Ağır Romantik Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakk ...

  • Ağır Romantik
    Ağır Romantik

    01.11.2007 - 17:10

    Yaşamak cesaret ister, belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yasar, çoğunluğu Oscar Wilde`in dediği gibi yalnızca günü kurtarır, varolmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezilir.
    Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yasam sevinci yaratmak da yürek ister, değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da.
    Sanıldığı gibi insani korkutan dünya, zorluklar, yasam koşulları yada başkaları değildir, insan en çok; kendisinden; korkar.
    Kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker, yasama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir, onun için kaçar yasamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar.
    Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yasama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar.
    Korku kendine acımayı getirir, kendini zavallılaştırmaya baslar yasamdan korktukça, yasamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder.
    Korktukça azalır gücü, korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük dokunuşta acıyla inler, her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük, kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür.
    Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu, kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar, hayatin hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir.
    Sırtında yaşayamadığı hayati önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.
    Kendi duygularıyla kuşatılır, döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına, su yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür, bu yana döndüğünde bir isyanın sevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının farkeder, beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini.
    Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiğinden kıpırdamaz bile, yasama yaklaşabilmek için bir tek adim bile atmaya yetmez cesareti.
    Ona sevinci gösterseniz,; ya sonra; diye sorar, aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklini kurcalayan,; ya sonra öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep ayni soruyu sürükler pesinden; ya sonra.
    Bilinmeyen bir; ya sonra; için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir.
    Ama, ne garip duygularından, yaşanacakların; sonrasından; korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı, yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır,; sonrası umurumda bile değil; deyip yasamla kucak kucağa gelenlerden çok fazla yarayı yasayamadıkları için alırlar.
    Yakınıp dururlar, çektikleri acılardan söz ederler, acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü.
    Yaşamanın cesaret istediğini fark etmezler. Onun için çok az insan yasar, çoğunluk yalnızca gününü kurtarır, yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayati taşır güçsüz omuzlarında.
    Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten, çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavsan gibi bizi hareketsiz bırakan.

    Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar.
    Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir.

    Yaşayamıyorsanız, eğer bu başkalarından dolayı değildir.
    Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerini kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkunuzdur

    YAŞAMAK CESARET iSTER ÇÜNKÜ....

  • Ağır Romantik
    Ağır Romantik

    01.11.2007 - 16:59

    e yazarım ben şimdi!

    adını koymadan yazarım..

    sana sormadan, seni bilmeden, sen gelmeden, tenine sinmeden, kokuna esir olmadan, ismini fısıldamadan, koynuna yazılmadan da yazarım...

    gizine kanmadan, meşkine dolanmadan, kelamım sürçmeden, şarkım bitmeden, kafiye tutmadan, istemeden yazarım...


    e çizersin sen şimdi!

    usul usul çizersin..

    bana sormadan, adımı anmadan, yamacıma sığınmadan, canın yanmadan, karşı koymadan, sevdayı yormadan da çizersin...

    renkler incinmeden, tuval solmadan, gölgeler üşümeden, desenler düşmeden, portreler benzemeden, mezatlar bitmeden çizersin...


    e biz severiz de şimdi!

    geçmişi sile sile severiz..

    bi heves severiz, bi tuhaf severiz.. vuslata hasret, kıyılara çarpa çarpa da severiz.. ölmeden severiz, ağlamadan da.. hata yapmadan, günaha yakın severiz.. zincire vurmadan, vurulmadan da severiz.. hesapsız, formülsüz severiz.. katil olmadan, kadavra olmadan da severiz.. özlemeden, ağrımadan severiz..


    danışıksız da oluruz biz şimdi.. görürsün sen!

    * * *

    e kanarım ben şimdi!

    bi çocuğun elma şekerine kandığı gibi kanarım.. adım gibi, can gibi kanarım.. helalimmiş gibi, benmiş gibi kanarım.. gönüllü gönüllü, bile bile ladese kanarım.. nazarına kanarım, edana kanarım.. kerbelana da kanarım belki..

    e yanarım da ben şimdi!

    harına yanar, közüne eklenirim.. sözüne kanar, yamacına yanaşırım.. ülkene varır, güneşine yanarım.. yangın olur seni de yakarım belki..

    e sorarım ben şimdi!

    notalara, dizelere sorarım.. bebelere, ninelere sorarım.. ona, buna sorarım.. geçmişe, geleceğe sorarım.. şimdiki zamana yorarım herşeyi belki de..

    e şımarırım da ben şimdi!

    var'a, yok'a şımarırım.. gelene, gidene şımarırım.. bilene, bilmeyene şımarırım.. öfkene, sevmene şımarırım.. kalmana, gitmene şımarırım... bi fırsatını bulursam seni de şımartırım belki..

    belli mi olur, buseleniriz de biz şimdi... bak gör!

