Cem Nizamoglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • keşke

    22.07.2003 - 22:26

    Keşke keşke olmasaydı :)

  • firavun

    22.07.2003 - 20:32

    Bu konuda daha önce açılan bir başlıkta, Firavunun ibret olsun diye geri hiç zarar görmeden geri de kalan vucudu tartışmaıs olmuştu. Başlığın uyumsuzluğundan dolayı tüm terimler silinmişiti. Belki bu başlık altında bahsedilebilir diye açtım başlığı.

    Bana göre, her geride kalan mumyalanmış firavun ibrettir. Kur'an'da geçen Firavun kelimesi tekil olarak kullanılmamıştır, o dönemi dikkat çekerki Allah kardeşini öldüren Hz. Adem'in oğluna kargayla kardeşinin ölüsünü nasıl gömmesini gösterdiyse, mumyalamakta istediği kadar bilimsel olsun Allah'ın kudreti içindedir ki evrene tanrıyız diyerek hükmettiklerini zanneden firavunlara dünyanın kalmaması ve ancak ölülerin geri kalması büyük bir ibrettir. Bugün ki liderlere de uyarı niteliğindedir ve tüm insanlığa büyüklenmeyin mesajını anlamındadır. Eğer bunu ayın tutulması gibi doğa üstü olay gibilerinden tekile indirirsek esas ilmi göremeyiz, belki bu bahasedilen firavun müzedeki mumyadır, belki de değildir tartışması uzadıkça uzar ama esas bu olayı bahseden ayetlerin esas mesajı hakkında çok az konuşulmuştur. Malesef insan takım tutarmış gibi taraf tutuyor ve gol atınca seviniyor gol yiyince sinirleniyor. Kısacası önce alınması gereken dersi alalım...

  • çivi yazısı

    22.07.2003 - 20:26

    Çiviyazısı

    Eski Mezopotamya'da ilk yazı işaretleri, mal sayımı, tayın ve ezrak dağıtımı gibi çok somut ihtiyaçlara cevap vermek üzere ortaya çıktı.

    Bütün yazı sistemlerinde olduğu gibi, önce bir nesneyi veya bir eylemi temsil eden kalıplaşmış resimler biçimindeki harfler belirdi. Sümer Uygarlığı, birkaç yüzyılda basit resim çizimlerinden, bir fikrin ve bir sesin anlatımına geçemeyi başarmıştı. Mesela başlangıçta oku gösteren işaret (Sümerce'de ti) , ti'nin ses değerini ve soyut bir şey olan 'hayat' anlamını alırken; yazımı da üsluplaşıp genişleyerek ilk baştaki resimden iyice uzaklaşmış oldu. Sümerler böylece, MÖ 2600 yılına vardığında,150'si hece ses değeri taşıyan, diğerleri ise ideogram (nesne işareti) veya logogram (somut veya soyut bir gerçekliği temsil eden işaret) işlevlerini koruyan yaklaşık 600 işaretten yararlanmaktaydı.

    Mezopotamya'ya MÖ.2300'den itabaren yerleşen Sami Akkadlar bu yazıyı benimsemediler. Fakat Sümer Yazısı, temelde tek heceli bir dile göre tasarlığından ilk olarak Akkadlar, kendi dillerindeki sözcükleri her işaret (Sümerlerden alınan) bir heceyi gösterecek biçimde bölmek zorunda kaldılar. Ti işareti, hece değeri dışında hala 'hayat' demekti, fakat bu soyut gerçeklik artık ti(Sümerce) yerine balatu (Akkadca) olarak telafuz edildi.

    MÖ.1800'e doğru, Babil Kralı Hammurabi zamanında Mezopotamya dünyasında konuşulan Akkad dili, çok geçmeden küzeyde Asur ve güneyde Babil dilleri olarak ortaya çıktı. Yazıcılar, bu dili yazıya dökmek için, daha sonra güneşte veya fırında kurutucak oldukları ıslak kil tabletlere çiviyazısıyla (çivi biçiminde) işaretler kazıyordu. Her işaretten (toplam 500'den fazla işarete rastlanmıştır) bir veya daha fazla anlam değeri vardı. Dolasıyla yazan veya okuyan herkes binlerce olası anlamı tarayıp içlerinden birini seçmek zorundaydı; bunu da ancak meslekten olan kişiler, yani yazıcılar yapabiliyordu. Böylece yazıcılar, toplumda giderek artan bir etkiyte sahip oldular.

    Kaynak: Maurice Meuleau

    Sözlükte ise basitçe: 'Eski Farsların, Medlerin ve Asurluların kullandığı yazı.' diyor...

  • firavun

    22.07.2003 - 20:03

    10/Yunus Suresi,90-92 Ayetler:

    90. Derken İsrailoğulları'nı denizin öte yakasına geçirdik; bunun üzerine Firavun ve ordusu hışımla onların ardına düştü, (denizin dalgaları onları örtüp de Firavun) boğulmak üzereyken: 'Elhak, inandım, ' (1) inandım dedi, 'İsrailoğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı yok! Ve ben de artık kendini yürekten O'na teslim eden kimselerdenim! '
    91. (Ona) : 'Ancak şimdi mi? ' (2) denildi, 'oysa, bu güne kadar (Bize) hep başkaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın!
    92. (İmdi,) bugün senin sadece bedenini kurtaracağız (3) ki, senden sonra gelecek olanlar için (uyarıcı) bir işaret olsun; çünkü, gerçek şudur ki, insanların çoğu ayetlerimize karşı umursamazlık gösteriyor! '

    Açıklamalar:

    (1) Lafzen, 'tâ, boğulayazdığı zaman... dedi'. Hz. Musa ile Firavun'un kıssası, sonrakinin İsrailoğulları'n uygaladığı baskı ve zorbalık ve İsrailoğulları'nın kurtuluşu hakkında ve özellikle (Kur'an'ın yukarıdaki ayetiyle ilgili olarak) İsrailoğulları'nın mucizevi kurtuluşunu, Firavun ve ordusun kötü akibetini ayrıntılı bir biçimde anlat(an) ıyor. Akıldan çıkarılmamalıdır ki, gerek Kitab-ı Mukaddes'de, gerekse sözlü Arap kültüründe yer alan tarihsel olay ve menkıbelere ilişkin Kur'ânî atıfların hemen hepsinde amaç olayı hikaye etmek, dikkati olay örgüsünün kendisine çekmek değil; olay örgüsünün altında yatan özel ahlaki derse dikkat çekmek, onu gün ışığına çıkartmaktır: bu durum, bu ima ve atıfların Kur'an'ın bütününe dağılmış bir bütünün parçaları halinde olmasını da açıklamaktadır.

    (2) Yani, 'Ancak, şimdi mi, bunun için vaktin çok geç olduğu, şu an mı tevbe ediyorsunuz? '
    (Mesala, bkz Nisa Suresi) 4/18. Ayet: 'Ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında 'Şimdi tevbe ediyorum' diyenlerin tevbesi kabul edilmeyecektir.'

    (3) Lafzen, 'Seni bedensel olarak kurtaracağız': Bununla muhtemelen, eski Mısırların, krallarının ve seçkinlerin cesetlerini mumyalarak gelecek kuşaklara için saklamak yolundaki gelenekleri ima ediliyor. Bazı eski Mısır uzmanları Kur'an'da ve Kıtâb-ı Mukades'se sözü geçen 'zalim Firavun'un II. Ramses (M.Ö.1324-1258 dolayları) olduğunu ileri sürerken, bazıları da onu talijsiz selefi Tut-ankh-amen'le ya da M.Ö.15. yüzyılda yaşamış olan III. Thotmes (yahut Thutmosis) 'le özdeştirmektedirler. Ama bütün bu 'özdeştirmeler' yalnızca zan ve tahmine dayanmakta olup tarihsel olarak belgelenmemiştir. Akılda tutulmalıdır ki, Kur'an'da geçen 'Firavun' (Kur'an'da fir'avn) tabiri bir özel isim olmayıp Eski Mısır'da bütün krallar için kullanılan bir ünvandan ibarettir.

    Kaynak: Muhammed Esed - Kur'an Mesajı (Meal-Tefsir)

  • mudanya

    22.07.2003 - 20:02

    www.mudanyaonline.net

  • arkeoloji

    22.07.2003 - 20:01

    Arkeoloğun kazı alanı kitaba benzer: devamını okumak için elimizdeki kitabın sayfalarını nasıl çevirirsek, o da alttakilere ulaşmak için her katmanı sırayla kazar...

  • yaşamın gayesi

    22.07.2003 - 19:51

    GERÇEK DOSTLARA MEKTUP: YAŞAMINIZIN BİR GAYESİ VAR MI? 08-04-2003v - Mustafa YÜKSEL

    Yazıya atılan başlığı okuduğunuzda aklınıza ilk etapta gelebilecek ifadeleri anlayabiliyorum. 'Anlamsız, gereksiz ve boş bir yazı başlığı' diye düşünebilirsiniz.
    Fakat biraz zaman geçtikten sonra bu cümlede bir sır saklı olduğunu anlayacaksınız. Gerçekten de öyle; yaşamın gayesi olmalı mı? babından bir sorunun içerdiği asıl anlamın bugün kendin için ne yaptın anlam taşıdığını kestirebiliyorsunuzdur eminim.

    İdeali olmayan bir insanın, yaşama hakkından başka bir hakkı varmıdır ki... Geçmişi bilmiyorum ama anlamsız ve boş bir gelecek adına yaşama hakkı elde etmiş olmanın getireceği kar zarar nedir insana? Varsan o zaman yaşıyorsun. Yaşıyorsan varsın demektir ama ne için ve kim için...

    Nedir yaşamın asıl gayesi? Bir teknik adamın, zor bir maçtan hemen önce takımı motive etmek için tamı tamına 1.5 saat konuşması mıdır? Yoksa, bir futbolcunun uzatma dakikalarında atacağı bir gol mü? Veya antrenman, kamp, maç ve transferler yumağı mı?

    Bence hepsi ve hiçbiri... Ortalama insanın yaşam yaşının 63 olduğu bir ülkede; bugüne değin; yarınları güven altına alacak şekilde kendini yıpratmanın mana ve sırrını anlayamıyorum. 'Hiç ölmeyecekmiş gibi
    dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışma' ifadesinde gizlenmiş felsefi buudları düşündükçe daha iyi anlıyorum 'Elimi eteğimi çekesim geliyor' mantığındaki cümlelerin saçmalığını...

