Daha önceden Yureklis'i açtığığı 'En Çok Tıklananlar' terimi silindiğinden, Yureklis yazdığından sonra yazdığımı buraya aktarıyorum:
13.03.2003,19: 25: 00:
'ama tv ve yayın organlarının yaptığı gibi yüksek reyting almak istiyorsan halkın kilit noktalarına hafif vuruşlar yapmalısın.. ' Yureklis
Yureklis'in yazdıkları bana Orhan Pamuk ve Temel arasında geçen bir fıkrayı çağrıştırdı, biraz ayıp bir fıkra ama konun daha iyi anlaşılması için uygunluğu size kalmış... umarım bir terbiyesizlik de bulun muyorumdur?
'Temel bir gün bir kitap yazmaya karar verir ve hemen Orhan Pamuk'a koşar 'Sevgili üstat, ben bir kitap yazmaya karar verdim ama çok satsın istiyorum ne yapmalıyım? ' der. Pamuk, bak Temel Türkiye'de tutan üç şey vardır. Birincisi seks, ikincisi asalet, sonuncusu da de gizem. Sen kitaba bunları içeren bir başlık koyarsan kitabın en az on bin satar. Temel hemen başlamış kitabi yazmaya,3 ay sonra geri gelmiş. Orhan Pamuk kitabın adını sormuş, temel de, 'Kontesi kim becerdi? ' demiş. Orhan 'Afferim, çok güzel olmuş, kontes ile asaleti, becermekle seksi vurgulamışsın, kim de gizemle ilgili. Ama sana söylemeyi unuttuğum bir şey daha var. Bu başlığa bir de din katabilirsen en çok satanlar listesine tepeden girersin. Temel yine çıkmış ve kitabı değiştirmeye başlamış. Bir ay sonra tekrar geri gelmiş. Orhan Pamuk kitabın adını sorunca Temel: 'Allah Allah, kontesi kim becerdi? ' '
Yukardaki fıkrada olduğu gibi nedirde de çoğu zaman seks ve bununla ilgili konular en çok tıklananlar arasında. Hele bundan dolayı dinle ilgili konuların aynı listede oluşunu eleştirenler ve hatta bundan dolayı nedirden ayrılanlar bile oldu.
Bir bakıma daha çok insan çekmesi yönünden pozitifken, bir bakımdan da sayfanın ciddiyetini bozmasından negatif olması insanı çelişki de bırakıyor...
Bu konulardaki yazılar eninde sonunda etrafımızda yaşanan olayları yansıtıyor. Eninde sonunda herkesin yazdığı bir şekilde birisini rahatsız ediyor. Tabi bu konuyu açmam lafı uzatacak ama kısaca eğer rahatsız ediyorsa yargılayacağimıza daha fazla uğraşarmamız daha doğru olur. Eninde sonunda burada yazıyorsak bu sorumluluğu da düşünmemiz gerekir. Yok 'ahırda serenat yapılmaz' deyip bırakırsak ugraşıyı başka ahırlara gitmekten başka bir şey yapmayız.
Başlığın konusu dışına çıkmak istemem ama layların bir de manevi daha doğrusu vicdani tarafını kanımca gösterecek gerçeği bir yazıyla aktarmak istiyorum:
Yeltsin, tankların üzerine çıktığında, tankların etrafındaki Rus askerleri hiçbir şey yapmamışlardı.. Tienanmen Meydanı'nda tankları durduran eli poşetli adamı, Çin tankları ezmemişti...
Çünkü hem Rus askerlerinin, hem de Çin askerlerinin son tahlilde bir vicdanı vardı...
Yeltsin, tankın üzerine çıkarak cesaretini gösterdi tamam ama bir de ona dokunmayan, dokunamayan Rus askerinin vicdanı var hesaba katılması gereken... Tienanmen Meydanı'nda tankların önüne çıkan genç adamın cesareti
tarihe geçmeli, tamam ama, tankı onun üzerine sürmeyen Çinli'yi de unutmamalıyız...
****
Peki ya buldozeri kullanan İsrail askeri? Bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür ki, buldozeri genç bir kadının üzerinden iki kez geçiriyor. Bu nasıl bir vicdansızlıktır ki, kadının genç olması, Amerikalı olması, bağırması, ağlaması hiçbir etki yapmıyor... Bir filmde rastlasak, gözümüzü çevirir, bakamayız... Ama o, uyguluyor!
İsrail buldozerinin üzerinden iki kez geçmesiyle öldürülen 23 yaşındaki Amerikalı Rachel Corrie'nin annesine yazdığı mektuplar, dünkü gazetelerde yayınlandı... Rachel, o mektuplarda en çok bir sözcüğün altını çiziyor Vicdan... 'Amerika'ya dönemem vicdanım rahat etmez' diyor. 'Burada gördüklerim vicdanımı sızlatıyor' diyor.
O mektuplarda okuduğum bir cümle ise, Rus askerinde olan, Çin askerinde olan ama İsrail askerinde olmayan şeyi açıklamaya yetiyor... Rachel, annesine
şunu yazıyor 'Burada olup bitenleri gördükten sonra insana olan inancımı yitirdim..' Haklıymışsın Rachel.. Biz de insana olan inancımızı yitirdik....
Buldozer asıl Amerika'yı ezdi Saatlerce konuşsak anlatamazdık... Ama Rachel, ölümüyle anlatmayı başardı...
Rachel'in buldozerle ezilerek öldürülmesi, Amerika'nın iki yüzlülüğünü en çarpıcı ve dramatik şekilde ortaya koydu...
Amerika, kendi ülkesinden çıkan 23 yaşındaki cesur ve vicdanlı kızın verdiği canla sarsıldı..
Bakmayın siz Amerikan yönetiminin olaya doğru dürüst tepki göstermemesine. Amerikan basınının olayı es geçmesine de takılmayın... Amerika, tam da 'teröre karşı haklı savaş' adı altında Bağdat'ın üzerine bomba yağdırmak için saatleri sayarken, bir buldozerin üzerinden geçtiğini aslında bal gibi
fark etti...
Şimdi vicdanı olan herkes şu soruyu soruyor Amerika'ya 'Madem amacın devlet terörünü yok etmek, İsrail'e neden sesini çıkarmıyorsun?
