Deneme adli cahil adam, öncelikle bu mubarekten bu adam diye bahsetmen terbiyeni belli ediyor. Amacının ne oldugu ne zihniyette oldugun belli. sen Halid bin Velid ra. ın sacının teline kurban ol. İslam tarihini Halid bin Velid ra. öğrenmeden bilmedende cahilce yorum yapma
O, Rasûlullah (s.a.v) ’ın 'sıddîk' lakabıyla taltif ettiği yüce bir ahlaka sahipti. İnsanlarla olan beşerî münasebeti, verdiği söze karşı olan sadakati ve ahde vefası en olağanüstü zamanlarda bile Allah’a ve Rasûlü (s.a.v.) ’ne olan teslimiyetiyle lemlerin Rabbi’nin Habibi’ne dost kıldığı eşsiz bir insandı…
İnsanlara karşı olan şefkat ve merhameti, sahabe-i kiram efendilerimiz arasında da çok iyi bilindiği için bir gün ihtiyaç sahibi biri kapısını çaldı.
- Ya Ebâbekir! Çok zor durumdayım. Son ümit olarak sana geldim. Birinden aldığım ve bugün vermem gereken on iki bin akçe borcum var fakat elimde avucumda bir şeyim yok. Senden yardım istiyorum ne olur bana yardım et, dedi mahcubiyet içinde.
Fakat Hz. Ebubekir (r.a) bütün malını-mülkünü Allah için infak etmiş, kendisine kalan bir tek hırka ile Rabbi’ne yönelmişti.
- Üzerimde bulunan hırkadan başka bir şeyim yok, sana nasıl yardım edebilirim deyince, adam:
-Ya Ebâbekir! Ne olur beni buradan eli boş döndürme, başka kimseden alamadım, ne olur, dedi. Kendisinden yardım isteyen sahabinin yalvarmalarına dayanamayan Hz. Ebûbekir’in aklına Kainatın Efendisi’nin kendisine gelen kimseyi eli boş döndürmediği geldi. Yüce Peygamber (s.a.v.) ’in örnek ahlakıyla ahlaklanan Hz. Ebubekir (r.a) de o sahabiyi çaresiz bırakamazdı. Biraz süre isteyerek tanıdığı zengin bir Yahudi’ye gitti. Yahudi’den on iki bin akçe borç isteyerek, yarın öğleden sonra ödeyeceğini, eğer borcunu ödeyemezse ona köle olacağını söyledi ve, 'Bu durumda beni köle yapar, ister hizmetinde çalıştırırsın, istersen satarsın.' dedi. Her halükârda karlı çıkacağını gören Yahudi istediği parayı verdi. Hz Ebubekir (r.a) parayı alıp da borçlu olan sahabeye verince sevincinden ne yapacağını bilemez bir halde teşekkür ederek yanından ayrıldı.
Ertesi gün Hz. Ebubekir (r.a) borcunu nasıl ödeyeceğini uzun uzun düşündü. Bir çare arıyor ama bir türlü bulamıyordu. O’nu Yahudi’ye köle olmaktan çok Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ’nden ayrılmak üzüyordu, sanki dünyası daralıyordu. Verdiği sözde durmalıydı. Çıkar yol bulamayınca Yahudi’ye köle olmaya karar verdi. Veda etmek üzere kızı Hz. Aişe (r.aha) ’nin yanına geldi ve olanları ona anlattı. Hz. işe (r.anha) ’yi, babasının Yahudi’ye köle olması düşüncesi fazlasıyla rahatsız etti. Ne yapabilirim diye düşünmesine karşın, elinden bir şey gelmiyordu. Hz. Ebubekir (r.a) , 'Hakkını helal et kızım! ' diyerek yanından çıkınca Hz. Aişe (r.anha) ’nin çaresizlik içerisinde mübarek yanağından süzülen gözyaşı yere düşer düşmez o damla, lemlerin Rabbi’nin bir ikramı olarak mücevhere dönüştü.
Hz. Aişe (r.anha) sevinçten yerinden fırlayarak babasına koştu ve, 'Babacığım Rabbimiz yardımımıza yetişti, seni o Yahudi’ye rezil etmeyecek, bunu gözyaşımdan yarattı, onu sat ve borcunu öde.' dedi. Hz. Ebubekir (r.a.) de çok sevinmişti. Mücevheri alarak pazara gitti.
Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz Cebrail (a.s.) ’e:
- 'Ya Cibril! Kulum Ebubekir dünya işinde zorda kaldı. Habibimin zevcesi Aişe’nin gözyaşını mücevhere çevirdim, pazara satmaya gitti. Şimdi bu mücevheri cennet hazinelerinden alacağın iki bin altınla Ebubekir’den satın al. Çünkü o mücevheri arşıma koyup, onun nuruyla mü’min gönülleri aydınlatacağım.' buyurdu.