    Çok yakınını kaybetmemiş birisi olarak, tek hatırladığım bir kaç yıl önce ebedi aleme göç eden dedem geliyor aklıma. Bazılarınız annesini, babasını, kardeşini hayal edip dün yaşadıklarını düşünebilir. Canımızı uğurlarına feda etmeyi göze alabileceğiniz insanların şimdi; yaşadıkları dünyadaki tüm malvarlığının mermer sütunlarla kaplı 4 metre kare içine sıkıştırılmış olmasını hiç düşündünüz mü? Dün onların var olmalarının, bugün de var olacakları anlamına gelmediğini anlıyoruz. Dün var olmadığımız için belki bugün varız ancak yarın olmayacağız. Yüce yaratıcı böyle bir çark koymuş kainata. Çok basitinden anlamsız ve ifadesiz gibi gözüken bir insan iskeleti inanın beni çok ürpertiyor ve dehşete sokuyor: Benim iskeletim de böyle olacak birgün. Benim iskeletimin böyle olacağını düşünmek, sizin vücutlarınızın da bir gün etleriyle kemiklerinin yılan ve çıyanlarla ayrılacağı kanıtını taşımıyor mu? .

    Ne mutlu ki o insanlara, karşısındakinin gözlerinin içine bakarlarken bile, öteleri düşünebiliyorlar: Sevinç, gözyaşı ve mutlulukların, bir köprüden geçercesine kadar az bir zaman kalınan dünyanın geçici nimetler olduğunu biliyorlar. Ve ne mutlu o insanalara ki; din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın yaratandan ötürü insanları sevip, hoşgörüyle yaklaşabiliyorlar. Ve ne mutlu o insanlara ki; ölümü yanıbaşlarında gezdirdiklerini hiç unutmayıp, kol kola girdikleri ölümün en samimi arkadaşı olduğuna kanaat getiriyorlar.

  • hz.ali

    22.07.2003 - 16:19

    Ali'nin anlamı yüce, ulu, yüksek demektir. İsmi gibi şanlı olan Ebu Talib'in oğlu Hz. Ali, Allah'ın Aslanı lakablı, peygamberimiz'in amcazadesi, kızı Hz. Fatma'nın eşi ve 4. Halife olarak bilinir

    İlk müslümanların üçüncüsü ve İslamı kabul il çocuktur. 6 yaşında Peygamberimiz yanında yaşamaya başlamış, bir rivayete göre Peygamberimiz ilk vahiy geldiğini öğrenince bir kaç gün sonra Peygamberimize gelip 'Ben de Müslüman olmak istiyorum' demiş, Peygamberimiz önce Anne ve Babana sor dediyse de, Hz. Ali 'Onlar bana dünyaya gelmek istiyor musun diye sormadılar? Hem Annem, babam senden iyi bilmezler' diyerek, 9 yaşında müslüman olmuştur....

    Peygamberimiz için canını feda edecek kadar bağlı olan Hz. Ali, peygamberimizin yatağına yatarak, hayatını tehlikeye atarak suikastçıları oyuna getirmiştir....

    Savaştayken, düşmanını yere serer, tam kılıcı saplıyacakken, düşmanı yüzüne tükürür... Bir an için Hz. Ali duraksar ve düşmanını öldürmez ve canını bağışlar... Düşmanı hayret içersinde neden diye sorar. Hz. Ali, ' Ben Allah yolunda şavaşıyorum ama sen yüzüme tükürünce nefsime yenilip seni öldürecektim, bundan dolayı vazgeçtim' deyince, düşmanı tövbe edip, müslaman olur...

    Hz. Ali, Halife iken, akşam vakti yanına birisi gelip danışmak ister. Halifemiz, şahsi bir konu mu yoksa devleti ilgilendiren bir konu mu diye sorar. Şahsi olduğunu öğrenince, mumu söndürüp başka mum yakar. Neden böyle yaptınız soruluncada, daha önce yanan mumun devlete ait olduğunu söylerek, ne kadar ince düşünen bir insan olduğunu gösteren küçük bir örnektir.

    Ve bir sürü destanlaşmış hikayesi vardır. Hayatı Müslümanlar için çok önemli bir örnektir... Hayatteyken Cennetlik bahşedilen sayılı kişilerdendir. İyi bir öğrenci, güçlü bir savaşçı, yetenekli bir lider, çalışkan bir insan, dürüst ve saygın bir karakter ve daha nice nitelikleriyle dinin şanını artırmış bir müslüman...

  • rock felsefesi

    22.07.2003 - 14:10

    Rock ve Rap'in felsefesi'nin kökenleri Blues ve Jazz iken yani aynıyken, bir de yıllar önce Rap ve Rock barışmışken şimdi neden aranızda mızıkçıklık yapıyorsunuz anlamıyorum.

    Bana göre felsefe kelimesi yerine yaşam tarzı dense daha uygun olurdu ama artık Old School gruplarla, tarzların birbirine karışması ve yılların getirdiği akışımla tabi ki felsefelerinin olduğunu kabul etmek lazım.

    Rock'tan bahsederken sadece bir müzik türünden değil, bir dünyadan bahsetmek gerekir, bu dünyanın içinde o kadar farklı yaşamlar, türler, akımlar ve tarih vardır ki artık Rock'da klasik müzik gibi Müzik Tarihinde yerini almıştır.

    Peki neden Blues'a dayanıyor? Rock N' Roll ile gelen bu akım uslubuyla Blues'a benzer çünkü ikiside tepki müziğidir. Nasıl zencilerin baskıya karşı ganglerle Rap ile tepkileri yansıtmışlarsa, beyazlarda toplum içindeki baskı, yozlaşmaya, yaptırımlara ve tek düzeliliğe karşı Rock'la tepklerini dile getirmişlerdir. Bunu sadece muzikleiryle değil, giyinişleri, konuşmaları, hatta yürüyüşleriyle dile getirmişlerdir. Fakat sonraları çok ilgi yani aşırı talep olunca işin içinine pazarlama kuralları girip olay piyasalaştırılmıştır. Yani içi değil kabuğu satılmaya başlamıştır. Yani rock'ın anlamını kaybettiği yerdir..