Hz. Mevlan'nın, biricik oğlu Sultan veled'e etmiş olduğu bugünde tazeliğini muhafaza etmekte olan öğütleri, onun tanıtmaya çalıştığımız şahsiyetinin özü, özetidir; hudutsuz çerçevesidir.
Mevlana, oğluna der ki:
'Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol!
İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için, dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.'
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin! Senin düşmanını sevmeni, düşmanında seni sevmesini istemen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur; Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
Allah'ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah buyurdu ki: Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın. Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah'ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur. Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır, soğuk olunca ekmek almaz.'
(Öğüt başlığının altına koymuştum ama başlık silindiğinden bu başlık altına aktardım)
ama gübresi bol olan yerde neden yetişmesin :) pislik deyip geçememk lazım, insanların çüplük ya da pislik dediği yerden çıkmıştır çoğu pırlantalar... belki psiliğin içinde kokusu duyulmaz ama altın çamura düşsede altın altındır...
ama özellikle pislikte yetişen çicekse başka yerde yeşerir mi o tartışılır.
Halk dilinde Veysel Karani olarak anılan tasavvuf büyüğünün asıl adı Üveys’dir. Nitekim onun yolunda olanlara mensubiyet ifadesi bakımından Üveysi denir.
Üveysi Tarzı: Veysel Karani Hazretleri gibi, kalbi bağlılık ve muhabbetle yaşayan, gaybi ve kalbli bir sürette vasıtasız manevi feyz, ilham almak suretiyele...
Muhterem Müslümanlar!
İnsanoğlu dünya hayatında ebedi değildir. Bütün canlılar gibi insan da fani bir varlıktır. Bu sebeple kendisine bahşedilen ömrünü ölçülü kullanmak zorundadır. Ömür sermayesini hayırlı yerlere harcamalı ki, iyi bir sonuç elde edebilsin. İnsan, bu dünya hayatında ne ekerse ahiret hayatında onu biçer. Yüce Dinimiz, dünya ile ahiret arasında sağlam bir denge kurmuş, helal ölçüler içerisinde çalışmayı ibadet saymıştır. Cenab-ı Hakk'ın sonsuz nimetlerine mazhar olan insanın mutluluğu, din ve dünya işlerini gereği gibi yerine getirme şartına bağlıdır. Din ile dünyanın varlığı insanın mutluluğu içindir. İnsan bunlardan birine değer verir, diğerini ihmal ederse, ebedi mutluluğu elde edemez. Dünya ahiretin kazanılması için bir imkandır, bir servettir. Kıymeti iyi bilinmelidir.
Aziz Mü'minler!
İnsan, üstün bir yaratılışa sahiptir. İnsanın dışındaki bütün varlıklar onun hizmetindedir. İnsan kendine verilen nimetlerin kıymetini bilmeli, onlardan gereği gibi faydalanmanın yollarını aramalıdır. Yüce Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde; 'Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk eden değildir. Bilakis, sizin en hayırlınız her ikisinden de nasibini alandır'(1) buyurmuştur.
Değerli Mü'minler!
Unutmayalım ki, insanoğlu sadece yemek, içmek ve şehevi hislerini tatmin etmek için yaratılmamıştır. O, bir yandan dünya nimetlerinden faydalanırken; diğer yandan da Allah'a karşı kulluk görevlerini tam olarak yapmak için yaratılmıştır.
Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de: 'Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım'(2) buyurmaktadır.
Dinimiz, faydalı ve iyi olan her konuda çalışmayı, dünya nimetlerinden faydalanmayı, çalışıp zengin olmayı, ihtiyacı olanlara vermeyi, yaptığı iyilikleri gösterişten uzak yapmayı emretmektedir.
Dünya işleri ile meşgul olurken ahiret hayatını unutmamayı tavsiye etmekte, ebedi olan ahiret hayatını kazanmanın yollarını göstermekte, dünya ve ahiret dengesini en iyi bir şekilde kurmaktadır. Önemli olan bu dengeyi korumak, dünyada iken ahireti kazanmak, böylece her iki cihanda da mutluluğa kavuşmaktır.
Hutbemizi ayet mealleriyle bitirelim. 'Allah'ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasibini unutma' (3)
ÒEy Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem'in azabından koru.Ó (4)
-
1- Keşfu'l-Hafâ, c.2, s.220.
2-Tûr,56.
3-El-Kasas,77.
4-Bakara,201.
Çocuklara sevgi ve şefkatle muamele etmek, kadınlara karşı iyi davranmak İslam'ın önemle tavsiye ettiği ahlak ilkelerindendir, Hz. Muhammed (A.S.) şöyle buyuruyor.
'Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizi saymayan bizden değildir.'
'Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi davranananızdır.'
ÇALIŞMAK
Çalışıp kazanmak dinin emridir. Tembellik, müslümana yakışmayan bir davranıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
'Dünyadaki nasibini de unutma.' (Kasas Suresi, ayet: 77)
İyi müslüman, hem dünya hem de ahiret için çalışan kimsedir. Bu konuda Hz. Muhammed (A.S.) buyuruyor ki:
'Sizin hayırlınız; dünyası için ahiretini terketmeyen, ahireti için de dünyasını terketmeyip her ikisi için çalışan ve başkalarına yük olmayandır '
Konu Allah’ın işitmesi., İnşallah, Allah bilir, Selamın Aleyküm, Allah her şeyi görür gibi günlük hayatımızda kullandığımız, sanki birisi hapşırdığında otomatikman söylediğimiz çok yaşa gibi dilimize yerleşen bu kısa cümlelerle ilgili ne kadar çok şey anlatabiliriz ki?
Herkez bilir Allah her şeyi işitiğini? Belki anca bir olayda sinirlendiğimizde karşımızdakine üstüne basarak ‘’Bak Allah işitiyor! ! ! ’’ diye söyleriz. Monotonlaşan hayatta kullandığımız bu cümlenin politika, spor, arabalar, cep telefonları gibi konuşulacak konuların yanında çekiciliği nedir ki?
Kuran’da insana çekici gelen çok konu vardır. Mesala 19 sayısı, cinler, ruhlar gibi. Tekamülümüze o kadar çok etki etmiyecek konuları tartışmak insana daha cazip gelir ki Allah’n işitmesi konusunda neler söylenebilir ki?
