Cem Nizamoglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • vietnam

    12.06.2003 - 20:58

    1.1 Cephe Stratejisi:

    *Ulusal Kurtuluş Cephesi, Diem rejimine muhalif olanları kapsar. Vietkong adıyla da bilinen bu muhalefet, gerilla savaşında kazandığı tecrubeyle çekinilecek bir güç haline geldi.

    Milli kurtuluş Cephesi savaşçıları 1961 yılından itabaren Güney Vietnam’ın üçte birini kontrol altına tutuyor ve başlıca kentleri tehdit ediyordu. Ne var ki sözü edilen bu kuvevtler, o tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri’nce deseteklenen, silah verilerek donatılan Güney Vietnam birliklerinden sayıca yedi-sekiz kat daha zayıftı deniliyordu. Dört yıl sonra, Amerikalı yöneticiler güneye geçen Küzey Vietnamlı asker sayısında artışın sürdüğünü açıklamak zorunda kaldılar. Kuzey Vietnamlı askerler ve silahlar Cenevre Konferansı’ndan bu yana prensip olarak tarafsız olan Laos ve Kampuçya arasındaki ‘’Ho Chi Minh yolun’’ dan geçiyordu. Laoslu komunistlerin Pathet Lao ve Kapuçyalıların Kızıl Khmerler destekğiyle bu karidorlar tüm savaş boyunca Amerikan bombardımanlarına rağmen Vietkonglara takviye ulaştıran bir yol olmayı sürdüürdü. Kuzeyden devam eden sızma hareketleri ve Cephe’nin propaganda faaliyetleri Diem rejiminin yıkılmasına ve Güney Vietnam birliklerinin moral bakımından çökmesine yol açtı. Amerikan kaynaklarının verdiği bilgiye göre,1996 yılı içinde toplam 132 bin Güney Vietnamlı firar etti.

    1969’da komünistler ulusal Kurtuluş Cephesi’nin adını Geçici Devrim Hükemeti olarak değiştiridler. Böylece içerde ve dışarda Güney Vietnam’ın politik yaşamına ağrılıklarını koymuş oldular. Devrim hükemti, toprkaların yeniden dağıtılmasını sağladı ve Paris görüşmelerine katılarak varlığını ululararası sahnede kabul ettirdi.*
    ________________________________

  • kurtlar sofrası

    12.06.2003 - 18:39

    Hani Benim Gençliğim - (Yusuf HAYALOĞLU)

    Bu ne yaman çelişki anne,
    'Kurtlar sofrasına' düştüm..
    Hani benim direncim nerede?

  • niyet

    12.06.2003 - 17:29

    Amellerin kıymeti, niyetlere bağlıdır. Niyeti ne ise eline geçecek de odur.

    Hadis-i Şerif
    Kaynak: Buhari ve Müslim
    _____________________________________

    “Niyet amelden hayrlıdır” Hadis-i Şerif’inde de görüldüğü gibi; İslam’da niyet çok önemlidir ve bir Müslüman’ın niyeti daima hayrda olmasına çalışmalıdır.

    Niyeti daima iyi olan ve Hakk’ın razı olduğu bir kimse iyi bir şeye niyet eder; ancak niyet ettiği şeyi yerine getiremez ise, Hakk Teala onu yerine getirilmiş olarak görüp ve ona göre değerlendiriliyor.

    Bir kişi şer bir işe niyet ediyor bile, diyelim ki birisine bir kötülük yapmayı düşünüyor; ancak bu kötülüğü fiiliyata dökme fırsatı bulamamışsa, bu defa Yüce Allah (c.c.) onun düşüncelerindeki kötülüğü hemen değerlendirmiyor; acaba niyetinden vazgeçer mi diye.

    Bu, şeriat hükümlerine ve öğretisine göre kişinin sağdaki ve soldaki Melek’leri diye tabir edilir. Sağdaki Melek’ler hayrları, soldaki Melek’ler günahları yazar ve yine şeriat öğretisine göre “Sağdaki Melek hemen yazar, soldaki ise bekleyerek yazar” diye anlatılır. Bunun hikmeti de; acaba Allah’ın Rahmeti’ne ulaşabilir mi, Allah’ın Affı’na girebilir mi ya da Allah’tan bir hidayet gelir de bu kötü amelinden vazgeçer mi diye.

    İşte bu Hadis-i Şerif’te de, bu niyetler doğrultusunda açıklama yapılıyor. İnsan, yaptığı davranışlarda niyetlere göre, karşılaşacağı olayları kendi ayarlar. Eğer insan iyi bir şey niyet ediyorsa karşılaşacağı olaylar mutlaka iyidir, kötü birşeye niyet ediyorsa karşılaşacakları kötüdür. Bunu düşünce gücüyle ilgililenen bilim adamları Negatif çağırmak, negatifi davet etmek ya da negatif düşünceleriniz kara bulut gibi ulaşır” sözleri ile ya da kader bahsinde geçtiği gibi “Kişi neye niyet ederse kaderi de ona göre yazılır” sözleri ile de ifade de edilir.
    ____________________________________________

  • vietnam

    12.06.2003 - 00:29

    3. (1968-1975) Paris Antlaşması:

    1968 yılı ocak ayı başındaki saldırıdan sonra ABD lideri Johnson Komünistlerle görüşmeleri başlatmaya hazır olduğunu açıkladı.

