I don’t know who to trust no surprise
(Everyone feels so far away from me)
Happy thoughts sift through dust and the lies
(Trying not to break but I’m so tired of this deceit)
(Every time I try to make myself get back up on my feet)
(All I ever think about is this)
(All the tiring time between)
(And how trying to put my trust in you just takes so much out of me)
Take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
Tension is building inside steadily
(Everyone feels so far away from me)
heavy thoughts forcing their way out of me
(Trying not to break but I’m so tired of this deceit)
(Every time I try to make myself get back up on my feet)
(All I ever think about is this)
(All the tiring time between)
(And how trying to put my trust in you just takes so much out of me)
Take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
I won’t waste myself on you
You
You
Waste myself on you
You
You
I’ll take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
Everything from the inside and just throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
You
You
insan aç,
insan insana aç,
öyle ki gözü insandan başkasını görmüyor.
Yedikçe yiyiyolar arta kalanı çöpe atıyorlar.
Gözün midesi yok derler, zaten olsa bile çatlayaçakları bilseler yemeğe devam ederler.
Ne tatlı geliyor insana kardeş eti, yedikçe daha da yiyesi geliyor...
Daha önce yazdğımda filmin 1998'de Hideo Nakata'nın yönettip Kôji Suzuki'nın romanından Japon yapımı 'Ringu' olduğunu söylemiştim ama Ringu kitabı ilk defa Japonya'da 1995 yılında meğersem Chisui Takigawa tarafından 'Ringu: Kanzen-ban' olarak çok önceden TV için yapılmış ve piyasa dışı (underground) olarak çok ilgi toplamış...
Sonradan 1998'de Hideo Nakata yönetiği daha geniş ilgi görüyor. İşin ilginç yanı, bu film yapılırken proje olarak Rasen (Spiral) adında, Jôji Iida'nın adında başkasının yönettiği, Ringu 2 de yapılıyor ve iki film aynı anda (double bill olarak) sinemalarda gösterime giriyor. Lakin Ringu'yu izleyenler Spiral'dan nefret edecek kadar sevmiyorlar ve bu yüzden projenin yapımcıları ile Hideo Nakata yeniden kolları sıvayıp ikincisi bir daha baştan çekip, 1999'da Ringu 2 olarak gösterime sokuyorlar... Böylece Ring efsanesi ortaya çıkıp çekilen diğer filmler unutuluyor.
Hatta filmin üçüncüsü olan Ringu 0: Bâsudei ('Ring Ø: Birthday') 2000 yılında yapılmadan önce 1999'da 'Ringu: Saishuu-shô' ('Ring: The Final Chapter') adı altında dizisi bilem çekiliyor...
Sonradan Hollywood filmi çekip, iyice piyasalaştırıyor ama bence iyi yapıyorlar çünkü Japon Ring'lerden dolayı kafalarda oluşan sorulara güzel cevaplar getirip görsellik daha da kaliteleşiyor... Hatta 2005'te Ring 2 geliyor ve bilin bakalım yönetmeni kim?
Şaşırdığım bir olay ki yönetmi orjinal Ringu'ları yapan Hideo Nakata'nan başkası değil. Bence süper bir strateji izlenilmiş, ve filmi merakla beklemekteyim...
Özet olarak ortada dolu Ring filmi var, aman ortada bilmediğimiz başka bir videosu daha varsa dikkatli olun derim kim bilir belki gerçek Ring etrafta dolaşıyordur bile :)
tabi bu başlıkta www.eniyikim.com sayfasına işaret ediliyor. İlginç bir sayfa ama zamanım olursa nedir, grub, özel mesajgibi bölümleriyle antoloji.com'a yazı yetiştirebildiğimden pek üye olacağımı sanmıyorum...
Hucurat Suresi, 12. Ayet: ''Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.''
