Cem Nizamoglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • hz.muhammed

    22.12.2003 - 20:08

    Amerikan astronomi mütehassısı Michael H. Hart, Âdem aleyhisselâmdan bugüne kadar gelen bütün büyük insanları birer birer tedkîk ederek, bunların içinden yalnız 100 dânesini ayırmakta, bu 100 kişi arasında en büyüğü olarak, Muhammed aleyhisselâmı göstermektedir. (Onun kudreti, kendisine Allahü teâlâ tarafından vahy edildiğine inandığı, mu'azam eser Kur'an-ı kerimden gelmektedir) demiştir.

    (MICHAEL H. HART in his recently published book on ratings of men who contributed towards the benefit and uplift of mankind writes:
    'My choice of Muhammed to lead the list of the world's most influential persons may surprise some readers and may be questioned by others, but he was the only man in history who was supremely successful on both the religious and secular levels.' - M.H. Hart (THE 100: A RANKING OF THE MOST INFLUENTIAL PERSONS IN HISTORY, New York, 1978, p. 33) .)

    Yani müslüman olmayan yabancı bir bilim adamı bile Peygamberimizin değerini bilirken, sırf bayraktarlığını yaptığı düşünceden dolayı peygamberimizi kötüleyen türk genci görmek çok üzücü bir kayıp. Artık bilgiye verdiği önemden mi, saygılı olmaktan mı nereden tutacaksa bir tutsun da bir yolunu bulup bu kendini bilmezlerin gözleri açılır inşallah

  • ursula k. le guın

    22.12.2003 - 16:56

    J. R. R. Tolkien'ın kadın versiyonu diye bahsedildiğini duyunca koşup kitaplarını okuyup beni hüsrana uğratan yazarın ismi. Belki de Tolkien çizgisine yakın kitabını değil de başka denemeleri okuduğumdan bulamadım aradığımı ama feminizme ve cinsiyet farklılıklarına kafaya takan bir yazar olduğu açık. Mesela kendilerini hamile bırakabilen başka bir gezegenin erkek ırkı (The left hand of darkness) gibi fantazilere sahip birisiyle Tokien arasında pek benzerlik kuramıyorum...

    Yine de ''Buffalo Gals: And Other Animal Presences'' tavsiye ederim...

  • atilla

    22.12.2003 - 16:39

    İktidara 434 yılında ağabeyi Bleda'yla birlikte geldi. Bleda'nın yaşamı belki de öldürülerek son bulduktan sonra (445) Atilla batıya iki sefer yaptı. 451 yılının kışında, Tuna ve Ren boyunca ilerleyerek, Mainz kenti hizasından sınırı aştı ve Roma İmparatorluğuna girdi. İnsanlar, daha önce İllirya'yı, Trakya'yı ve Makedonya'yı (444-447) alt üst etmiş olan Hunların gözleriyle görerek tanıdılar.

    Orleans'a kadar ilerleyen Atilla, Romalı komutan Aetius'la Catalaunum Ovası'ında yaptığı sonucu belirsiz savaştan sonra Galya'dan ayrıldı. Aradan bir yıldan az bir süre geçtikten sonra Atilla yeni bir sefere, bu kez Galya'yı değilde İtalya'yı fethetmeye çıktı. Tıpkı Galya seferinde olduğu gibi Latin kentleri birer birer Hunların eline geçti. Bu durumda Papa, Atilla'nın karşısına çıkmak ve onu çekilme konusunda ikna etmek zorunda kaldı.

    Mayıs 453'te Hunların önderi Atilla, evlendiği günün akşamı öldü (zehirlendiği rivayet edilir) .

    Macaristan Ovası'na yerleşen ve Atilla'nın (434-453) önderliğinde Roma ve Bizans'a korku salan Avrupa Hunları, Atilla'nın ölümünden sonra dağıldı…

  • anadolu

    22.12.2003 - 15:56

    Anadolu adı:

    Ankara Türkiye demek, Anadolu demektir. Aslını ararsanız Anadolu adının kökü, kökeni de Ankara'dan doğmuştur. Biz söyleyelim, siz dinleyin:

    Şöyle Ankara'ya yakın Kızılcahamam'a kadar uzanınız. Biraz ötede Taşlıca köyü var, köyün yamacında taştan bir oluk, oluğun yanında da bir türbe. Sorarsanız size hemen öyküsünü anlatırlar, derler ki:

    Türk sultanı asker toplayıp sefere çıkar, dağ taş, dere tepe demez, aşar da aşarlar. Ağustos sıcağı dudakları çatlatır, damakları kurutur. Asker susuz, mataralar kuru. İşte bu sırada, boz-bulanık tepelerden, omuzunda ayran bakracı, ak saçlı ihtiyar bir ana görünür. Yanık bağırların, susuz mataraların tek umudu bu şefkat sembolü ihtiyar anada. Kadın yaklaşır:

    - Yavrucaklarım, der. Hoş geldiniz. Alın, ananızın ak sütü gibi hel'l olsun, için ayranımdan.

    Omuzundan bakracını indirir, buradaki taş oluğa doldurur. Asker oluğa üşüşür, mataralarını doldurur.

    - Doldur oğlum!

    - Dolu ana.

    - Doldurun yiğitlerim!

    - Ana dolu.

    İhtiyar ana: 'Doldur! ' dedikçe, askerler: 'Ana dolu! ' diyerek, buz gibi ayranla bağırlarını serinletirler. Bir bakraç ayran, bir orduya yeter de, artar bile.

    O günden sonra, bu kutsal topraklara 'Anadolu' deyiverir herkes.

    Oluğun yanıbaşındaki mezar, bu ihtiyar ananındır. Ziyaret ederler. Daha doğrusu bu mezar, bu toprakları kanıyla sulayan yiğitlerin anası, Anadolu'nun ta kendisi, tüm Türkiye'dir..
    ...

    http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp? belgeno=6644.