    1968’de Johnson tarafından gizlice başlatılan,1969’tan itabaren Nixon tarafından resmen devam ettirilen uzun ve yorucu görüşmelerden sonra ABD Küzey ve Güney Vietnam 27 Ocak 1973 Paris antlaşması’na imzaladılar. ABD, birliklerini geri çekmeyi kabul etti. Özgür seçimler Güney Vietnam’ın kaderini belirleyecekti. Ancak, bu anlaşmanın uygulanması Hanoi ve Saygon’un muhalefetleriyle kesildi. Savaş, Saygon’un 30 Nisan 1975’te düşmesine ve böylece ülkenin birleşmesine kadar iki yıl devam etti. *
    __________________________________________

  • vietnam

    12.06.2003 - 00:25

    2. (1965-1968) : ABD’nin yoğun müdahalesi,

    *1965’ten itabaren Amerikan askerlerinin sayısı artarak,1967’de 500 bini buldu. Ancak ne bitki örtüsü yok eden kimyasal silahların, napalm ve antirpersonel bombaların yoğunluğu, ne de Hanoi üzerindeki bpmbardımanlar Milli Kurtuluş Cephesi’nin ve Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’nin direniş gücünü ortadan kaldırabnildi. Rusya ile Çin’in yardımlarıyla desteklenmeyen Kuzey Vietnam, gücünü daha da artırdı.

    Bu ‘’pis savaş’’a karşı, Amerika’da başlayan gösterilerin giderek arttığı bir sırada, Milli Kurtuluş Cephesi Güney Vietnam’daki kentlere ve Amerikan üslerine yönelik bir saldırı başlattı. Tet saldırısı adı verilen bu savaş başarısızlıkla sonu.landı. Fakat Amerikalılara da zaferin epey cana, paraya ve prestije mal olucağını gösterdi. *
    __________________________________________

  • vietnam

    12.06.2003 - 00:24

    1. (1961-1965) ABD ve Vietnam

    * Kennedy işbaşına geldiği zaman (1961) Güney Vietnam’daki ayaklanmanın yayılacağını ve Diem’in buna karşı koymakta yetersiz kaldığını gördü. Amerikan yardımını artırmaya karar vererek,15 bin ‘’danışmanı’’ Güney Vietnam ordusuna dahil etti. Güney Vietnam ordusu lojistik önem taşıyan kırsal kesimden gerillanın ayağını kesmek için halkı tahkim edilmiş köylerde topladı. Ama Diem, köylü yığınlardan biraz daha uzaklaşırken kentlerde muhalefet radikalleşti.1963 yılında budist rahipler kamuoyunu harekete geçirmek için kendilerini yaktılar. Vietkong isyancılarılarının ilerlemelerine karşılık Amerikalılar ve Güney Vietnamlılar,17. Paralelin kuzeyinde gizli bir saldırı düzenlediler.1964 ağustosunda bir Amerikan gemisinin Kuzey Vietnam gemilerince topa tutulması, Johnson’a (Kennedy 1963’te bir suikasta kurban gidince geçen başkan) ABD müdahalesini meşru kılma fırsatı verdi.*
    __________________________________________

  • vietnam

    12.06.2003 - 00:03

    Vietnam Savaşı

    Vietnam’ın birleşmesini öngören Cenevre Antlaşmaları 20 Temmuz 1954, Abd tarafından da Güney Vietnam tarafından da imzanlanmadı. Başında komünist Ho Chi Minh’in bulunduğu Vietnam Demokratik Cumhuriyet ile daha 1955’te başında Ngo Dihn Diem’in bulunduğu milliyetçi bir cumhuriyet ilan eden Güney Vietnam arasında,17 paraelin her iki yanında kalıcı bir paylaşıma gitmek zorunlu görünüyordu. Diem, uluslararası denetim altında yapılacak genel seçimleri ve Cenevre Konferansı’da öngörülen maddeleri reddetti. Amerikaların desteğiyle baskıcı bir rejim kurdu. ABD bir ülkede kurulan komünist bir rejimin komşu devletlere de yayılmasnı önlemek için, demokrasi ideallerinden ne kadar uzak olursa olsun (Domino Teorisine karşı) anti-komünist rejimleri desteklemekten çekinmiyordu.1956’dan itibaren Amerikan ‘’askeri danışmanları’’ ve dolarları Güney Vietnam’a akmaya başladı. Ancak üstüste yapılan yanlışlar, etnik ve dini azınlığın, özellikle de köylü yığınlarının Diem’den uzaklaşmasına neden oldu. Diem, Fransızlara karşı savaş boyunca, Vietninh tarafından köylülere dağıtılan milyonlarca hektar toprağı geri aldı. Eski Vietminh’li militanlar bunu silahlı mücadeleyi başlatarak karşılık verdiler.20 Aralık 1960’ta komünistler Güney Vietnam Milli Kurtuluş Cephesin’ni kurdular. Üç ay önce de Küzey Vietnam’da Komünist Parti, Güney’in kurtarılması için sürdürülen mücadeleyi destekleme kararı almıştı.

    1961’den itaberen Kennedy, ‘’askeri danışman’ sayısını dört misline çıkardıç Bununla birlikte,1963 kasımında askeri bir darbeyle saf dışı bırakılacak olanb Diem rejiminden de desteğini çekti.1964’ten 1968’e kadar Amerikan müdahelesi giderek yoğunlaştı.1967’den itaberen Güney Vietnam başkanı olan Nguyen Van Thieu, buna rağmen 1973 ocak Paris Konferansı şartlarını kabul etmek zorunda kaldı, ancak, uygulanmasını da engelledi. Kesintisiz süren savşa, Küzeyli birliklerin 20 Nisan 1975’te Saygon’u ele geçirmelerini sağlayan bir saldırıyla sona erdi. Bu arada, ABD’nin tarafsızlığını ilan etmesi, Laos ve Kapuçya’da devrimci güçlerin zaferine yardımcı oldu.

    Referans:
    * Dr. Philippe Faverjon
    __________________________________________

  • islamiyet

    10.06.2003 - 20:33

    bir aradaşım vardı baya ateşli dindardı, çoğu kez atestleri kendi deyişiyle nasıl morartığını anlattırdı... sanki tuttuğu takım yenmiş gibi heyecanlı olarak... sordum kendime esasında İslamiyet insanlığa davet değil miydi diye... nedir bu haddini bildirme hesapları, tartışmayı kazanmak değilde gönül kazanmak değil miydi esas amaç?