Evrim kelimesiyle, Darwin'in evrim teorisini birbirine çok karıştırmamak lazım. İnsanların fıtratları arasında ki farklılık Darwin'in evrim teorisine kesin bir delil değildir, zaten tartışma bu değildir. Basitçe açıklamak gerekirse ister Çin'li olsun ister Afrikalı insan insandır, fakat Dawrin'in evrim teorisinde ve modern darwanistler insanın varolmasını bir şekilde insanın insandan farklı bir türden ya da türlerden geldiğini savunurlar... (Bu açıdan farklı din alimlerinin de Darwin'den önce savları olmuştur...)
Tabi teori doğal seleksiyon (natural selection) , rastlantısal olaylar (random events) vb. tesadüflerle pekiştirelerek açıklamalar getirilmeye çalışılıyor ama hala Darwin'in teorisini ispatlamak için (tabi Darwinislerin zaman zaman bulduk deyip yalan çıkan kandırmacaları saymassak) ara fosil hala bulunamamıştır. Bu açıdan ister biri maymun desin diğeri domuz, ne kelebekten fil ne de tesadüfen rüzgar esip hurda yığınının uçak olduğunu savunur gibi ortaya teori atmak en başta fizik, biyoloji gibi fenlere uyar mı sorarım? Yörüngeler kadar geniş ya da arı kovanı kadar küçük olsun, ortada bir nizam vardır, ister buna teleskopla bakın ister mikroskopla, tesadüfe yer yoktur...
Aynı Galileo davasını gibi olay daha çok din ve bilim çatışması haline getirilmeye çalışılsa da bilim dünyasında Darwin'e inanmayan bilim adamları da çoktur... Daha çok ikitidarlara, ideolojilere vb. kuramlara göre farklı politikalar izlenip eğitime ve sisteme yansımıştır ama bu konuda zaten bilim dünyasının içinde bir çatışma sürüp giderken dini lekelemeye çalışmak ne kadar bilimsel ki...... Zaten Galileo olayında da engisizyon gösterilip din suçlansa da, o zamanın matematikçileri gibi bilim adamlarının çoğuda Galileo Galilei'ya karşı çıkmışlardır. Yani teknoloji ve bilim ilerletmişiz ama hala daha eşeğe altın semer geçirmekten geri kalmayanlar var...
Tartışma uzayıp gider ama her şeye rağmen Darwin'in evrim teorisi, hala tarihe, Darwin kanunu olarak daha geçmemiştir... Zaten kanun dediklerimizin bazıları bile yanlış çıkartılmışken, teoriyi kabul etmiyoruz diye insanları aşağılayıp, atıp tutarak doğanın gerçeği şudur deme acizliğine düşmeye ne gerek var...
Bu konuda sorular üstüne soru sorup bilgisizliğini ispatlamaya çalışanlar mı var, yoksa kafaları karıştırıp çorba mı yapılmayı çalışıyor pek önemi yok ama eğer hala inatla bilimle dini düşman etmeye çalışanlar kitabımız da dediği gibi, önce kendileri bir etrafa baksınlar:
Mülk Süresi, 3. Ayet: ''O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? ''
Mülk Süresi, 4. Ayet: ''Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.'''
Yaşamak için inanmak şart olsaydı şüphe yok ki her insan inanırdı... Durum böyle değilse tartışılan O'nun varlığı değil kişilerin seçimleridir...
Lakin inançta ihtiyaçtır; nasıl ''yemek için yaşamak değil yaşamak için yemek lazım'' diyorsak bu ölüçüyü inanç içinde getirmek ters olmasa gerek... Çünkü sağlıklı yaşamak için nasıl doğru yemek lazımsa, sağlıklı inanç için de doğru dini izlemek gerekli değil midir?
İşte din burada devereye girer ki insana bırakırsak yanlışı ve doğruyu birbirinden ayıramayabilir ve de doğrular ve yanlışlar insana göre bile değişiyorsa bu konu da söz hakkının Allah'ta olmasına şaşılacak bir şey yoktur çünkü o hem yaratığını bilir, hem de herşeye kudreti yeter... Üstelik kitabımızda da helallerin bazılarının insana çirkin, haramların bazılarının ise insanlara güzel gözüktüğünü bildirip öğütlerde bulunarak insana en doğru yolu göstermiştir gerisi kişilerin ve toplumların seçimlerine kalmıştır...
