Eski Roma'daki alt sınıfa verilen isimden gelir. Marx'ın çok defa İşçi Sınıfı yerine kullandığı kavram. Proletarya ya da proleterya diktatörlüğü olarak çoğu yerde geçer...
Bakara Suresi, 206. Ayet:
''Ona: 'Allah'tan kork! ' denildiği zaman da gururu kendisini daha çok günaha iter. Cehennem de onun hakkından gelir. O, gerçekten ne kötü yataktır! ''
İlkokula gitmedi. Babasının dizinin dibinde Kur'an okumayı öğrendi. 15'inde Sartre'la tanıştı. 20'sinde evlendi. 40 yaşında, televizyon sayesinde şöhrete kavuştu. Şeriatı kendisinin durdurduğuna inanıyor
CAN DÜNDAR
Seçim öncesi CHP'nin Hatay mitingini izlemiştim. Baykal'ın yanında üç kişi vardı. Partinin vitrinine çıkardığı üç yeni star: Yaşar Nuri Öztürk, Kemal Derviş ve Bayram Meral…
Genel Başkan sahnede onları övgülerle takdim ediyor, kollarını kaldırıp birlik görüntüsü veriyordu. Onlar da kürsüye geldiklerinde Baykal'ı övüyorlardı.
Bunlar içinde Yaşar Nuri Öztürk belki de kitlenin en çok tanıdığı isimdi.
Onu din sohbeti yaptığı televizyon programlarından biliyorlardı.
Hoca, günümüzün 'tele-vaiz'iydi. Atatürk'le dindarlığı bağdaştırmaya çabalayan 'laik kesimin gurusu'ydu adeta… Anadolu'daki söyleşilerinde yaşanan izdiham ona, post-modern bir tarikat lideri statüsü kazandırmıştı.
İşte artık CHP'de, Baykal'ın yanıbaşındaydı.
Kürsüde şöyle konuşuyordu:
'Peygamber efendimiz 'Kanında haram lokmadan eser olan Allah'a gidemez' diyor. Ben damarlarında haram lokma olmayan bir yağız delikanlı buldum. Bu Türkmen alperiyle hayallerime koşabilirim.'
Ancak o yağız Türkmen delikanlısı son Kurultay akşamı, oylamaya dört saat kala Öztürk'ü partiye davet etti ve üzgün bir edayla 'İl başkanlarımız sizi parti meclisinde istemiyorlar. Çok uğraştım, ikna edemedim' dedi.
O artık 'istenmeyen adam'dı.
Sonradan il başkanları toplantısına başlarken Baykal'ın 'Derviş'le Meral'i parti meclisine isteyebilirsiniz, ama Öztürk'ü dinlendireceğim' dediğini öğrenecekti.
Bu, ona göre 'Bir Baykal klasiği'ydi.
'Hata yapmasa benim sayemde fazladan yüzde 10 oy alır, koalisyon başı olurdu' diyordu. Bu özgüveni yaratan formül kendi kişiliğindeydi:
'Ben bir Kur'an bilginiyim. Bu, benim din referansım. Ben sosyal demokratım. Bu da siyasi anlayışım. Ve ben Atatürkçüyüm. Bu üçünden bir sentez yapılması gereğine inanıyorum.'
Peki proletaryanın siyasetini Nutuk ve Kur'an'la buluşturan bu siyasi çizgi nasıl bir yaşam içinde şekillenmişti?
Bu mucizevi formülün sırrı, Yaşar Nuri Öztürk'ün hayat hikâyesinde gizli.
Ev değil akademi
Trabzonlu Öztürkler'in soyu, baba tarafından 6-7 göbek ötede Malatya'ya uzanıyor. Secere daha geriye götürüldüğünde Bağdat'a çıkıyor. Anne tarafı ise Bayburtlu…
Babasının dedesi 'allame' lakaplı Mehmet Ali Efendi'ymiş. Sürmene'de lakabına yakışır bir kütüphane bırakmış ardında…
Babasının amcası Küçük Hasan Efendi ise bir şeyhmiş. Halen mezarı ziyaretgâh olan bir tasavvuf erbabı…
Yaşar Nuri, 1945'te, babasının annesiyle tanıştığı Bayburt'ta doğmuş, ama Sürmene'nin Fırdıcak köyünde büyümüş.
Köy, 'iliklerine kadar mutaassıp'mış. Öztürk'ün tabiriyle 'hurafeci dinin cenderesinde bir yer…'
Babasının kucağında
Dedeleri gibi babası da tüccarmış. 'Sofrası bereketli bir ailede yetiştim' diyor Öztürk; 'Tabiri caizse evimiz akademi gibiydi. Evde 24 saat Yunus'tan Mehmet Akif'e, Mevlana'dan Fuzuli'ye şiirler okunur, rüya tabir edilir, siyasi yönlendirmeler yapılırdı. Annem de beş vakit namazında başı örtülü ve köyün tek okur yazar kadınıydı. Babam ise 10 yaşından itibaren Kur'an'ı ezbere okumuş, kazaya namaz bırakmamış bir adamdı, ama tam bir sosyal demokrattı. Atatürk'e ve Ecevit'e hayrandı, ama İnönü'yü sevmezdi. Şimdi anlıyorum ki, onun anladığı, anlattığı din, sosyal demokrasinin ta ciğeriydi.'
Yaşar Nuri, işte böyle bir babanın kucağında büyüdü.
'Kucağında', lafın gelişi değil. Gerçekten de köy halkına çocuklarını okula yollamayı telkin ederken kendisi–mecburi eğitim olmasına rağmen- oğlunu ilkokula yollamamış, evde, dizinin dibinde Arapça, Farsça öğretip Kur'an-ı Kerim ezberletmişti.
'Bana dedi ki, 'Orada o kadar yılını kaybetmene yazık. Onun çok üstündesin sen…' Nitekim bana Türk alfabesini bir gün fındık bahçesinde öğretti. Ertesi gün gazete okuyabiliyordum.'
Öztürk, anlattıklarındaki fevkaladeliği fark ederek zaman zaman 'Aynen böyle… en küçük bir mübalağa yok' deme gereği duyuyor.
Cansız Hoca
1959'da ilk kez Sürmene'den çıkıp Tokat'a, babasının ilk eşinden olan ablasının evine gitti. Orada 1,5 yıl, 'Çok değerli bir alim' diye tanımladığı Gürcü Mehmet Efendi'den üst düzey Arapça dersleri aldı. Dönüşte babası onu okusun diye Trabzon Diyanet müfettişi Cansız Hoca'ya teslim etti.
'Cansız hoca benim hayatımın en büyük devrimidir' diyor Öztürk:
'Bugün dahi Türkiye'de, İslam din ilimlerinde bir benzeri bulunmayan muhteşem bir insandı. Oflu olduğundan Rumca yoluyla eski Yunanca bilirdi. Arapça ve Farsça'ya da hakimdi. Çoğu kaynağı hafızasından ezbere bilirdi. Ve gariptir, o da babam gibi iliklerine kadar 'solcu' bir adamdı.'
Öztürk, bir yandan Cansız Hoca'nın rahle-i tedrisinden geçerken bir yandan da Fransız edebiyatına merak sardı. Fransızca öğrendi. Andre Gide'den, Jean Paul Sartre'a kadar bir dizi Fransız düşünürün eserlerini okudu.
Babası 'Tek kanatlı kuş uçmaz' derdi hep… 'Sadece İslam kültürüyle yetinmezse daha iyi uçar'dı.
'Küçük Hoca'
O yıllarda Trabzon'da vaaz vermeye başladı Öztürk…
Henüz rüştünü ispatlamadan 'Küçük Hoca' olarak nam yapmıştı:
'Trabzon'un en ünlü vaizi bendim. Zeytinlik camiinde ben konuşurken civar kentlerden otobüslerle dinlemeye gelirlerdi. Cadde o kadar dolardı ki, aşağıdaki Saray sinemacısının işletmecisi, müftülüğe başvurup 'İşimize engel oluyor' diye şikayet etmişti. Kürsüde, Batılı düşünürlerden, hümanizm fikrinden örnekler veriyordum. İlerdeki senteze o yaşlardan başlamıştım. Oralarda o zamanlar hayâl bile edilemeyecek şeylerdi bunlar. Birçok hoca efendi, 'Nereden çıktı bu velet' diye söyleniyordu. Hasete maruz kalmaya o yaşlarda başladım. Sokaklarda gezerken herkesin baktığı bir idoldüm artık…'
Aşık Hoca
Her idol, kendi hayran kitlesini yaratır.
'Kızların da gözdesi miydiniz? ' diye sordum; politik bir cevapla 'Hanımlarla aram hep iyi olmuştur' dedi Öztürk… Edebiyat yarışmalarına girmiş o yıllarda… Aşk şiirleri yazmaya da çoğumuz gibi o yaşlarda başlamış.
Kime?
'O konulara fazla girmeyelim' diyor mahcup bir edayla… Nedenini sonradan anlatıyor. Biri Rize'de, ikisi Trabzon'da üç kızı sevmiş ve üçü de erken ölmüş. 'Bende hatıraları çok kutsal kişilerdir' diye rahmetle yadediyor hepsini…
Yaşar Nuri Hoca'nın, 1965'te henüz 20 yaşında, biraz da annesinin ısrarıyla evlendiğini ve genç yaşta üç çocuk sahibi olduğunu da belirtelim.
Erbakan mahvetti
O süreçte dışarıdan ilkokulu bitirmiş ve Trabzon İmam Hatip'e girmiş Yaşar Nuri Öztürk... Hafta sonları hocalarına evde Arapça dersi veriyormuş. O yılların imam hatibinin bugünün ilahiyat fakültelerinden bile ileri olduğunu söylüyor:
'Ama bozdular. 1970'te Erbakan geldi ve dedi ki, 'Bilgili olmanız hüner değil, bilgi şeytanda da vardı. Önemli olan dava adamı olmaktır'. Hepsini piyon haline getirdi ve yozlaşma böyle başladı. Din kahvehanelere düştü. Tarih boyunca kutsallığın sembolü olan 'Allahüekber', siyasi rakiplere küfür için kullanılır oldu. Eğer siyasi islamın eli musallat olmasaydı, o imam hatip okulları ülkenin ufkunu aydınlatacaktı. Bugün çektiğimiz acıların hiçbirini yaşamayacaktık. İmam Hatipleri mahveden Erbakan'ın zihniyetidir.'