  • yaşar nuri öztürk

    10.06.2003 - 20:22

    bazı kelimeler ne kadar kolay çıkıyor ağzımızdan
    bakıyorum da birisi Gelyani'ye yobaz demiş, diğeri Fettulluh'a, başkası Hayamma... karşıdan karşıya geçmek için tokuşan keçiler gibi kim kime zarar veriyor komik esasında...

    ama bir Cem Sultan vardı, bir Muaviye dinlerini ne durumda olurlarsa olsun satmamışlardı Bizansa... İnsanlar vardı karşı olsa bile benim müslüman kardeşimi lekememi istiyorsunuz diyen.
    bir hayırlı kul olsa da, benim müslüman kardeşim hakkında kötü söz söylemem dese keşke... bir geri adım adım atsa buyur geç dese...
    fakat o kadar eminiz ki kendimizden dağları sanki ben yarattım gibiyiz, dilimizden akan sirkeyi bal sanıyoruz...

    Yaşar Nuri'yi okumasam... görmesem bir insanın onun sayesinde dolabın en üst rafından Kuran'ı indirdiğini, görmesem başı boş gezeni namaza alıştırdığı, görmesem dine davet ettiğni tepkim ilk başta kötü olurdu ama esas Allah gönülleri açan... ne güzel o insana ki Allah'ın dinene yardım ediyor. ne güzel o insana ki güzelleştirebiliyor ve kolaylaştırıyor... Yok şunu bunu dedi sanki reha muhtarlar bastı Nedir bölümünü...

    yine de biri İngiltere'de sevilir demiş, bir bilseniz Yaşar Nuri'ye karşı ağza alınmayacak neler dinledim buralarda... uzaktayım diye dışındayım sanmayın olayların, dünyanın her yerinden kamp kurmuş o kadar çok cemaat, örgüt, topluluk var ki, insanları çekiştirmekten nerdeyse kimin ne olduğu yüzdelerle ya da istatistiklerle söylenecek. Neyse benim burada ki konumun önemsiz ama bazen eleştirdiğiniz kişinin üstüne sürerken hızı alamayıp başkalarını da eziyorsunuz....

    Müslüman müslümanın kardeşidir yapmayın etmeyin demek isterken bu sefer ben de sınanıyorum, çünkü acaba ben de diyebilir miyim hoşuma gitmediği hareketlerinden dolayı onlar da benim kardeşim diye.

    fakat aynı dilden konuşmaz her insan, ne yapalım siz öğrenmek istemıyorsanız ucube gelsin denilenler.... görmesem anlayanları belki ben de dalga geçerdim... ama söylenenleri çarptırarak, yanlış aktarak, sonu gelmeyecek iftiralarla devam edecekse bu yaygara bilin müslüman müslümanla uğraşıyor, başka biriyle değil.... yine de karşınız da değilim ama bir bakın şu ucurumlara ne kadar derin, lütfen yıkmayın, yakmayın köprüleri... rezil etmeyin kardeşlerinizi...

    Yanlış anlaşılmasın benim hikeyem başka... Yaşar Nuriyle gelmedim imana ama idrak edenleri gördüm. Lütfen elimizdekilerin değerini bilelim... Bu gönül çağrısıdır çünkü bu kardeşliği, bu birliği laf yarıştırarak hiç bir zaman kuramayız... bu dışladığınız insanlar La İlahe İllallah diyor; rezil etmeyin kardeşinizi... çünkü saflar belliyse dışlayarak, karşı tarafa taraftar vermek niye?

  • nazım hikmet

    10.06.2003 - 19:50

    bir ses duydum
    'bülbülün güle feryatlarını'

    çoşan dalgalar gibi vuruyor sözleri
    vuruyor kahpenin kumdan kurduğu kalelere
    ama tuttuğu bayrağı değil
    o bayrağı tutan ellerini seviyorum
    seviyorum işte şiirlerini
    isterseniz vatan haini diye afişini asın duvarlara
    yine de astığınız afişleri değil o afişleri takan ellerinizi de severim
    dava insanlık davasıysa
    hayranıyım nazıma
    çünkü o kavganın içindeki umut
    umudun içinde ki şair
    hüzünlendiren, çoşturan, gülümseten, duygulandıran...
    kısaca nazım işte 'üç telli saz'dan orkestraya'

    dinliyorum bahsettiğniz kuşların sesleri, ne de yakışıyor size
    bir yerde bülbül gibi öterken başka bir yerde çok güzel gak gaklıyorsunuz
    yine de dersiniz bak esas onun şiirleri karga
    o zaman şu mışıl mışıl uykudan hangi ses uyandırır bizi

    bu yaygara yanılgının dile vuruşudur
    ama şiir ne kalemden ne de ağizdan çıkar
    şiir taa içlerden
    kaynayan ve fokurdayan kanın aktığı damarlardan çıkar
    ve sözler kulaktan girmez içeri
    ne olursa olsun kana karışır tüm vucudta dolaşır
    işte kalb iyi ise süzer, temizler zaten insana da bu yakışır....
    _______________________________________

    DAVET

    Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket, bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim....

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim...

  • çingeneler

    08.06.2003 - 14:48

    Bir İnkarın Tarihi

    Avrupa’da yakın zamana kadar, çingenelere ilişkin politikalar olumsuzdu. Bugünkü zamanın politikların özelliği ise kararsızlıktır.