Cibril-i Emin insan suretine girerek elinde mücevherle pazarda dolaşan Ebubekir’in önüne çıktı.
- Ya Ebubekir! Elindeki mücevheri satıyor musun?
- Evet satıyorum.
- Kaça satarsın?
- On iki bin akçeye satıyorum.
Bunun üzerine Cibril-i Emin:
- 'Ya Ebubekir, elindeki çok değerli bir mücevherdir, bunun karşılığı iki bin altındır.' diyerek ona uzattı. Verilen paraya şaşıran Hz. Ebubekir (r.a) bunun Allah’ımızın bir lütfu olduğunu düşünüp hamd ettikten sonra mücevheri insan suretindeki Cebrail (a.s.) ’e sattı.
Alacağının vakti gelen Yahudi, Hz. Ebubekir (r.a) ’i pazarda görünce yanına gelerek verdiği parayı istedi. Hz. Ebubekir (r.a) altınları Yahudi’ye uzatarak;
- 'Sana borcum olan parayı al.' dedi. Elindeki altınları gören Yahudi;
- 'Burada bana olan borcundan çok daha fazla altın var.' deyince Hz. Ebubekir (r.a):
- 'Bunlar Allah’ımızın bize olan bir ikramıdır, sana veriyorum.' dedi. Yahudi şaşkınlık içinde elindeki paraya bakarken hayretler içerisinde altınların bir tarafında kelime-i tevhidin diğer taraflarında ise ihlas suresinin yazılı olduğunu gördü. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmayan Yahudi heyecandan titremeye başlamıştı. Bunlar insan işi değildi! O anda elindeki altınlarda Yüce yaratıcının bir tecellisinin olduğunu hissetti ve Hz. Ebubekir (r.a) ’e dönerek;
- 'Ya Ebubekir! Hissediyorum ki bu ilahî bir şeydir.' dedi. Bu düşüncenin gönlüne verdiği hidayet nûruyla: 'Anladım ki İslam hak dindir ve Hz. Muhammed hak peygamberdir.' diyerek orada kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu. Elindeki altınları ihtiyaç sahibi insanlara dağıtarak Allah’ı, Rasûlü (s.a.v.) ’nü ve ashabını çok seven güzide bir Müslüman oldu.
Mesih ve Mehdi'nin gelişine inanmamak insanı dinden çıkarır mı? Nüzul-ü Îsa ve zuhur-u Mehdi'ye iman dinin esaslarından mıdır?
Cevap: Mesih ve Mehdi ile alakalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü İsa'ya ve zuhur-u Mehdi'ye inanmak Efendimiz'e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir. Fakat bu mevzu Maturidî ve Eş'arî gibi Ehl-i Sünnet imamlarının eserlerinde işlenmemiş ve ele alınmamıştır. Ayrıca fer'î bir konu olduğundan ve âhad habere dayandığından dolayı bunu inkâr küfre sebeb olmadığı için ilk dönem akaid kitaplarına da yansımamıştır. Bununla birlikte, Şiâ'nın bütün kollarında Mehdilik önemli bir husustur ve Mehdi beklentisi sürekli işlenerek hep canlı tutulur. Şiâ'nın gizli imamı Mehdi'dir. Şiâ'ya göre bu gizlilik mutlaka bir gün sona erecek, yeryüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa uğratılan Ehl-i beytin intikamı alınacaktır.