Allah Her Şeyi İşitir! Her Şeyi! Birisyle konuşuken kafamızdan geçenleri, gizlice konuştuklarımızı, söylediklerimizi, fısıldadıklarımızı, düşündüklerimizi, gönlümüzden geçirdiklerimizi, ve 24 saat içersinde neler yapıyorsak hepsini işeten bir varlık… Esasında ne korkutucu bir düşünce di mi? Fakat ölüm gibi alışmışız ve normal hayat akışında unutulan bir olay!
Bugün yaptıklarınızı iyice düşünün, özellikle konuştuklarınızı ve düşündüklerinizi… İyice düşünün ki onları dinleyen birisi olmasın, tabir yerindeyse yerin bile kulağı olmasın? Öyle ki sizin şu anda ‘bugün ne yaptığınızı düşünürken’ bile unuttuklarınızı bilen bir güç var. Hala kafanız yere eğilmemiş, kendinizden eminseniz şunu bilin ki bugün gerçekten sizi konuştularınızı, düşündüklerinizi hatta gönlünüzden geçirdiklerinizi işiten, size bunların hesabını sormasın… Esasında ne kadar utandırıcı; 'Yer yarılsa da yerin dibine girseydim şunları şunları söylemeseydim, aklıma gelmeseydi! ' der dediğinizi ben bile duyar gibiyim!
Allah’ın işitmesi hakkında onlarca ayet varken bir kaç yerde geçen 19 sayısı üzerine TV’de programlar ve şovlar yapıldı, kitaplar, mekalerler ve tezler yazıldı… Ekonomik krizdeyken insanlar haftalarca medyadan bu konuyla meşgul oldular. Fakat yalanı, dedikoduyu, art niyeti gibi sorunları engelleyecek hatta Allah’ın işitme sıfatı olan Semi kelimesiyle ilgli kaç tane yazı, kaç tane program bulabiliriz?
Bizi tekamülümüzde ilerletecek bu cümle çevremizi çepeçevre sarmıştır ki yaptığınız en küçük günahı ve sevabı anında işiten güce sahip bir sistemdir.
Genelde Türklerin genel dini tarihinde ortak bir nokta olan 'yüce Tanrı' inancı Gök Türklerde de TENGRİ veya 'TÜRÜK TENGRİSİ' olarak kendini göstermektedir. Gerçi Gök Türklerin önceden Budizme ilgi göstermeleri önemli bir hadisedir. Ancak Gök Türkler, hiçbir zaman Budizmi sürekli din olarak kabul etmemişlerdir. Hatta Bilge Kağan'ın Budizme gösterdiği ilgiyi, veziri Tonyukuk, mahirane ve alimane bir deha ile durdurmuştur. Tonyukuk'un, Bilge Kağan'a ileri sürdüğü engel, Budizm gibi tevazuyu ve alçak gönüllülüğü temsil eden bir dinin, Türkler gibi savaşçı bir milletin dini olamayacağı şeklinde olmuştur.
Gerçektende Türkler tarih boyunca İslâmiyet'in dışında hiçbir dini topyekûn kabul etmemişlerdir. İslâm dinini kabul edinceye kadar, geçici dönemler için, Maniheizm, Budizm, Nesturi Hıristiyanlığı, Yahudilik gibi bazı dinleri kabul etmişlersede bu dinler hiçbir zaman genel olarak Türklerin genel dini haline gelmemiştir. Gök Türklerde yüce Tanrı olarak 'Gök Tengri'yi' benimsemişlerdir. Bunun için 'Gök Tengri', Türk dini tarihinin temel ortak inancı olarak görülmektedir.
Mehmet Aydın (www.ttk.gov.tr/faaliyetler/bildiri-ozetleri/seksiyonVI/aydin-m.htm)
Ayrıca bkz: www.nihalatsiz.org/dinler.htm
Not: Tabi Gök Tengri'nin anlamının açıklamasını, bu rumuza sahip olan arkadaşımızın yapması daha iyi olur.
Dikkatli okursanız Türklerin eski inanışlarından dolayı, neden İslamayet'e daha sıçak baktıklarını ve
İslamiyet'e kılıçla zoruyla değil kendi istekleriyle geçisleri hakkında daha olumlu fikirler vereceğine inanıyorum...
Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi: Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi: Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: De ki hep, ' yaptım oldu ' başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken, 'yaptım olmadı' deme. Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı: ' Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup dagitmeyiniz.' Tanrı Ülgen yere bakarak: ' Yaratılsın yer! ' Göğe bakarak 'Yaratılsın Gök! ' Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü' insanoğlu bu olsun, insana olsun baba.' dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana 'Erlik' adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi. Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir. XIX.yüzyıl'da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir. Alp Er Tunga Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya'daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır'ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev 'in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında 'Dokuz Oğuzlar' arasında 'Er Tunga' adına yapılan 'yuğ' merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan 'Bezegelik' mabedinin duvarında da Alp Er Tunga'nın kanlı resmi bulunmaktadır. 'Divan ü Lügat-it Türk' ün yazarı Kaşgarlı Mahmud'a ve ' Kutadgu Bilig' yazarı Yusuf Has Hacip'e göre 'Alp Er Tunga' iran destanı 'şehname' deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı 'Efrasiyab'dır. Divan ü Lûgat-it Türk'de Turan hükümdarlığının merkezi olarak 'Kaşgar' şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin 'Efrasyap' sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. şecere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S.7. yüzyılın başındaki Göktürk hakanının 'Efrasyab' soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle 'Tunga Alp' le ilgili efsanelerin Gök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Gök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:
AlpEr Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı şimdi yürek yırtılır
Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beğlerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur
Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı
Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular
Amerikalı besteci. “The School For Scandal” ve “Music for a Scene from Shelly”nin sahibi. “Adagio For String”leriyle meshur oldu.1957 tarihli operası “Vanessa”, “Pulitzer Ödülü”nü kazandı. Müziği liriksel ve tonlu olarak bilinir. Pennsylvania, West Chester doğumlu besteci yedi yaşında müzik yapmaya başladı. Daha sonra başarılı bir şekilde bariton bir ses geliştirerek profesyonel bir şarkıcı olmayı hedefledi.1935’de Roma’da, American Academy’ye girmeden önce, Philadelphia’da “Curtis Institute of Music”de okudu. Bir yıl sonra Adagio for Strings’inde String orkestrası için ikinci basamağı teşkil eden String “Quartet in B Major”ı yazdı. Bu parça, “William Orbit” tarafından remikslendi; “Platoon” ve de Elephant Man gibi filmlerde de kullanılarak popülerliğini günümüze kadar taşıdı. (“Ferry Corsten” remiksi de oldukça iyi bir satış yaptı) Adagio’nun popülaritesi Barber’ın diğer eserlerini bir şekilde gölgede bıraktı. Buna rağmen, kendisi yirminci yüzyılın en yetenekli Amerikalı bestecileri arasında yer almakta. Dönemin çoğu Amerikalı bestecisi gibi uçlarda gezinen deneyler yapmadı ve geleneksel harmonilere bağlı kaldı. Eserleri tutkusal bir biçimde romantik ve neo-romantik olarak sınıflandırılmakta.