'Ben durdurdum'
Son beş yıldır ekranların değişmez ismi, adeta 'tele-vaizi' oldu Yaşar Nuri Öztürk… Din konusundaki hurafelerle ve yükselen siyasi islamla baş etmeye çalışan Türkiye, onun 'Atatürkçü mümin' çizgisine dört elle sarıldı. Hem dine çağıran, hem bağnazlığa savaş açan tavrını benimsedi.
700 sayfalık Kur'an'daki İslam kitabı 40 baskı yaptı.
Yayınladığı Kur'an Meali, 126 baskıya ulaşarak 'Türkiye tarihinin en çok basılan kitabı' ünvanını kazandı.
Ve Öztürk, 40 kitabının üzerine, televizyon programları, paneller, kitaplar, gazeteler ve nihayet siyaset meydanları ekleyerek, Türkiye'nin 'resmi' dini otoritesi haline geldi.
Son 15 yılda oynadığı role dair iddialı konuşuyor Öztürk:
'Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer din meselelerinde benim getirdiğim mesaj olmasaydı, Türkiye çok daha kötüye giderdi. İslamın siyasallaştırıldığını, dinin saltanat aracına dönüştürüldüğünü zamanında gördüm ve yazılarımla, çıkışlarımla uçuruma gidişi durdurdum. Bunu yapmasam çok insan o akımın peşine takılırdı ve radikal akımların oy oranı bugünkü gibi yüzde 7'lerde kalmaz, 15-20'lere tırmanırdı.'
Yeni misyon
İlahiyat profesörü… 1993'ten itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı… hukukçu… vaiz… hatip… yazar… televizyon programcısı…
Ayrıca 20 yıllık judocu…
Ve CHP'nin hayalleri kırık politikacısı…
Ancak burada bitmedi diyor Öztürk… 'Cumhuriyet varsa din olmasın' diyenlerle 'Din var. Cumhuriyet gerekmez' diyenler arasında sıkışıp kalan Türkiye'nin dinle, Cumhuriyet'i, maneviyatla sosyal demokrasiyi barıştıracak, hurafelerle savaşacak bir siyasi harekete ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
'Ama artık ben böyle bir harekette vagon olmam. CHP deneyimi bana gösterdi ki, bu konuda beni vagon yapacak birisi Türkiye'de yok. Eğer tarih ve millet beni böyle bir misyona iterse ben bunun lokomotifi olurum artık.'
Anlaşılan o ki Türkiye, beş yıldır ekranında gördüğü bu 'tele-vaiz'i izlemeye devam edecek.
İmam Hatipli
1968'de Trabzon İmam Hatip'ten okul birincisi olarak mezun olup ilk kez İstanbul'a geldi Yaşar Nuri Öztürk… İlahiyat ve Hukuk okudu. Üniversiteler öğrenci olaylarıyla çalkalanırken o 'hümanizmi' ile kenarda durdu. Hukuk'u bitirdikten sonra üniversitede asistan olarak kaldı. Bir yandan da hem avukatlık stajı yapıyor, hem de Son Havadis, Tercüman gibi gazetelerde yazılar yazıyordu. 1980'de İslam felsefesi dalında doktorasını verdi. 1980'lerin başında Amerika'dan öğretim üyeliği teklifi alınca, bir yıl İngilizce kursuna gitti. Sonra New York'a 2 saat mesafedeki Melltown'da lisans üstü düzeyinde İslam düşüncesi dersleri verdi. Burada 'Bir başka kutsal hatıra' dediği bir aşk yaşadı.
1987'de döndü. Döndükten üç hafta sonra TRT'de Asaf Demirbaş'ın sunduğu bir dini programa çıktı. 'Çıkış o çıkış…'
İlk başlarda velet grubu diye önemsememiştim ama klipleri ve albüm kapağı dikkat çekiciydi. Bebek yüzlülerden oluşan bu grubun basit bir hit şarkıları ve geçici şöhretle yetineceklerini sanmıştım. Ama şarkılarını duydukça dinlemeyi bırakamadım. En son albümlerinden, Akira manga filminden bir sahnesi gibi yaptıkları klibi From The İnside şarkısını dinleyince Nedir bölümünde başlıklarını açacak kadar hayran kaldım.
Los Angeles Kaliforniya - Amerika bazli bu grup, Nu Metal'in digerlerine fark atan ikonlarindan biri olmustur. Onceleri Xero olarak bilinen grup 1996'da kuruldu:
Vokal - Mike Shinoda (11 Subat 1977l) ,
Vokal - Chester Bennington (20 Mart 1976)
Gitar -Brad Delson (1 Aralik 1977)
Davul - Rob Bourdon (20 Ocak 1979) ,
Bass - Phoenix
DJ - Joseph Hahn (15 Mart 1977)
Phoenix'in daha sonra ayrılması üzerine, gruba Chester Bennington katılır ve grubun ismini Hybrid Theory olarak değistirir; ancak yasal birtakım sebeplerden dolayi grup elemanlari isim olarak 'Linkin Park'ı benimsemek durumunda kalırlar. Bu yeni isim, Santa Monica'da bir mekan olan Lincoln Park'in zaman zaman yapılan değişik telaffuzlarından biridir.
Grup kisa sürede Los Angeles klüp ortamlarında büyük bir etki yaratır ve Warner Brothers Plak Şirketi'nden albüm teklifi alır. Bunun üzerine aranjor Don Gilmore ile birlikte stüdyoya girip ilk albumlerini kaydetmeye başlarlar. Debut album 'Hybrid Theory', metal, hip-hop, endüstriyel ve pop müziğin bir karışımı olarak Korn ve Limp Bizkit gibi öncü grupların albumleri kadar büyük bir izlenim yaratir. 'One Step Closer' adlı şarkının radyolarda sürekli tekrarlanması gibi bir avantajla albü Aralik 2000'de Amerika listelerinde ilk 20'ye girer. Bu arada grubun kurucularıdn Phoenix, gruba yeniden katılır. Hybrid Theory'nin, devam eden iki yıl boyunca, ilk 5'e girmesi ve 'In The End' in single listelerinde iki numara olması, grubun popülerliğini arttırmıştır.
Şarkılarının başka muzik türleriyle karıştırarak yüzlerce versiyonunu yapan grub ve çalışmalarının bir ürünü olan Reanimation ile
ne kadar kaliteli olduklarını kanıtlamıştır. Ne kadar imajlarını değiştirmeye çalışsalar da değişen, çocuk yüzleri değil hep şarkıları olmuştur.
Umarım Korn gibi sönmeyip çalışmalarına devam ederler.
Albümleri:
Hybrid Theory 2000
Reanimation 2002
Meteora 2003
Ama tabi bunların bazıları gerçekten dikkati çeker...
Mesala Hitler zamanında Fransızlar'ın kendilerinin Alman Irkından geldiklerine kanmaları ya da Çariçe Katerina hakkında abartılmış fantaziler gibi
Ya da Dr. İlber Ortaylı'nın 'yiğitliği korumak için' tarihi yalanlar ortaya sürüp yaptığı araştırmalar: www.milliyet.com.tr/2003/09/02/yasam/ayas.html
Tabi bence çoğu insanların kulaktan dolma bilgilerden yararlanmasını fırsat bilip bir kaç refansla kendi yalanlarını uydurmaya gidiyor ama dediği gibi insanların duymak istedikleri gibi TeleVole şeklinde ki tarihte göze batmıyor değil...
sık sık eğlenmek için gemi adamları,
yakalarlar albatrosları, koca kuşları denizlerin,
geminin izindeki, miskin yoldaşları,
uçurumlarında kayan iç yakan genizlerin
bırakıldıklarında döşemelerin üstüne,
maviliklerin bu yeteneksiz ve çekingen kralları,
unuturlar iki yanda, gariban bir halde
bir çift kürek gibi, o büyük beyaz kanatları
bu kanatlı seyyah, böylesine acemi ve bitkin!
biraz evvel ne kadar güzel idi, şimdiyse komik ve çirkin!
biri, suretyakanıyla (*) gagasını sinir eder!
uçuyordu ya demin bu âciz, öteki aksayarak yapar taklidini!
şairdir, bulutların prensine benzeyen
fırtınalarla görünüp, okçularla (**) alay eden;
yuhalamalar arasında dünyaya sürülen,
devasa kanatlarıdır, rahatça yürümesini engelleyen.
Charles BAUDELAIRE (Çeviri Reha Yünlüel)
(*) bir tür kısa pipo.
(**) Aynı zamanda Eski Rejim döneminde bir tür kolluk.
Çevirenin Notu: Bu çeviride vezin dikkate alınmamıştır.
Türkiye üzerinde her zaman pis oyunlar oynanıyor. Bu oyunlardan kar edenler bu eylemlerini hiç bir zaman durdurmayacaklar ama önemli olan bu oyunlara kanmamaktır.
Türkiye bulunduğu konumu, zenginlikleri, tarihi ve potansiyel hazır gücü ile her zaman dış güçlerin iştahını kabartıcak bir ülkedir. Onu yoketmekten bile çekinenler hasta adam halinde kalması için hala uğraşıyorlar.
Çağımızın savaşı olan Terör, devletlerin silahı haline gelmiş ve Mossad, CIA, MI5 gibi güçlü istihbarat şebekeleri terör üzerinde sadece savaşmak için değil, onu kullanmak için de uzmanlaşmışlardır. Yine bu istihbarat ülkelerinin dünyada yarattığı kargaşa ile zaten hazır olan teröristleri kullanarak istedikleri gibi seneryolar yaratabiliyorlar. Çoğu terör örgütü bu istihbarat güçleri tarafından kurulur ki kontrol etmesi daha kolay olur ya da kurulmuş örgütlerin içine adamlarını yerleştirirler ki, terör üzerinde uzamanlaşmış bu güçler, olacak eylemleri baştan bilirler. Peki neden eylemler engellenmiyor?
Eylemler tabi ki teröre savaş açmış ülkelerin hammaddesidir, onlar olmazsa kamunun desteğini alamayıp, istedikleri ortamı, kanunları ya da kontrol mekanizmaları oluşturamazlar ve de tabi politika alanında da çok avantaj sağladığından da terör işlerine gelir. Bu terör eylemlerini yapanlar tabi ki davasına inanmış kişiler olabilir ama bunlar zaten daha bahsettiğim gibi hazır elamanlardır esas bunların eylemlerine izin verenler ya da ayarlayanlar gerçek tehlikedir ki hiç bir zaman bu eylemlerin arkasında bir istihbarat örgütü olamaya dursun ki elleri sanki armut toplarda ardarda patlamalar olmaz...