Evet, bu mevzu mü'minlerin “âmentü” erkânına inandıkları gibi inanmaları gerekli olan meselelerden değildir. Âmentü'de ifade ettiğimiz altı iman esası; Allah'a, Meleklerine, (bütün) kitaplarına, (bütün) peygamberlerine, ahiret gününe (ve ahiret ahvaline) ve kaza-kadere (hayır ve şerrin Allah'dan, O'nun yaratması ve takdiri ile olduğuna) kesin olarak inanmaktır. İmanın rükünleri kabul ettiğimiz bu altı esas arasında hurûc-u Mehdi ve nüzûl-ü Mesih yoktur. Eğer bunlar erkân-ı imaniye ölçüsünde mutlaka inanılması gereken, inanmayanı küfre götüren meseleler türünden olsaydı, bunları da Sahib-i Şeriat erkân-ı imaniye arasında sayardı. Erkân-ı imaniye'nin sayıldığı hadis-i şeriflerde Mehdi ya da Mesih'in zikri yoktur. Yine olsaydı, ehl-i sünnet imamları bunlara da erkân-ı imaniye arasında yer verirlerdi. Fakat, az önce de dediğim gibi ne Maturîdî ne Eş'arî ne de bir başka ehl-i sünnet imamı Mehdi ve Mesih'e imanı erkân-ı imaniyeden biri olarak saymamışlardır. Bu sözüme itiraz edilebilir ve “Evet, mutlak mânâda erkân-ı imaniye içinde yok ama, Kitab'a inanmakla mükellef değil miyiz? Kur'an'da dört ayetin Hz. Mesih'in ineceğine, Mehdi'nin zuhur edeceğine işaret ettiğinden bahsediliyor.” denebilir. Hz. Mesih'in ve Mehdi'nin âdil, muksıt bir insan olacağına, “kıst”ı (insaf, merhamet ve adaleti) temsil edeceğine dair işaretler varsa da bu konuda sarâhat yoktur. Şüphe ve tereddüde meydan vermeden yani sarih bir şekilde ifade edilmediğine göre bu işaretler müteşâbihtir. Müteşabih olunca da, o mevzuda mülahazaya alınabilecek pek çok mânâlar vardır. Bir kelimeyi, bir mefhumu ve bir mantuku ortaya koyduğunuz zaman, o nass ölçüsünde bile olsa, sarih ifade edilmemiş ve bir zahire bağlanmamışsa pek çok ihtimal ve yorumdan herhangi birine mutlak inanmak şart değildir. İşaret edilen, adalet vasfıyla resmi çizilen, fotoğrafı ortaya konan insan, mesela, Ömer bin Abdulaziz de olabilir, Mehdi-i Abbasî de. Öyleyse, Mehdi-i Muntazar çoktan gelip gitmiştir.
Hatta bir başkası, ayet-i kerimelerin ortaya koyduğu fotoğrafın Hz. Fatih'e çok yakıştığını, ona uygun geldiğini söyleyebilir. Fatih'in asıl adı da Muhammed'dir, hadislerin ifade ettiği gibi Efendimiz'in ismine tam uyuyor. Hâkim'in Müstedrek'inde geçen İstanbul'un fethiyle alakalı hadis-i şerifi de nazara alırsanız, zaten Efendimiz'in iltifatına ve övgüsüne de mazhar olmuş bir insan. Dahası denebilir ki, şekli şemâili de Efendimiz'in şemâiline çok benziyor. Soyunun Ehl-i beyt'e dayanmadığını da kimse söyleyemez. Öyleyse, boşuna bir Mehdi-i Muntazar bekliyorsunuz. İşte Fatih; gelmiş, fonksiyonunu eda etmiş; dünyanın, hususiyle Bizans cebri ve zulmüyle inlediği bir dönemde bir sulh, sükun ve huzur devleti tesis etmiş ve adl u kıst ile doldurmuş dünyayı ki bu tam Mehdi'ye göre bir iş. Fakat, biri dese ki, “Ben Fatih'in Mehdi olduğunu kat'iyen kabul etmiyorum.” Bunu söyleyen bir insan yine mü'mindir, dinden çıkmış olmaz; zira onun Mehdiliği te'vile, yoruma açık bir mevzudur ve ona inanmak dinin esaslarından değildir. Bu açıdan günümüzde de bir deli, bir ruh hastası çıksa ve “Ben Mesih'im veya ben Mehdi'yim.” dese, onun bu iddiası bizi hiç ilzam etmez.
Hususiyle de Râfizîler mehdiyet mülahazasını çok canlı tutmakta, 'On iki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş, âhir zamanda çıkacak' demektedirler. Ne gariptir ki, Abbasî'lerin şerrinden kaçtığına ve saklandığına kâil oldukları kurtarıcının âhir zamanda Abbasî fitnesinden daha büyük bir fitnenin olduğu deccaliyet döneminde birden bire zuhur edeceğine, Kaf dağının arkasından çıkıyor gibi çıkacağına inanmaktadırlar. Bu mesele akîde bakımından da sorgulanacak bir husustur: Nasıl gelecek? Gökten mi inecek? Sırr-ı teklif nasıl olacak? Birinin içine girip ondan mı çıkacak? Siz reankarnasyona mı kâilsiniz? Ulûhiyet hakikatini taşıdığına inanıyorsanız, bu mülahazanızla acaba hulûl ve ittihaddan mı bahsediyorsunuz? Bu, usul-ü din açısından münakaşası yapılacak husustur ama onlar öyle inanıyorlar.
Aslında, fevkaladeden bir Heraklit bekleyişi mazlum ve mağdur milletlerin kaderî mülahazaları olmuştur. Hani M. Akif,
“Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mû'tâdı,
Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?
Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı;
Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı
Cihan kanûn-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı!
Ne yaptın? 'Leyse li'l-insâni illâ mâ se'â' vardı.”
der ya; işte, kendi cehd ve gayretleriyle o bîdâdı kaldırma hakikatine kapalı bir kısım tembel ruhlar, miskin ve âciz fıtratlar gökten gelecek böyle bir Heraklit beklemektedirler. Sünnî dünyaya göre de bunun bir hakikati ve Mehdi bekleme temayülü vardır; fakat ehl-i sünnet anlayışına göre ona insan üstü özellikler atfedilmez; toplumu İslâm'a yöneltecek bir yönetici, bir ilim, kalb ve ruh adamı olabileceği ifade edilir.