    Esasında Gölge'nin dediğinde yanlışlık yoktur. Herkes bilir ki Rock Muziğinin sloganı 'Sex, Drugs and Rock N' Roll' dur. Çünkü zencilerler gibi derilerinin renklerinden dolayı ırkçılık baskısı altında değil, toplumun zorla yaptırımlarına, bitmeyen kurallarına, mantığa dayanmayan düzen baskısı altında kalmışlardır. Ve bu monoton hayata isyan etmişlerdir.

    Tabi Rock bir Dünya olunca bunun içinde çok değişik tarzlar ortaya çıkıp artık sloganı çeşitli müzik türleri ve tarzlarla karışıp 'Freestyle', 'Nevermind', 'Fxck the rules', 'I don't care' ile tepkinin yerine pasiflik alarak artık kendi piyasalarına çekilip umursamazlıktan yana olmuşlardır. Yine de dindar, sosyalist, vegan, feminist gibi gruplar arada sırada çıkıp, sloganları daha da değiştirmişlerdir.

    Black Sabbath'tan Death Metal'e, Led Zepplin'den Power Metal'a, Elvis'ten Hard Rock'a, Beatles'tan Indie Rock, Sex Pitols'tan Punk Rock'a, Beach Boys'tan Ska Rock'a, King Crimson'dan Soft Rock'a, Iron Maiden'dan Heavy Metal'a, Metallica'dan Trash ve Speed metal'a, Motley Crue ve Bon Jovi'den Glam Rock'a, Napalm Death'ten Hardcore'a, Aerosmith ile Run DMC'den Rap Metal'a vb daha nice gruplardan Jazz Rock yok Blues Rock yok Pop Rock gibi değişik tarzlar doğmuş ya da tarzlara gidilmiştir.

    Artık o kadar çok grup ve etken vardır ki Rock Felsefesi'ni anlatmak için tarihi bilgilerini, grupların kronolojisini daha çok referanslara ve kaynaklara dayalı uzun bir kitap yazmak gerekir. Dediğim gibi artık Rock Dünyası olduğundan bu dünyada çok daha değişik fikirlere rastlanabilir. Mesala R.E.M. ve Guns N' Roses gibi değişik türlerin grupları da Rock muziğinin içine girer. Rock kelimesi çok geniş bir terim olduğundan birisi temiz giyinimiyle Rock yaparken diğer taraftan başka biri yırtık pırtık giysisyle avazı çıktığı kadar bağırarak da rock yapabilir...

    Kimileri derki Rock Felsefesi bu anlattıklarımdan dolayı esas noktasından yani Karşı Çıkış'tan uzaklaşmış derler. Bana göre ise gelişmiş ve genişlemiştir ve çağa çok güzel ayak uydurup, melodi açısıdan kısırlık yaşayan müziğe yeni tarzlar getirmeye devam etmektir.

    Rock dünyansının içinde konuşulan artık bir çok dil vardır. Bu açıdan Rock Felsefesi değerini kaybetmemiş bana göre kendi içinde bile kendine yabancılaşmıştır...

    Esasında basit olarak, muzik bir araçtır. Bu aracı nasıl kullanırsanız ona göre bir sonuç elde edilir, yıllar boyunca kişiler hep aynı aracla değişik eserler vermiş; sonuçta yine muzik yapmışlardır. Bundan dolayı Rock Felsefesi demek biraz komik kaçsada, insan yapısı gereği, sahiplenme duygusuyla muziği ble belli terimlere mahkum edecek ve bu inattan dolayı muzik tarzları moda olmaktan ileri gidemiyecektir. Artık isteyen istediği kadar yok felesefesi desin yok bayrağı desin, müzik size ürün olarak satılmaya devam edildikçe gerçekten anlamını kaybetmeye mahkumdur. Ve bu muziği mahkum edenler en başta bu müziği kendi tekeline almaya çalışanlardır. Muzik ise hürdür...

  • 12 eylül

    21.07.2003 - 12:16

    12 Eylül 1980 Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Siyasal partiler kapatıldı; parti başkanları ve aydınlarla birlikte çok sayıda mesleki ve siyasal örgüt yöneticisi tutuklandı.4 Nisan’da, Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığının sona ermesinden itibaren boş bulunan devlet başkanlığı görevini,12 Eylül darbesinin lideri Genelkurmay Başkanı Kenan Evren üstlendi.

  • 28 şubat

    19.07.2003 - 16:17

    28 Şubat Tarihli günlerde bakalım neler olmuş:

    28 Şubat 1856 Islahat Fermanı ilan edildi.
    28 Şubat 1923 Mustafa Kemal'e 'İstanbul hemşehriliği' payesi verildi
    28 Şubat 1937 Metoroloji Genel Müdürlüğü kuruldu.
    28 Şubat 1946 Birleşmiş Milletler Beyannamesi, Türkiye tarafından imzalandı.
    28 Şubat 1953 Ankara'da Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı.
    28 Şubat 1955 İsrail Gazze'ye saldırdı.
    28 Şubat 1956 Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) kuruluş kanunu kabul edildi.
    28 Şubat 1958 İstiklal Marşı bestecisi Zeki Üngör vefat etti.
    28 Şubat 1975 Türkiye'nin Sesi Radyosu'nun Kıbrıs'a yönelik Türkçe yayınları sona erdi.
    28 Şubat 1977 Başbakan Demirel, Malatya'da 'İnönü Üniversitesi'nin açılışını yaptı.
    28 Şubat 1986 İsveç Başbakanı Olof Palme, Stockholm’de, sinema çıkışı, eşinin yanında öldürüldü.
    28 Şubat 1990 SSCB'de, Sovyet vatandaşlarının -1922'den bu yana ilk kez- kendilerine ait arazi satın alabilecekleri açıklandı.
    28 Şubat 1991 Krajina Sırpları Hırvatistan'dan bağımsızlıklarını ilan ettiler.
    28 Şubat 1991 Körfez Savaşında ateşkes ilan edildi.
    Devlet Adamları
    28 Şubat 1994 NATO, tarihinin ilk saldırısını Sırplara gerçekleştirdi.
    28 Şubat 1997 MGK'nde,28 Şubat Kararları olarak bilinen kararlar alındı.Bu kararlar, irticayı Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike olarak saptadı.
    28 Şubat 1998 Sırp kuvvetleri Kosovalı Arnavutlara saldırı düzenlemeye başladı.
    28 Şubat 1998 Kosovalı militan Arnavutlar, iki Sırp polisini öldürdüler. Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç, güvenlik güçlerine gereken yanıtın verilmesi için emir verdi.
    28 Şubat 1999 AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve gümrük birliğinin derinleştirilmesi amacını taşıyan 'Türkiye için Avrupa Strateji'sinin' hayata geçirilmesi amacıyla yapılan teknik görüşmelerin üçüncüsü Bonn'da gerçekleştirilmiştir.
    28 Şubat 2000 Turizm Bakanlığı, Şanlıurfa'nın tanıtımı amacıyla, içinde cami, sinagog ve kilise bulunan bahçe kuracak. Turizm Bakanlığı, Hz. İsa'nın 2000'inci doğum yıldönümü nedeniyle inanç turizmine yönelik projelere ağırlık vermeye başladı.
    28 Şubat 2000 ABD'de Arkansas Üniversitesi Hastahanesi Beyin Cerrahi Merkezi'nde Prof. Dr. Gazi Yaşargil adına bir kürsü açıldı. Beyin cerrahisine mikroskobu sokan Prof. Yaşargil'i ilk kutlayanlardan biri de Başkan Clinton oldu. Yaşargil, Kasım ayında Amerikan 'Neurosurgery' dergisinde tıp dalında yüzyılın adamı seçilmişti.
    28 Şubat 2001 Ulusal Bank'a el konuldu.
    28 Şubat 2001 Ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı için, Dünya Bankası Başkan Yardımcılarından Kemal Derviş'in adı geçmeye başladı.
    28 Şubat 2001 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve Başkan Vekili Cengiz Ocakçı hakkında yargı kararlarını uygulamadıkları gerekçesiyle dava açtı.
    28 Şubat 2001 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uluslararası toplumu, ABD'nin 1972'de imzalanan Balistik Füze Anlaşması'nı (ABM) gözden geçirme girişimlerine karşı koymaya çağırdı.
    28 Şubat 2001 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uluslararası toplumu, ABD'nin 1972'de imzalanan Balistik Füze Anlaşması'nı (ABM) gözden geçirme girişimlerine karşı koymaya çağırdı.
    vb.

    kaynak: www.kronoloji.gen.tr

  • matris

    19.07.2003 - 13:58

    İngilizce olarak, bilindiği gibi ünlü filmin adı The Matrix. Artık ilgilenen arkadaşlar Matrix başlığı açıp anlatsınlar.

    bkz. Matrix Felsefesi, başlığı altında bir kaç şey karalamıştım.

  • matris

    19.07.2003 - 13:45

    Satrılar ve sütunlar biçiminde dizilerek köşeli parantezler içine alınmış sayı ve sembol takımları. Matrisi oluşturan sayı ve sembollere matrisin öğeleri denir. Matrisler mühendisler, fizik, ekonomi ve istatistikte, ayrıca matematiğin çeşitli dallarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarihsel gelişim içinde önce karesel (satır sayısı sütun sayısınına eşit) bir sayılar tablosuna ilişkin özel bir sayı olan determinant kavramı ortaya çıkmış, matris kavramı ise daha sonra oluşturulmuştur. İlk kez matris terimini kullanan Arthur Cayley (1822 - 1895) matris cebrini de geliştirmiştir.

    Satır sayısı m, sütün sayısı n olan bir matris ‘’m’’ ye ‘’n’’ matris ya da ‘’m x n‘’ matris olarak adlandırılır. Örneğin:
    ____2 5 8
    A=
    ____3 6 4

    (Not: Kaydettiğim zaman sayılar başa kaydığından alt çizgi ile yerlerini belirtmem gerekti, o yüzden alt çizgilerin matrisle ilgisi yoktur)

    matrisi 2x3 bir matristir. Matrisler genel olarak büyük harflerle gösterilir. Aynı harfin küçüğü çift alt indisli olarak, bu matrsisin öğelerini gösterir. Örneğin bir A matrisinin i’ninci ve j’inci sütünunda yer alan öğesi aij biçiminde gösterilir.

    Yukardaki örnekte görülen A matrisinde a(alt) 23=4 sayısıdır. Bazı koşulların sağlanması durumunda matrisler birbiriyle toplanır ya da çarpılabilir. Bu işlemlere ilişkin kurallar Matris cebri denilen önemli bir matematiksel yönetimi oluşturur.

    Ek Not: a(alt) derken, a'nın altına 23 sayısını yazamadığımdan ancak (alt) diye beltirtim yani a alt anlamında kullanılmadı.