Türkiye'de geçenlerde ve bugün yaşanmış vahşetler uygulanmak istenilen senaryonun parçasıdır. Filistinde katliam yapan İsrail ile aramızı daha da güçlendirmek ve Filistin katliamlarının üstünü örtmek, ABD, İngiltere, İsrail'e karşı protestolara gölge düşürme, Türkiye'de terörü eksik etmeyerek rafahını, ekonomisini bozmak ve Avrupa birliğine girmesini engellemek, irtica konusunda daha da radikalleşme yoluna itmek, İslamiyet'e karşı insanları soğutmak, olan düzene karşı güveni sarsmak, Irak ve Afganistan'da yaşananları temize çıkarmak, daha da ABD, İngilkere, İsrail'in yanına çekmek va daha sayamıyacağım kadar karı olan bu güçlerin mi işi var yoksa sadece yataklık yaptık diye zamanında ABD'nin desteklemiş olduğu El Kaide bizden intikam mı alıyor?
Basit bir hollywood filmlerinde bile konu olan terörü kullanılması olayını aydınlarımız yıllar önce uyarmışlardı. SSCB'nin yıkılmasıyla ortada oluşan güç boşluğunu dolduran terör için maske olarak İslamiyet seçilmiş ve bu olayların tam ortasında olan Türkiye yer alıyordur.
26 Şubat 1932 doğumlu şarkıcı Country müziğinin baba isimlerinden biri. Legend (efsane) olarak bilinir.
Kendisini Dead Man Walking filminin müzikleriye tanıdım, tabi U-Turn, Jackie Brown, Apostle, A Perfect World gibi nice filmlerin müziklerinde de yer aldığı için sanatçıyı daha önce de bilmeden dinlemişim...
Malesef geç keşfettiğim ve 12 Eylül 2003'te öldüğünü yeni öğrendiğim bu devin çıkardığı 70 albümü, 1500 bestesi, 500 albümde bulunması, Micheal Jackson'dan bile fazla hit şarkıları olması ve yüzlerce aldığı başarı ödüllerine bakılırsa gerçekten sadece ABD için değil muzik dünyası içinde önemli biri kayıp olarak görülüyor.
1957 - Johnny Cash and His Hot and Blue Guitar
1958 - Johnny Cash Sings the Songs That Made Him Famous
1959 - The Fabulous Johnny Cash
1959 - Hymns by Johnny Cash
1959 - Songs of Our Soil
1959 - Greatest Johnny Cash
1960 - Johnny Cash Sings Hank Williams
1960 - Ride This Train
1960 - Now There Was A Song
1961 - Now, Here's Johnny Cash
1962 - Hymns from the Heart
1962 - The Sound of Johnny Cash
1962 - All Aboard the Blue Train
1963 - Blood, Sweat and Tears
1963 - Ring of Fire
1963 - The Christmas Spirit
1964 - Keep on the Sunny Side
1964 - I Walk the Line
1964 - The Original Sun Sound of Johnny Cash
1964 - Bitter Tears: Ballads of the American Indian
1965 - Orange Blossom Special
1965 - Ballads of the True West
1965 - Mean as Hell
1966 - Everybody Loves a Nut
1966 - Happiness is You
1967 - Johnny Cash & June Carter: Jackson
1967 - Johnny Cash's Greatest Hits
1967 - Carryin' on with Cash and Carter
1968 - From Sea to Shining Sea
1968 - At Folsom Prison
1968 - The Holy Land
1969 - At San Quentin
1969 - Johnny Cash
1969 - Original Golden Hits, Volumne I
1969 - Original Golden Hits, Volume II
1969 - Story Songs of the Trains and Rivers
1969 - Got Rhythm
1970 - Johnny Cash Sings Folsom Prison Blues
1970 - The Blue Train
1970 - Johnny Cash Sings the Greatest Hits
1970 - Johnny Cash and June Carter Cash: Jackson
1970 - Johnny Cash: The Legend
1970 - The Walls of a Prison
1970 - Sunday Down South
1970 - Showtime
1970 - Hello, I'm Johnny Cash
1970 - The Singing Storyteller
1970 - The World of Johnny Cash
1970 - Johnny Cash Sings I Walk the Line
1970 - The Rough Cut King of Country Music
1970 - The Johnny Cash Show
1970 - I Walk the Line - Movie Soundtrack
1970 - Little Fauss and Big Halsy - Movie Soundtrack
1971 - Man in Black
1971 - Johnny Cash and Jerry Lee Lewis Sing Hank Williams
1971 - Johnny Cash: The Man, His World, His Music
1971 - The Johnny Cash Collection: Greatest Hits Volume II
1971 - Understand Your Man
1971 - Original Golden Hits, Volume III
1972 - A Thing Called Love
1972 - Give My Love to Rose
1972 - America
1972 - The Johnny Cash Songbook
1972 - Christmas: The Johnny Cash Family
1973 - The Gospel Road
1973 - Any Old Wind That Blows
1973 - Now, There Was a Song
1973 - The Fabulous Johnny Cash
1973 - Johnny Cash and His Woman
1973 - Sunday Morning Coming Down
1973 - Ballads of the American Indian
1974 - Ragged Old Flag
1974 - Five Feet High and Rising
1974 - The Junkie and the Juicehead Minus Me
1975 - Johnny Cash Sings Precious Memories
1975 - The Children's Album
1975 - John R. Cash
1975 - Johnny Cash at Osteraker Pirsion
1975 - Look at Them Beans
1975 - Strawberry Cake
1976 - One Piece at a Time
1976 - Destination Victoria Station
1977 - The Last Gunfighter Ballad
1977 - The Rambler
1978 - I Would Like to See You Again
1978 - Greatest Hits, Volume III
1978 - Gone Girl
1979 - Johnny Cash - Silver
1979 - A Believer Sings the Truth
1980 - Rockabilly Blues
1980 - Classic Christmas
1981 - The Baron
1981 - Encore
1982 - The Survivors
1982 - A Believer Sings the Truth, Volume I
1982 - The Adventures of Johnny Cash
1983 - Johnny Cash - Biggest Hits
1983 - Johnny 99
1983 - Songs of Love and Life
1984 - I Believe
1985 - Highwayman
1986 - Rainbow
1986 - Class of '55: Cash, Perkins, Orbison & Lewis
1986 - Heroes: Johnny Cash and Waylon Jennings
1986 - Believe in Him
1987 - Johnny Cash: Columbia Records 1958-1986
1987 - Johnny Cash is Coming to Town
1988 - Classic Cash
1988 - Water From the Wells of Home
1990 - Johnny Cash: Patriot
1990 - Boom Chicka Boom
1990 - Johnny Cash: The Man in Black 1954-1958
1991 - The Mystery of Life
1991 - Johnny Cash: The Man in Black 1959-1962
1991 - Come Along and Ride this Train
1992 - The Essential Johnny Cash
1994 - American Recordings
1995 - Highwaymen: The Road Goes on Forever
1996 - Unchained
1996 - Johnny Cash: The Hits
1998 - VH1 Storytellers: Johnny Cash and Willie Nelson
1998 - Johnny Cash at Folsom Prison and San Quentin
1998 - Johnny Cash: Crazy Country
1998 - Johnny Cash: Timeless Inspiration
1998 - Johnny 99
1999 - Johnny Cash: Super Hits
1999 - Johnny Cash and Carl Perkins: I Walk the Line/Little Fauss and Big Halsy
1999 - Just as I am
1999 - Rickabilly Blues
1999 - Cash on Delivery: A Tribute
1999 - The Legendary Johnny Cash
1999 - Johnny Cash and June Carter Cash: It's All in the Family
1999 - Johnny Cash at Folsom Prison
1999 - Sixteen Biggest Hits
2000 - Return to The Promised Land
2000 - Love, God and Murder
2000 - At San Quentin
2000 - Super Hits
2000 - American III: Solitary Man
2001 - Sixteen Biggest Hits: Volumne II
2002 - American IV: The Man Comes Around
bir yere ait yani ilgili, ilişkili, içinde olmama durumu veya hissi. Kalabalık içersinde yalnızlık duygusu gibi bir şeyi çağrıştırdı.
İeleri boyutta ki bu hisse; belli düşünceler, ideolojiler, yerler gibi sosyal olguları kendine uygun görmeyen kişinin durumu ya da topluma uyumayan batanilerin durumu da diyebilirim, toplum dışılık.
Heavy Metal tabi rock çizgisinden geldiği için bir çeşit isyan muziği diyebiliriz ama ilk başlarda isyan muziği olarak değil teknolijinin muzikte de iyice ilerleyip daha sert muzikle insanların kendini ifade etmesiyle ortaya çıkmışıtr. Bu ifade etme, adından anlaşılacağı gibi daha çok ağır metal endüstirisin de çalışan işçilerin ve kamyon şöförlerinin takılıdığı barlarda başlamıştır. Hayatlarının getirdiği bu ağır koşullar muziklerine işlemiş ve aykırı muzikten daha çok lokal bir kültürün ürünüdür. Bu kültürden gelmiş gruplar tabi ki ilk başlarda kendi dinlerinin ya da geleneklerinin propagandasını yapsalar da olağan düzene eleştiriler de getirmişlerdir. Tabi sonradan yayılma ile farklı söylemlere dönüşmüş. Piyasaya karşı çıkan bu akım sonunda kendi piyasasını oluşturarak muzik yerine (çoğu müzik türünde olduğu gibi) imaj satmaya başlamıştır...
Yasin Kelimesini 'Sen Ey İnsanoğlu'' diye karşılamam hakkında bir açıklama:
Bazı klasik müseffirler, bu surenin başındaki y-s harflerinin (yâ-sin şeklinde okunur) , Kur'an surelerinin bir çoğunun başındaki esrarlı harf-semboller (el-mukatta-at) kategorisine girdiği görüşünü savunurken, Abdullah b. Abbas, bu harflerin aslında iki farklı kelimeyi, yani nidâ edatı olan Yâ ('Ey') ile Tayy kabilesi lehçesinde insan ile eş anlamlı kullanılan 'sîn' kelimesini temsil ettiğini, dolasıyla, 20. suredeki tâ-bâ hecelerine benzer şekilde, yâ-sîn'in 'Sen ey insanoğlu' anlamına geldiğini ifade eder. Bu yorum, 'İkrime, Dehhâk, Hasan Basrî, Sâ-id b. Cubeyr ve diğer bazı ilk dönem Ku'ran müfessirleri tarafından da benimsenmiştir (bkz. Taberî,Beğavî, Beydavî, İbn kesir vb.) . Zemahşeri'ye göre Tayy kabilesinin hitaplarda kullandığı sîn hecesi, insan'ın tasğir (küçültme) hali olan ubeysîn'in kısaltılması şeklidir. (Burada klasik Arapça'da küçültme halinin, genelde sevgi ve şefkat ifade ettiğini unutmamalıyız: sözgelimi, yâ buneyye hitabı, 'Ey benim küçük oğlum' anlamından çok, yaşı ne olursa olsun,'Ey benim oğlum' anlamına gelir) . Sonuç olarak, ya-sin kelimelerinin, surenin devamında açıkça muhatab alınan Allah'ın Elçisi Muhammed'i (s) kastettiği ve - Kur'an'nın sıkça yaptığı gibi - o'nun ve yakın arkadaşlarının beşer olma özelliklerini vurgulamayı amaçladığı söylenebilir.