    Çingeneler göçebe olarak bir toprak üzerine kök salmış yerleşik toplulukların karşısında yer almakta ve ilgili devletce örgütlenmeye ve kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Başkalarına benzememleri ve kötü şöhretleri hemen bir güvensizlik, korku ve yoksayma duygusu yaratmaktadır. Yoksayma, önceleri yerel çerçevede kalırken zamanla devlet politikası haline geldi. En ağır cezalardan biri de, bedeni cezalarla (kamçılama, dağlama) tehdit ederek sürgün veya toplum dışına atma cezalarıdır. Bu tip bir politika kendi içine kapanarak direnmekten başka bir çare bulamayan bir toplumun üstünde ürkütücü etkiler yaratmıştır. Ancak bunlar devleti etkilemedi, çünkü komşu devletler de, topraklarında bulunan Çingenelerdi sürmektedir. Çingene ne yaparsa yapsın suç sayıldığından ”sabıkalılar” sürgüne gönderilse gerekti. Bu sürgünler sonucu ucuz işgücü kaybeden devlet yeni yollara başvurur; ağır hapis cezası. Sürgün ile yapılmak istenen coğrafi uzaklaştırma bu kez, dört duvar arasında kapama ve grubun parçalanmasıyla sosyal yokoluşa dönüşür: 17. – 18. Yüzyıllarda sağlam erkeklerin kürek cezasına çarptırılması, nufüs artışını sağlamak için kolonilere ve 18. Yüzyılda imalathanelere işçi temin eden hastanelere yollama, Rumen Prenslikler’inde kölelik gibi… Yoksayma çok daha etkili şekillere de girebiliyor: kontrol mekanizmasının gelişmesiyle, göçebelerin fişlenmesi (Fransa’da 1912 yılından 1970 yılına kadar) uyumsuz olarak kabul edilen kişinin günlük bütün hareket ve yerdeğişmelerinin kontrolüne olanak sağlayan ”Çingene olduklarını belirten bir kimlik taşıma” zorunluluğu gibi… Yoksayma, ayrıca grubun kültürünede zarar vermektedir. Çingene giysilerinin ve dilinin yasaklanması,18. Yüzyılda aydın despotluk döneminde ve daha yakın geçmişte 1926 yılından 1973 yılına kadar İsviçre’de Pro Juventute topluluğunun çabaları sonucu Çingene çocuklarının ailelerinden koparılıp alınması olayları. Nazi rejiminde toplum dışı ve soysuz oldukları için 800 bin Çingenenin öldürülmesi, Avrupada’ki neredeyse bütün Çingene aileleirni derinden etkilemiş ve yaralamıştır.

    Humanizmin izlerini taşıyan 20. Yüzyılının ikinci yarısında gelişen düşünceler, teknokratik bir yöntemle birleşmesinin sonucu olarak, Çingeneleri bir ”kapsam içine alma politikası” oluşmasına yol açtı. Bu, sosyal problemlere nedem olan toplu dışı ”Çingene’nin eritilmesi politikası”ydı: artık yasak yoktur, ama etrafı çevrilidir; artık yoksayma yoktur, ama toplum içinde erime vardır. Kültürel sorunlara sosyal çözümler getirildi. Bir kültürün ve dinamizmin varlığı görmezden gelinerek uyum projeleri ve sosyal yardımların genişletilmesiyle olanların yerine girişimde bulunmak, hak ve görev sayıldı.

    Eritme politikası istenilen sonuçları vermedi. Bu durum diğer etkenlerin (Batı Avrupa devletlerindeki göçlerden dolayı ortaya çıkan çoğulcu kültür, bölgesel isteklerin artması, Avrupalı kurumların girişimleri) de etkilenmesiyle,1980’li yılların sonunda, yeni soru ve yeni cevaplara açık, politik projelerin koptuğu bir kararsızlık dönemi başlattı.

    Referans: Jean-Pirre Liegois
    __________________________________

  • tarım ve doğa

    06.06.2003 - 03:12

    Dünyada tarımsal alanların genişlemesinin, makinelerin ve kimyasal tekniklerin kullanılmasının ekolojik sonuçları vardır.

    Brezilya’da veya Güney Meksika’da yaygın hayvancılık yapmak amacıyla tropikal orman topraklarının tahrip edilmesi, Üçüncü Dünya kentlerinin çevresindeki toprakların ve suların aşırı kullanılması, Kuzey Afrika’nın geleneksel toprak işleme biçimlerinin yıkıma uğraması bağlantısız olgular değildir. Yer değiştirmeleri engeleyen sınırların etkileri de, tam tersine yerleşime açılan alanlara göçler de doğaya zarar vermektedir. Ekili toprakların aşınması pek yeni bir olgu değildir. Brezilya’da işlenmemiş arazilerde kahve tarımına başlanılması ABD’de ise Büyük Ovalar’ın tarıma açılması toprakların tahribine yol açmaktadır.

    Kuzeybatı Avrupa’daki yoğun tarım ve hayvancılık da, doğal gübreler yerine suni gübre ve tarım ilaçları kullanılması yüzünden çevreye ciddi zararlar vermektedir.Fransa’da büyük tarım bölgelerindeki büyük vadilerdeki ve yoğun sınai hayvancılık bölgelerdeki yeraltı su yataklarında rastlanan nitrat yoğunlaşmalarını kaygı verici boyutlardadır. Gübre şerbeti boşaltımı bugün büyük bir sorun oluşturmaktadır. Danimarka’da gübrenin yayılacağı arazileri gösteren yönetmelikler vardır. Holanda’da atık suların arıtılması ve kurultulması zorunlu kılınmıştır ama İngiltere’de hayvancılar üzerinde hiçbir kısıtlama yoktur. Kirlenmeye, yeraltı sularının doğal yollardan temizlenmesini imkansız kılan aşırı kullanım sorunu eklenmektedir. Üstüne de yoğun suluma ile Fransa’nın güneybatısında ve Rhöne badisinde mısırın yaygınlaşmasıyla birlikte artmıştır.