Hazreti Pîr Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahü Sırrahül Azîz ve Hakîm, velayet burcunun batmayan güneşi, bütün velilerin piri, intisab edenlerin mutluluğa erdiği hidayet sancağı, ebedi saadetleri kendinde toplayan, maddi ve manevi tertemiz bir yolun mensubu ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) soyundan gelen torunudur. Tüm tarikatlar, hikmet ve ilim yolları, kaynağı Hz. Muhammed (s.a.v.) ummanı olan O yüce pınardan beslenmişlerdir.
Yüce vasıflarını dile getirmede kelimelerin güçsüz kaldığı o yüce veli kamil insan, Gavsül Azam, Velayetin Sultanı, Sultanü’l Evliya, Sertacü’l Evliya, Kutbu’r Rabbani, Gavsü’s Samedani gibi yüce sıfatlarla anılır.
Rahman ve Rahim Olan Allah`ın Adıyla
De ki: 'Ey kafirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana. (Kafirun Suresi)
Rahman ve Rahim Olan Allah`ın Adıyla
De ki: 'Ey kafirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana. (Kafirun Suresi)
Lenin ve Stalinin başında bulunduğu SBKP(B) nin önderliğinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların ayağa
kalkalarak dünyada ilk olarak sömürücü sınıfların iktidarına son verip KENDİ SÖMÜRÜ VE KATLİAM DÜZENLERİNİ KURDULAR.
Lenin demek bana ÖLEN ONBİNLERCE KARDEŞ TÜRKÜ ve açlıktan ölen binlerce Rusu hatırlatıyor.
AAAA pardon katliamlarını unuttum sadece 100 binlerce insan katletti,
Stalinin yanında devede kulak.
Peşinden gidenlere acıyorum be. valla yazık.
sonları çok acı ama karararak, kömür gibi adeta azapla öldüler.
Lenin ve Stalinin başında bulunduğu SBKP(B) nin önderliğinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların ayağa kalkarak dünyada ilk olarak sömürücü sınıfların iktidarına son verip KENDİ SÖMÜRÜ VE KATLİAM DÜZENLERİNİ KURDULAR.
Rusya'da ONBİNLERCE İNSANIN tarım ürünleri toplandı AÇLIĞA MAHKUM EDİLDİLER.
NEDENİ İSE Komünizmi benimsememeleridir.
KOMÜNZMİDE AYNI HALT, KAPİTALİZMİDE AYNI
İslam bana ve bize yeter, size de yeter ama nasipse.
Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
ABDÜLBAKİ BİLVANİSİ
28.12.2007 - 01:43Seni seviyoruz gavsı Sani hz.leri (ülkücü Genclik)
abdülkadir geylani
22.06.2007 - 01:23gönüller sultani, Gavs-ı Azam dır..
Halid Bin Velid(r.a)
22.06.2007 - 01:22Deneme adli cahil adam, öncelikle bu mubarekten bu adam diye bahsetmen terbiyeni belli ediyor. Amacının ne oldugu ne zihniyette oldugun belli. sen Halid bin Velid ra. ın sacının teline kurban ol. İslam tarihini Halid bin Velid ra. öğrenmeden bilmedende cahilce yorum yapma
ABDÜLBAKİ BİLVANİSİ
30.01.2006 - 18:29O nurlu bir ışık, sofiler pervanesi...
ABDÜLBAKİ BİLVANİSİ
30.01.2006 - 18:27Gavs-ı Sani....
hz.muhammed
25.01.2006 - 22:13Cihanın gözbebeği, Evrenin efendisidir....
allah (c.c)
22.01.2006 - 14:44azze ve celle....
hz.ebubekir
20.01.2006 - 10:34Sadakat Güneşi....
allah (c.c)
20.01.2006 - 10:33La ilahe illallah Muhammedun Resulullah.
allah (c.c)
20.01.2006 - 10:32Varlık sebebimiz, ona şükürler olsun... ama yetmez ki ne kadar şükretsek...
Canımız kanımız sana feda Ey Alemleri yaratan Aziz Rabbim.
hz.ebubekir
02.01.2006 - 17:15ARŞ’I SÜSLEYEN MÜCEVHER
Yazar: Kıssadan Hisse
O, Rasûlullah (s.a.v) ’ın 'sıddîk' lakabıyla taltif ettiği yüce bir ahlaka sahipti. İnsanlarla olan beşerî münasebeti, verdiği söze karşı olan sadakati ve ahde vefası en olağanüstü zamanlarda bile Allah’a ve Rasûlü (s.a.v.) ’ne olan teslimiyetiyle lemlerin Rabbi’nin Habibi’ne dost kıldığı eşsiz bir insandı…
İnsanlara karşı olan şefkat ve merhameti, sahabe-i kiram efendilerimiz arasında da çok iyi bilindiği için bir gün ihtiyaç sahibi biri kapısını çaldı.
