâ müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)
3-İSLAM DEVLETİNİN İSLAM DAVETİNİ ALEME TAŞIMASININ YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İslam Davetini aleme taşımanın anlamı, “ i’lai kelimetillah” yani “Allah’ın kelimesinin en üstün kılınması “dır. Başka bir ifade ile Allah’ın dininin aleme hakim kılınmasıdır. Bunun yolu-yöntemi ise cihaddır. Cihad; insanların dinlerini zorla değiştirip müslüman olmalarını sağlamak için yada mallarını mülklerini zorla alıp köleleşmelerini sağlamak yada ülkelerinin zenginliklerini ve stratejik mevkilerini elegeçirerek sömürgeleşmesini sağlamak için yapılmaz. Cihad asla bir terör eylemi değildir. Gayesi ülkelerdeki küfür-taguti, azgın/taşgın, arsız, cani, zalim, mücrim ideolojiler ve yönetimler yüzünden var olan fitne, zulüm, fesad / düzensizlik ve her türlü kirlilikleri ortadan kaldırıp yeryüzünün tamamında Allah’ın sözünün geçmesini sağlamaktır. Yani Allah’ın dinini hakim kılarak tüm insanları zulümattan nura, aydınlığa, adalete, güvenliğe, esenliğe ve temizliğe kavuşturup insanların hidayete girmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlamaktır. Bu Allahu Teala’nın şu emri gereğidir:
“İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu kafirler hoş görmese de tamamlayıcıdır. Müşrikler hoşlanmasalar da Resulünü, bütün dinlere üstün / hakim kılmak üzere hak din ve hidayet ile gönderen O’dur.” (Saff:7-9)
“Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” (Enfal: 39)
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu ülkeden bizi çıkarıp kurtar ve kendi katından işlerimizi düzene koyacak bir sahip ve kendi tarafından bize bir yardımcı gönder» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyor- sunuz? ! İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar. Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.” (Nisa:75-76)
Bu anlamda cihadı İslam devleti yapar. Fert yada gurupların bilhassa günümüzde böylesi imkanları olamaz. Bu mücadelede hedef; fitne, fesad, zulüm, cehalet odağı durumundaki tağuti devletlerdir. Yani taguti yöneticiler ve onların maddi gücü durumundaki askeri varlıklardır. Hedef, müslüman olmasalar da sivil halk ve fertler değildir. Onun için onlara yönelik hiç bir terör eylemi cihad esnasında dahi caiz kılınmamıştır.
İslam’da cihad; cihad ahkamı ile disipline edilmiştir. Cihad, rastgele sırf intikam duygularıyla yapılan bir savaş değildir. Hidayetin önündeki engelleri aşmak, kapıları açmak anlamındaki “fetih cihadı” öncesi söz konusu ülkenin yöneticileri İslam’a girmeye davet edilirler. Kabul ederlerse, ideoloji ve rejimlerini terk edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesi ve o ülkede de İslam ahkamının hakim kılınması sağlanır. O ülke insanlarından İslam devletinin tebası olmak istemeyenlere ülkeyi terk etmeleri için fırsat sağlanır. Ülkede kalmak isteyenler ise müslüman olmasalar da zimmet akdi / sözleşmesi kapsamında İslam devletinin tebası olurlar. Onların can ve malları İslam devletinin koruması altındadır. Onların imkanı olanlarından zimmet ahkamına göre haraç alınır.
Eğer o yöneticiler İslam’a girmeyi yani müslüman olmayı kabul etmezler ise; yönetimlerini ilga edip ülkenin İslam ülkesine dahil edilmesini kabul etmeleri istenir. Bunu da kabul etmeyip İslam Davetinin önünde durmakta inatcı ve ısrarcı olurlar ise, o zaman İslam devletinin orduları tarafından fetih operasyonu ile onların maddi / askeri güçleri kırılıp ülkenin kapıları açılarak o ülke insanlarının zulümattan kurtulup nurla / hidayetle buluşmaları sağlanır.
Bu operasyonlarda asla teröre yer verilmez. Hatta cihad ahkamına göre; ekili arazilere, ağaçlara ve hayvanlara dahi zarar verilmez.
4- İSLAM DEVLETİNİN ÜLKESİNE KARŞI YAPILAN SALDIRILARI DEFETMEDE DE YÖNTEM TERÖR DEĞİLDİR
İslam devleti, hem İslam ülkesini hem de tebasını tüm düşman saldırılarından korumakla yükümlüdür. İslam ülkesine yapılan bir saldırıyı kırmaya ve saldırganı defetmeye çalışır. Gücü yettiğince saldırgan orduyu gerekirse tamamen imha eder. Fakat “aşırı gitmez” yani saldırgan ülkenin savaşa fiilen katılmayan sivil halkını kendi evlerinde, köylerinde, şehirlerinde katletmeye, tepelerine bombalar yağdırmaya ve onlar üzerinde terör estirmeye kalkmaz. Zira Allahu Teala bunu şu şekilde emretmektedir:
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
Müslümanlar Allah’ın bu emrine tarih boyunca riayet etmişlerdir. Devlet varken dahi devlet imkanları ile terör estirmemişlerdir.