  • polaris

    19.07.2003 - 13:35

    bkz. Kutup Yıldızı

  • sömürgeciler

    19.07.2003 - 13:33

    bkz. Sömürge

  • sömürgeciler

    19.07.2003 - 13:33

    KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK

    Zamanın birinde bir çiftikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi kendi yiyeceğini kendi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
    - Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek?
    Ördek cevaplamış:
    - Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın. Domuz oradan seslenmiş:
    - Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.
    Fare hemen atlamış: - Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.
    Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vaz geçmiş. Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş:
    - Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?
    Ördek: - Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi
    sana satabilirim demiş.
    Domuz: - Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden
    korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım demiş.
    Fare de: - Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm
    demiş.
    Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış. Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal
    ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş: - Kahveleri satmama kim ardım edecek.
    Ördek: - Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin.
    Domuz: - Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.
    Fare: - Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.

    Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım İstemiş: - Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?
    Ördek: - Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.
    Domuz: - Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.
    Fare: - Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.

    Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.

    Kaynak: İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little Red Hen' kitabından alınmıştır.

  • mezopotamya

    19.07.2003 - 13:32

    Akdeniz ile Güney ve Orta Asya arasındabir köprü olan Mezopotamya, Cilalıtaş Devri’nden beri çeşitli halklara yurt olmuştur. Sümerler, Akkadlar, Asurlular birbirlerini izlemiş ve ilk kent devletleri ile ilk imparatorlukları kurmuşlardır.

    Mezopotamya, Mısır’la birlikte, tarih çağlarında ilk uygarlığın geliştiği yerdir. Dicle ve Fırat’ın alt çığırları arasındaki bu topraklarda insanlar sulu tarıma geçmiş, kentler kurmuş ve 4. Binyılın sonlarında bir yazı sistemi icat etmiştir. Bu topraklarda hayat şartları çok çetindir; nehirler Nil gibi düzenli aralıklarla alçalıp kabarmaz ve ekilen toprakları zenginleştirecek alüvyonları taşımazdı. Zaman zaman afete dönüşen taşkınların bazıları, Tufan efsanesi olarak düşünülmüştür..

    Kent devletleri veya geniş krallıklar halinde örgütlenen Mezopotamya halkları, Mısır’daki gibi bir tanrı-kral oteritesi tanımadılar. Toprağın, insanların ve malların mutlak efendisi tanrıya inandılar ve kral sadece onun naibi olarka bakıldı. Kralın oteritesi hiçbir zaman firavundaki gibi sınırsız olmamış.3. Binyıldaki Sümer krallarından 6. Yy’daki Babil kralı Nabukodonosor’a kadar krallar hem asker, hem yönetici olmuşrlardır. Günümüze kadar ulaşan kil tabletlerdeki yazışmalar sayesinde tanıdığımız merkezi ve yerel yönetimi kral temsil ederdi.

    Mezopotamya, Mısır’ın tersine, bütün rüzgarlara açık bir geçiş bölgesidir. Arabistan ve Suriye bozkırlarından dalgalar halinde gelen göçebe Samiler, tarihin akışını bazen ani istilalarla hızlandırmış, bazen yavaş yavaş değiştirmiştir. Bu bölge, hem çeşitli halkların ve kültürlerin biz mozaiğidir, hem de uçsuz bucaksız killi ve bataklık ovalarda bulunmayan taş, metaller ve kereste gibi yapım malzemelerini hep başka ülkelerden almak zorunda kalmıştır. Bu iki nedenle, kralların dikkatli bir yönetici ve başarılı bir asker olması gerekirdi.9. Yy’dan 8. yy’a kadar askerliğin ve savaş politikasının ağır bastığı Asur bir yana, en barışçı hükümdarların bile hiçbir neden yokken yılda bir kere sefer düzenlemesi bir gelenekti. Aslında bu nedensiz seferler, her an ayaklanabilecek halkın ve saldırgan komşuların gözünü korkutmak, uzak eyaletlerden vergi toplayabilmek ve Ermenistan’dan alınacak madenler, Lübnan’dan getirrilecek sedir keresteleri için ticaret bağlantısı kurmak üzere bir gövde gösterisiydi.

    Göz kamaştırıcı uygarlıklarıyla, birbirinden görkemli saraylar, tapınaklar ve şehirler kurmak, saraylarında rahat ve gösterişli bir hayat sürmek krallar için bir güç gösterisiydi. Mezopotamyalılar, yönetimde olduğu kadar askerliktede başarılydılar; hafif piyadeler, ağır piyadeler, savaş arabaları ve okçulardan oluşan iyi örgütenmiş ve çok iyi eğitilmiş ordularıyla imparatorluklşarını ustaca korumayı bilmişlerdir…

    Kaynak: Maurice Meuleau

  • 28 şubat

    19.07.2003 - 13:31

    Kitap: 28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi

    “28 Şubat”, Türkiye siyasi tarihinin önemli dönüm noktalarından biri.
    Genelkurmay’ın “1000 yıl devam edecektir” dediği 28 Şubat sürecinin başlamasından bu yana geçen süre içinde bu konuyla ilgili çok sayıda kitap yazıldı, değerlendirmeler yapıldı. Ama, elinizdeki kitapta yer alan röportajlardaki açıklamalar,28 Şubat’ı anlamak isteyen okuyucular, araştırmacılar ve tarihçiler için “ilk ağızdan belge” niteliğini taşıyor. Yorumlardan uzak bu açıklamalar, yıllar sonra da geçerliğini koruyacak ve “ona göre”, “buna göre”, “şuna göre” değil; olayın içindekiler ile konunun uzmanlarının o günkü taze ve gerçek bilgilerine dayalı olarak tarihe ışık tutacak.
    Bu kitabın tamamlayıcısı ise, konuyla ilgili bir başka kitabımız: “Generalinden 28 Şubat İtirafı: Post modern Darbe”
    O kitaptaki röportajlarda da,28 Şubat’ın “güçlü generallerinin” samimi açıklamaları var. Her iki kitabın,28 Şubat sürecini anlamak ve üzerinde çalışma yapmak isteyen siyasi tarih araştırmacıları için vazgeçilmez ve temel iki bilimsel kaynak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
    Bugünü ve geleceği iyi anlayabilmek için 28 Şubat sürecini iyi okumak gerekiyor.
    Tarih (ve TV röportajları) alınacak derslerle dolu.
    28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi, Ceviz Kabuğu Yayınları,3. Baskı.,188 sayfa.