    Öyleyse sonuçta tarım çevreye zarar vermektedir. Toprağın ticari üretim ve spekulasyon aracı olduğu toplumlarda bunun bilincine varılması kolay olmayacaktır. Kırsal bölegelerde biriken sınai ve kentsel atıklara gelince, bunlar tarım ürünlerinin kalitasini tehlikeye atmaktadır; oysa tarım, ekonomik olarak ikincil konuma gelmiş olsa bile gezegenimizde yaşayan her için yaşamanın vazgeçilmez temelidir.

    Referans: Françoise Plet

  • asgari ücret

    06.06.2003 - 01:57

    Asgari kelimesi Arapça’dan gelir. ”En az, en aşağı, en azından, en düşük” anlamına gelir. Asgari ücret ise; sözlüğe göre ” İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret” anlımana gelir.

    Genel olrak işverenin işçiye ödemek zorunda olduğu en düşük ücrettir. Asgari ücretin saptanmasınında en önemli olan işçinin verimi, yeteneği, cinsiyeti değil, asgari ölçüler içinde insanca yaşama ve çalışma olanağının sağlanmasıdır.

    1971 tarihli 1475 sayılı İş Kanunu’nun 33. maddesi asgari ücreti düzenlemiş bulunmaktadır. Bu maddeye göre, ”Hizmet akdi ile çalışan ve İş Kanunu kapsamına giren her türlü işçi ile gemi adamı ve gazatecilerin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma Bakanlığı’nca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari hadleri en geç iki senede bir tespit olunur.”
    (Bkz. www.apartmanyonetimi.com/iskanun2.htm)
    (Örnek olarak ayrıca bkz. www.kristalis.org.tr/asgariucret.htm)

    Sözlükte denildiği gibi Agari ücret işçinin gıda, konut, giyim, sağlık ve ulaşım gibi zorunlu ihtiyatlarınını karşılamaya yetecek ücrettir. İktisattaki asgari ücret ise, işçinin kendisini yeniden üretebilmesini sağlayacak biyolojik-tarihsel asgari ücret düzeyidir.
    ___________________________________

    konuyla ilgili bkz.
    www.calisma.gov.tr/istatistik/asgari.htm
    www.belgenet.com/eko/asgari-1.html
    www.alomaliye.com/asgari_ucr_teblig_ana_sayfa.htm
    vergidegundem.com/02.pratik/asgari_ucret.asp
    vb.

    Asgari ücret işçiye az, işverene fazla geliyor (www.zaman.com.tr/2002/10/23/ekonomi/h5.htm)

    'Sabah kalk zam, akşam yat zam. Haftada bir tüpe zam. Hiç bu insanlar ne yapacak diye düşünmüyorlar mı? 200 milyonla 300 milyonla geçinilmez bu devirde. Asgari ücret ne kadar? Çocuk okula gidiyor, ayakkabısı, beslenmesi, önlüğü var zaten. Bir de katkı istiyorlar. Emekçilerin çocuğu ne yapsın? İnsanlar nasıl yaşasın? Ekmek parası, pazar parası, elektrik parası, su parası, parası da parası. Zam, zam, zam! Başka birşey olmuyor, bu devlet hiç iyi bir şey yapmıyor' diyor. (www.evrensel.net)

    _____________________________________

    Not: Asgari ücret tabi ki yaşamadan nedir, ne çağriştırıyor demek buradaki açıklamalarla yetmez ama ”biyolojik-tarihsel asgari ücret düzeyidir tanımlarının” yanında ”asgari ücret politikalarının kurbanı aileler, ellerindeki azıcık kömürle kışı geçirebilmek için tiril tiril titremektedir.” gibi sözleri hatırlatmak amacıyla; görmemezlikten gelip, kulak tıkamak yerine bu konun burada işlenmesi de gerekiyor.
    _____________________________________

  • küreselleşme

    06.06.2003 - 00:45

    bkz. Globalleşme

  • globalleşme

    06.06.2003 - 00:45

    ayrıca bkz. küreselleşme

  • globalleşme

    06.06.2003 - 00:45

    Globalleşme (Globalisation - Globalization)

    Şu bir gerçek ki 1998'de globalleşme uzerine yazılmış olan 2882 akademik yazının her biri globalleşmenin anlamı hakkında kendine ait tanımı içeriyordu; tıpkı bu konuda aynı yıl basılan 589 kıtabın kendi ayrı tanımlaını içerdigi gibi.

    Çogu, bunu, uluslararası ticaretin gelişimi kapsamındaki milli ekonomik sistemler olan yatırım ve ana para işletmelerinin yükselen alış-verişlerini içeren başlıca ekonomik bir fenomen olarak görüyor.

    Buna rağmen, ülkeler arası sosyal, kültürel ve teknolojik gelişimi de küreselliğin bir fenomeni olarak gösterebiliriz.

    Sosyolog Anthony Giddens, globalleşmeyi, yer ve zamanın ayrışımı olarak görüyor ve vurguluyor ki hızlı iletişimler sayesinde kültür ve bilgi tüm dünya üzerinde anlık bir şekilde paylaşılabilir.

    Hollandalı bilim adamı Ruud Lubbers ise globalleşmeyi bölgesel uzaklığın ülkeler arası, ekonomik, politik ve sosyo-kültürel ilişkilerin kuruluşu ve oluşumunda önemini yitirmekte olan bir faktör halinde yer aldığı bir sureç olarak tanımlıyor.

    Solcu eleştirmenlerse kelimeyi, demokratik sürecle veya ulusal hükümetlerle ilgisi olmayan banka ve ticari kuruluşlarca idare edilen ya da yönetilen, globalleşmiş bir ekonomik sisteme doğru yol açan dünya çapında bir sürüç olarak sunmak üzere farklı bir şekilde tanımlıyorlar.