'Orta' Mekke dönemi olarak nitelendiren zaman diliminin başlarında (belki de Furkan'dan hemen önce) nazil olan bu sure, hemen hemen tümüyle insanın ahlaki sorumululuğu problemine ve dolasıyla yeniden dirilmenin ve Allah'ın yargılamasının tartışılmazlığına tahsis olunmuştur. Hz. Peygamber, bu sebeple, bu sureyi ölüm halinde olan ve ölmüş bulunana yapılan duada okumalarını müminlere tavsiye etmiştir (karşılaştırınız: İbni Kesir'in bu sure ile ilgili yorumunun başında naklettiği bu mealdeki bazı Hadisler)
Kaynak: Muhammed Esed - Kur'an Mesajı (Meal-Tefsir)
Yunus Emre çoğu din büyüğünün yaşadığı acı kaderi gibi zamanında yanlış anlaşılarak hep karalanmış ve kuyusu kazılmıştır. Hatta zamanın şeyhülislâmı tarafından dine saldırıp, halkı tahrik ettiği için din düşmanıdır diye fetva çıkartılmış, şahsına karşı yapılan bu suçlamlar sonunda belli kesimleri ona karşı proveke etmiş... rivayate göre bir gezisinde kıstırılırak yobazlar tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
Gitarın babalrından sayılan Joe Satriani'yi, Türkiye daha çok 1992'de çıkan, başarılı, The Extremist Albümüye tanıdı.
Esasında çok eskilerden beri muzik piyasısında bulunan gitarist, Steve Vai, Yngwie Malmsteen, Kirk Hammett, Alex Skolnick gibi gitar devlerinin hocası olarak bilinir. Deep Purple gibi baba gruplarda bile çalmış olan Satriani şu G3 adında Steve Vai, Eric Johnson ve sonradan Yngwie Malmsteen oluşan üçlü silahşölerin Dartagnan' ı...
Ne kadar G3 könserini kaçırdım diye kahr olsam da daha önce könserine gitmem biraz acımı hafifletiyor. Belki konser günü grip olduğumdan mıdır nedir muhteşem bir performası olan Satriani 15 Temmuz 1956 Long Island (New York) doğumludur. 15'ten fazla solo albümüne imza atan Satriani diğer gitaristçilerin aksine solo çalışmalarıyla daha çok ünlü olmuştur. En son albümü Anthology ile hala muzik kariyerine devam ediyor. Daha yakından tanımanız için Time Machine albümünü dinleminizi tavsiye ederim.
The Electric Joe Satriani - An Anthology (2003)
The Satch Tapes (2003/1993)
Strange Beautiful Music (2002)
Live in San Francisco (2001)
Additional Creations (2000)
Engines Of Creation (2000)
Crystal Planet (1998)
G3 Live (1997)
Joe Satriani (1995)
Time Machine (1993)
The Beautiful Guitar (1993)
The Extremist (1992)
Flying In A Blue Dream (1989)
Dreaming #11 (1988)
Surfing With The Alien (1987)
Not Of This Earth (1986)
daha geniş bilgi için:
www.satriani.com
http://www.satriani.com/2002/discography/G3_Live_In_Concert/
Cebrâil (a.s.) peygamberimize (denildiğine göre 50) değişik şekillerde gelmiştir. Bunların çoğunda peygamberimiz gül kokusunu duymuştur. Uzun ve sık görüşmelerinden dolayı bu kokunun Peygamberimizin üstüne sinip hep gül gibi koktuğu rivayet edilir. O yüzden gül suyu sürünmek dinimizin geleneklerine yer etmiş.
''Kedi ulaşamadığı ete mundar dermiş.''
ya da şöyle de denir.
''Kedi ulaşamadığı ete pis dermiş.''
Esasında çoğu açılan başlıkların altına yazılması gereken bir söz. Ama en çok karalamalar bu başlık altında olduğundan buraya daha çok uyuyor. Yine de bu yazdıklarım sadece bu başlık için geçerli değildir.
Eğer biri bir şeyi okuduğu zaman tüylerinin ürperdiğini hissediyorsa tabi ki sevdiğini muhteşem görür. Fakat birisine değer verenler ve sevenler varken, hala günahtan nefret edileceğine günahkardan tiksinircesine birisini yerin dibine geçirmek bence ahlaka sığmaz... Demek ki bir şey dürtüyor da sevmediğimiz birisine mundar demek için kendimizi tutamıyoruz...
O dürten işte kişinin kulağına: Nasıl olurda böyle vatan haini, dinsiz, gomunistin biri güzel şiir yazabilir diye fısıldar. Fısıdadıkça daha da tiksindirtir, iğrenir ve artık gece deki bile ışığı göremeyecek kadar gözü kararır... İşte bu durumda, ne kadar o sevilmeyen kişi iyi olsa bile; söyledikleri, karşındakinin anladığı kadar olacağından hep mundar olacaktır...
Türban kelimesi Fransızca'dan gelir. Anlamı '“başlık'” veya 'baş tuvaleti'dir. ''Korunma'' anlamında bir çeşit baş ve saç kısmını örtme işlevi görür... ve de uç noktalardaki insanların ağzını sulandıran hassas konulardan da biridir.
Ne dinin ahlakına, ne de sözde demokrasinin ve laikliğin inanç özgürlüğüne sığan bir polemik. Önceleri zorlama ile takıtılıyor denilen örtü, sonradan giyme yasağı getirilmesi gibi saçmalıklar; pireyi nasıl deve yaptığımızı gösteriyor. Zamanında irtica konusudan daha çok, Türkçemiz de başlık veya baş örtüsü terimleri varken neden yabancı kelime kullanılıyor diye gündeme gelmişti... İlginçtir, giyenler tarafından bile çok kullanılmayan bu kelime nedense ''Türban Sorunu'' diye karşımıza çıkıyor. İşte Baş Örtüsü diye mal edilen bu sorun, milletin başının üstünde değil esas içindedir. Tamamen sembolik olarak, iğrenç politakaların şaması haline gelmiş bir tuzak.
Bazı anlaşılması gereken konular vardır. Esas Türbanın şekli Arab kültüründen değil Hristiyan kültüründeki rahibelerin giyinişinden gelir. Güneşten tutun soğuğa kadar başı ve saçı koruduğunu göz önüne alırsak kullanışı çok daha eskilere bile dayanır. Hatta zamanında Avrupasının bazı yerlerinde kadınların güzelliğini gözlerden korumak amacı ile Kilise tarafından zorla giyme uygulması bile getirilmiştir. Yine de çok yönlü yararları olduğundan farklı şekillerde dünyanın dört bir tarafında kültürsel olarak kullanılmış ve kullanılıyordur...
İngiltere'de Üniversite okumuş bir insan olarak... Türkiye'de öne sürelen, Üniversiteler gibi yerlerde, Türban yasağının getirilmesi nedenleri mantıklı bulmuyorum. Belki diyeceksiniz oradan anlamazsın ama dıştan çoğu şey daha rahat görünlüyor... diyeceksiniz daha milletimiz bu konularda olgunlaşmadı ama şu gavurlardan bile fazla kültür birikimimimiz var... diyeceksiniz orası İngiltere burası Türkiye ama terör örgütlerin merkezi haline gelmiş, teröre savaş açmış, İslam ülkelerine karşı ordularını göndermiş, hatta laik bile olmayan ve hala sözde kilise ve monarşi ile yönetilen bu ülke de nasıl oluyorda yasaklanmıyor da her yerinde insanlar serbestçe türbanıyla dolaşabiliyor. Temizliği, ilimleri ve bir çok şeyi bizden öğrenmiş bir millet nasıl bizden daha serbest?
Malesef sağlıklı bir tartışma havası olmadığından ne söylesem yersiz olacağından yazdıklarımın şimdiden yanlış anlaşılacağına da eminim. Yine de kişinin ''inanç özgürlüğü; kişinin inanç özgürlüğünü kısıtlayarak elde edilemez! ''... Çok üzücüdür ki zamanında solculara yaşatılmaz hale getirilen bu ülke şimdi dindar kesim için yaşatılmaz hale getiriliyor. Bir ülkenin esas kaynağı olan beyinlerin bu kadar incir çekirdeğini bile doldurmayacak olaylardan dolayı baska ülkelere göç etmesi çok üzücü. Milli mücadele böyle başlasaydı acaba ne kadar başarılı olurdu sorarım?
Her şeye rağmen kapanma konusunda ki görüşlerim, gelenekçi anlayıştan, farklı olsa bile... böyle yaşatılan zülme sonuna kadar karşıyım. Zorla hiç bir zaman güzellik oalmaz! Karşılıklı anlayışı öğreninceye böyle sorunlar devam edecektir.
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
proleterya
21.11.2003 - 16:36Eski Roma'daki alt sınıfa verilen isimden gelir. Marx'ın çok defa İşçi Sınıfı yerine kullandığı kavram. Proletarya ya da proleterya diktatörlüğü olarak çoğu yerde geçer...
çile
21.11.2003 - 16:29her zorlukta bir kolaylık vardır...
tarihin en büyük yalanları
21.11.2003 - 13:22Enam Suresi 11. Ayet De ki: 'Yeryüzünde dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun nasıl olduğunu bir görün!
allah (c.c)
21.11.2003 - 13:01Bakara Suresi, 206. Ayet:
''Ona: 'Allah'tan kork! ' denildiği zaman da gururu kendisini daha çok günaha iter. Cehennem de onun hakkından gelir. O, gerçekten ne kötü yataktır! ''
yaşar nuri öztürk
21.11.2003 - 12:47'Küçük hoca' büyük yolda
İlkokula gitmedi. Babasının dizinin dibinde Kur'an okumayı öğrendi. 15'inde Sartre'la tanıştı. 20'sinde evlendi. 40 yaşında, televizyon sayesinde şöhrete kavuştu. Şeriatı kendisinin durdurduğuna inanıyor
CAN DÜNDAR
Seçim öncesi CHP'nin Hatay mitingini izlemiştim. Baykal'ın yanında üç kişi vardı. Partinin vitrinine çıkardığı üç yeni star: Yaşar Nuri Öztürk, Kemal Derviş ve Bayram Meral…
Genel Başkan sahnede onları övgülerle takdim ediyor, kollarını kaldırıp birlik görüntüsü veriyordu. Onlar da kürsüye geldiklerinde Baykal'ı övüyorlardı.