  • değer yargısı

    22.12.2003 - 13:21

    Osm: Kıymet hükmü,
    Alm: Werturteil
    Fr: Jugement de la valeur

    1- Varlıkla değil, değerle ilgili yargı

    2- Bir değerlemeyi içeren yargı(değerlendirme yapan yargı) (TDK)

    Aktaran: Müge Özkaptan

  • kadavra

    18.12.2003 - 19:08

    Kalibiyla kisi, benligiyle zat,
    ruhuyla cevher, akliyla ilah,
    tekligiyle butun, cokluguyla fani,
    ruhuyla baki, halden hale gecisiyle olu,
    kemal yonunden diri, ihtiyac bakimindan tam,
    varligin ozu, kendisinde her seyden
    bir sey bulunan ve her seyle
    ilgisi bulunan varlik.
    Iste, insan budur.

    Ebû Hayyân et-Tevhîdî

    Ilim, insani yalniz maddesi yonunden tanitiyor: Tesrih masasinda, laboratuarda. Bu yuzden, ilmin tanittigi insan, yasayan insandan cok kadavra insandir. (http://sircasaray.turkiye.org/tasavvuf/bilmece.html)

  • kadavra

    18.12.2003 - 19:08

    Hala İbn-i Sinadan kalma kadavra teknikleri kullanılıyor.

    Çoğu konuda özellikle otopsinin gerektiği olaylarda çok önemi var.

    Kadavranın incelenmesi Galen'e dayanır. Fakat galen hiç bir kadavra üzerinde çalışmamıştır. Sadece iki tane iskilet üzerinde çalışmıştır. Ortaçağda müslümanlar kadavranın kullanılmasına karşı çıkmış ama sonraları yine müslüman alimler sayesinde iskelet incelenerek, Galen'in bazı hataları ortaya çıkartılarak kadavra ve otopsi konusunda refaranslarıyla batıyı aydınlatmıştır.

  • ateizm

    18.12.2003 - 16:15

    1. Günümüzde Ateizm:

    Felesefi bir düşünceden kaynaklanan ve bir çok tutumu kapsayan toplumsal bir olay olan ateizm (tanrıtanımazlık) , Tanrı'nın varlığını inkar olarak tanımlanamaz.

    ''Tanrıtanımaz'' kelimesi köken olarak ''tanrısı olmayan'' bir kişiyi niteler; eski Yunanlılar ve Romalılar bu kelimeyi ''kendi'' tanrılarını saymayanları belirtmek için kullanırdı, ama çağdaş dilde bu kelime ''hiçbir'' tanrıya inanmayanı belirtmek için kullanılır oldu. Tanrının inkarı, genel olarak muhakemeler üstüne kurulmuştur: bilimin doğayı açıklmaya yeterli olduğu iddiası (bilimcilik) , kötünün varlığı ile Tanrının varlığının bağdaşmazlığı (sarte) , aynı anda hem Tanrı'nın hem insanın özgürlüğünü öne sürmenin olanaksızlığını (Nietzche) , veya Tanrı ile sonsuzluk arasındaki farkı (Heidegger) bu tür muhakamelere örnek gösterebilir. ''Kuşku ustaları''nın (Marx, Nietzsche, Freud) Tanrının ölümünü ilan ederek düşünceleri sarsmasından sonra, militan tanrıtanımazlık dini kayıtsızlığa dönüştü; Tanrı meselesi giderek önemini kaybetti.

    Bununla birlikte çeşitli tutumları birbirinden ayırt etmek gerekir: inançsızlık, vahiy dini olduğuna iddia eden bir dinin Tanrı konusundaki bütün iddialarını reddeder, ama Tanrı fikrini reddetmez (yaradancılık, deizm): buna karşılık bilinmezcilik sorunun varlığını da, bu konudaki kaygıları da reddetmemekle birlikte, kesin bir görüş bildiremeceğini göz önünde tutarak, Tanrı sorunu üzerinde konuşmamayı tercih eder; paratik tanrıtanımazlık ise Tanrı'nın varlığı konusunda kesin bir karara varmaz ve bu konuda fikir yürütmez, imanla şavaş gereği duymaz.

    Tanrıtanımazlık uzun süre toplumun dışı kaldı. Bu tutum ancak (sözde) modern ve laikleşmiş toplumlarda ortaya çıktı. Ama yayılırken, zayıfladı; oysa başlangıçta ateizm, hiç değilse din olayının önemini kabul etmek anlamına geliyordu.

    Kaynak: Michel Meslin

  • ateizm

    18.12.2003 - 15:53

    2. Marksist ateizm ve dinlere karşı mücadele:

    Marksizm, insanı sadece, hayalinde var olan bir Tanrı'nın vesayetinden kurtarmaya çalıştığı oranda tanrıtanımaz bir humanizm görünümü aldı. Feuerbach, Das Wesen des Christentums (Hıristiyanlığın Özü 1841) adlı eserinde ''insanın gerçek Tanrı'sı insanın kendisidir'' diyordu. Materyalist Alman felsefesine göre, insanın Tanrı'ya mal ettiği şeyler aslında insanın kendisine aittir. İnsan mükemmeliyet arzusunu Tanrı'ya yansıtır, böylece Tanrıyı, kendi olmadığı veya kendinde olmayan her şeyle donatmak için, kendine yabancılaşır, küçülür, veya haklarından feragat eder. Tanrı'da ''insan kendi dışındaki özünü seyreder''. Din ilk başta insanın kendini anlamasına olanak verir, daha sonra özüne yeniden sahip olmak için dini reddetmesi gerekir.

    Marx bu fikirleri yeniden ele aldı ve eleştirdi: Feurbach üzerine tezler - (Thesen über Feurbach, 1845) - Alman İdeolojisi (Die detsche İdeologie, 1846) eserleri ile. Feurbach'ı, dini sosyal ve tarihsel bir olgu olarak ahlaki hukuki, siyasi düşünceyle birlikte düşünülmesi gereken bir ''ideoloji'' türü olarak ele almadığı için eleştirdi. Bu üstyapıları ekonomik altyapı koşullandırdığına göre, insanın, insanın yabancılaşamasını ortadan kaldırmak için ekonomik altyapıya karşı savaşmak gerekiyordu. Bu yüzden, 1846'dan sonra Marx din konusuyla ilgilenmedi.