Vietnam savaşından kurtulan askerlerin katıldığı anma töreninde Kim Phuc'un yaptığı konuşmanın çevirisi...
11 Kasım 1996 Washington DC
Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde (Veterans’ Day – yani Vietnam’da kurtulan askerlerin buluşma gününde) sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem.
Sizden sadece savaşın trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum.
Maddi ve manevi olarak bir çok acı yaşadim. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi.
Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim.
Yanıklarım yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünmüyordum ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum, ve mutlu bir ailem var.
Sevgili arkadaşlar, inaniyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar, kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalişmalıyız.
Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladıgınız için sizlere çok teşekkürler.
Alttaki yazi ve üsteki linkteki resim Vietnam Savasi'nin tasvirinde kullanılan kucuk bir kız cocugunun kısa hikayesidir:
Haziran 1972 de, Kuzey Vietnam da saklandiklari tapinaga bir Amerikan ucagindan dört napalm bombasi atildi. Sag kalan cocuklar, elbiseleri, saclari, vücutlari yanik icinde, cigliklar atarak kacisirken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan bu kareyi cekti. Ortada, ciglik, cigliga kosan ciplak kiz, Vietnam Savasi nin bütün dehsetinin isimsiz simgesi haline geldi.
8 Haziran 1972'de, Kuzey Vietnam'da saklandıkları tapınağa bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atıldı. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan bu kareyi çekti. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız, Vietnam Savaşı'nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline geldi. Amerika'yı dünya kamuoyunun önünde mahkum eden bir simge...
1982'de bir Alman gazeteci 'resimdeki kızın' peşine düştü. Adının Kim, Kim Phuc olduğu ortaya çıktı. Bütün vücudu yandığı için Saigon'da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmıştı.
İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasî mülteci olarak Kanada'ya sığınmıştı Kim. O günlerde 34 yaşındaydı. Evliydi,3 yaşında bir oğlu vardı. Astım ve şeker hastasıydı, sık sık migren krizi geçiriyordu. Vücudunda, her vesileyle azan, silinmek bilmez yaralar taşıyordu, cildi nefes alma yeteneğini kaybetmişti, ama 'Ama ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok' diye avunuyordu.
1995 senesinde Washington'da Vietnam Savaşı'nı anmak için bir tören yapıldı. Kim de oradaydı. Kürsüde konuşurken, 'O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz, derdim, ama bugün ve yarın, barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz.'
Salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kağıt sıkıştırdılar, göndereni işaret ettiler. Kim önce dönüp adama baktı. Orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim'e bakıyordu.
Sonra elindeki notu okudu Kim:
- Kim, o adam benim!
8 Haziran 1972 günü Vietnam'daki o mabede napalm atan uçağın pilotuydu John Plummer. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne
yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, 'o küçük kızın' resmini gazeteden kesip
her an cüzdanında taşımıştı.
Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
kelam-ı kibar
10.05.2003 - 17:1914.12.2002 Tarihinde girdiğim bu terim neden silinmiş bilmiyorum ama anlamı:
Büyük, akıllı, veli ve meşhur zatların güzel, vecize ve çok kıymetdar olan sözleri ve kelamı.
bilgi akışımı
10.05.2003 - 16:58Daha önceden Yureklis'i açtığığı 'En Çok Tıklananlar' terimi silindiğinden, Yureklis yazdığından sonra yazdığımı buraya aktarıyorum:
13.03.2003,19: 25: 00:
'ama tv ve yayın organlarının yaptığı gibi yüksek reyting almak istiyorsan halkın kilit noktalarına hafif vuruşlar yapmalısın.. ' Yureklis
Yureklis'in yazdıkları bana Orhan Pamuk ve Temel arasında geçen bir fıkrayı çağrıştırdı, biraz ayıp bir fıkra ama konun daha iyi anlaşılması için uygunluğu size kalmış... umarım bir terbiyesizlik de bulun muyorumdur?
'Temel bir gün bir kitap yazmaya karar verir ve hemen Orhan Pamuk'a koşar 'Sevgili üstat, ben bir kitap yazmaya karar verdim ama çok satsın istiyorum ne yapmalıyım? ' der. Pamuk, bak Temel Türkiye'de tutan üç şey vardır. Birincisi seks, ikincisi asalet, sonuncusu da de gizem. Sen kitaba bunları içeren bir başlık koyarsan kitabın en az on bin satar. Temel hemen başlamış kitabi yazmaya,3 ay sonra geri gelmiş. Orhan Pamuk kitabın adını sormuş, temel de, 'Kontesi kim becerdi? ' demiş. Orhan 'Afferim, çok güzel olmuş, kontes ile asaleti, becermekle seksi vurgulamışsın, kim de gizemle ilgili. Ama sana söylemeyi unuttuğum bir şey daha var. Bu başlığa bir de din katabilirsen en çok satanlar listesine tepeden girersin. Temel yine çıkmış ve kitabı değiştirmeye başlamış. Bir ay sonra tekrar geri gelmiş. Orhan Pamuk kitabın adını sorunca Temel: 'Allah Allah, kontesi kim becerdi? ' '
Yukardaki fıkrada olduğu gibi nedirde de çoğu zaman seks ve bununla ilgili konular en çok tıklananlar arasında. Hele bundan dolayı dinle ilgili konuların aynı listede oluşunu eleştirenler ve hatta bundan dolayı nedirden ayrılanlar bile oldu.
Bir bakıma daha çok insan çekmesi yönünden pozitifken, bir bakımdan da sayfanın ciddiyetini bozmasından negatif olması insanı çelişki de bırakıyor...