- Ya Ebâbekir! Çok zor durumdayım. Son ümit olarak sana geldim. Birinden aldığım ve bugün vermem gereken on iki bin akçe borcum var fakat elimde avucumda bir şeyim yok. Senden yardım istiyorum ne olur bana yardım et, dedi mahcubiyet içinde.
Fakat Hz. Ebubekir (r.a) bütün malını-mülkünü Allah için infak etmiş, kendisine kalan bir tek hırka ile Rabbi’ne yönelmişti.
- Üzerimde bulunan hırkadan başka bir şeyim yok, sana nasıl yardım edebilirim deyince, adam:
-Ya Ebâbekir! Ne olur beni buradan eli boş döndürme, başka kimseden alamadım, ne olur, dedi. Kendisinden yardım isteyen sahabinin yalvarmalarına dayanamayan Hz. Ebûbekir’in aklına Kainatın Efendisi’nin kendisine gelen kimseyi eli boş döndürmediği geldi. Yüce Peygamber (s.a.v.) ’in örnek ahlakıyla ahlaklanan Hz. Ebubekir (r.a) de o sahabiyi çaresiz bırakamazdı. Biraz süre isteyerek tanıdığı zengin bir Yahudi’ye gitti. Yahudi’den on iki bin akçe borç isteyerek, yarın öğleden sonra ödeyeceğini, eğer borcunu ödeyemezse ona köle olacağını söyledi ve, 'Bu durumda beni köle yapar, ister hizmetinde çalıştırırsın, istersen satarsın.' dedi. Her halükârda karlı çıkacağını gören Yahudi istediği parayı verdi. Hz Ebubekir (r.a) parayı alıp da borçlu olan sahabeye verince sevincinden ne yapacağını bilemez bir halde teşekkür ederek yanından ayrıldı.
Ertesi gün Hz. Ebubekir (r.a) borcunu nasıl ödeyeceğini uzun uzun düşündü. Bir çare arıyor ama bir türlü bulamıyordu. O’nu Yahudi’ye köle olmaktan çok Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ’nden ayrılmak üzüyordu, sanki dünyası daralıyordu. Verdiği sözde durmalıydı. Çıkar yol bulamayınca Yahudi’ye köle olmaya karar verdi. Veda etmek üzere kızı Hz. Aişe (r.aha) ’nin yanına geldi ve olanları ona anlattı. Hz. işe (r.anha) ’yi, babasının Yahudi’ye köle olması düşüncesi fazlasıyla rahatsız etti. Ne yapabilirim diye düşünmesine karşın, elinden bir şey gelmiyordu. Hz. Ebubekir (r.a) , 'Hakkını helal et kızım! ' diyerek yanından çıkınca Hz. Aişe (r.anha) ’nin çaresizlik içerisinde mübarek yanağından süzülen gözyaşı yere düşer düşmez o damla, lemlerin Rabbi’nin bir ikramı olarak mücevhere dönüştü.
Hz. Aişe (r.anha) sevinçten yerinden fırlayarak babasına koştu ve, 'Babacığım Rabbimiz yardımımıza yetişti, seni o Yahudi’ye rezil etmeyecek, bunu gözyaşımdan yarattı, onu sat ve borcunu öde.' dedi. Hz. Ebubekir (r.a.) de çok sevinmişti. Mücevheri alarak pazara gitti.
Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz Cebrail (a.s.) ’e:
- 'Ya Cibril! Kulum Ebubekir dünya işinde zorda kaldı. Habibimin zevcesi Aişe’nin gözyaşını mücevhere çevirdim, pazara satmaya gitti. Şimdi bu mücevheri cennet hazinelerinden alacağın iki bin altınla Ebubekir’den satın al. Çünkü o mücevheri arşıma koyup, onun nuruyla mü’min gönülleri aydınlatacağım.' buyurdu.
Cibril-i Emin insan suretine girerek elinde mücevherle pazarda dolaşan Ebubekir’in önüne çıktı.
- Ya Ebubekir! Elindeki mücevheri satıyor musun?
- Evet satıyorum.
- Kaça satarsın?
- On iki bin akçeye satıyorum.
Bunun üzerine Cibril-i Emin:
- 'Ya Ebubekir, elindeki çok değerli bir mücevherdir, bunun karşılığı iki bin altındır.' diyerek ona uzattı. Verilen paraya şaşıran Hz. Ebubekir (r.a) bunun Allah’ımızın bir lütfu olduğunu düşünüp hamd ettikten sonra mücevheri insan suretindeki Cebrail (a.s.) ’e sattı.