Bunlar içinde Yaşar Nuri Öztürk belki de kitlenin en çok tanıdığı isimdi.
Onu din sohbeti yaptığı televizyon programlarından biliyorlardı.
Hoca, günümüzün 'tele-vaiz'iydi. Atatürk'le dindarlığı bağdaştırmaya çabalayan 'laik kesimin gurusu'ydu adeta… Anadolu'daki söyleşilerinde yaşanan izdiham ona, post-modern bir tarikat lideri statüsü kazandırmıştı.
İşte artık CHP'de, Baykal'ın yanıbaşındaydı.
Kürsüde şöyle konuşuyordu:
'Peygamber efendimiz 'Kanında haram lokmadan eser olan Allah'a gidemez' diyor. Ben damarlarında haram lokma olmayan bir yağız delikanlı buldum. Bu Türkmen alperiyle hayallerime koşabilirim.'
Ancak o yağız Türkmen delikanlısı son Kurultay akşamı, oylamaya dört saat kala Öztürk'ü partiye davet etti ve üzgün bir edayla 'İl başkanlarımız sizi parti meclisinde istemiyorlar. Çok uğraştım, ikna edemedim' dedi.
O artık 'istenmeyen adam'dı.
Sonradan il başkanları toplantısına başlarken Baykal'ın 'Derviş'le Meral'i parti meclisine isteyebilirsiniz, ama Öztürk'ü dinlendireceğim' dediğini öğrenecekti.
Bu, ona göre 'Bir Baykal klasiği'ydi.
'Hata yapmasa benim sayemde fazladan yüzde 10 oy alır, koalisyon başı olurdu' diyordu. Bu özgüveni yaratan formül kendi kişiliğindeydi:
'Ben bir Kur'an bilginiyim. Bu, benim din referansım. Ben sosyal demokratım. Bu da siyasi anlayışım. Ve ben Atatürkçüyüm. Bu üçünden bir sentez yapılması gereğine inanıyorum.'
Peki proletaryanın siyasetini Nutuk ve Kur'an'la buluşturan bu siyasi çizgi nasıl bir yaşam içinde şekillenmişti?
Bu mucizevi formülün sırrı, Yaşar Nuri Öztürk'ün hayat hikâyesinde gizli.
Ev değil akademi
Trabzonlu Öztürkler'in soyu, baba tarafından 6-7 göbek ötede Malatya'ya uzanıyor. Secere daha geriye götürüldüğünde Bağdat'a çıkıyor. Anne tarafı ise Bayburtlu…
Babasının dedesi 'allame' lakaplı Mehmet Ali Efendi'ymiş. Sürmene'de lakabına yakışır bir kütüphane bırakmış ardında…
Babasının amcası Küçük Hasan Efendi ise bir şeyhmiş. Halen mezarı ziyaretgâh olan bir tasavvuf erbabı…
Yaşar Nuri, 1945'te, babasının annesiyle tanıştığı Bayburt'ta doğmuş, ama Sürmene'nin Fırdıcak köyünde büyümüş.
Köy, 'iliklerine kadar mutaassıp'mış. Öztürk'ün tabiriyle 'hurafeci dinin cenderesinde bir yer…'
Babasının kucağında
Dedeleri gibi babası da tüccarmış. 'Sofrası bereketli bir ailede yetiştim' diyor Öztürk; 'Tabiri caizse evimiz akademi gibiydi. Evde 24 saat Yunus'tan Mehmet Akif'e, Mevlana'dan Fuzuli'ye şiirler okunur, rüya tabir edilir, siyasi yönlendirmeler yapılırdı. Annem de beş vakit namazında başı örtülü ve köyün tek okur yazar kadınıydı. Babam ise 10 yaşından itibaren Kur'an'ı ezbere okumuş, kazaya namaz bırakmamış bir adamdı, ama tam bir sosyal demokrattı. Atatürk'e ve Ecevit'e hayrandı, ama İnönü'yü sevmezdi. Şimdi anlıyorum ki, onun anladığı, anlattığı din, sosyal demokrasinin ta ciğeriydi.'
Yaşar Nuri, işte böyle bir babanın kucağında büyüdü.
'Kucağında', lafın gelişi değil. Gerçekten de köy halkına çocuklarını okula yollamayı telkin ederken kendisi–mecburi eğitim olmasına rağmen- oğlunu ilkokula yollamamış, evde, dizinin dibinde Arapça, Farsça öğretip Kur'an-ı Kerim ezberletmişti.
'Bana dedi ki, 'Orada o kadar yılını kaybetmene yazık. Onun çok üstündesin sen…' Nitekim bana Türk alfabesini bir gün fındık bahçesinde öğretti. Ertesi gün gazete okuyabiliyordum.'
Öztürk, anlattıklarındaki fevkaladeliği fark ederek zaman zaman 'Aynen böyle… en küçük bir mübalağa yok' deme gereği duyuyor.
Cansız Hoca
1959'da ilk kez Sürmene'den çıkıp Tokat'a, babasının ilk eşinden olan ablasının evine gitti. Orada 1,5 yıl, 'Çok değerli bir alim' diye tanımladığı Gürcü Mehmet Efendi'den üst düzey Arapça dersleri aldı. Dönüşte babası onu okusun diye Trabzon Diyanet müfettişi Cansız Hoca'ya teslim etti.
'Cansız hoca benim hayatımın en büyük devrimidir' diyor Öztürk:
'Bugün dahi Türkiye'de, İslam din ilimlerinde bir benzeri bulunmayan muhteşem bir insandı. Oflu olduğundan Rumca yoluyla eski Yunanca bilirdi. Arapça ve Farsça'ya da hakimdi. Çoğu kaynağı hafızasından ezbere bilirdi. Ve gariptir, o da babam gibi iliklerine kadar 'solcu' bir adamdı.'
Öztürk, bir yandan Cansız Hoca'nın rahle-i tedrisinden geçerken bir yandan da Fransız edebiyatına merak sardı. Fransızca öğrendi. Andre Gide'den, Jean Paul Sartre'a kadar bir dizi Fransız düşünürün eserlerini okudu.
Babası 'Tek kanatlı kuş uçmaz' derdi hep… 'Sadece İslam kültürüyle yetinmezse daha iyi uçar'dı.
'Küçük Hoca'
O yıllarda Trabzon'da vaaz vermeye başladı Öztürk…
Henüz rüştünü ispatlamadan 'Küçük Hoca' olarak nam yapmıştı:
'Trabzon'un en ünlü vaizi bendim. Zeytinlik camiinde ben konuşurken civar kentlerden otobüslerle dinlemeye gelirlerdi. Cadde o kadar dolardı ki, aşağıdaki Saray sinemacısının işletmecisi, müftülüğe başvurup 'İşimize engel oluyor' diye şikayet etmişti. Kürsüde, Batılı düşünürlerden, hümanizm fikrinden örnekler veriyordum. İlerdeki senteze o yaşlardan başlamıştım. Oralarda o zamanlar hayâl bile edilemeyecek şeylerdi bunlar. Birçok hoca efendi, 'Nereden çıktı bu velet' diye söyleniyordu. Hasete maruz kalmaya o yaşlarda başladım. Sokaklarda gezerken herkesin baktığı bir idoldüm artık…'
Aşık Hoca
Her idol, kendi hayran kitlesini yaratır.
'Kızların da gözdesi miydiniz? ' diye sordum; politik bir cevapla 'Hanımlarla aram hep iyi olmuştur' dedi Öztürk… Edebiyat yarışmalarına girmiş o yıllarda… Aşk şiirleri yazmaya da çoğumuz gibi o yaşlarda başlamış.
Kime?
'O konulara fazla girmeyelim' diyor mahcup bir edayla… Nedenini sonradan anlatıyor. Biri Rize'de, ikisi Trabzon'da üç kızı sevmiş ve üçü de erken ölmüş. 'Bende hatıraları çok kutsal kişilerdir' diye rahmetle yadediyor hepsini…
Yaşar Nuri Hoca'nın, 1965'te henüz 20 yaşında, biraz da annesinin ısrarıyla evlendiğini ve genç yaşta üç çocuk sahibi olduğunu da belirtelim.
Erbakan mahvetti
O süreçte dışarıdan ilkokulu bitirmiş ve Trabzon İmam Hatip'e girmiş Yaşar Nuri Öztürk... Hafta sonları hocalarına evde Arapça dersi veriyormuş. O yılların imam hatibinin bugünün ilahiyat fakültelerinden bile ileri olduğunu söylüyor:
'Ama bozdular. 1970'te Erbakan geldi ve dedi ki, 'Bilgili olmanız hüner değil, bilgi şeytanda da vardı. Önemli olan dava adamı olmaktır'. Hepsini piyon haline getirdi ve yozlaşma böyle başladı. Din kahvehanelere düştü. Tarih boyunca kutsallığın sembolü olan 'Allahüekber', siyasi rakiplere küfür için kullanılır oldu. Eğer siyasi islamın eli musallat olmasaydı, o imam hatip okulları ülkenin ufkunu aydınlatacaktı. Bugün çektiğimiz acıların hiçbirini yaşamayacaktık. İmam Hatipleri mahveden Erbakan'ın zihniyetidir.'
'Ben durdurdum'
Son beş yıldır ekranların değişmez ismi, adeta 'tele-vaizi' oldu Yaşar Nuri Öztürk… Din konusundaki hurafelerle ve yükselen siyasi islamla baş etmeye çalışan Türkiye, onun 'Atatürkçü mümin' çizgisine dört elle sarıldı. Hem dine çağıran, hem bağnazlığa savaş açan tavrını benimsedi.
700 sayfalık Kur'an'daki İslam kitabı 40 baskı yaptı.
Yayınladığı Kur'an Meali, 126 baskıya ulaşarak 'Türkiye tarihinin en çok basılan kitabı' ünvanını kazandı.
Ve Öztürk, 40 kitabının üzerine, televizyon programları, paneller, kitaplar, gazeteler ve nihayet siyaset meydanları ekleyerek, Türkiye'nin 'resmi' dini otoritesi haline geldi.