5-MÜSLÜMANLARIN NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ
-GAYRİ MÜSLİM ÜLKELERDE YAŞIYAN MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIKLARI ÇEŞİTLİ SALDIRILARA KARŞI KOYMA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
Mesela ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar ister çeşitli guruplar tarafından ister ise hükümetlerin aldıkları bazı kararlar yoluyla olsun dinlerine, değerlerine, kutsallarına saldırı, hakaret, baskı söz konusu olduğunda, kendi inançlarını ve müslüman kimliklerini korumaya çalışırlar. Bunun için; o toplumdaki ideolojik değil de salt insani hamiyet duygusu ile hareket eden etkili fert ve grupların desteğini alarak yapılan bu haksızlığa, ahlaksızlığa karşı fikri mücadele yoluyla kamuoyunun dikkati çekilmeye çalışılır. Kamuoyu desteği alarak bu saldırıların engellenmesine uğraşılır. Buna imkan yoksa yani gösterdikleri tepkiler kamuoyunun kendi aleyhlerine çevrilmesine yol açıyor ise, o saldırılara aldırmazlar, din ve kimlikleri üzerinde sebat ederler. Karşı tarafa saldırı yapmazlar.
Eğer saldırıların dozacı tahammül sınırlarını aşarsa yani doğrudan mal, can, namusa yönelirse, yapılacak iş, o ülkeyi terk ederek din, mal, can, namusunu koruyabileceğini umduğu bir başka ülkeye hicret etmektir. Yapılması gereken o ülkede saldırganlara karşı maddi çatışma ortamlarına girmek yada terör estirmek değişldir! .. Zira Allahu Teala resulünün şahsında şöyle buyurdu:
“Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu vekil edin. Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. “ (Müzzemmil: 8-10)
“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?) ” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya! ” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve resulüne hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisa: 97-100)
Bu ayetlerin ışığında da anlaşılacağı üzere; halkı müslüman olmayan gayri müslim ülkelerde yaşıyan müslümanlar aslında azınlık konumundadırlar. Onların bu konumları Kur’an’da geçen “mustazaflar” kapsamında değerlendirilirler. İşte onların, dinlerinde fitneye düşürülmek yani inanç ve müslüman kimliklerini kaybetmek yada can, mal, namus güvenliğini kaybetmek durumları ile karşılaştıklarında yapacakları iş, o ülkede kavga yapmak, terör çıkartmak değil de o ülkeden ayrılmaktır. Yani hicret etmektir, terör değil! ...
-İSLAM TOPRAKLARINDA HALKI MÜSLÜMAN ÜLKEKERİN KAFİR DEVLETLERİ TARAFINDAN İŞGAL EDİLMESİ DURUMUNDA NEFSİ MÜDAAFA YÖNTEMİ DE TERÖR DEĞİLDİR
İşgalci kafir devletleri, bir halkı müslüman ülkeyi işgal edince, o ülkede yaşıyan müslümanların o işgalci kafirlere karşı koymaları can, mal, namus, din ve topraklarını savunmaları üzerlerine hem haktır hem de vecibedir. İşgalci güçler tamamen yok edilesiye kadar yada ülkeden atılasıya kadar onlara karşı direnirler. Ancak bunun ötesine gitmezler. İşgalci devletin hakim olduğu ülkelerde sivil halka karşı intikam amaçlı terör eylemleri yapamazlar. Yaptıkları zaman kendileri haddi aşmış ve haksız konuma düşmüş olurlar, zalim olurlar. Allah zalimleri ve haddi aşanları sevmez. Nitekim Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” (Bakara: 194)
SONUÇ
Yukarıda yapılan izahlardan da anlaşılacağı gibi terör hiç bir şekilde İslami bir yöntem değildir.
-Gayri müslimleri İslam’a davet yöntemi terör değildir.
-Müslümanları İslam kurallarına uymaya davet yöntemi de terör değildir.
-İslam hükümlerinin hakim kılınmasının yani İslam devletinin kurulmasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin yeryüzünde İslam Davetini taşımasının yöntemi de terör değildir.
-İslam devletinin ülkesine karşı yapılan saldırıları defetmede de yöntem terör değildir
-Halkı müslüman olmayan ülkelerde yaşıyan müslümanların maruz kalabilecekleri saldırılara karşı koyma yöntemi de terör değildir.
-Halkı müslüman ülkelerin kafir devlet yada devletler tarafından işgal edilmelerine karşı mücadele yöntemi de terör değildir.
AHMED KILICKAYA
www.islamiyontem.net
Toplam 3 mesaj bulundu