    Ünlü ''din halkların afyonudur'' sözüne gelince, bu bağlamda Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie (Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, 1843) dinin sıradan insnaların hem ''gerçek felakate karşı çıkmaları'' olduğunu belirtti. Dinle fazla ilgilenen Engels, bu iddiayı sınıf çatışmalarına bağlayarak daha da derinleştirdi. Engel'se göre inançlar, bir sınıfın çıkarını diğer sınıfların aleyhine savunmak için takılan bir maskeydi. Ama daha sonra İtalyan Gramsci ve Alman Ernst Bloch'un da çok değişik biçimlerde ele alacakları gibi Engels, sapkınlıklara, hatta ilk kilise gibi bazı dini olaylar taşıdığı muhalif güce de işaret etmiştir.

    Marksçı kurama göre, kapitalist ekonomi ortadan kalktıktan sonra, artık bir var olma nedeni kalmayan dinin kendi kendine yok olması gerekiyordu. Ama tarih, dinin baskıya direndiğini ve bu bastırmaya rağmen imanın canlı kaldığını gösterdi. Çin'de geleneksel bağdaştırmacılık, kırk sene süren din aleyhtarı bir eğitime ve 1966-1976 arasında, Kültür devrimi sırasında doruk noktasına ulaşan baskıya rağmen ayakta kaldı. Rusya'da, bir çok kilisenin kapatılmasına, tanrıtanımazlık propagandasına ve inananların kamplara yollanmasına rağmen Ortodoksluk varlığını sürdürdü. Zaten çoğu zaman dinsel özgürlük talebi isteklerle karışmıştır: Polonya Katolikliği, Tibet Buddhacılığı gibi burada, bir dine mensup olmaktan çok, dinin uzlaşmaz potansiyeli önem kazanıyordu. Onun için iktidarlar da daha çok inancı bir yabancılaşma olarak gördükleri için değil de, bağımsız bir örgütlemeye denetimden çıkabilecek bir mezhepler ayrılığına yol açacağından endişe ettikleri için tavır alıyordu.

    Kaynak: Michel Meslin

  • ateizm

    18.12.2003 - 15:49

    3. Bilimcilik:

    Tahrihsel olarak tanrıtanımazlık, dinlerin tanrıya atfettikleri işlevleri bir tepki biçiminde ortaya çıktı. Bilimsel gelişmeler, olayları tanrıları yardıma çağırmadan açıklamaya olanak veriyordu, ama özellikle Hıristiyan otoriteler bunu högörüyle karşılamadılar. Galilei'nin Kopernik sistmenine yaptığı eklemeden vazgeçemeye çalışması, Darwin'in evrim teorisinin reddi bunun açık kanıtlarıdır. Ancak, Auguste Comte'a (1798-1857) dayandırılan bilimci gelenek daha ileri gidecekti. Bilimi insanın yerine geçirmek ve bütün insan etkinliklerinin tek başvuru kaynağı ve toplumun örgütleyici ilkesi haline getirmek istiyen bilimcilik, bağımsız bir dine benzetilebilir. Fransız düşünürüne göre bu değişim insan aklının gelişmelerine, ''üç durum yasası'' dediği şeye uygundur: insan doğal olayları tanrıyı insanlaştıran güçlere (ilahiyatın durumu) , daha sonra ise soyut felsefelerle (metafizik durum) açıkladıktan sonra pozitif çağa girer. İlk nedenleri keşfetmekten vazgeçerek ''yararlı bilgiler''le yetinir. Din yine de insanın özelliği olduğu için, Comte bir ''insanlık dini'', tanrısı olmayan, amacı insan nesline faydası dokunanları anmak olan din tasarlamıştır.

    20. yy'da bilimcilik kesinliğini kaybetti. Bilimin sınırlarının tanınması, birbirinden çok farklı iki tür tepki doğurdu. Bazı bilim adamları mistik yolların veya bazı metafizik kavramların kendi bilgileri dışında bir değeri olduğunu kabul ederlerken, bu yöndeki en ileri uzlaşma girişimi ''princeton gnose'' adlı düşünce hareketinden geldi; 30 yıldan daha fazla süredir var olan bu hareket, özellikle Amerikalı bilim adamlarını bünyesinde toplamıştır: Onlara göre sınırlarına ulaşmış olan bilimin ''mantıksal'' sonucu kesin olarak tanımlanamaycak bir tanrısal varlığın kabulüdür (yaradancılık) . Bu arada bu konuda bazı bilim adamları ise, bilimin olayların bütünlüğünü anlayıp kavramasını ve açıklamasını talep etmeyen radikal (köktenci) bir tanrıtanızmazlığa yöneldiler: sözgelimi biyo-kimyacı Jacques Monod (1910-1976) , 1970 yılında Le Hasard er la Necessite (Raslantı ve Zorunluluk) adlı kitabında ''evrende var olan her şeyin gereklilik ve tesadüfün ürünü'' olduğundan söz ediyordu…

    Kaynak: Michel Meslin

    Not: Aktarılan yazı daha çok batı görüşlüdür, bundan dolayı İslamiyet'ten değil daha çok bozulmuş din olan Hıristiyanlığa tepkilerden bahseder. Mesela Galilei'nin reddi olayı, dünya ilmiyle maneviyatı ayıran hıristiyanların laikleşme döneminden sonra ortaya çıkan yobazlıktan gelir, zaten İslam alemi dünyanın yuvarlıklığından Galilei'den çok çok önceden yani 8 yy.lardan sonra bahsetmişlerdir, 13yy'dan sonra dünya ilmiyle maneviyatı ayıran Kelamcılıların laikleşme harekti ile yobazlaşmalar daha öne çıkıp bilime karşı saçma saldırlar yapılmıştır.