    Globalleşme, inkar edilemez ki, kapitalist bir süreçtir; Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla ekonomik organizasyonun yerine geçebilecek alternatif bir süreç olarak ortaya çıkan bir kavramdır.

    Bir de şu anlamını deneyin: Globalleşme, kapitalist şartlar altında ülkeler arası yapılan ekonomik, sosyal ve teknolojik değis-tokuşlardaki hızlı artıştır.

    Globalleşme hakkında yararlanabileceğiniz iyi bir web sitesi olan ” globalize.kub.nl ” incelemenizi tavsiye ederim.

  • evrim teorisi

    04.06.2003 - 19:42

    Allah'ın her yaratığı bir ilim üstünedir. İsterse denizler ikiye ayrılsın açıklaması tabi ki bilimsel olabilir. Yok bilimsel açıklaması var diye mucize olmaz derseniz, o zaman kim körü körüne inanıyor merak ederim, çünkü mucizenin nasıl olduğu değil ne anda olduğu önemlidir. Mesala Firavunun orduları Hz. Musa'nın arkasındadır, kaçacak yer yoktur... ve o an deniz ikiye ayrılır, isterse buna bir bilim adamı büyük dalgaların çarpışmasından önce çekilme olayı desin, isterse şundan bundan dolayı oldu desin, önemli olan Allah'ın yardımının ihtişamlı bir şekilde o anda ulaşmasıdır.

    Şimdi evrim teorisini bazı kişiler inanç gibi savunuyor, bazıları hele Darwin'i okumadan bilimdir diye karşı çıkılmasına tepki veriyorlar. Darwin'in savunduğu fikirler felsefiktir, bir deneye ve sonuca bağlı değildir. Zaten ne ortada bir teorisini sağlamlaştıran bir delil ne de buluşlar vardır. Sadece bazı konseptler ve gözlemler içinde görüşler bildirilir ama bilimsel teori değil felsefik olarak fikir atmaktan ileri gitmez. Fakat dini sadece gericilik olarak görenler Kuran'ın içindeki ilmi zenginliği görmezler, çünkü onlar için bilim değil ideolojiler önemlidir.

    Dünyaya şöyle bakın, medyaya, eğitime, aklınıza ne gelirse, çoğunda evrim teorisi kabul edilmiş ve sanki ispatlanmış gibi yayınlanır. En basit çizgi filmden, çocukların okuduğu ders kitaplarına kadar gerçeğe dayandırılmamış bir görüş bilimsel bulgu diye yutturulur. Buna karşı bir kaç grup Darwin'e karşı yayınlar bulunca birden hemen bilimin önemi ortaya konulur. Sanki evrim teorisine karşı çıkmak bilime aykırı. AMA şu bir gerçek ki Her canlıyı sudan yarattık - İnsanı da çamurdan yarattık denmesi maymundan ya da bir kertenkeleden meydana geldik denmesinden daha bilimseldir. Neden, çünkü bilimsel olarak daha fazla kanıtları ve delilleri var... Evrim Teorisi kandırmacısı üstüne yapılan araştırmalar insanoğlunu nereye getirecek bilmiyorum ama yerle gök arasındaki işaretlere bakarak idrake ulaşanların nereye gideceği belli.

    Bir kuş türünün, beslenmek için gagasının avlanmaya göre değişmesi onu zürafa yapmaz, aynı şekilde yürüyen bir şempazeyi ya da gorili düşenebildiği veya konuştuğu zaman insan hiç yapmaz, insan değişime uğramışsa aynı o gagası değişen kuşlar nasıl hala kuşsa, insanlar da hep insandırlar. İsterseniz buna bilimsel bir olgu deyin, isterseniz yaratılıştan deyin, ikisi de aynı kapıya çıkar.

    Allah kuşun uçmasına bile mucize demişken artık ne daha bilime uygun, ne daha bilme aykırı lütfen bir daha düşünün. Allah birken milyonları birbiriyle çarpmak kafaları karıştırmaktan ileri gitmez.

    Nasıl güneş takvimde yazıyor diye tutulmuyor, tutuldugu için takvimde yazıyorsa, Darwin hayvandan geliyoruz dedi diye de hayvandan geliyoruz olmaz. Darwine kalsa yüzyıllar sonra, tesadüfen hurda mezarlığında rüzgar çıkıp parçaları birleştirip uçak oldu denilmesine inanacağız.

    Evrim Teorisi okuyorsanız demagoji yapacağınıza oturup karşı olan yazıları da dikkatli okuyun derim. Bari bilim adına yararlı bir şey yapın, araştırın iyice.

  • mustafa kemal atatürk

    04.06.2003 - 17:42

    Resimleiryle Atatürk
    www.ada.net.tr/ataturk/e-main.html

  • sağlık

    04.06.2003 - 00:25

    bkz. reçete doğada
    bkz. ilk yardım

  • grev

    02.06.2003 - 22:47

    İş bırakımı anlamına gelen Grev: İşçilerin işveren üzerinde baskı yapmak ve bu yoldan amaçlarına erişebilmek için aralarında anlaşarak topluca ve geçici olarak işelerini bırakmalarıdır.