Alacağının vakti gelen Yahudi, Hz. Ebubekir (r.a) ’i pazarda görünce yanına gelerek verdiği parayı istedi. Hz. Ebubekir (r.a) altınları Yahudi’ye uzatarak;
- 'Sana borcum olan parayı al.' dedi. Elindeki altınları gören Yahudi;
- 'Burada bana olan borcundan çok daha fazla altın var.' deyince Hz. Ebubekir (r.a):
- 'Bunlar Allah’ımızın bize olan bir ikramıdır, sana veriyorum.' dedi. Yahudi şaşkınlık içinde elindeki paraya bakarken hayretler içerisinde altınların bir tarafında kelime-i tevhidin diğer taraflarında ise ihlas suresinin yazılı olduğunu gördü. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmayan Yahudi heyecandan titremeye başlamıştı. Bunlar insan işi değildi! O anda elindeki altınlarda Yüce yaratıcının bir tecellisinin olduğunu hissetti ve Hz. Ebubekir (r.a) ’e dönerek;
- 'Ya Ebubekir! Hissediyorum ki bu ilahî bir şeydir.' dedi. Bu düşüncenin gönlüne verdiği hidayet nûruyla: 'Anladım ki İslam hak dindir ve Hz. Muhammed hak peygamberdir.' diyerek orada kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu. Elindeki altınları ihtiyaç sahibi insanlara dağıtarak Allah’ı, Rasûlü (s.a.v.) ’nü ve ashabını çok seven güzide bir Müslüman oldu.
imam-ı gazali
31.12.2005 - 17:27Büyük bir alim ve Allah dostu...
mehdi
31.12.2005 - 16:27Mesih ve Mehdi'nin gelişine inanmamak insanı dinden çıkarır mı? Nüzul-ü Îsa ve zuhur-u Mehdi'ye iman dinin esaslarından mıdır?
Cevap: Mesih ve Mehdi ile alakalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü İsa'ya ve zuhur-u Mehdi'ye inanmak Efendimiz'e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir. Fakat bu mevzu Maturidî ve Eş'arî gibi Ehl-i Sünnet imamlarının eserlerinde işlenmemiş ve ele alınmamıştır. Ayrıca fer'î bir konu olduğundan ve âhad habere dayandığından dolayı bunu inkâr küfre sebeb olmadığı için ilk dönem akaid kitaplarına da yansımamıştır. Bununla birlikte, Şiâ'nın bütün kollarında Mehdilik önemli bir husustur ve Mehdi beklentisi sürekli işlenerek hep canlı tutulur. Şiâ'nın gizli imamı Mehdi'dir. Şiâ'ya göre bu gizlilik mutlaka bir gün sona erecek, yeryüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa uğratılan Ehl-i beytin intikamı alınacaktır.
Evet, bu mevzu mü'minlerin “âmentü” erkânına inandıkları gibi inanmaları gerekli olan meselelerden değildir. Âmentü'de ifade ettiğimiz altı iman esası; Allah'a, Meleklerine, (bütün) kitaplarına, (bütün) peygamberlerine, ahiret gününe (ve ahiret ahvaline) ve kaza-kadere (hayır ve şerrin Allah'dan, O'nun yaratması ve takdiri ile olduğuna) kesin olarak inanmaktır. İmanın rükünleri kabul ettiğimiz bu altı esas arasında hurûc-u Mehdi ve nüzûl-ü Mesih yoktur. Eğer bunlar erkân-ı imaniye ölçüsünde mutlaka inanılması gereken, inanmayanı küfre götüren meseleler türünden olsaydı, bunları da Sahib-i Şeriat erkân-ı imaniye arasında sayardı. Erkân-ı imaniye'nin sayıldığı hadis-i şeriflerde Mehdi ya da Mesih'in zikri yoktur. Yine olsaydı, ehl-i sünnet imamları bunlara da erkân-ı imaniye arasında yer verirlerdi. Fakat, az önce de dediğim gibi ne Maturîdî ne Eş'arî ne de bir başka ehl-i sünnet imamı Mehdi ve Mesih'e imanı erkân-ı imaniyeden biri olarak saymamışlardır. Bu sözüme itiraz edilebilir ve “Evet, mutlak mânâda erkân-ı imaniye içinde yok ama, Kitab'a inanmakla mükellef değil miyiz? Kur'an'da dört ayetin Hz. Mesih'in ineceğine, Mehdi'nin zuhur edeceğine işaret ettiğinden bahsediliyor.” denebilir. Hz. Mesih'in ve Mehdi'nin âdil, muksıt bir insan olacağına, “kıst”ı (insaf, merhamet ve adaleti) temsil edeceğine dair işaretler varsa da bu konuda sarâhat yoktur. Şüphe ve tereddüde meydan vermeden yani sarih bir şekilde ifade edilmediğine göre bu işaretler müteşâbihtir. Müteşabih olunca da, o mevzuda mülahazaya alınabilecek pek çok mânâlar vardır. Bir kelimeyi, bir mefhumu ve bir mantuku ortaya koyduğunuz zaman, o nass ölçüsünde bile olsa, sarih ifade edilmemiş ve bir zahire bağlanmamışsa pek çok ihtimal ve yorumdan herhangi birine mutlak inanmak şart değildir. İşaret edilen, adalet vasfıyla resmi çizilen, fotoğrafı ortaya konan insan, mesela, Ömer bin Abdulaziz de olabilir, Mehdi-i Abbasî de. Öyleyse, Mehdi-i Muntazar çoktan gelip gitmiştir.