    Bkz. İlim

  • umut

    18.12.2003 - 13:53

    Bir umuttu yaşatan insanı aldım elime sazımı! ! !

  • senlik benlik

    17.12.2003 - 21:19

    Senlik Benlik Nedir Bırak

    Allah birdir Peygamber Hak
    Rabbül alemindir mutlak
    Senlik benlik nedir bırak
    Söyleyim geldi sırası

    Kürtü Türkü ne Çerkezi
    Hep Ademin oğlu kızı
    Beraberce şehit gazi
    Yanlış var mı ve neresi

    Kurana bak İncile bak
    Dört kitabın dördü de hak
    Hakir görüp ırk ayırmak
    Hakikatte yüz karası

    Binbir ismin birinden tut
    Senlik benlik nedir sil at
    Tuttuğun yola doğru git
    Yoldan çıkıp olma asi

    Yezit nedir, ne kızılbaş
    Değil miyiz hep bir kardaş
    Bizi yakar bizim ataş
    Söndürmektir tek çaresi

    Kişi ne çeker dilinden
    Hem belinden, hem elinden
    Hayır ve şer emelinden
    Hakikat bunun burası

    Şu alemi yaratan bir
    Odur külli şeye Kadir
    Alevi Sünnilik nedir
    Menfaattir var varası

    Cümle canlı hep topraktan
    Var olmuştur emir Haktan
    Rahmet dile sen Allah'tan
    Tükenmez rahmet deryası

    Veysel sapma sağa sola
    Sen Allah'tan birlik dile
    İkilikten gelir bela
    Dava insanlık davası…

    Aşık Veysel Şatıroğlu

  • dağlar

    17.12.2003 - 18:26

    Sana diyom Bulgar dağı,
    Senden özge dağ olmaz mı?
    Sende yaylayan güzelin,
    Al yanağı bal olmaz mı?

    Bulgar dağı iki çatal,
    Sularında güller biter,
    Bir yar sevdim bana yeter,
    İki seven deli olmaz mı?

    Bulgar Dağı para para,
    Kimi al giyer, kimi kara,
    Selam söylen nazlı yara,
    Ayrılanlar dert görmez mi?

    Yol üstünde iki hanlar,
    Hani sana konan canlar?
    Sevip sevip ayrılanlar,
    Yanar yanar kül olmaz mı?

    Mahın Karacaoğlan mahın,
    Dünyalarda kalmaz ahın,
    Senin gibi padişahın,
    Bencilen kulu olmaz mı?

    Karacaoğlan

  • karizma

    17.12.2003 - 18:07

    çok hassas bir yapısı vardır, çok kolay çizilir ya da dağılır, hemen ayaklar altına alınır ya da kaybedilir, sarsıntıya karşı zayıftır, ve bu gibi karizma çok kolay şekilde zarar görebilir. Mesela çok karizmatik bir model podyumdan düşüp yıllık karizmasını bozabilir.

    Bir de ulu orta çok kullanılır. Mesela bıyıkları daha tüy olarak çıkan çocuğun sigara ile karizma yaptığını sanması.

    Dalga bir yana eninde sonunda karizma balon şişirme sanatıdır, sönmeye yüz tutmaya ya da şişir,rken yüzde patlamaya mahkumdur.

    İnsan farkına varmadan da karizmatik olabilir ya da karizma satan biri farkında olmadan kendini rezil de edebilir. Eninde sonunda insan kimsenin görmediğini sandığı bir anda burnunu karıştırabilir, ya da sabah kaltığında hulk gibi gözükebilir, ortaokulun en karizmatik çocuğun da sivilceler çıkabilir. Kısacası karizma ne kadar yuksekteyse o kadar yüksekten düşmeye meyillidir.

    Karizma bu arada fransızcadan gelir, anlamı büyüleyicilik, etkileyiciliktir.

  • kazaa

    17.12.2003 - 15:16

    Kazaa'dan memnun değilseniz, tavsiye edebileceğim başka share programları da var:

    http://www.sharereactor.com adressine giderseniz:
    eDonkey2000, eMule, OverNet, mldonkey programlarını çekebilirsiniz.

    yine aynı şekilde:
    http://www.gnutelliums.com/ giderek:
    BearShare, Gnucleus, LimeWire, Phex, Swapper, XoloX programlarını da doldurabilirsiniz.

    Ya da en yeni shareware http://www.shareaza.com/ deneyebilirsiniz.

    Daha dolu program var mesela:
    http://www.slsk.org/
    http://www.winmx.com/
    http://www.morpheus.com/
    vb.

    napster kapandıktan sonra audiogalaxy gibi mp3 share programları kullandım, fakat sadece mp3 ile kısıtlı olduklarından başka dosyaları da çeken İmesh'i tercih ettim. Uzun süreden beri onu kullandığımdan Kazaa gibi başka programlara alışamadım. Taa ki Edonkey'i denyene kadar. Edonkey baya kolay bir program, hem de İmesh gibi reklam pop-upları, dosya bulamama, upload'un hız yemesi gibi sorunları aşmış... Sadece lıstede uzun sıralar olması biraz kötü ama veri bankası çok geniş olduğundan pek sorun yaşamadım.
    Tavsiyem:
    http://www.edonkey2000.com/download_ed2k.php

  • İyi

    17.12.2003 - 14:14

    'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki?

    Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.
    ...

    Halil Cibran - Ermiş kitabından

  • senlik benlik

    17.12.2003 - 13:57

    Âşık Veysel’siz 30’uncu yıl (Abdurrahman ŞEN)

    Türkiye’mizin “birlik çimentolarından” biri olan, halk ve Hakk aşığı Aşık Veysel Şatıroğlu’nun vefatının üzerinden bu gün tam 30 yıl geçmiş oluyor.

    Türkiye’yi bölmek isteyenlerin en çok kullanmak istediği -yumuşak karnımız haline getirilmiş- sorunların önde geleni olan Alevî-Sünnî bölünmüşlüğünden, yumuşak bir yorum farklılığına gelebilmenin yolu olarak Aşık Veysel’i anlamaya, tanımaya olan ihtiyacımız her geçen gün ziyadesiyle artıyor.