    Türkiye’de 1961 Anayasası ile işçilere grev hakkı tanınmıştır. Grev hakkını düzenleyen kanun hükümlerine dayanmaksızın en çok rastlanan grev türleri şunlardır:

    1. Siyasi Grevler: Siyasi görevler hükümetin iç ve dış politikasını etkilemeye yöneliktir.
    2. Dayanışma grvi: Başka bir işyerinde ya da işkolunda girişilen grev hareketlerinin başarıya ulaşmasını sağlamak amacıyla yapılır.
    3. Yavaşlatma grevi: işçilerin işi bırakmamakla eraber, çok yavaş çalışarak ve verimi düşürerek işveren üzerinde baskı kurmalarıdır.
    4. Genel Grev: Bütün işçileri ilgilendiren bir konuda siyasi iktidarı ve kamuoyunu uyarmak amacıyla yapılan genellikle kısa süreli grevlerdir. Birçok ülkede genel yasal sayılmıştırç Türkiye’de ise genel yasaklanmıştır.
    5. İhtar grevi: İşverenleri ya da resmi makamları uyarma ve sendikaların gücünü gösterme amacını taşımaktadır.
    6. Oturma grevi: Grev ilan edildikten sonra işçilerin işyerinden ayrılmayarak üretim faaliyetlerinin büsbütün durmasına neden olmaları ya da işişyerinin yönetimine el koymalardır.
    7. Hak grevi: Yürürlükteki toplu sözleşmenin hüküm veya hükümlerinin uygulanmaması durumunda yapılan grevlerdir.
    8. Çıkar (Menfaat) grevi: Toplu sözleşmenin yasal prosedürü içinde ortaya çıkan grevlerdir. Toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması veya uyuşmazlıkların belirli bir dönemde çözümlenememesi durumunda gerçekleştirilen grevlerdir.
    ___________________________________________________

    İşçilerin topluca işi bırakma veya işi yavaşlatma durumudur. Genellikle sendikal örgüt-
    ler aracılığıyla yapılan bu eylemler, ekonomik, demokratik, siyasal talepli olabilir. Dayanışma grevi ve genel grev gibi farklı grev türleri de uygulanmaktadır. Tarihin ilk grev eylemi, MÖ: 494 yılında Roma'da Plepler (halk) tarafından egemen sınıf olan Patricilere karşı yapılmıştır. (gulunesi.8k.com/bilinesi/G.html)

  • çingeneler

    02.06.2003 - 22:08

    Türkiye’de Çingeneler

    Türkçede Çingen, Çingene, Kıptî, Boşa veya Poşa gibi, pek çok hoş karşılanmayan adlandırmaların yanı sıra, son zamanlarda yaygınlaşan Roman tanımının içnde yer alan bu topluluğun sayısının 90’larda 500 bini bulduğu tahmin edilmekteydi. En çok Marmara bölegesinde, özellikle Trakya’da yaşarlar. Bir kısmı yerleşik düzene geçerken, geri kalanlar konargöçerliği sürdürmektedir. Bunlar yerleşim yerlerinin dışında kurdukları çadırlarda yaşarlar. Eskicilik, hurdacılık, çiçekçilik, sepetçilik, kalaycılık, maşacılık, ayakkabı boyacılığı, ayı oynatıcılığı (yasaklandı) , falcılık yaparlar. Çingenelerin müzik yeteneği onlara, şarkıcılık, çalgılıcık, çengilik gibi alanları açmıştır. Türkiye’deki Çingeneler Müslümanlığı benimsemiştir; İstanbul Türkçesine yakın kendine özgü bir dil konuşurlar; Türk argosunu pek çok kelime kazandırmışlardır. Yerleşik Çingeneler, İsatnbul’daki Surdibi, Sulukule, Ayvansaray, Selamsız gibi belli semtlerde toplanmıştır.
    ____________________________________

  • çingeneler

    02.06.2003 - 22:07

    Kitap: Başka Dünyanın İnsanları / Çingeneler
    Nazım Alpman - Ozan Yayıncılık;

    Elinizdeki Kitap dünyanın çeşitli yerlerinde dışlanmışlığın kadersizliğin içindeki Çingenelerin yaşamlarını konu alan 'neşeli' bir belgeseldir.
    Onlar ki, toplumsal dokunun 'aykırı' renkleridir. Birlikte yaşadıkları bireylerin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerden yoksundurlar. Horlanırlar, aşağılanırlar ve genellikle de yergi sözcükleriyle anılırlar.
    Oysa Çingene gerçeği bundan çok farklıdır.
    Nazım Alpman bu gerçeği yakalayabilmek için aylar boyunca Çingenelerle birlikte oldu. Adapazarı'ndan Trakya'ya, Sulukule'den Selamsız'a çeşitli Çingene semtlerini ve kentlerini dolaştı. Kendisini sadece Türkiye ile sınırlamadı. Varna'da, Olbukin'de, Üsküp'te, Belgrad'da ve Kafkasya'da onların yaşamlarına tanıklık etti. Dış yüzleri aynalarla süslenmiş Çingene evlerinden, hala göçer geleneğini sürdürenlerin derme-çatma çadırlarına kadar 'konuk' olmadığı yer kalmadı.
    Kitapta yer alan Çingenelerin dili ve edebiyatı, Çingene olmanın felsefesi, Kakava ve Hıdırellez bayramları, düğünleri, kavgaları, davulcular, çiçekçiler, demirciler, müzisyenler ve ayıcılarla ilgili bölümler, yadsınıp yadırganan Çingenelerin onurlu yaşamının günışığına çıkmasını sağlıyor.
    Bu kitap Osman Cemal Kaygılı'nın 1938 yılında yayınlanan 'Çingeneler'inden sonra konu ile ilgilenenlere kaynak olabilecek en geniş kapsamlı çalışmadır.
    (Arka Kapak)
    __________________________________

  • çingeneler

    02.06.2003 - 21:41

    Avrupa’da Çingeneler

    Çingene göçü,9. yüzyıldan itabaren, Hindistan’da başlamış ve dalgalar halinde yayılmıştır.940’da bir Arap yazar Çingeneler’in İsfahan’a gelişlerini anlatır. Aynı zamanda Bohemya kralı olan imparartor Lüksemburglu Sigmmond’un kendilerine verdiği koruma mektuplarından dolayı Bohemien (Bohemyalı) de denilen Çingeneler,1418’de Almanya’yı baştanbaşa geçtiler.14. yüzyılda Romanya’da devletin, ruhban sınıfının ve senyörlerin kölesi oldular; bu kölelik ancak 1856’da sona erdi.1419’da Fransa’da Macon’a geldiler ve o zamandan beri ülkede devamlı dolaşıyorlar.1422’de Bolongna’dan geçerek Papa V. Martinus’u görmeye gittiler. İspanya’da candan bir karşılamadan sonra, yerleşik yaşama mecbur edildiler ve pek çoğu Amerika’daki kolonilere sürgüne gönderildi.
    Kaynak: Ansiklopedik
    ____________________________________