  • 28 şubat

    19.07.2003 - 13:31

    Kitap: 28 Şubat Postmodern Darbenin Öyküsü (Hakan Akpinar)

    Arka Kapaktan: '28 Şubat sonrası perde arkasında kalan olaylar ve diyaloglar ilk kez bu kitapta açıklanıyor'

    Önsözden: Sedat Ergin 'Demokratik teamüller açısından sıkıntı yaratan bir durumun anayasal açıdan meşruiyet sorunu olmaması,28 Şubat'ın içinde barındırdığı en önemli paradokstur'. - Sedat Ergin

    Tanıtım:
    Ümit Yayıncılık'tan Şubat 2001'de çıkan kitabı kolayca bulmanız pek olası değil. Çok araştırmanız gerekiyor. Önerim internet'teki kitap satan sitelerde arayın. Bulma şansınız kitapçılara giderek bulmaktan daha yüksek.

    Kitap,1995 seçimlerinden sonra oluşan Refahyol hükümetini, uygulamalarını ve 28 Şubat 1997'ye nasıl gelindiğini akıcı bir dille anlatıyor. Hangi siyasiler neler söylemiş, neler yapmış, ne gibi uygulamalarda bulunmuş, ne tür pazarlıklar yapılmış, nasıl kulis faaliyetleri yürütülmüş açıklıyor.

    Yakın siyasi tarihi ve Ankara'yı anlatan bu kitabı okuduktan sonra günümüz gelişmelerini daha akılcı değerlendirme fırsatı buluyorsunuz. Bu da sizi rahatsız edecek. - M.Sinan Oymacı

  • 28 şubat

    19.07.2003 - 13:31

    28 Şubat süreci neydi? (Sosyalist İşçi • Sayı 128 • 3 Şubat 2000)

    Türkiye siyasal tarihine geçen ve kimilerince bir dönüm noktası olan 28 Şubat sürecinin doğduğu koşulları kısaca anımsamak gerekir.1997 yılı Susurluk kazası ile kapanmıştı. Susurluk'ta açığa çıkan kontrgerilla işçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin öfkesine neden oldu. Merkez sağın tümünün, MHP ve BBP'nin, ordu, polis örgütü ve MİT'in karanlık ilişkilerin tümüne bulaştığı ortamda yükselen toplumsal muhalefet başka bir noktaya kanalize edildi. '1 Dakika Karanlık' eylemlerine katılan askeri lojmanların ardından, dönemin hükümeti Refahyol hedef gösterildi. RP, hakkında yıllardır devletin arşivlerinde bekletilen dosyalar birer birer basına sızdırıldı.

    Bir taşla iki kuş vuruldu. Hem toplumsal hareketin öfkesi düzen içine çekildi, hem de Türkiye'nin en büyük partisi haline gelen RP iktidardan indirildi.28 Şubat'ta ordu tarafından yayınlanan muhtıra Türkiye'deki siyasal rejimin önündeki öncelikli tehdit olarak 'irticai hareketi' gösteriyordu. Darbecilerin Sincan'dan geçen tankları egemen sınıfın istikrar arayışını simgeliyordu. Refahyol'un darbe ile devrilmesini RP'nin kapatılması,8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin orta kısımlarının kapatılması, Erbakan ve önde gelen RP'lilere siyasetin yasaklanması ve Türban yasağı izledi.

    28 Şubat süreci denilen ordunun şeriatçı harekete saldırısıydı. Ancak bu saldırının sonuçları sadece şeriatçı hareketle sınırlı kalmadı. İşçi hareketi geriletildi. Bir dizi ekonomik-toplumsal kazanım geri alındı. Devlet güçlendi. Savaş şiddetlendi. Laik-şeriatçı saflaşması topluma dayatıldı.

    Ancak saldırının amacı gerçekleşmedi. Şeriatçı hareket tasfiye edilemedi. RP kapandı, FP kuruldu. Türban yasağına karşı direniş tüm ülkeye yayıldı.18 Nisan seçimlerinde FP sadece bir kaç puan geri- ledi, ama gücünü aldığı büyük şehirlerde oyunu korumayı başardı.

    ayrıca bkz:
    www.mazlumder.org/makale/makale8.html
    www.ntvmsnbc.com/news/192669.asp? cp1
    www.let.leidenuniv.nl/tcimo/tulp/Research/og2.htm
    _________________________________________________

  • 28 şubat

    19.07.2003 - 13:30

    Unutmamalıyız! Bitti, bitmedi derken... (Zaman Gazetesi)