    Aşık Veysel bu ihtiyacımızı giderebilmenin yollarından sadece biri... Ama önemli biri... Vefatı üzerinden geçen 30 yılda yaşadıklarımızı şöyle bir düşününce görüyoruz ki; gerçekten Aşık Veysel’in fikirlerine, şiirlerine her zamankinden fazla muhtacız...

    Bu gün geriye doğru baktığımızda; Veysel’i anlama noktasında yeterli duyarlılığı gösterdiğimiz söylenemez. Benliklerindeki kurtçuğa teslim olmuş olanların Aşık Veysel’i anlamaları da mümkün değil zaten!

    Bütün toplumun Aşık Veysel çizgisine gelmesinden zararı olanların, çıkar çarkları zedelenecek olanların Veysel’in anlaşılmasından rahatsızlık duymaları da normal değil mi?

    “Senlik benlik nedir bırak” şiirini hatırlamak bile, birlik-beraberlik düşmanlarının fotoğrafını berraklaştırıyor:...
    Veysel sapma sağa sola/ Sen Allah’tan birlik dile/ İkilikten gelir belâ/ Dâvâ insanlık dâvası...”

    Evet... Aslında işin püf noktası burası: İnsanlık dâvası...

    “İnsan” olmanın hiçbir gereğini yerine getirmeden, başka başka şeyler olmaya niyetlenenler yüzünden bu gün insanlarda huzur kalmadı!

    “İnsan” olamadıktan sonra da konuşulacak ne kalıyor ki?

    Geçen yıl anlattığımız bir olayı, bugün tekrar hatırlamakta fayda görüyorum.

    Aşık Veysel’in şiirlerini ve türkülerini, batı sazlarıyla ilk söyleyenlerden ve kısa süre önce yitirdiğimiz Fikret Kızılok da sormuş bir gün Aşık Veysel’e; “- Şu sazımı akort et de ver Veysel baba... Ben sizden ilham almak istiyorum.”

    Veysel’in cevabı, gelenekten beslenmeyi düşünen herkese ders niteliğindedir: “- Ben sazımı halka göre akort ediyor ve ilhamımı Hakk’tan alıyorum. Siz de böyle hareket ederseniz, sazınız akortlu demektir! ”

    yazının tamamı: http://www.yeniasya.com.tr/2003/03/21/yazarlar/abdurrahmansen.htm

  • senlik benlik

    17.12.2003 - 13:31

    Hep birliği anlattı

    Aşık Veysel, her Türk gibi vatanını sevmiş, daima onun yükselmesini arzulamıştır. Bir ülkenin esenliği ve kalkınmasında ülke insanı için gerekli olan faktörlerden birlik, yurt sevgisi, çalışmak, milli kültüre bağlılık gibi faktörler Veysel'in şiirlerinde yer almıştır:

    İtimat edersen benim sözüme
    Gel birlik kavline girelim kardaş
    Birlik çok tatlıdır benzer üzüme
    İçip şerbetini duralım kardaş.

    Çalışalım kurtulalım buhrandan
    Nedir senlik benlik usandık candan
    Irkımız neslimiz aynı bir kandan
    Yurdun yaraların saralım kardaş.

    Veysel'in şiirlerinde sevgi-aşk, hoşgörü-diyalog, ordu-millet duygusu ile vatan-toprak duygusu hakimdir. Aklına koyduğu bir işi mutlaka yapmak arzusunda olan Veysel'in isteyip de yapamadıklarından biri, vatan savunmasında vazife almak, cephede düşmanla savaşmak olmuştur. Gözleri görmediği için savaş yıllarında köyünde kalmanın acısını yaşayan Veysel'in şu sözleri ile bu anlamlı hareket birbirleriyle ne kadar uygundur:

    Olaydım cephede kahraman asker
    Çalışırdım memleketin işine
    İçimde duygular, uyanan hisler
    Taşırırdı beni hudut dışına.

    Vatan sevgisini içte duyanlar
    Sıdk ile çalışır benimseyerek
    Milletine ulusuna uyanlar
    Demez; neme lazım, neyime gerek.

    Vatan bizim, ülke bizim el bizim
    Emin ol ki her çalışkan kol bizim
    Ay yıldızlı bayrak bizim, mal bizim
    Söyle Veysel övünerek, överek

    kaynak: http://arsiv.aksiyon.com.tr/arsiv/173/pages/dosyalar/dos1.html

  • senlik benlik

    17.12.2003 - 13:17

    SEN-BEN

    Ne güzel hoş yaşanırdı
    Senlik benlik olmasaydı,
    İnsanlar çok şey başarırdı,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Herkes kendini bilirdi,
    Gözler gerçeği görürdü,
    Buzlar çözülür erirdi,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Kinli kibir silinirdi,
    Kadir kıymet bilinirdi,
    Saâdete erilirdi,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Huzur yolu açılırdı,
    Aleme Nur saçılırdı,
    Çift kanatlı uçulurdu,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Kişi kendini seçerdi,
    Kötülükten vazgeçerdi,
    Canlar Kevser’i içerdi,
    Senlik- benlik olmasaydı

    Akar sular durulurdu,
    Düşmanlıklar son bulurdu,
    Sağlam bina kurulurdu,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Dostlar arayı açmazda,
    Yakın uzağa kaçmazda,
    Kimseler nifâk saçmazdı,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Harpler,darpler hep kalkardı,
    Kalpler sevgiyle çarpardı,
    Kavgacılar sulh yapardı,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Dünya bir sofradır derdi,
    Herkes lokmasını yerdi
    İnsan, insanı severdi,
    Senlik- benlik olmasaydı.
    Derde dermân karılırdı,
    Hep yaralar sarılırdı,
    Mutluluğa varılırdı,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Milletler hep barışırdı,
    Zarar, kâr’a karışırdı,
    Konu komşu barışırdı,
    Senlik -benlik olmasaydı.