Son 15 yılda oynadığı role dair iddialı konuşuyor Öztürk:
'Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer din meselelerinde benim getirdiğim mesaj olmasaydı, Türkiye çok daha kötüye giderdi. İslamın siyasallaştırıldığını, dinin saltanat aracına dönüştürüldüğünü zamanında gördüm ve yazılarımla, çıkışlarımla uçuruma gidişi durdurdum. Bunu yapmasam çok insan o akımın peşine takılırdı ve radikal akımların oy oranı bugünkü gibi yüzde 7'lerde kalmaz, 15-20'lere tırmanırdı.'
Yeni misyon
İlahiyat profesörü… 1993'ten itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı… hukukçu… vaiz… hatip… yazar… televizyon programcısı…
Ayrıca 20 yıllık judocu…
Ve CHP'nin hayalleri kırık politikacısı…
Ancak burada bitmedi diyor Öztürk… 'Cumhuriyet varsa din olmasın' diyenlerle 'Din var. Cumhuriyet gerekmez' diyenler arasında sıkışıp kalan Türkiye'nin dinle, Cumhuriyet'i, maneviyatla sosyal demokrasiyi barıştıracak, hurafelerle savaşacak bir siyasi harekete ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
'Ama artık ben böyle bir harekette vagon olmam. CHP deneyimi bana gösterdi ki, bu konuda beni vagon yapacak birisi Türkiye'de yok. Eğer tarih ve millet beni böyle bir misyona iterse ben bunun lokomotifi olurum artık.'
Anlaşılan o ki Türkiye, beş yıldır ekranında gördüğü bu 'tele-vaiz'i izlemeye devam edecek.
İmam Hatipli
1968'de Trabzon İmam Hatip'ten okul birincisi olarak mezun olup ilk kez İstanbul'a geldi Yaşar Nuri Öztürk… İlahiyat ve Hukuk okudu. Üniversiteler öğrenci olaylarıyla çalkalanırken o 'hümanizmi' ile kenarda durdu. Hukuk'u bitirdikten sonra üniversitede asistan olarak kaldı. Bir yandan da hem avukatlık stajı yapıyor, hem de Son Havadis, Tercüman gibi gazetelerde yazılar yazıyordu. 1980'de İslam felsefesi dalında doktorasını verdi. 1980'lerin başında Amerika'dan öğretim üyeliği teklifi alınca, bir yıl İngilizce kursuna gitti. Sonra New York'a 2 saat mesafedeki Melltown'da lisans üstü düzeyinde İslam düşüncesi dersleri verdi. Burada 'Bir başka kutsal hatıra' dediği bir aşk yaşadı.
1987'de döndü. Döndükten üç hafta sonra TRT'de Asaf Demirbaş'ın sunduğu bir dini programa çıktı. 'Çıkış o çıkış…'
[email protected]
linkin park
20.11.2003 - 22:18İlk başlarda velet grubu diye önemsememiştim ama klipleri ve albüm kapağı dikkat çekiciydi. Bebek yüzlülerden oluşan bu grubun basit bir hit şarkıları ve geçici şöhretle yetineceklerini sanmıştım. Ama şarkılarını duydukça dinlemeyi bırakamadım. En son albümlerinden, Akira manga filminden bir sahnesi gibi yaptıkları klibi From The İnside şarkısını dinleyince Nedir bölümünde başlıklarını açacak kadar hayran kaldım.
Los Angeles Kaliforniya - Amerika bazli bu grup, Nu Metal'in digerlerine fark atan ikonlarindan biri olmustur. Onceleri Xero olarak bilinen grup 1996'da kuruldu:
Vokal - Mike Shinoda (11 Subat 1977l) ,
Vokal - Chester Bennington (20 Mart 1976)
Gitar -Brad Delson (1 Aralik 1977)
Davul - Rob Bourdon (20 Ocak 1979) ,
Bass - Phoenix
DJ - Joseph Hahn (15 Mart 1977)
Phoenix'in daha sonra ayrılması üzerine, gruba Chester Bennington katılır ve grubun ismini Hybrid Theory olarak değistirir; ancak yasal birtakım sebeplerden dolayi grup elemanlari isim olarak 'Linkin Park'ı benimsemek durumunda kalırlar. Bu yeni isim, Santa Monica'da bir mekan olan Lincoln Park'in zaman zaman yapılan değişik telaffuzlarından biridir.
Grup kisa sürede Los Angeles klüp ortamlarında büyük bir etki yaratır ve Warner Brothers Plak Şirketi'nden albüm teklifi alır. Bunun üzerine aranjor Don Gilmore ile birlikte stüdyoya girip ilk albumlerini kaydetmeye başlarlar. Debut album 'Hybrid Theory', metal, hip-hop, endüstriyel ve pop müziğin bir karışımı olarak Korn ve Limp Bizkit gibi öncü grupların albumleri kadar büyük bir izlenim yaratir. 'One Step Closer' adlı şarkının radyolarda sürekli tekrarlanması gibi bir avantajla albü Aralik 2000'de Amerika listelerinde ilk 20'ye girer. Bu arada grubun kurucularıdn Phoenix, gruba yeniden katılır. Hybrid Theory'nin, devam eden iki yıl boyunca, ilk 5'e girmesi ve 'In The End' in single listelerinde iki numara olması, grubun popülerliğini arttırmıştır.
Şarkılarının başka muzik türleriyle karıştırarak yüzlerce versiyonunu yapan grub ve çalışmalarının bir ürünü olan Reanimation ile
ne kadar kaliteli olduklarını kanıtlamıştır. Ne kadar imajlarını değiştirmeye çalışsalar da değişen, çocuk yüzleri değil hep şarkıları olmuştur.
Umarım Korn gibi sönmeyip çalışmalarına devam ederler.
Albümleri:
Hybrid Theory 2000
Reanimation 2002
Meteora 2003
Web:
www.linkinpark.com
www.linkinpark-network.com
tarihin en büyük yalanları
20.11.2003 - 18:47Tarih zaten yalanlar üzerine kurulmuştur...
Ama tabi bunların bazıları gerçekten dikkati çeker...
Mesala Hitler zamanında Fransızlar'ın kendilerinin Alman Irkından geldiklerine kanmaları ya da Çariçe Katerina hakkında abartılmış fantaziler gibi
Ya da Dr. İlber Ortaylı'nın 'yiğitliği korumak için' tarihi yalanlar ortaya sürüp yaptığı araştırmalar: www.milliyet.com.tr/2003/09/02/yasam/ayas.html
Tabi bence çoğu insanların kulaktan dolma bilgilerden yararlanmasını fırsat bilip bir kaç refansla kendi yalanlarını uydurmaya gidiyor ama dediği gibi insanların duymak istedikleri gibi TeleVole şeklinde ki tarihte göze batmıyor değil...
albatros
20.11.2003 - 17:07ALBATROS
sık sık eğlenmek için gemi adamları,
yakalarlar albatrosları, koca kuşları denizlerin,
geminin izindeki, miskin yoldaşları,
uçurumlarında kayan iç yakan genizlerin
bırakıldıklarında döşemelerin üstüne,
maviliklerin bu yeteneksiz ve çekingen kralları,
unuturlar iki yanda, gariban bir halde
bir çift kürek gibi, o büyük beyaz kanatları
bu kanatlı seyyah, böylesine acemi ve bitkin!
biraz evvel ne kadar güzel idi, şimdiyse komik ve çirkin!
biri, suretyakanıyla (*) gagasını sinir eder!
uçuyordu ya demin bu âciz, öteki aksayarak yapar taklidini!
şairdir, bulutların prensine benzeyen
fırtınalarla görünüp, okçularla (**) alay eden;
yuhalamalar arasında dünyaya sürülen,
devasa kanatlarıdır, rahatça yürümesini engelleyen.
Charles BAUDELAIRE (Çeviri Reha Yünlüel)
(*) bir tür kısa pipo.
(**) Aynı zamanda Eski Rejim döneminde bir tür kolluk.
Çevirenin Notu: Bu çeviride vezin dikkate alınmamıştır.
türkiye
20.11.2003 - 13:00Türkiye üzerinde her zaman pis oyunlar oynanıyor. Bu oyunlardan kar edenler bu eylemlerini hiç bir zaman durdurmayacaklar ama önemli olan bu oyunlara kanmamaktır.
Türkiye bulunduğu konumu, zenginlikleri, tarihi ve potansiyel hazır gücü ile her zaman dış güçlerin iştahını kabartıcak bir ülkedir. Onu yoketmekten bile çekinenler hasta adam halinde kalması için hala uğraşıyorlar.
Çağımızın savaşı olan Terör, devletlerin silahı haline gelmiş ve Mossad, CIA, MI5 gibi güçlü istihbarat şebekeleri terör üzerinde sadece savaşmak için değil, onu kullanmak için de uzmanlaşmışlardır. Yine bu istihbarat ülkelerinin dünyada yarattığı kargaşa ile zaten hazır olan teröristleri kullanarak istedikleri gibi seneryolar yaratabiliyorlar. Çoğu terör örgütü bu istihbarat güçleri tarafından kurulur ki kontrol etmesi daha kolay olur ya da kurulmuş örgütlerin içine adamlarını yerleştirirler ki, terör üzerinde uzamanlaşmış bu güçler, olacak eylemleri baştan bilirler. Peki neden eylemler engellenmiyor?
Eylemler tabi ki teröre savaş açmış ülkelerin hammaddesidir, onlar olmazsa kamunun desteğini alamayıp, istedikleri ortamı, kanunları ya da kontrol mekanizmaları oluşturamazlar ve de tabi politika alanında da çok avantaj sağladığından da terör işlerine gelir. Bu terör eylemlerini yapanlar tabi ki davasına inanmış kişiler olabilir ama bunlar zaten daha bahsettiğim gibi hazır elamanlardır esas bunların eylemlerine izin verenler ya da ayarlayanlar gerçek tehlikedir ki hiç bir zaman bu eylemlerin arkasında bir istihbarat örgütü olamaya dursun ki elleri sanki armut toplarda ardarda patlamalar olmaz...
Türkiye'de geçenlerde ve bugün yaşanmış vahşetler uygulanmak istenilen senaryonun parçasıdır. Filistinde katliam yapan İsrail ile aramızı daha da güçlendirmek ve Filistin katliamlarının üstünü örtmek, ABD, İngiltere, İsrail'e karşı protestolara gölge düşürme, Türkiye'de terörü eksik etmeyerek rafahını, ekonomisini bozmak ve Avrupa birliğine girmesini engellemek, irtica konusunda daha da radikalleşme yoluna itmek, İslamiyet'e karşı insanları soğutmak, olan düzene karşı güveni sarsmak, Irak ve Afganistan'da yaşananları temize çıkarmak, daha da ABD, İngilkere, İsrail'in yanına çekmek va daha sayamıyacağım kadar karı olan bu güçlerin mi işi var yoksa sadece yataklık yaptık diye zamanında ABD'nin desteklemiş olduğu El Kaide bizden intikam mı alıyor?