Fetullah Gülen gerçekten kim, tam olarak bilmiyorum çünkü göğsünü yarıp kalbine bakmadım... Lakin onu amcasının oğlundan daha iyi tanıyormuş gibi fikir yürütenler; iyi veya kötü olduğunu söyleyip bu söylediklerine kaynak ve deliller getiriyorlar (ve bu başlık altında yazılan kaç yazı karşısındakinin fikrini değiştirtti bilemiyorum) ama sanki nefret edenin daha çok nefreti; sevenin ise daha çok sevgisi arttı gibi geldi bana. Öyle ki gönüllerimizi bile şahit tutuyoruz...
Eninde sonunda gerçekten kötü mü iyi mi diyemiyeceğim (zaten kimse hakkında bunu tam söylemek bile zor) ama iyi dense kötü dense bir ''hak adamı'' kimliği var. Bana göre ise hak adamıyla uğraşmak kendi oturduğun dalı kesmek gibidir çünkü iyise değerini bilemediğinden, kötüyse aldandığından kaybeder insan. Bundan dolayı ne göklere çıkartmak ne de yerin dibine geçirmek bana uyuyor...
Fakat ona karşı olan sempatim şüphelerimden daha ağır basıyor. Neden derseniz zamanında başka hak adamları ile de uğraşılmıştı (uğraşmayı bırakın linç edilmesi ya da peygamber ilan edilmesi gibi sapık olaylar bile olmuştur) fakat düşünsenize Mevlan'ın döneminde yaşıyorsunuz ve elini öpemeden ölüyorsunuz ya da Veysal Karani yanınızdan geçyor farkında bile değilsiniz, bu işte beni çok endişilendiriyor çünkü eğer gerçekten Gülen samimi biri ise bırakın elini öpemeden nasihatlarını dinlemeden göçüp gidebiliriz. Tabi burada bu örneğin tersinide verebiliriz, belki Zeyidt'ir hak adamı sanıp peşinden gidip helak olunabilinir bile denilebilinir yine de her insan gibi benim de gönlümden geçenler daha ağır basıyor ki devrimizde bir hak adamı yaşıyor ve değerini bilemiyoruz diye üzülüyorum...
Uzun sözün kısası Gülen gerçekten kim bilmiyorum, hakkında yazılan çizilen karamalar ya da abartılı övgüler mantığıma ve gönlüme uymuyor ne de göklere çıkartacak ya da grubuna girecek kadar da seviyorum... Sadece kesin bildiğim bir şey var ki o benim değerli bir müslüman kardeşim, o değer oldukça da öyle kalmaya devam edecek...
Radyasyon meselesi
Ateistler, Yesiller,
Hor görülen cinsler,
Nesli tükenen kaplumbağalar,
84. madde
Beni ilgilendirmez,
Varlığım varlığına
Armağan olmus bir kere.
Çeliskiler keskinlessin diye
Böyle mi geçsin ömrüm?
Kil idim,
kızıl toprak çamur idim Döndüm karıştım
Alt oldum, üst oldum, yalpa vurdum
Karnım şişti
Boynum inceldi destoldum (testi oldum)
Fırına girdim alevlere konuldum
Bir küs oldum bir barıştım
Har vuruldum harman savruldum
Ha gittim ha durdum
Hem bulandım hem duruldum
Bir gün de kendi yolumda kırıldım
......
Yukarıdaki dizeler 'testinin öyküsü...'*
Su testisi, su yolunda kırılır.
Testi oluşu, uzun yolculuktur.
Ama...
Yazgısı bellidir.