    97 yılının 28 Şubat'ında yapılan MGK'nın isimlendirdiği 28 Şubat süreci aslında Çiller'in 'en az zararlı hükümet' gerekçesiyle Erbakan ve RP aleyhindeki ağır beyanlarına rağmen onadığı Refahyol'un 8 Temmuz 96'da güvenoyu alması ile birlikte başladı. Anayol'u bozan Meclis soruşturmaları (TEDAŞ, TOFAŞ, örtülü ödenek) Refahyol'un temelini atmıştı. (İlginçtir Anasol–D hükümeti de benzer anlamdaki iddialar sebebiyle düştü.) Ancak süreç asla Refahyol'un gitmesiyle bitmedi. Gerek Cumhurbaşkanı Demirel gerekse Org. Kıvrıkoğlu sürecin binlerce yıl süreceğini defalarca vurguladılar; bazı yazarların Türkiye'nin birtakım dönüm noktalarında 'artık bitti' saptamalarına rağmen... Ancak bu iddialaşmadan her seferinde ilk kesim haklı çıktı.

    yazı dizisinin devamı:
    www.212.154.21.40/2001/03/05/dizi1/dizi1.htm
    Ayrıca: Bir sürecin anatomisi:
    www.212.154.21.40/2001/02/08/odosya/28subat.htm
    _________________________________________________

  • yedek sanayi ordusu

    19.07.2003 - 13:29

    AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR

    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeğe doymak için
    ete doymak için
    kitaba doymak için
    hürriyete doymak için.

    Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
    yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
    yürüyor ayakları kan içinde.

    Açlık ordusu yürüyor
    adımları gök gürültüsü
    türküleri ateşten
    bayrağında umut
    umutların umudu bayrağında.

    Açlık ordusu yürüyor
    şehirleri omuzlarında taşıyıp
    daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
    fabrika bacalarını
    paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

    Açlık ordusu yürüyor
    ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
    ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
    hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ayakları kan içinde.

    9 Ağustos 1962

    Nazım Hikmet Ran

  • yedek sanayi ordusu

    19.07.2003 - 13:29

    Kapitalizm ilerledikçe, işgücü talebi sermaye birikimine orantılı olarak artmadığı için ortaya çıkan işşizler.

    Karl Marx’ın kullanmış olduğu bir terimdir. Marx’a göre teknolojik işşizliğin artması sonucu, işizler ordusunun her gün biraz daha büyüceğini iddia etmektedir. Bu durum ise bir çok bakımlardan ücretleri aşağıya doğru itecektir. İşsizliğin yarattığı baskı, istihdam edilenlerin daha fazla emek sağlamalarına yol açacaktır. Bu suretle emek arzı bir anlamda işçi arzından müstakil olmaktadır.

    Endüstri Devrimiyle kapitalist düzenin oluşturduğu bu ordular üretim için hazır ve ucuz emektir. Kapitalizmin oluşturduğu, azınlıkların zenginleşmesi ve çoğunluğun ezilmesinin çarpıcı bir örneğidir ki. yedek sanayi orduları en kötü şartlarda yaşayan hamile, sakat, çocuk, yaşlı (yaşamışsa tabi) ayırt etmeden en ağır işlerde bile bir kaç kuruşa her türlü işe yapmaya hazır olan kesimdir.

    Bir kaç odalık evde üç, dört ailenin kalması, her aile ferdinin aç, hasta olmalarına rağmen iş bulma çabaları gibi Kapitalizm’in gerçek yüzünü ispatlayan Marx’ın Das Kapital kitabında bahsedilen bu kesimden çok çarpıcı sahnelerdne bahsedilir. Günüzmüzde belki avrupa halklarının yüksek yaşam standartları olsa bile dünyanın bir çok yerinde açlar ordusu hala bu sistemin kurbanlarıdr. Belki işçi sınıfları diyemiz ama 3. Dünya Ülkeleri, Afrika, Latin Amerika gibi ülkelerin halkları hala çoğunluğun sömürülmesiyle azınlığın refanı artırması yani yeni dünya düzeni adı altında kapitalizm devam etmesinin göstergesidir.

  • kutup yıldızı

    19.07.2003 - 13:28

    Küçük Kepçe yani Küçük ayı (Ursa Minor) diye bilinen takım yıldızinın kasesinin dış kenarını belirleyen en batıdaki iki yıldız - Kepçe sapından en uzakta bulunan ikisi – İşaretçi Yıldızlar olarak adlandırılırlar; çünkü bu yıldızlardan aşağıya uzatılan bir doğru, Polaris olarak da bilinen Kutup Yıldızı’ndan geçecektir. Kutup yıldızı’nı bulmak için, Kepçe’nin İşaretiçi Yıldızlar’ından aşağıya kuzey ufkuna doğru hayali bir çizgi çizilir. Bu çizgi işaretçi iki yıldızın aralarındaki uzaklığın 6 katı, veya yaklaşık olarak üç yumruk genişlği kadar gidilirse, ikinci kadirden bir yılzdız olan Kutup yıldızı’na ulaşılır.

    Kutup Yıldızı, Kuzey Yıldızı, Polaris veya Demirkazık olarak da adlandırılır, çünkü Kuzey Yıldızı, Yerküre’nin dönme eksenin gökyüzünde izdüşümü olan noktaya çok yakındır. Bunun bir sonucu olarak, yerin dönemesinden dolayı, gece boyunca bütün yıldızlar Kutup Yıldızı’nın etrafında dönüyorlarmış gibi görünürler. Kutup Yıldızı bizden oldukça uzak bir yıldızdır ve uzaklığı 680 Işık Yılı’dır. Çıplak gözle, yıldız haritası yardımıyla gökyüzünü izliyorsanız Kutup yılzdızı en önemli hareket noktalarından olduğundan Kepçeler’in ve Kutup Yıldız’ının nerede olduklarını hep hatırlanması gerekir.

    Kaynak: M. Emin Özel, Talat Saygaç: Gökyüzünü tanıyalım

Toplam 2591 mesaj bulundu