Basit bir hollywood filmlerinde bile konu olan terörü kullanılması olayını aydınlarımız yıllar önce uyarmışlardı. SSCB'nin yıkılmasıyla ortada oluşan güç boşluğunu dolduran terör için maske olarak İslamiyet seçilmiş ve bu olayların tam ortasında olan Türkiye yer alıyordur.
tarihin en büyük yalanları
20.11.2003 - 11:50Reform ve barış (refah) getirmek için geldik!
karmaşa
20.11.2003 - 11:45Türkiye'nin, dış güçler tarafından getirilmesi istenilen durum...
johnny cash
19.11.2003 - 22:08http://www.johnnycash.com/
http://www.legacyrecordings.com/johnnycash/
johnny cash
19.11.2003 - 22:0826 Şubat 1932 doğumlu şarkıcı Country müziğinin baba isimlerinden biri. Legend (efsane) olarak bilinir.
Kendisini Dead Man Walking filminin müzikleriye tanıdım, tabi U-Turn, Jackie Brown, Apostle, A Perfect World gibi nice filmlerin müziklerinde de yer aldığı için sanatçıyı daha önce de bilmeden dinlemişim...
Malesef geç keşfettiğim ve 12 Eylül 2003'te öldüğünü yeni öğrendiğim bu devin çıkardığı 70 albümü, 1500 bestesi, 500 albümde bulunması, Micheal Jackson'dan bile fazla hit şarkıları olması ve yüzlerce aldığı başarı ödüllerine bakılırsa gerçekten sadece ABD için değil muzik dünyası içinde önemli biri kayıp olarak görülüyor.
johnny cash
19.11.2003 - 21:53Albümleri:
1957 - Johnny Cash and His Hot and Blue Guitar
1958 - Johnny Cash Sings the Songs That Made Him Famous
1959 - The Fabulous Johnny Cash
1959 - Hymns by Johnny Cash
1959 - Songs of Our Soil
1959 - Greatest Johnny Cash
1960 - Johnny Cash Sings Hank Williams
1960 - Ride This Train
1960 - Now There Was A Song
1961 - Now, Here's Johnny Cash
1962 - Hymns from the Heart
1962 - The Sound of Johnny Cash
1962 - All Aboard the Blue Train
1963 - Blood, Sweat and Tears
1963 - Ring of Fire
1963 - The Christmas Spirit
1964 - Keep on the Sunny Side
1964 - I Walk the Line
1964 - The Original Sun Sound of Johnny Cash
1964 - Bitter Tears: Ballads of the American Indian
1965 - Orange Blossom Special
1965 - Ballads of the True West
1965 - Mean as Hell
1966 - Everybody Loves a Nut
1966 - Happiness is You
1967 - Johnny Cash & June Carter: Jackson
1967 - Johnny Cash's Greatest Hits
1967 - Carryin' on with Cash and Carter
1968 - From Sea to Shining Sea
1968 - At Folsom Prison
1968 - The Holy Land
1969 - At San Quentin
1969 - Johnny Cash
1969 - Original Golden Hits, Volumne I
1969 - Original Golden Hits, Volume II
1969 - Story Songs of the Trains and Rivers
1969 - Got Rhythm
1970 - Johnny Cash Sings Folsom Prison Blues
1970 - The Blue Train
1970 - Johnny Cash Sings the Greatest Hits
1970 - Johnny Cash and June Carter Cash: Jackson
1970 - Johnny Cash: The Legend
1970 - The Walls of a Prison
1970 - Sunday Down South
1970 - Showtime
1970 - Hello, I'm Johnny Cash
1970 - The Singing Storyteller
1970 - The World of Johnny Cash
1970 - Johnny Cash Sings I Walk the Line
1970 - The Rough Cut King of Country Music
1970 - The Johnny Cash Show
1970 - I Walk the Line - Movie Soundtrack
1970 - Little Fauss and Big Halsy - Movie Soundtrack
1971 - Man in Black
1971 - Johnny Cash and Jerry Lee Lewis Sing Hank Williams
1971 - Johnny Cash: The Man, His World, His Music
1971 - The Johnny Cash Collection: Greatest Hits Volume II
1971 - Understand Your Man
1971 - Original Golden Hits, Volume III
1972 - A Thing Called Love
1972 - Give My Love to Rose
1972 - America
1972 - The Johnny Cash Songbook
1972 - Christmas: The Johnny Cash Family
1973 - The Gospel Road
1973 - Any Old Wind That Blows
1973 - Now, There Was a Song
1973 - The Fabulous Johnny Cash
1973 - Johnny Cash and His Woman
1973 - Sunday Morning Coming Down
1973 - Ballads of the American Indian
1974 - Ragged Old Flag
1974 - Five Feet High and Rising
1974 - The Junkie and the Juicehead Minus Me
1975 - Johnny Cash Sings Precious Memories
1975 - The Children's Album
1975 - John R. Cash
1975 - Johnny Cash at Osteraker Pirsion
1975 - Look at Them Beans
1975 - Strawberry Cake
1976 - One Piece at a Time
1976 - Destination Victoria Station
1977 - The Last Gunfighter Ballad
1977 - The Rambler
1978 - I Would Like to See You Again
1978 - Greatest Hits, Volume III
1978 - Gone Girl
1979 - Johnny Cash - Silver
1979 - A Believer Sings the Truth
1980 - Rockabilly Blues
1980 - Classic Christmas
1981 - The Baron
1981 - Encore
1982 - The Survivors
1982 - A Believer Sings the Truth, Volume I
1982 - The Adventures of Johnny Cash
1983 - Johnny Cash - Biggest Hits
1983 - Johnny 99
1983 - Songs of Love and Life
1984 - I Believe
1985 - Highwayman
1986 - Rainbow
1986 - Class of '55: Cash, Perkins, Orbison & Lewis
1986 - Heroes: Johnny Cash and Waylon Jennings
1986 - Believe in Him
1987 - Johnny Cash: Columbia Records 1958-1986
1987 - Johnny Cash is Coming to Town
1988 - Classic Cash
1988 - Water From the Wells of Home
1990 - Johnny Cash: Patriot
1990 - Boom Chicka Boom
1990 - Johnny Cash: The Man in Black 1954-1958
1991 - The Mystery of Life
1991 - Johnny Cash: The Man in Black 1959-1962
1991 - Come Along and Ride this Train
1992 - The Essential Johnny Cash
1994 - American Recordings
1995 - Highwaymen: The Road Goes on Forever
1996 - Unchained
1996 - Johnny Cash: The Hits
1998 - VH1 Storytellers: Johnny Cash and Willie Nelson
1998 - Johnny Cash at Folsom Prison and San Quentin
1998 - Johnny Cash: Crazy Country
1998 - Johnny Cash: Timeless Inspiration
1998 - Johnny 99
1999 - Johnny Cash: Super Hits
1999 - Johnny Cash and Carl Perkins: I Walk the Line/Little Fauss and Big Halsy
1999 - Just as I am
1999 - Rickabilly Blues
1999 - Cash on Delivery: A Tribute
1999 - The Legendary Johnny Cash
1999 - Johnny Cash and June Carter Cash: It's All in the Family
1999 - Johnny Cash at Folsom Prison
1999 - Sixteen Biggest Hits
2000 - Return to The Promised Land
2000 - Love, God and Murder
2000 - At San Quentin
2000 - Super Hits
2000 - American III: Solitary Man
2001 - Sixteen Biggest Hits: Volumne II
2002 - American IV: The Man Comes Around
aitsizlik
19.11.2003 - 21:36bir yere ait yani ilgili, ilişkili, içinde olmama durumu veya hissi. Kalabalık içersinde yalnızlık duygusu gibi bir şeyi çağrıştırdı.
İeleri boyutta ki bu hisse; belli düşünceler, ideolojiler, yerler gibi sosyal olguları kendine uygun görmeyen kişinin durumu ya da topluma uyumayan batanilerin durumu da diyebilirim, toplum dışılık.
metal müzik
19.11.2003 - 18:46Heavy Metal tabi rock çizgisinden geldiği için bir çeşit isyan muziği diyebiliriz ama ilk başlarda isyan muziği olarak değil teknolijinin muzikte de iyice ilerleyip daha sert muzikle insanların kendini ifade etmesiyle ortaya çıkmışıtr. Bu ifade etme, adından anlaşılacağı gibi daha çok ağır metal endüstirisin de çalışan işçilerin ve kamyon şöförlerinin takılıdığı barlarda başlamıştır. Hayatlarının getirdiği bu ağır koşullar muziklerine işlemiş ve aykırı muzikten daha çok lokal bir kültürün ürünüdür. Bu kültürden gelmiş gruplar tabi ki ilk başlarda kendi dinlerinin ya da geleneklerinin propagandasını yapsalar da olağan düzene eleştiriler de getirmişlerdir. Tabi sonradan yayılma ile farklı söylemlere dönüşmüş. Piyasaya karşı çıkan bu akım sonunda kendi piyasasını oluşturarak muzik yerine (çoğu müzik türünde olduğu gibi) imaj satmaya başlamıştır...
yasin
19.11.2003 - 18:24Yasin Kelimesini 'Sen Ey İnsanoğlu'' diye karşılamam hakkında bir açıklama:
Bazı klasik müseffirler, bu surenin başındaki y-s harflerinin (yâ-sin şeklinde okunur) , Kur'an surelerinin bir çoğunun başındaki esrarlı harf-semboller (el-mukatta-at) kategorisine girdiği görüşünü savunurken, Abdullah b. Abbas, bu harflerin aslında iki farklı kelimeyi, yani nidâ edatı olan Yâ ('Ey') ile Tayy kabilesi lehçesinde insan ile eş anlamlı kullanılan 'sîn' kelimesini temsil ettiğini, dolasıyla, 20. suredeki tâ-bâ hecelerine benzer şekilde, yâ-sîn'in 'Sen ey insanoğlu' anlamına geldiğini ifade eder. Bu yorum, 'İkrime, Dehhâk, Hasan Basrî, Sâ-id b. Cubeyr ve diğer bazı ilk dönem Ku'ran müfessirleri tarafından da benimsenmiştir (bkz. Taberî,Beğavî, Beydavî, İbn kesir vb.) . Zemahşeri'ye göre Tayy kabilesinin hitaplarda kullandığı sîn hecesi, insan'ın tasğir (küçültme) hali olan ubeysîn'in kısaltılması şeklidir. (Burada klasik Arapça'da küçültme halinin, genelde sevgi ve şefkat ifade ettiğini unutmamalıyız: sözgelimi, yâ buneyye hitabı, 'Ey benim küçük oğlum' anlamından çok, yaşı ne olursa olsun,'Ey benim oğlum' anlamına gelir) . Sonuç olarak, ya-sin kelimelerinin, surenin devamında açıkça muhatab alınan Allah'ın Elçisi Muhammed'i (s) kastettiği ve - Kur'an'nın sıkça yaptığı gibi - o'nun ve yakın arkadaşlarının beşer olma özelliklerini vurgulamayı amaçladığı söylenebilir.