Hatta bir başkası, ayet-i kerimelerin ortaya koyduğu fotoğrafın Hz. Fatih'e çok yakıştığını, ona uygun geldiğini söyleyebilir. Fatih'in asıl adı da Muhammed'dir, hadislerin ifade ettiği gibi Efendimiz'in ismine tam uyuyor. Hâkim'in Müstedrek'inde geçen İstanbul'un fethiyle alakalı hadis-i şerifi de nazara alırsanız, zaten Efendimiz'in iltifatına ve övgüsüne de mazhar olmuş bir insan. Dahası denebilir ki, şekli şemâili de Efendimiz'in şemâiline çok benziyor. Soyunun Ehl-i beyt'e dayanmadığını da kimse söyleyemez. Öyleyse, boşuna bir Mehdi-i Muntazar bekliyorsunuz. İşte Fatih; gelmiş, fonksiyonunu eda etmiş; dünyanın, hususiyle Bizans cebri ve zulmüyle inlediği bir dönemde bir sulh, sükun ve huzur devleti tesis etmiş ve adl u kıst ile doldurmuş dünyayı ki bu tam Mehdi'ye göre bir iş. Fakat, biri dese ki, “Ben Fatih'in Mehdi olduğunu kat'iyen kabul etmiyorum.” Bunu söyleyen bir insan yine mü'mindir, dinden çıkmış olmaz; zira onun Mehdiliği te'vile, yoruma açık bir mevzudur ve ona inanmak dinin esaslarından değildir. Bu açıdan günümüzde de bir deli, bir ruh hastası çıksa ve “Ben Mesih'im veya ben Mehdi'yim.” dese, onun bu iddiası bizi hiç ilzam etmez.
mehdi
31.12.2005 - 16:25Hususiyle de Râfizîler mehdiyet mülahazasını çok canlı tutmakta, 'On iki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş, âhir zamanda çıkacak' demektedirler. Ne gariptir ki, Abbasî'lerin şerrinden kaçtığına ve saklandığına kâil oldukları kurtarıcının âhir zamanda Abbasî fitnesinden daha büyük bir fitnenin olduğu deccaliyet döneminde birden bire zuhur edeceğine, Kaf dağının arkasından çıkıyor gibi çıkacağına inanmaktadırlar. Bu mesele akîde bakımından da sorgulanacak bir husustur: Nasıl gelecek? Gökten mi inecek? Sırr-ı teklif nasıl olacak? Birinin içine girip ondan mı çıkacak? Siz reankarnasyona mı kâilsiniz? Ulûhiyet hakikatini taşıdığına inanıyorsanız, bu mülahazanızla acaba hulûl ve ittihaddan mı bahsediyorsunuz? Bu, usul-ü din açısından münakaşası yapılacak husustur ama onlar öyle inanıyorlar.
Aslında, fevkaladeden bir Heraklit bekleyişi mazlum ve mağdur milletlerin kaderî mülahazaları olmuştur. Hani M. Akif,
“Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mû'tâdı,
Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?
Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı;
Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı
Cihan kanûn-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı!
Ne yaptın? 'Leyse li'l-insâni illâ mâ se'â' vardı.”
der ya; işte, kendi cehd ve gayretleriyle o bîdâdı kaldırma hakikatine kapalı bir kısım tembel ruhlar, miskin ve âciz fıtratlar gökten gelecek böyle bir Heraklit beklemektedirler. Sünnî dünyaya göre de bunun bir hakikati ve Mehdi bekleme temayülü vardır; fakat ehl-i sünnet anlayışına göre ona insan üstü özellikler atfedilmez; toplumu İslâm'a yöneltecek bir yönetici, bir ilim, kalb ve ruh adamı olabileceği ifade edilir.