Bir gün kendi yolunda kırılacaktır.
olasaılıklar tartışılı ama yaşasaydılar belki kendi taraftarları dönek diye karşı çıkardı, ne de olsa hala halde hatırda o zamanlardan sağ çıkanları dönek diye satmıyorlar mı?
onunda zamanı geldi, ne de olsa başka günahlar işlemek için ABD'nin günah çıkarma ihtiyacı var... Ha demokrat partisi, ha republic partisi ikiside çıkar sisteminin çarkı, bir çark eskir yerine yenisini koyarlar; yeterki sömürü sistemleri dönsün...
Bir mağara düşün dostum. Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yer altı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi, ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor... uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar. Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin,üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir duvar işte. Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: Tahtadan, taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy biçim biçim. Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak. Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip. Doğru... O esirler ki ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerinin de, arkadaşlarını da, arkalarından geçen neneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler. Şimdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün... Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi? Kısaca onlar için tek gerçek vardır: Gölgeler.
Tutalım ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne oldu dersin anlatayım.. Ayağa kalkmaya, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeye alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri, ona: “Ömür boyu gördüklerin hayaldi. Şimdi gerçekler karşı karşıyasın” diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, “bunlar nedir” diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini, şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı.
Bir de düşün ki tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik. Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin. Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgelerini farketti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini. Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki aksine bakabildi. Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeye başladı. Ona öyle geldi ki mevsimleri de, yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o. Esirlerin mağarada gördükleri ne varsa onun eseri. Ve eski günlerini hatırladı. Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği. Mutluydu şimdi, mağarada kalan eski arkadaşlarına acıyordu. Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi.
Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler: 'Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş. Saçmalıyorsun. Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline...”
İşte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir. Yer altındaki mağara: Görünürler dünyası. Yücelere çıkan tutsak, idealar alemine yükselen ruh...
_________________
Cemil MERİÇ
İletişim Yayınları
Sf. 11-12
1997 1. Baskı
Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı. Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi, zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslâm tarafından kesin biçimde yasaklandı.
Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi. İsrailoğulları gibi kimi toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus olduklarına inanan israiloğulları, İslâm'ın tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından olmadığı için Hz. Muhammed (s.a.s) 'in peygamberliğini kabul etmemişlerdi.
Uzun geçmişine rağmen ırkçılık sosyal bir teori olarak ondokuzuncu yüzyıl da sistemleşti. Irkçılığın altın çağı kabul edilen bu yüzyılda kendisi ırkçı olmamakla birlikte Charles Darwin'in biyolojik evrim kuramı, sözde bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel oluşturdu. Sosyal Darwincilik insan soyunun zaman içinde çeşitli evrim aşamalarından geçtiğini, Avrupalı beyaz ırkın insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını temsil ettiğini savundu. Gobineau, beyaz ırkın üstünlüğünü, beyazlar içinde de ârî ırkın en yüksek medeniyet seviyesine ulaştığını öne sürdü. Gobineau'nun izleyicilerinden İngiliz asıllı Houston Stevvart Chamberlain, Almanya'da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Tötonların üstün ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Tötonlardan kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan olanlardan geri olduklarını savundu.
Gobineau ve Chamberlain'in görüşleri, başta Nietzche olmak üzere Max Weber, Werner Sombart gibi düşünürlerce beslenerek Almanya'da Nazi ırkçılığının temelini oluşturdu. Adolf Hitler siyaset felsefesinin ırkçılık yönünü 'bilimsel' temellerini bu düşünürlerden aldı. Nazi ırkçılığı bütün çelişki ve tutarsızlıklarına rağmen Almanları birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta, halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve Nazizmin Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel öğesini meydana getirdi.