  • Ağır Romantik
    Ağır Romantik

    31.10.2007 - 19:17

    Mektuptur, yakar


    Yaşamımda bana verilen en güzel şey bu mektuplar.” diyordu Kafka, Milena’ya. Sonra bir ayine başlar gibi okumaya duruyordu onun yazdıklarını. “Okunsun diye yazılmamış bunlar…


    Kişi bu mektupları önüne serer, yüzünü gözünü sürer onlara, sonra da aklını kaçırır… Mektuplarınızı iyice okumadım daha, çevresinde dolandım, ışığın çevresinde dolanan pervaneler gibi… Ben de birkaç kez yandım.” Mektuplar, evet, aklını kaçırtabilir insanın. Çünkü tutkuyla yazılmış her mektup, gider ve bir ateş topu gibi kavurur tutanın ellerini. Kafka’nın Milena’ya, Felicia’ya yazdıkları böyledir.

    Kafka benim mektupçumdur. Onca yazar içinde en yakıcı, sahibinin ruhunu çırılçıplak ortaya seren mektuplar onunkilerdir. Bu özgürlük ve doğallık, gün gelir iş açar yazanın başına. Nitekim Kafka da bir gün Milena’dan umudunu kesecek, muktuplara son verecek hatta ondan gelenlere dönüp bakmayacaktır. Tutkunun ucu gidip nefrete dayanacaktır. Bunu yaşamış ve şöyle demiştir Kafka: “İçimizin korkunç sarsıntılarını kor ortaya mektup yazmak; hortlaklarla bir çeşit alışveriş gibi bir şeydir bu... Mektup yazmak, hortlaklar önünde soyunmak, kendimizi ele vermek demektir.” O ateşli ruh, mektupların aşkı taşıyacağına olan inancını yitirmiştir.

    Kafka böyle der, ama mektuplar bize yeryüzünde upuzun bir aşk medeniyetinin yaşandığını haber verir. Sonlarının ne olduğu bilinmez, hangi çıkmaz sokaklara dalmış, kaç kere kırılıp dağılmış ve nice azap yumaklarına dönüşmüş aşkların izini muktuplardan süreriz. Paul Eluard ile Helena Dimitrivna Diakonova’nın (Gala) aşkını “Gala’ya Mektuplar”dan daha iyi ne anlatabilir? Ve Halil Cibran’ın May Ziyade ile olan o karşılaşmasız aşkı, bütünüyle mektupların eseri değil midir? Cibran ve Ziyade, birbirlerini mektuplarla tanımış ve hiç karşılaşmamışlardır. Mektuplarla tazelenip süren bu aşk, neredeyse yirmi yıl sürer ve ancak Cibran’ın ölümüyle dünyalık sayfasını kapatır. Onlarınki kadar, yalnız ‘yazı’nın ellerinde büyüyen uzun bir aşk görülmemiştir. Kelimeler, pek az zaman böylesine dolu anlamlar taşımıştır iki insan arasında. “Mektupların ne kadar güzel, May, ne kadar hoş. Dağların tepesinden düşlerimin vadisine akan bir nektar nehri gibi...”

    Kafka’yı, Eluard’ı, Cibran’ı yücelttik de bizim Cemil Meriç’i, Bedri Rahmi’yi, Nazım Hikmet’i hatta Kemal Tahir’i unutmamalı. Bedri Rahmi’nin Eren Eyüpoğlu’na, Nazım’ın Piraye’ye mektupları, Kafka’nınkiler kadar olmasa da, bana yakıcı gelmiştir hep. Sevda mektupları hep mahrem bir dünyanın, taşınması en zor emanetin sırlarını açar ve aslında bir azap yumağını getirip bırakırlar avuçlarımıza. Ona dokunmaya, o sırrın perdesini aralamaya hakkımız var mı? Bunu en çok, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın İstanbul’dan, memleketteki dört hanımı Firdevs, Fatma, Belkıs ve Züheyla hanımlara yazdığı mektupları okurken hissettim. Öyle zarif, öyle şeffaf öyle bal tatlısı bir üslupla yazılmış ki bu mektuplar, gözlerinizin bu zarafeti kirletme ihtimalinden korkuyorsunuz. Dört hanımının dördüncüsü Züleyha’ya şöyle sesleniyor hazret: “Ve izzetli, hürmetli, muhabbetli, hakikatli, hatırlı, gönüllü, hizmetli, sabırlı, ma’rifetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nazik elli, ince belli, şirin yıldızlı, has odalığım, oğlum annesi, gönlüm canânesi, inci dânesi, hatunum ve hanım küçük kadın Züleyha Hanım huzuruna...” sanmayın ki yalnız onu övüyor böyle. Herbirine uzunca övgüler sıralıyor.

    Hece dergisi, Mektup Özel Sayısı çıkardı bu ay. Dolu dolu. Mektubun anlamı, tarihi, mektup örnekleri... Ve uzunca bir mektup edebiyatı bibliyografyası. Alınıp saklanmalı. Onu karıştırınca, bir mektup yazısı yazmadan geçemedim. Mektup ve aşk... Mektuplar, kayıp bir çağ gibi açıyor önümüzde aşk medeniyetini. Bize ne kadar uzak? Ya böyle mektuplar yazmaya değecek kadınlar yok çağımızda ya da bunları yazabilecek, bunca yanmayı göze alabilen erkekler... Yahut, o kor ateşi taşıyabilecek kelimelerimiz yok artık. Yoksa hepsi mi?

Toplam 27 mesaj bulundu