Bu konulardaki yazılar eninde sonunda etrafımızda yaşanan olayları yansıtıyor. Eninde sonunda herkesin yazdığı bir şekilde birisini rahatsız ediyor. Tabi bu konuyu açmam lafı uzatacak ama kısaca eğer rahatsız ediyorsa yargılayacağimıza daha fazla uğraşarmamız daha doğru olur. Eninde sonunda burada yazıyorsak bu sorumluluğu da düşünmemiz gerekir. Yok 'ahırda serenat yapılmaz' deyip bırakırsak ugraşıyı başka ahırlara gitmekten başka bir şey yapmayız.
filistin günlüğü
10.05.2003 - 16:17Başlığın konusu dışına çıkmak istemem ama layların bir de manevi daha doğrusu vicdani tarafını kanımca gösterecek gerçeği bir yazıyla aktarmak istiyorum:
Yeltsin, tankların üzerine çıktığında, tankların etrafındaki Rus askerleri hiçbir şey yapmamışlardı.. Tienanmen Meydanı'nda tankları durduran eli poşetli adamı, Çin tankları ezmemişti...
Çünkü hem Rus askerlerinin, hem de Çin askerlerinin son tahlilde bir vicdanı vardı...
Yeltsin, tankın üzerine çıkarak cesaretini gösterdi tamam ama bir de ona dokunmayan, dokunamayan Rus askerinin vicdanı var hesaba katılması gereken... Tienanmen Meydanı'nda tankların önüne çıkan genç adamın cesareti
tarihe geçmeli, tamam ama, tankı onun üzerine sürmeyen Çinli'yi de unutmamalıyız...
****
Peki ya buldozeri kullanan İsrail askeri? Bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür ki, buldozeri genç bir kadının üzerinden iki kez geçiriyor. Bu nasıl bir vicdansızlıktır ki, kadının genç olması, Amerikalı olması, bağırması, ağlaması hiçbir etki yapmıyor... Bir filmde rastlasak, gözümüzü çevirir, bakamayız... Ama o, uyguluyor!
İsrail buldozerinin üzerinden iki kez geçmesiyle öldürülen 23 yaşındaki Amerikalı Rachel Corrie'nin annesine yazdığı mektuplar, dünkü gazetelerde yayınlandı... Rachel, o mektuplarda en çok bir sözcüğün altını çiziyor Vicdan... 'Amerika'ya dönemem vicdanım rahat etmez' diyor. 'Burada gördüklerim vicdanımı sızlatıyor' diyor.
O mektuplarda okuduğum bir cümle ise, Rus askerinde olan, Çin askerinde olan ama İsrail askerinde olmayan şeyi açıklamaya yetiyor... Rachel, annesine
şunu yazıyor 'Burada olup bitenleri gördükten sonra insana olan inancımı yitirdim..' Haklıymışsın Rachel.. Biz de insana olan inancımızı yitirdik....
Buldozer asıl Amerika'yı ezdi Saatlerce konuşsak anlatamazdık... Ama Rachel, ölümüyle anlatmayı başardı...
Rachel'in buldozerle ezilerek öldürülmesi, Amerika'nın iki yüzlülüğünü en çarpıcı ve dramatik şekilde ortaya koydu...
Amerika, kendi ülkesinden çıkan 23 yaşındaki cesur ve vicdanlı kızın verdiği canla sarsıldı..
Bakmayın siz Amerikan yönetiminin olaya doğru dürüst tepki göstermemesine. Amerikan basınının olayı es geçmesine de takılmayın... Amerika, tam da 'teröre karşı haklı savaş' adı altında Bağdat'ın üzerine bomba yağdırmak için saatleri sayarken, bir buldozerin üzerinden geçtiğini aslında bal gibi
fark etti...
Şimdi vicdanı olan herkes şu soruyu soruyor Amerika'ya 'Madem amacın devlet terörünü yok etmek, İsrail'e neden sesini çıkarmıyorsun?
AHMET HAKAN-SABAH
sait faik
10.05.2003 - 16:04Birisi arkamdan
- Hişt! dedi.
Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış, taze deve dikenleriyle karabaşlar, erik lezzetinde bana baktılar.
Dişlerim kamaşmıştı.Yolda kimsecikler yoktu.
Bir evin damını, uzakta uçan bir, iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken;
- Hişt, hişt! dedi.
Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş, hişt hişt ederek geçmiştir...
...
Biraz uzaklaşınca
- Hişt, hişt.
Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu, oydu.
- Sen değil misin, 'Hişt, hişt, ' diyen?
- Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
...
Nereden gelir, gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten.
Gelsin de nereden gelirse gelsin!
Bir hişt sesi gelmedi mi fena.
Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...
- Hişt, Hişt! ..
- Hişt, Hişt! ..
- Hişt, Hişt! ..
hişt
10.05.2003 - 16:04“nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten..., bir hişt hişt sesi gelsin”.
Sait Faik
nasihat
10.05.2003 - 15:48Hz. Mevlan'nın, biricik oğlu Sultan veled'e etmiş olduğu bugünde tazeliğini muhafaza etmekte olan öğütleri, onun tanıtmaya çalıştığımız şahsiyetinin özü, özetidir; hudutsuz çerçevesidir.
Mevlana, oğluna der ki:
'Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol!
İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için, dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.'
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin! Senin düşmanını sevmeni, düşmanında seni sevmesini istemen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur; Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
Allah'ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah buyurdu ki: Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın. Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah'ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur. Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır, soğuk olunca ekmek almaz.'
(Öğüt başlığının altına koymuştum ama başlık silindiğinden bu başlık altına aktardım)
gül
10.05.2003 - 15:42'Çöplükte biten gül koklanmaz' sözü var.
ama gübresi bol olan yerde neden yetişmesin :) pislik deyip geçememk lazım, insanların çüplük ya da pislik dediği yerden çıkmıştır çoğu pırlantalar... belki psiliğin içinde kokusu duyulmaz ama altın çamura düşsede altın altındır...
ama özellikle pislikte yetişen çicekse başka yerde yeşerir mi o tartışılır.
üveys
10.05.2003 - 15:35Halk dilinde Veysel Karani olarak anılan tasavvuf büyüğünün asıl adı Üveys’dir. Nitekim onun yolunda olanlara mensubiyet ifadesi bakımından Üveysi denir.