    RIZA’sız iş yapılmazdı,
    Yapılanlar yıkılmazdı,
    Hırs ateşi, yakılmazdı,
    Senlik- benlik olmasaydı.

    Ali Rıza Köseoğlu

  • senlik benlik

    17.12.2003 - 13:15

    Beri gel, beri! Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
    Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

    Mevlana J. Rumi

  • darwin ve evrim

    17.12.2003 - 01:07

    bu sorunların cevabı tabi ki verilmeye çalışısılsın. Fakat işleri komplike yapıp iyice kafalar karıştırılmak isteniyor ki alışveriş listesi yazılmış. Tabi evde ki hesap çarşıya hiçbir zaman uymaz.

    Bir sivrisineğin yapısını bile muhteşem bir mucize olarak örnek veren dinimiz sanki bilim konularına hiç mi hiç cevap vermedi. Boşu boşuna yazıyorum çünkü araştırma darlığı çeken arkadaşlar var, gitsin bir araştırsın bakalım İslam aleminin bileme kazandırdıklarını. Daha dünayayı tepsi gibi görürken batı, müslüman alimlerimiz yıldızların ne kadar uzakta olduğunu bulmak için uğraşıyorlarmış.

    Bir kuşun ucuşu, bir çocuğun doğuşunu, gemilerin yüzmesini, nefes alıp verişimiz gibi derin ama basit konuları bile mucize olarak tanımlayan Kitabımıza kalkıp yok Prokaryot ve Ökaryotlar ile göz dağı vermeye mi çalışıyorsunuz? Kimin araştırmadığı gün gibi ortada, şu interneti kullanılsa bile bunlara verilmiş cevaplar bulunur. Kalkıpta tesadüfen oldu canım, rastgele oluverdi deyip alimlerimiz olayları geçiştirmemiş doğadan uzaya kadar Allah'ın kudretini (ilmini) inkar etmeyip, hem bilimsel hem de manevi açıklamalar getirmeye çalışmışlar. Bilimsel bir açıklama getirip hemen Allah'a düşman kesilen bir yobaz bilim anlayışından hayır gelmez. Bunu dinimizde, Atatürk de, einstein söylemiş. Dinimiz akıl, gönül ve ruh üçegenini kurmuş, siz illa da bir çizgiden tutup tesbih çeken cübbeli müslüman imajı vermek istiyorsunuz ama gerçekten de bilim için uğraşan isimler Kitabımıza hayran kalmışlardır.

    Soruyu en başlarda ben sordum, otur cevapla bakalım:
    Sıfırı kim buldu, modern kimyanın babası kimdir, havanın titreşimlerinden ibaret olan sesin fiziki ilk açıklamasını kim yapmıştır, kim robotu keşfetmiş, ondalık sistemi kullanan ilk matematikçi kimdir? İşte araştırın ve cevaplayın bakalım. İpucu vereyim hepsi müslüman alimdi...

    Peki Edison, Newton, Paskal, Einstein gibi ünlü isimler ateist miydi, cevaplayın bakalım...

    Sanki tüm akıllılar ateist de toplumu onlar aydınlatıyor. Tek cümle size siz ruhu sanki eti kemikten kazır gibi atmak istiyorsunuz ama başarısız olacaksınız..

  • şirinler

    17.12.2003 - 00:35

    Neden sadece bir dişiden ve erkeklerden oluştuğu konusuna değinmeden önce bazı konuları açıklamak lazım.

    Çizgi roman olarak başlayan sirinler ilk başta 400 karakterden oluşuyordu, bu karekterlerin heykelciklerini daha çok koleksiyon yapan insanlar içindi. Bu figürleri hepsi mavi ve aynı yapıya çok yakın olduklarından sadece karakterlerinin verdiği aksesuarlarla ve mimikleri ile ayırt edilebiliyordu. Çizgi filmdeki şirinlerinler köyünde ise 100 karekter vardı. 1971 ilk dişi şirin tanıltıldı ve sayıları 101'e çıktı. En son olarak bu sayı 50'ye inerek sonraları bebekşirin dahil 4 yeni karakter daha eklendi. Amaç sirinleri her yönüyle basit ve anlaşılır yapmaktı. Herkesin anlayabileceği basitlikten yola çıkarak karekterler çizilmişti.

    Sirinlerin yaratılmasında esinlenen temel Karl Marx'dan yola çıkan Joseph Stalin ve Lenin'in komunizm anlayışına ve SSCB'in modeline. dayanıyordur. Mesela Tek ülkede sosyalizm örneği Şirinlerin komün olarak yaşadığı Tek Köyle özdeşlemesi ya da Stalin'in 5 yıllık planlama da, işçilerin aynı uniformalari giymesi ile şirinlerin renginin ve altlarına giydiklerinin aynı renkte olması gibi.

    Amaç tek insan modelini benimsetmektir. SSCB'de belli bir dönmden sonra kadın isçiler de erkeklerin uniformasını giydiğinden, şirinlerde cinsiyet konusu ilk başlarda pek öne atılmamıştır, O yüzden basitçe birbirine benzeyen erkeklerden oluşan ama cinseyitin pek önde olmayıp daha çok karakterlerin sembol ettiği tiplemelerle şirinler dünyası tanıtılmıştır. Bu gibi propangdalar da daha önceden burokrasi propagandası olan Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerde de böyle göze batmayan semboller ile kullanılmaştır. Yani bir eserin bir ideolojinn propgandası yapması şirinlerle başlamamıştır. Eninde sonunda bir eseri yaratanın etkilendiğı akımı yansıtması çok doğaldır.