'Orta' Mekke dönemi olarak nitelendiren zaman diliminin başlarında (belki de Furkan'dan hemen önce) nazil olan bu sure, hemen hemen tümüyle insanın ahlaki sorumululuğu problemine ve dolasıyla yeniden dirilmenin ve Allah'ın yargılamasının tartışılmazlığına tahsis olunmuştur. Hz. Peygamber, bu sebeple, bu sureyi ölüm halinde olan ve ölmüş bulunana yapılan duada okumalarını müminlere tavsiye etmiştir (karşılaştırınız: İbni Kesir'in bu sure ile ilgili yorumunun başında naklettiği bu mealdeki bazı Hadisler)
Kaynak: Muhammed Esed - Kur'an Mesajı (Meal-Tefsir)
yunus emre
19.11.2003 - 16:45Yunus Emre çoğu din büyüğünün yaşadığı acı kaderi gibi zamanında yanlış anlaşılarak hep karalanmış ve kuyusu kazılmıştır. Hatta zamanın şeyhülislâmı tarafından dine saldırıp, halkı tahrik ettiği için din düşmanıdır diye fetva çıkartılmış, şahsına karşı yapılan bu suçlamlar sonunda belli kesimleri ona karşı proveke etmiş... rivayate göre bir gezisinde kıstırılırak yobazlar tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
joe satriani
19.11.2003 - 15:31Gitarın babalrından sayılan Joe Satriani'yi, Türkiye daha çok 1992'de çıkan, başarılı, The Extremist Albümüye tanıdı.
Esasında çok eskilerden beri muzik piyasısında bulunan gitarist, Steve Vai, Yngwie Malmsteen, Kirk Hammett, Alex Skolnick gibi gitar devlerinin hocası olarak bilinir. Deep Purple gibi baba gruplarda bile çalmış olan Satriani şu G3 adında Steve Vai, Eric Johnson ve sonradan Yngwie Malmsteen oluşan üçlü silahşölerin Dartagnan' ı...
Ne kadar G3 könserini kaçırdım diye kahr olsam da daha önce könserine gitmem biraz acımı hafifletiyor. Belki konser günü grip olduğumdan mıdır nedir muhteşem bir performası olan Satriani 15 Temmuz 1956 Long Island (New York) doğumludur. 15'ten fazla solo albümüne imza atan Satriani diğer gitaristçilerin aksine solo çalışmalarıyla daha çok ünlü olmuştur. En son albümü Anthology ile hala muzik kariyerine devam ediyor. Daha yakından tanımanız için Time Machine albümünü dinleminizi tavsiye ederim.
joe satriani
19.11.2003 - 15:31Albümleri:
The Electric Joe Satriani - An Anthology (2003)
The Satch Tapes (2003/1993)
Strange Beautiful Music (2002)
Live in San Francisco (2001)
Additional Creations (2000)
Engines Of Creation (2000)
Crystal Planet (1998)
G3 Live (1997)
Joe Satriani (1995)
Time Machine (1993)
The Beautiful Guitar (1993)
The Extremist (1992)
Flying In A Blue Dream (1989)
Dreaming #11 (1988)
Surfing With The Alien (1987)
Not Of This Earth (1986)
daha geniş bilgi için:
www.satriani.com
http://www.satriani.com/2002/discography/G3_Live_In_Concert/
jim morrison
19.11.2003 - 14:47- SON DAN DAN SESLERİ -
(Jim Morrison’a)
Cisimler vuruyor gözüme,
Hiç durmayacak gibi.
Bir bebek ağlıyor,
Hiç susmayacak gibi.
Bir uçustu yürüdüğüm kaldırımlar
Bir arzuydu koştuğum ölüme
Terastaki yıldızlardı hayallerimin fazlalığı
Doyumu ve açlığı inkar eden asilik
Duygular ve zevkler
Bir adam geliyor Eski Yunan’dan,
Filozofların beynini bxxxrmiş.
Adını söyle dedim, adını,
Sadece baktı ölüme ve gitti.
Bir rüyadı göründüğü
Oydu elinde tuttuğu aşk alevlerini
Bir bilmeceydi gözleri
Senfoninin zehri
Yaşamın ve ölümün klavuzu
Bulunduğum ve göründüğüm
Bir ruh kaçıran adam
nizam 1992
hz.muhammed
19.11.2003 - 14:26Cebrâil (a.s.) peygamberimize (denildiğine göre 50) değişik şekillerde gelmiştir. Bunların çoğunda peygamberimiz gül kokusunu duymuştur. Uzun ve sık görüşmelerinden dolayı bu kokunun Peygamberimizin üstüne sinip hep gül gibi koktuğu rivayet edilir. O yüzden gül suyu sürünmek dinimizin geleneklerine yer etmiş.
nazım hikmet
19.11.2003 - 13:13''Kedi ulaşamadığı ete mundar dermiş.''
ya da şöyle de denir.
''Kedi ulaşamadığı ete pis dermiş.''
Esasında çoğu açılan başlıkların altına yazılması gereken bir söz. Ama en çok karalamalar bu başlık altında olduğundan buraya daha çok uyuyor. Yine de bu yazdıklarım sadece bu başlık için geçerli değildir.
Eğer biri bir şeyi okuduğu zaman tüylerinin ürperdiğini hissediyorsa tabi ki sevdiğini muhteşem görür. Fakat birisine değer verenler ve sevenler varken, hala günahtan nefret edileceğine günahkardan tiksinircesine birisini yerin dibine geçirmek bence ahlaka sığmaz... Demek ki bir şey dürtüyor da sevmediğimiz birisine mundar demek için kendimizi tutamıyoruz...
O dürten işte kişinin kulağına: Nasıl olurda böyle vatan haini, dinsiz, gomunistin biri güzel şiir yazabilir diye fısıldar. Fısıdadıkça daha da tiksindirtir, iğrenir ve artık gece deki bile ışığı göremeyecek kadar gözü kararır... İşte bu durumda, ne kadar o sevilmeyen kişi iyi olsa bile; söyledikleri, karşındakinin anladığı kadar olacağından hep mundar olacaktır...
türban
19.11.2003 - 04:04Türban kelimesi Fransızca'dan gelir. Anlamı '“başlık'” veya 'baş tuvaleti'dir. ''Korunma'' anlamında bir çeşit baş ve saç kısmını örtme işlevi görür... ve de uç noktalardaki insanların ağzını sulandıran hassas konulardan da biridir.
Ne dinin ahlakına, ne de sözde demokrasinin ve laikliğin inanç özgürlüğüne sığan bir polemik. Önceleri zorlama ile takıtılıyor denilen örtü, sonradan giyme yasağı getirilmesi gibi saçmalıklar; pireyi nasıl deve yaptığımızı gösteriyor. Zamanında irtica konusudan daha çok, Türkçemiz de başlık veya baş örtüsü terimleri varken neden yabancı kelime kullanılıyor diye gündeme gelmişti... İlginçtir, giyenler tarafından bile çok kullanılmayan bu kelime nedense ''Türban Sorunu'' diye karşımıza çıkıyor. İşte Baş Örtüsü diye mal edilen bu sorun, milletin başının üstünde değil esas içindedir. Tamamen sembolik olarak, iğrenç politakaların şaması haline gelmiş bir tuzak.
Bazı anlaşılması gereken konular vardır. Esas Türbanın şekli Arab kültüründen değil Hristiyan kültüründeki rahibelerin giyinişinden gelir. Güneşten tutun soğuğa kadar başı ve saçı koruduğunu göz önüne alırsak kullanışı çok daha eskilere bile dayanır. Hatta zamanında Avrupasının bazı yerlerinde kadınların güzelliğini gözlerden korumak amacı ile Kilise tarafından zorla giyme uygulması bile getirilmiştir. Yine de çok yönlü yararları olduğundan farklı şekillerde dünyanın dört bir tarafında kültürsel olarak kullanılmış ve kullanılıyordur...
İngiltere'de Üniversite okumuş bir insan olarak... Türkiye'de öne sürelen, Üniversiteler gibi yerlerde, Türban yasağının getirilmesi nedenleri mantıklı bulmuyorum. Belki diyeceksiniz oradan anlamazsın ama dıştan çoğu şey daha rahat görünlüyor... diyeceksiniz daha milletimiz bu konularda olgunlaşmadı ama şu gavurlardan bile fazla kültür birikimimimiz var... diyeceksiniz orası İngiltere burası Türkiye ama terör örgütlerin merkezi haline gelmiş, teröre savaş açmış, İslam ülkelerine karşı ordularını göndermiş, hatta laik bile olmayan ve hala sözde kilise ve monarşi ile yönetilen bu ülke de nasıl oluyorda yasaklanmıyor da her yerinde insanlar serbestçe türbanıyla dolaşabiliyor. Temizliği, ilimleri ve bir çok şeyi bizden öğrenmiş bir millet nasıl bizden daha serbest?
Malesef sağlıklı bir tartışma havası olmadığından ne söylesem yersiz olacağından yazdıklarımın şimdiden yanlış anlaşılacağına da eminim. Yine de kişinin ''inanç özgürlüğü; kişinin inanç özgürlüğünü kısıtlayarak elde edilemez! ''... Çok üzücüdür ki zamanında solculara yaşatılmaz hale getirilen bu ülke şimdi dindar kesim için yaşatılmaz hale getiriliyor. Bir ülkenin esas kaynağı olan beyinlerin bu kadar incir çekirdeğini bile doldurmayacak olaylardan dolayı baska ülkelere göç etmesi çok üzücü. Milli mücadele böyle başlasaydı acaba ne kadar başarılı olurdu sorarım?
Her şeye rağmen kapanma konusunda ki görüşlerim, gelenekçi anlayıştan, farklı olsa bile... böyle yaşatılan zülme sonuna kadar karşıyım. Zorla hiç bir zaman güzellik oalmaz! Karşılıklı anlayışı öğreninceye böyle sorunlar devam edecektir.
Toplam 2591 mesaj bulundu