Ayrıca bkz: Üveys-el Karânî, Hırka/1. Entry
üveys
10.05.2003 - 15:35Üveysi Tarzı: Veysel Karani Hazretleri gibi, kalbi bağlılık ve muhabbetle yaşayan, gaybi ve kalbli bir sürette vasıtasız manevi feyz, ilham almak suretiyele...
tepki
10.05.2003 - 15:18UYKU DEVAM ETTİKÇE BU KABUS BİTMEYECEK
1.1898 Meksika
2.1921 Nikaraguaanti
3.1945 Japonya - Hiroşima ve Nagazaki
4.1950-1953 Kore
5.1954 Guetamala
6.1955 Endonezya, Laos ve Kamboçya
7.1956 Küba
8.1961 Domuzlar Körfezi
9.1965 Endonezya
10.1965 Dominik Cumhuriyeti
11.1975 Vietnam
12.1970-1975 Kamboçya ve Laos
13.1973 Şili
14.1975 Arjantin
15.1970-1980 Türkiye
16.1980 Türkiye
17.1983 Lübnan
18.1983 Grenada
19.1984 İran-Irak
20.1986 Libya
21.1989 Panama
22.1991 Körfez Savaşı
23.2001 Filistin
24.2002 Venezuella
25.2003 Afganistan
25.2003 IRAK
Ve 1945-1975 Amerika Birleşik Devletleri'nin sadece 30
yıl içerisinde yılları arasında tam 215 kez askeri güce başvurduğunu biliyor muydunuz?
TEPKİLER BÜYÜK ama direniş küçük
sizin en hayırlınız
10.05.2003 - 15:12'Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk eden değildir. Bilakis, sizin en hayırlınız her ikisinden de nasibini alandır'
Tanım: Hadis-i Şerif.
Kaynak: Keşfu'l-Hafâ, c.2, s.220.
_____________________________________________
Açıklama: DÜNYA-AHİRET DENGESİ
Muhterem Müslümanlar!
İnsanoğlu dünya hayatında ebedi değildir. Bütün canlılar gibi insan da fani bir varlıktır. Bu sebeple kendisine bahşedilen ömrünü ölçülü kullanmak zorundadır. Ömür sermayesini hayırlı yerlere harcamalı ki, iyi bir sonuç elde edebilsin. İnsan, bu dünya hayatında ne ekerse ahiret hayatında onu biçer. Yüce Dinimiz, dünya ile ahiret arasında sağlam bir denge kurmuş, helal ölçüler içerisinde çalışmayı ibadet saymıştır. Cenab-ı Hakk'ın sonsuz nimetlerine mazhar olan insanın mutluluğu, din ve dünya işlerini gereği gibi yerine getirme şartına bağlıdır. Din ile dünyanın varlığı insanın mutluluğu içindir. İnsan bunlardan birine değer verir, diğerini ihmal ederse, ebedi mutluluğu elde edemez. Dünya ahiretin kazanılması için bir imkandır, bir servettir. Kıymeti iyi bilinmelidir.
Aziz Mü'minler!
İnsan, üstün bir yaratılışa sahiptir. İnsanın dışındaki bütün varlıklar onun hizmetindedir. İnsan kendine verilen nimetlerin kıymetini bilmeli, onlardan gereği gibi faydalanmanın yollarını aramalıdır. Yüce Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde; 'Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk eden değildir. Bilakis, sizin en hayırlınız her ikisinden de nasibini alandır'(1) buyurmuştur.
Değerli Mü'minler!
Unutmayalım ki, insanoğlu sadece yemek, içmek ve şehevi hislerini tatmin etmek için yaratılmamıştır. O, bir yandan dünya nimetlerinden faydalanırken; diğer yandan da Allah'a karşı kulluk görevlerini tam olarak yapmak için yaratılmıştır.
Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de: 'Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım'(2) buyurmaktadır.
Dinimiz, faydalı ve iyi olan her konuda çalışmayı, dünya nimetlerinden faydalanmayı, çalışıp zengin olmayı, ihtiyacı olanlara vermeyi, yaptığı iyilikleri gösterişten uzak yapmayı emretmektedir.
Dünya işleri ile meşgul olurken ahiret hayatını unutmamayı tavsiye etmekte, ebedi olan ahiret hayatını kazanmanın yollarını göstermekte, dünya ve ahiret dengesini en iyi bir şekilde kurmaktadır. Önemli olan bu dengeyi korumak, dünyada iken ahireti kazanmak, böylece her iki cihanda da mutluluğa kavuşmaktır.
Hutbemizi ayet mealleriyle bitirelim. 'Allah'ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasibini unutma' (3)
ÒEy Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem'in azabından koru.Ó (4)
-
1- Keşfu'l-Hafâ, c.2, s.220.
2-Tûr,56.
3-El-Kasas,77.
4-Bakara,201.
(Diyanet İşleri Hutbesinden)
sizin en hayırlınız
10.05.2003 - 15:00'Sizin en hayırlınız Kur'an-ı Kerim öğrenen ve öğreteninizdir.'
'Sizin en hayırlınız, ahlaken en güzel olanınızdır.'
'Sizin en hayırlınız zalimde olsa, mazlumda olsa kavmini en çok savunanınızdır'
“Sizin hayırlınız çevresine iyilik edendir. Sizin kötünüz de çevresine zararlı olandır.”
'Sizin Allah katında en hayırlınız, en değerliniz en çok takva sahibi olanlarınızdır.'
'Sizin en hayırlınız, insanlara en fazla yararı dokunandır.'
....
sizin en hayırlınız
10.05.2003 - 14:46İSLAM'DA KADIN VE ÇOCUK
Çocuklara sevgi ve şefkatle muamele etmek, kadınlara karşı iyi davranmak İslam'ın önemle tavsiye ettiği ahlak ilkelerindendir, Hz. Muhammed (A.S.) şöyle buyuruyor.
'Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizi saymayan bizden değildir.'
'Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi davranananızdır.'