    Şirin Baba tiplemesi'nin farklı olması ise, lider olarak Lenin'den esinlenmesidir. Kırmızı altlığı ve şapkası Kızıl Ordu, kızıl Meydan gibi SSCB birliğinin kızıl rengini temsil ederken, beyaz sakalı ve karakteri Lenin'den alınmıştır. Mesela karaktere örnek vermek gerekirse, Lenin'in politika sanatını kullanması, şirin babanın büyü sanatını kullanmasıyla özdeşlitirebiliriz. Bunun gibi güçlünün polis tiplemesiyle KGB'yi, İnatçı, Uyuşuk, Becerikli gibi şirinlerin işçilerin karakteristiklerine, bilgenin hep şirin babanın yerine geçme isteğinin Leon Trotsky'e benzemesi gibi, daha bir sürü özdeşleştirme yapabilriz. Hatta şirinlerin düşmanı olan Gargamel ve Azrael (azman) SSCB'nin din hakkında görüşünü yansıtır... isimlerden de anlışılacağı gibi Gargamel, Gabrail'i (Cebrail) : Azrael ise Azreal - Angel of Death (Azrail) 'i temsil eder....

    Peki neden Şirine hariç sadece erkeklerden oluşmuştur? Bu konun çıkış noktası Karl Marx'ın Kominist Manifestosu kitabında ki komünel kadına (communal wife) bakış açısına dayanır. Marx bu kitapta 'The Communists have no need to introduce free love; it has existed almost from time immemorial' (Komunistlerin serbest aşkı tanıtmalarına ihtiyaç yoktur, aşk zaten çok eski bir kavramdır) diyerek şirinlerde kadının pek yer verilmemesini de açıklar..

    Şirine ilk başta Gargamel tarafından şirinleri baştan çıkartması için yaratılmıştır, bu da Marx'ın gözünde kadın bakış açısını çok iyi yansıtmıştır. Sonradan Şirin Baba'nın Gargamelin büyüsünü bozması ve yeni öğretileriyle Şirineyi şirinlerin arasına sokması da yine Lenin'in politik sanatını çok iyi kullanması ve öğretilerine dayanmaktadır.

    Tabi Şirinler'de eskiden az önem verilen Ressam şirin ve Şair (romantik) şirin sonradan daha ilgi görmesi Gorbaçov'la gelen yumuşama dönemi ile paralel çizgi izler.

    Daha uzun uzun benzetmeler devam ederim ama artık gerisini de diğer şirinler hayranlarına bırakayım.

    Kısacası eserin yaratıcısı şirinlerin nasıl ürediği konusuna pek değinmemiş daha verilmek istenen mesajlar üzerinde durarak basit ve göze batmayan bir şekilde propogandasını yapmak için uğraşmıştır.

    Yukarda saydıklarımı göz önüne alırsak, tahminim, şirin ırkının orataya çıkışı da Darwanizm'e yani doğal seleksiyon ile rasgele ortaya çıkmalarına dayanıyor. Bundan dolayı ortaya çıkmaları konusunda kısaca geçilip doğanın yaratılıcığına bırkılmıştır. Ne de olsa bunlar şirinler, hep mutlulular, ne evde eş derdi, ne de çocuk altı değiştirme dertleri var. Bir tane kadın ve bir çocuk yetiyor koskoca köye... :))))

  • atatürk ve din

    16.12.2003 - 16:24

    Atatürk'e çok dindar ya da dinsizdir diyerek bir yere varılacağını sanmıyorum. O bir asker, lider ve politkacadır ve bu görevlerin verdiği sorumlulukları en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Yeri geldiğinde avuçlarını açıp dua etmiş, gerektiğinde gericiliğe karşı ağır sözler söylemiştir. Yeri geldiğinde hilafeti yıkıp, gerektiğinde ise Diyaneti kurmuştur. Bunların hepsinin çıkış noktası, gelişimi ve sonucu vardır. Sadece belli bir yerinden tutup hüküme varmak ters olur. Ama başlık ta da belirtiğim gibi ister karşı olsun ister yanında, Atatürk ve din konusu birbirine yabancı değildir.

    Şimdi gelelim esas açmak istediğim konuya. Atatürk dine önem vermiştir, bunu ispatlayacak çok delil vardır. Sadece din değil çoğu konuya önem vermiştir..Kim olursa olsun Türkiye'nin geleceği için uğraşması için her türk evladı için açık kapı bırakmıştır. Fakat bu kapı gelişim için fırsattır, düzeni bozmak için değildir. O yüzden de önlemler de almıştır. Bir ülkenin halkına uyan sistem getiren en başaralı liderlerden birisidir.

    Ama
    'Din vardır ve lazımdır. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur.' gibi sözlerinde belirtiklerini göz ardı etmemek lazım. Ne dini yok etmeye çalışmış ne de araplara ya da batılılara karşı kin gütmüştür. Yurtta sulh, cihanda sulh demiştir. Emperyalizme karşı savaşmış ama batının teknolojisinden yararlanmamazı istemiş, Araplaşmaya karşı savaşmış ama onlardan elde edilen zenginliği gömmemiştir. Cumhuriyet kelimesi bile Arapça'dan geliyorsa artık dengeyi biraz da siz kurun.

    Sonra kalkıp olşumu ve gelişimi göz ardı edip basitçe slogan atmalar komiklikten ileri gitmez. Bazı kendini bilmez ateistler ve komunistler pastadan lokma almaya çalışıyorlar ama Atatürk dine önem vermiştir bunu ne sağcısı ne de solcusu aksini ispatlayabilir çünkü Atatürk'ün sözlerini yaptıklarını ben değil kendisi söylemiş ve yapmıştır..

    Zaten din gökten zembille değil ilim ile inmiştir. Bu yüzden Atamız ''Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dine tabii olmasi için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.'' diyor. Ve artı olarak '''Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayi takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.' '' dine nasıl önem verdiğini de ortaya koyuyor.

    Şimdi kim bunları inkar edecek. İster politik söylem olsun ister samimi eninde sonunda söylenmişir. Kendini bilmez bir dinsiz gibi çıkıp kitabımıza, ne dinimize, ne peygamberimize karşı ters bir söz söylememiştir tersine dine önem veren bir lider olarak övmüştür.