  • antarktika

    31.05.2003 - 02:01

    Antarktika, Güney Amerika’nın alt ucundaki Horn Burnu’na doğru çıkıntı yapan Palmer Yarımadası dışında kutup dairesinde yer alan 2200 km. yarı çaplı yuvarlak bir deniz kabuğu görünümündedir (aşağı yukarı 60 derece Güney enleminin ötesindedir.) Buzdan bir kubbe olan Arktika’nın aksine, bir kalkana benzeyen Antarktika kıta ve ada özelliği taşır. Bu haliyle Antarktika, parçalanmasıyla, Afrika, Güney Amerika, Avustralya, Hindistan, ve Antarktika’nın ortaya çıktığı başlangıçtaki kıta Gondavana’nın varlığının kanıtı gibidir.

    5140 metreye ulaşan Vinson Dağı gibi yükseltilerine rağmen, Antarktika’nın yüzeyi, ortalama 2000-3000 metre kalığında buzlarla kaplı olduğundan, yüzey şekilleri ayrıntılı olarak bilinmemektedir. Bu yüzden Antarktika, bir İskandinav terimi olan “kıta buzulu” anlamına gelen “inlandsis” diye nitelendirilir.14 milyon km. karelik alana (Türkiye’nin yaklaşık 18 katı) 2 milyon km kare de sürekli yüzen buzullar eklenir. Antarktika’nın alanı, çevresinde Eylül ayında, güney yarıküre kışı sürecinde oluşan buz duvarları ile 25 milyon km kareliye ulaşır.30 milyon km küplük buz katmanları yer çekimi ile (Güney Kutbu yaklaşık 3000 m yüksekliğindedir) kıtanın çevresine itilerek, buradaki yüzer platformları ve bazen 100 m. yüksekliğe uluşan kıyıdaki buz yalıyarlarını besler. Deniz akıntıları ve meterolojik olaylar (yağmur ve rüzgarlar gibi) kıyıdaki buz duvarlarını buzdağlarına (aysberg- ıceberg) dönüştürür. Antarktika’nın kıyılarındaki buz duvarlarında, yıllık hacmi 2300 km küpü bulan onbinlercesi oluşmaktadır. Boyları bir kaç 100 m. ile 100 km. arasında değişen buzdağlarının ömrü 10 yıldan fazladır. Bu ortam insan yaşamı için iticidir. Yaşam şartları özellikle kıtanın iç kısımlarında adeta imkansızdır. Senelik ortalama ısı –30 santigrat derecedir. Blizzard adı verilen, yeryüzündeki kar ve buz parçacıklarını şiddetle havalandıran sert rüzgarlar hüküm sürer.

    Antikçağ’dan beri varlığı sezilen, Rönesans döneminde Orance Fine ve Ortelius haritalarında büyük “Güney arazisi” olarak geçen ve ilk kez 1774’te 71 derece enlemi ötesine James Cook’un ayak bastığı Antarktika’da, Washington Antlaşması’na göre, devletlerin toprak talepleri askıya alınmıştır. Burada egemenlik sadece bilimindir. Hayvan varlığı ve canlı deniz kaynakları koruma altındadır. Wellington Antlaşması 1988 yılında en 16 ülke tarafından onaylanırken kıtanın yeraltı zenginliklerinin ve kıyıdan uzaktaki petrol yataklarının işletmesi öngörülmüştü. İklim şartlarının elverişli olup olmayacağını, maliyeti, şimdiye kadar korunmuş bir ortam için nelere mal olcağı hala tartışmaya açıktır.

    (Benoit Antheaume ve Larousse Ansiklopedileri bu konuda çok güzel bilgilere sahip.)
    ___________________________________________________________

    Bugün dünyanın en soğuk bölgesi Antarktika'dır. Antarktika'nın %98'i buzullarla kaplıdır. Antarktika'da yaklaşık on beş milyon yıldır değişmeyen bir buz takkesi bulunmaktadır. Kıtadaki buz tabakası gelen güneş ışınlarının %80-85'ini geri yansıtmaktadır. Bunun sonucunda Antarktika kıtası bu denli soğuk olmaktadır. Antarktika bu soğuk etkisiyle dünya üzerindeki iklim sistemine büyük etkisi vardır.
    (www.geocities.com/cografya_otto/makaleler/iklim.htm)
    ___________________________________________________________

    Antarktika'da bir buz tabakasının eridiği ve 7000 yıl içinde dünyada denizlerin seviyesinin 4.8 metre yükseleceği ileri sürüldü.
    Washington Üniversitesi profesörlerinden John O. Stone, Journal Science'da yer alan makalesinde, kayaların buzlardan ayrıldığı anda jeolojik ölçümler alındığını kaydetti. (Basın)
    ___________________________________________________________

    ayrıca bkz.
    www.cevre.gov.tr/cevrehukuku/antartika.htm (Antarktika Andlaşmasi Metni)
    cografya.dostweb.com/buzullar.htm (Buzullar)
    cografyadunyasi.8m.net/8/ guneydekibuzkaplikita-antarktika.htm
    ______________________________________________________

    Not: Daha önce hatayla Antartika yazmışım, Turuncu Gece rumuzlu arkadaşımıza, hatamı gösterdiği için teşekkür ederim.
    ______________________________________________________

Toplam 2591 mesaj bulundu