ÇALIŞMAK
Çalışıp kazanmak dinin emridir. Tembellik, müslümana yakışmayan bir davranıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
'Dünyadaki nasibini de unutma.' (Kasas Suresi, ayet: 77)
İyi müslüman, hem dünya hem de ahiret için çalışan kimsedir. Bu konuda Hz. Muhammed (A.S.) buyuruyor ki:
'Sizin hayırlınız; dünyası için ahiretini terketmeyen, ahireti için de dünyasını terketmeyip her ikisi için çalışan ve başkalarına yük olmayandır '
allah (c.c)
09.05.2003 - 18:54bkz: Semi
önyargı
09.05.2003 - 18:46Karşılaştığımız her olay, yeni, temiz, bir sayfa olsun hayatımızda... Yoksa önyargılarımız gözümüzün önündeki hazinelerin yerini gizler.
semi
09.05.2003 - 16:28Konu Allah’ın işitmesi., İnşallah, Allah bilir, Selamın Aleyküm, Allah her şeyi görür gibi günlük hayatımızda kullandığımız, sanki birisi hapşırdığında otomatikman söylediğimiz çok yaşa gibi dilimize yerleşen bu kısa cümlelerle ilgili ne kadar çok şey anlatabiliriz ki?
Herkez bilir Allah her şeyi işitiğini? Belki anca bir olayda sinirlendiğimizde karşımızdakine üstüne basarak ‘’Bak Allah işitiyor! ! ! ’’ diye söyleriz. Monotonlaşan hayatta kullandığımız bu cümlenin politika, spor, arabalar, cep telefonları gibi konuşulacak konuların yanında çekiciliği nedir ki?
Kuran’da insana çekici gelen çok konu vardır. Mesala 19 sayısı, cinler, ruhlar gibi. Tekamülümüze o kadar çok etki etmiyecek konuları tartışmak insana daha cazip gelir ki Allah’n işitmesi konusunda neler söylenebilir ki?
Allah Her Şeyi İşitir! Her Şeyi! Birisyle konuşuken kafamızdan geçenleri, gizlice konuştuklarımızı, söylediklerimizi, fısıldadıklarımızı, düşündüklerimizi, gönlümüzden geçirdiklerimizi, ve 24 saat içersinde neler yapıyorsak hepsini işeten bir varlık… Esasında ne korkutucu bir düşünce di mi? Fakat ölüm gibi alışmışız ve normal hayat akışında unutulan bir olay!
Bugün yaptıklarınızı iyice düşünün, özellikle konuştuklarınızı ve düşündüklerinizi… İyice düşünün ki onları dinleyen birisi olmasın, tabir yerindeyse yerin bile kulağı olmasın? Öyle ki sizin şu anda ‘bugün ne yaptığınızı düşünürken’ bile unuttuklarınızı bilen bir güç var. Hala kafanız yere eğilmemiş, kendinizden eminseniz şunu bilin ki bugün gerçekten sizi konuştularınızı, düşündüklerinizi hatta gönlünüzden geçirdiklerinizi işiten, size bunların hesabını sormasın… Esasında ne kadar utandırıcı; 'Yer yarılsa da yerin dibine girseydim şunları şunları söylemeseydim, aklıma gelmeseydi! ' der dediğinizi ben bile duyar gibiyim!
Allah’ın işitmesi hakkında onlarca ayet varken bir kaç yerde geçen 19 sayısı üzerine TV’de programlar ve şovlar yapıldı, kitaplar, mekalerler ve tezler yazıldı… Ekonomik krizdeyken insanlar haftalarca medyadan bu konuyla meşgul oldular. Fakat yalanı, dedikoduyu, art niyeti gibi sorunları engelleyecek hatta Allah’ın işitme sıfatı olan Semi kelimesiyle ilgli kaç tane yazı, kaç tane program bulabiliriz?
Bizi tekamülümüzde ilerletecek bu cümle çevremizi çepeçevre sarmıştır ki yaptığınız en küçük günahı ve sevabı anında işiten güce sahip bir sistemdir.
semi
09.05.2003 - 16:16ayrıca,
bkz: Esma-ül Hüsna
bkz: Allah
gök tengri
09.05.2003 - 16:09Genelde Türklerin genel dini tarihinde ortak bir nokta olan 'yüce Tanrı' inancı Gök Türklerde de TENGRİ veya 'TÜRÜK TENGRİSİ' olarak kendini göstermektedir. Gerçi Gök Türklerin önceden Budizme ilgi göstermeleri önemli bir hadisedir. Ancak Gök Türkler, hiçbir zaman Budizmi sürekli din olarak kabul etmemişlerdir. Hatta Bilge Kağan'ın Budizme gösterdiği ilgiyi, veziri Tonyukuk, mahirane ve alimane bir deha ile durdurmuştur. Tonyukuk'un, Bilge Kağan'a ileri sürdüğü engel, Budizm gibi tevazuyu ve alçak gönüllülüğü temsil eden bir dinin, Türkler gibi savaşçı bir milletin dini olamayacağı şeklinde olmuştur.
Gerçektende Türkler tarih boyunca İslâmiyet'in dışında hiçbir dini topyekûn kabul etmemişlerdir. İslâm dinini kabul edinceye kadar, geçici dönemler için, Maniheizm, Budizm, Nesturi Hıristiyanlığı, Yahudilik gibi bazı dinleri kabul etmişlersede bu dinler hiçbir zaman genel olarak Türklerin genel dini haline gelmemiştir. Gök Türklerde yüce Tanrı olarak 'Gök Tengri'yi' benimsemişlerdir. Bunun için 'Gök Tengri', Türk dini tarihinin temel ortak inancı olarak görülmektedir.
Mehmet Aydın (www.ttk.gov.tr/faaliyetler/bildiri-ozetleri/seksiyonVI/aydin-m.htm)
Ayrıca bkz: www.nihalatsiz.org/dinler.htm
Not: Tabi Gök Tengri'nin anlamının açıklamasını, bu rumuza sahip olan arkadaşımızın yapması daha iyi olur.
yaradılış destanı
09.05.2003 - 02:25Dikkatli okursanız Türklerin eski inanışlarından dolayı, neden İslamayet'e daha sıçak baktıklarını ve
İslamiyet'e kılıçla zoruyla değil kendi istekleriyle geçisleri hakkında daha olumlu fikirler vereceğine inanıyorum...