    Çınlamıyorsa kulaklar, o sesin olmadığına değil o kulakaların sağır olduğuna inanırım. Eğer görmüyorsa gözler, o olayların olmadığına değil, o gözlerin kör olduğuna inanırım.

  • sosyalizm

    16.12.2003 - 15:37

    bazı kavramlar yanlış algılanıyor. Eşitlikten bahsedilen, deve ile cüceye eşit haklar verileceği değildir, eşit hale getirelecek haklar verilmesinden bahsedilir. Terazi gibi, bir tarafına 5 kilo bir ağırlık konulmuşsa, diğer tarafla eşit hale getirilmesi için illa da diğer tarafa 5 kiloluk bir ağırlık koyma zorunluluğu yoktur... toplamı 5 kilo eden ağılıklarda konulabilir. Demek ki burada bahsedilen eşitlik ütopik değil tersine medeni kanunlardan tutun yasalara ve kurallarla kadar adeletin sağlanmasıdır.

    Yani herkesin emeği karşlığı hak ettiğini alacaktır deniliyor, herkes eşit alacaktır denmiyor. Neden çünkü kapitalist işçinin ya da halkların sırtından geçindiğinden, işçi veya halklar esas hak ettikleri saat ücretini almazlar. Bunu kaldırmak için sınıflar arası mücadeleden bahsedilmektedir, ve bu mücadeleden Proletarya sınıfı diktatörlüğü ile üst sınıf arasında ki uçurum kaldırılıp, sonra bilinçlenme ile bu proletarya diktası da kalkıp, terazi örneğinde bahsettiğim eşit taban sağlanacaktır. Bu anlayış zengini fakir, fakiri zengin yapmak değil, herkesin hakkettiği şekilde yaşamasını sağlamak içindir ki bu sağlandığın da komunizm gelecektir. Yani sosyalizm bir geçiş dönemidir.

    Ütopik denmesinin sebebi ise böyle bir eşitliğin gelmesinin İnsanın yapısına ters düştüğü söylenmesindendir. Buna karşı ''üretici bilinci'' yani eğitimle insanların belli seviyeye getirilmesi konuşulur. Fakat bu sefer insanların robatlaştırılması söz konusu olur. İnsan iyilik ve kötülük ile bağdaşan yapısını, eğitimin beyin yıkama ile insanın doğasından uzaklaştırılacağı düşünülür, hatta genetik oynamalar ile insanların köleleştirileceği de... Git gide fantaziye dönüşen bu tartışmalar bir gerçeği ortaya koyar insanın kendisini kontrol etmesi gerektiğidir. Bu ahlak konusuna da girdiğinden, yapay olarak uygulanmaya çalışılan her sosyalist hareket eğer bu ahlak anlayışından eksik ise barış ve adalet değil terör ve baskı getirmekten ileri gitmez.

    Bu ileri dönem icat edilmemiş, predict yani önceden bu dönemin geleceği tahmin edilip, belli düşünürler tarafında haber verilmiştir. Karl Marx ile bilimsel sosyalizm çizilip, Das Kapital ile kapitalizmin maskesi düşürülmüştür. Kısacası Marx ve Engels tarafından kavramlar ve düşünceler geliştirmiştir, hatta Marx İngiltere'ye gelip bahsettiği dönemin geleceğine tanık olacağını sanmıştır. Bu teorilerden yola çıkarak Lenin, Mao, Stalin, gibi belli başlı bilinen sözde sosyalistler tarafından belli uygulamalara geçilmeye çalışılmıştır. Yaşanan tarihin gösterdiği gibi Tek Ülkede Sosyalizm çökmüş ve kapitalizm daha doğrusu yeni düzenin de yaşanması gereken bir dönem olduğu, sonunda bu dönemin de insanların ihtiyacanı karşılamayıp başka bir döneme geçileceği görüşü daha da güçlenmiştir. Artık bu bahsedilen döneme ister Sosyalizm, ya da Asr-ı Sadet, ya da Nirvana ulaşmak deyin, tarihte göstermiştir ki eninde sonunda çağlar bitip yeni bir dönemin gelmesi kaçınılmazdır.

    Sözde sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalizm de göstermiştir ki daha doğal olarak bahsedilen dönem yaşanmadığından söylenenler ütopyadan ileri gitmez. İnsan başı boş değildir, hür iradesi vardır bu yüzden yaptıklarından sorumludur. Bireylerin geleceği, toplumun geleceği ve dünyanın geleceği yine insana bağladır. Sorumluluklar göz ardı edilirse ya da yanlışa kullanırsa bu düşünceninyanlış olduğu anlamına gelmez. Başarı ise bir işi bitirip oh demek değil, doğru düzgün azimle denemek ve başarıyı sürdürmeye devam ettirmek (dinamizm) ile olur.

    Sosyalizm'in anlamı eşitlik değildir, anlamı toplumculuktur, sınıflar arası eşitliği getirmeyi savunur. Sosyalist de toplumcu demektir. Çoğu insan kendisine toplumcu denmesini hoş görebiliyor ama bazıları kendisine sosyalist denmesini ters karşılıyor. Demek ki hala bazı dönemleri geçecek kadar olgunlaşmayıp, çamurun içine düşmüş iki çocuk gibi birbirine çamur atılıyor.

    Ne dönem olursa olsun ''her şey Yaradan'ın kudreti içersindedir'' mutlakiyeti unutmayıp, dinin insan var oldukça her zaman var olacağını da belirtmek isterim. Dini düşman edinenler esasında emeğe, savaşıma, ahlaka, barışa, adelete, bilinçlenmeye, idrake ve huzura savaş açmışlardır. Aynı şekilde insanın insanı ezmeyeceği için uğraşan insanları ya da ideolojileri düşman edinenler de aynı şekilde saydıklarıma savaş açmışlardır. Eğer dengeler kurulmıyorsa istenildiği kadar adaletten ya da eşitlikten bahsedilsin zulüm ve baskı ile getirilen barıştan hayır gelmez...

Toplam 2591 mesaj bulundu