hz.muhammed
28.12.2005 - 19:26Şah-ı Resul
Son Resul
Evrenin efendisi
2 Cihan Gülü
Allah'ın Sevgilisi
Benim sevgilim......Şaçının Teline Kurbanız Ya Resullullah (sav)
abdülkadir geylani
28.12.2005 - 18:57Gavsül Azam, Velayetin Sultanı, Sultanü’l Evliya, Sertacü’l Evliya, Kutbu’r Rabbani, Gavsü’s Samedani
abdülkadir geylani
28.12.2005 - 18:56Hazreti Pîr Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahü Sırrahül Azîz ve Hakîm, velayet burcunun batmayan güneşi, bütün velilerin piri, intisab edenlerin mutluluğa erdiği hidayet sancağı, ebedi saadetleri kendinde toplayan, maddi ve manevi tertemiz bir yolun mensubu ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) soyundan gelen torunudur. Tüm tarikatlar, hikmet ve ilim yolları, kaynağı Hz. Muhammed (s.a.v.) ummanı olan O yüce pınardan beslenmişlerdir.
Yüce vasıflarını dile getirmede kelimelerin güçsüz kaldığı o yüce veli kamil insan, Gavsül Azam, Velayetin Sultanı, Sultanü’l Evliya, Sertacü’l Evliya, Kutbu’r Rabbani, Gavsü’s Samedani gibi yüce sıfatlarla anılır.
joseph stalin
22.12.2005 - 19:21Rahman ve Rahim Olan Allah`ın Adıyla
De ki: 'Ey kafirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana. (Kafirun Suresi)
lenin
22.12.2005 - 19:18Rahman ve Rahim Olan Allah`ın Adıyla
De ki: 'Ey kafirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana. (Kafirun Suresi)
lenin
22.12.2005 - 19:14Lenin ve Stalinin başında bulunduğu SBKP(B) nin önderliğinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların ayağa
kalkalarak dünyada ilk olarak sömürücü sınıfların iktidarına son verip KENDİ SÖMÜRÜ VE KATLİAM DÜZENLERİNİ KURDULAR.
Lenin demek bana ÖLEN ONBİNLERCE KARDEŞ TÜRKÜ ve açlıktan ölen binlerce Rusu hatırlatıyor.
AAAA pardon katliamlarını unuttum sadece 100 binlerce insan katletti,
Stalinin yanında devede kulak.
Peşinden gidenlere acıyorum be. valla yazık.
sonları çok acı ama karararak, kömür gibi adeta azapla öldüler.
joseph stalin
22.12.2005 - 19:11Lenin ve Stalinin başında bulunduğu SBKP(B) nin önderliğinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların ayağa kalkarak dünyada ilk olarak sömürücü sınıfların iktidarına son verip KENDİ SÖMÜRÜ VE KATLİAM DÜZENLERİNİ KURDULAR.
Rusya'da ONBİNLERCE İNSANIN tarım ürünleri toplandı AÇLIĞA MAHKUM EDİLDİLER.
NEDENİ İSE Komünizmi benimsememeleridir.
KOMÜNZMİDE AYNI HALT, KAPİTALİZMİDE AYNI
İslam bana ve bize yeter, size de yeter ama nasipse.
nakşibendi
22.12.2005 - 19:05Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
ASIR ASIR, GÖBEK GÖBEK GELENLER BİRBİRİNDEN ÖĞRENEREK GELDİLER.
kaynak: Gunyetut Talibun- ABDÜLKADİR GEYLANİ (R.A)
Nakşibendi Tarikatı
22.12.2005 - 19:04Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
ASIR ASIR, GÖBEK GÖBEK GELENLER BİRBİRİNDEN ÖĞRENEREK GELDİLER.
kaynak: Gunyetut Talibun- ABDÜLKADİR GEYLANİ (R.A)
hz.muhammed
22.12.2005 - 19:03Peygamberlerden herbir peygamberin yoluna gidip, hidayetine tabi olduğu bir arkadaşı olmuştur. Kendisini izleyen, dinine giren ve halifesi olan biri bulunmuş ve yerine geçmiştir. Tabi istisnalar olmuştur. Hz.Muhammed sav. ve Hz.İbrahim(a.s) gibi.
Hz.Peygamber bir keresinde, 'Cebrail (a.s.) bana misvak kullanmayı tavsiye etti.Nerede ise farz olacaktı.Cebrail bana kabenin yanında iki kere namaz kıldırdı...' buyurmuştur.
Sahabe dahi öğreneceğini Resulullah'tan (SAV) ,
Tabiin dahi öğreneceğini Sahabe-i Kiram'dan,
Tabiine uyanlar dahi öğreneceklerini Tabiinden öğrenmişlerdir.
ASIR ASIR, GÖBEK GÖBEK GELENLER BİRBİRİNDEN ÖĞRENEREK GELDİLER.
kaynak: Gunyetut Talibun- ABDÜLKADİR GEYLANİ (R.A)
Toplam 99 mesaj bulundu