Altaylardan Verbitskiy'in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir:
Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi: Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi: Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: De ki hep, ' yaptım oldu ' başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken, 'yaptım olmadı' deme. Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı: ' Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup dagitmeyiniz.' Tanrı Ülgen yere bakarak: ' Yaratılsın yer! ' Göğe bakarak 'Yaratılsın Gök! ' Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü' insanoğlu bu olsun, insana olsun baba.' dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana 'Erlik' adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi. Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir. XIX.yüzyıl'da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir. Alp Er Tunga Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya'daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır'ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev 'in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında 'Dokuz Oğuzlar' arasında 'Er Tunga' adına yapılan 'yuğ' merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan 'Bezegelik' mabedinin duvarında da Alp Er Tunga'nın kanlı resmi bulunmaktadır. 'Divan ü Lügat-it Türk' ün yazarı Kaşgarlı Mahmud'a ve ' Kutadgu Bilig' yazarı Yusuf Has Hacip'e göre 'Alp Er Tunga' iran destanı 'şehname' deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı 'Efrasiyab'dır. Divan ü Lûgat-it Türk'de Turan hükümdarlığının merkezi olarak 'Kaşgar' şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin 'Efrasyap' sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. şecere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S.7. yüzyılın başındaki Göktürk hakanının 'Efrasyab' soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle 'Tunga Alp' le ilgili efsanelerin Gök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Gök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:
AlpEr Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı şimdi yürek yırtılır
Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beğlerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur
Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı
Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular
samuel barber
08.05.2003 - 22:55Samuel Osborne Barber (1910 – 1981)
Amerikalı besteci. “The School For Scandal” ve “Music for a Scene from Shelly”nin sahibi. “Adagio For String”leriyle meshur oldu.1957 tarihli operası “Vanessa”, “Pulitzer Ödülü”nü kazandı. Müziği liriksel ve tonlu olarak bilinir. Pennsylvania, West Chester doğumlu besteci yedi yaşında müzik yapmaya başladı. Daha sonra başarılı bir şekilde bariton bir ses geliştirerek profesyonel bir şarkıcı olmayı hedefledi.1935’de Roma’da, American Academy’ye girmeden önce, Philadelphia’da “Curtis Institute of Music”de okudu. Bir yıl sonra Adagio for Strings’inde String orkestrası için ikinci basamağı teşkil eden String “Quartet in B Major”ı yazdı. Bu parça, “William Orbit” tarafından remikslendi; “Platoon” ve de Elephant Man gibi filmlerde de kullanılarak popülerliğini günümüze kadar taşıdı. (“Ferry Corsten” remiksi de oldukça iyi bir satış yaptı) Adagio’nun popülaritesi Barber’ın diğer eserlerini bir şekilde gölgede bıraktı. Buna rağmen, kendisi yirminci yüzyılın en yetenekli Amerikalı bestecileri arasında yer almakta. Dönemin çoğu Amerikalı bestecisi gibi uçlarda gezinen deneyler yapmadı ve geleneksel harmonilere bağlı kaldı. Eserleri tutkusal bir biçimde romantik ve neo-romantik olarak sınıflandırılmakta.
kim phuc
08.05.2003 - 22:19www.xtec.es/~aguiu1/calaix/001vietn.htm
(savaştaki ibret verici resim)
www.barryshainbaum.com/hope/Phuc.html
(şimdiki hali)
kim phuc
08.05.2003 - 22:19Vietnam savaşından kurtulan askerlerin katıldığı anma töreninde Kim Phuc'un yaptığı konuşmanın çevirisi...
11 Kasım 1996 Washington DC
Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde (Veterans’ Day – yani Vietnam’da kurtulan askerlerin buluşma gününde) sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem.
Sizden sadece savaşın trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum.
Maddi ve manevi olarak bir çok acı yaşadim. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi.
Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim.
Yanıklarım yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünmüyordum ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum, ve mutlu bir ailem var.
Sevgili arkadaşlar, inaniyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar, kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalişmalıyız.
Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladıgınız için sizlere çok teşekkürler.
Orijinal Metin: www.gos.sbc.edu/p/phuc.html
kim phuc
08.05.2003 - 15:38www.xtec.es/~aguiu1/calaix/001vietn.htm
Alttaki yazi ve üsteki linkteki resim Vietnam Savasi'nin tasvirinde kullanılan kucuk bir kız cocugunun kısa hikayesidir:
Haziran 1972 de, Kuzey Vietnam da saklandiklari tapinaga bir Amerikan ucagindan dört napalm bombasi atildi. Sag kalan cocuklar, elbiseleri, saclari, vücutlari yanik icinde, cigliklar atarak kacisirken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan bu kareyi cekti. Ortada, ciglik, cigliga kosan ciplak kiz, Vietnam Savasi nin bütün dehsetinin isimsiz simgesi haline geldi.
8 Haziran 1972'de, Kuzey Vietnam'da saklandıkları tapınağa bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atıldı. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan bu kareyi çekti. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız, Vietnam Savaşı'nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline geldi. Amerika'yı dünya kamuoyunun önünde mahkum eden bir simge...
1982'de bir Alman gazeteci 'resimdeki kızın' peşine düştü. Adının Kim, Kim Phuc olduğu ortaya çıktı. Bütün vücudu yandığı için Saigon'da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmıştı.
İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasî mülteci olarak Kanada'ya sığınmıştı Kim. O günlerde 34 yaşındaydı. Evliydi,3 yaşında bir oğlu vardı. Astım ve şeker hastasıydı, sık sık migren krizi geçiriyordu. Vücudunda, her vesileyle azan, silinmek bilmez yaralar taşıyordu, cildi nefes alma yeteneğini kaybetmişti, ama 'Ama ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok' diye avunuyordu.
1995 senesinde Washington'da Vietnam Savaşı'nı anmak için bir tören yapıldı. Kim de oradaydı. Kürsüde konuşurken, 'O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz, derdim, ama bugün ve yarın, barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz.'
Salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kağıt sıkıştırdılar, göndereni işaret ettiler. Kim önce dönüp adama baktı. Orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim'e bakıyordu.
Sonra elindeki notu okudu Kim:
- Kim, o adam benim!
8 Haziran 1972 günü Vietnam'daki o mabede napalm atan uçağın pilotuydu John Plummer. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne
yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, 'o küçük kızın' resmini gazeteden kesip
her an cüzdanında taşımıştı.
Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.
Hangisinin yarası daha derindi dersiniz?
artık değer
07.05.2003 - 19:28bkz: richard cantillon
Toplam 2591 mesaj bulundu