Nazizmden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika'ya geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve saldırgan politikalarını, Yerlilerin İspanyollardan farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere dayandırdılar, topraklarını ellerinden aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın gerekmediğini öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude, Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling'in yazılarında ısrarla işlenen 'beyaz adamın misyonu' düşüncesi de sömürgecilik döneminde ırkçılığı meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla insanlığa hizmet ediyordu. Başta İngiliz, Fransız ve Portekizliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya'da, Afrika'da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme faaliyetlerini bu sözde 'medenileştirme' görevlerine dayandırıyorlardı. ABD'de ise ırkçılık önceleri katliam ölçüsünde Yerlilere, daha sonra da Siyahlara yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere tam Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte; özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü Güney Afrika ile İsrail'de en katı ve acımasız biçimiyle egemenliğini yürütmektedir.
İslâm, zulüm ve sömürüye yol açan tüm inanç ve düşünceler gibi ırkçılığı da yasaklamıştır. Kur'an ırkların aynı kökten geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz. Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır. İnsan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da onların tanışmaları ve yardımlaşmaları amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak kalıtımsal bir üstünlük söz konusu değildir. İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca inançlarına, yaşama biçimlerine bağlıdır, Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır (el-Hucurat, 49/13) .
İslâm'a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medenî bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medenî bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslâm toplumu İslâm'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur. Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler (el-Hucurât, 49/10) . Buna karşılık, aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. İman etmediği için babasının çağrısına uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılamaz (Hud, l l/46) . Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli edinebilirler (et- Tevbe, 9/23) . Hiçbir mümin, babası, oğlu, kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez (el-Mücadele. 58/22) .
Hz. Peygamber (s.a.s) 'de câhilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir. Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir: 'Sizden câhiliyye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. ikinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de topraktan yaratmıştır.' Irk üstünlüğü düşüncesinin temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur 'Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersizdirler' (Tirmizi Tefsir sure, 49) .
Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir hadislerinde 'Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır.' buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle dile getirilir: 'Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize bakar (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9) . Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında ırkçılık davası güden kişinin müslümanlık iddiasının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s) , 'ırkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir'. (Müslim, İmare, 53, 54, 57) buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit etmiştir.
İslâm, getirdiği evrensel kardeşlik ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen İslâm, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. Ne yazık ki Emeviler döneminde İslam egemenliğinin yerini alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılık da yeniden canlandı. Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor, Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu. Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek Şuubiye olarak anılan ırkçı, ulusalcı hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasiler döneminde etkisini yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.
Irkçılık eğilimleri İslâm dünyasında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden canlanmaya başladı. Batılı devletlerin Osmanlı Devletinin parçalama planlarının bir parçası olarak canlandırmaya çalıştıkları bu düşünce, İttihad ve Terakki yönetiminin benimsediği ırkçı politikaların da etkisiyle ayrılıkçı hareketleri besledi. Osmanlı Devletinin parçalanmasından sonra oluşan birçok yeni devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de ırkçılıktan önemli ölçüde etkilendi. Yeni devletin özellikle dil ve kültür politikalarında etkili olan ırkçı eğilimler zamanla Türkçülük, Turancılık adıyla bilinen bağımsız bir politik hareket haline geldi. Bu hareket çeşitli parti ve örgütler içinde varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Atatürk aynı ismi taşıdığı Hz.Muhammed Aleyhisselam’a son derece bağlı ve saygılı bir insandır. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Bir vesile ile Batılı bir oryantalistin Hz.Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine sunulur.Oryantalist kitabında Yüce Peygamberimizden; “cezbeyetutulmuş sönük bir derviş” diye söz eder. Bunu okuyunca Atatürk şu yorumu yapar: “Bu gibi cahil adamlâr onun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri kavrayamazlar. O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır.”
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
favori şarkılarım
24.09.2004 - 01:45From the Inside
I don’t know who to trust no surprise
(Everyone feels so far away from me)
Happy thoughts sift through dust and the lies
(Trying not to break but I’m so tired of this deceit)
(Every time I try to make myself get back up on my feet)
(All I ever think about is this)
(All the tiring time between)
(And how trying to put my trust in you just takes so much out of me)
Take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
Tension is building inside steadily
(Everyone feels so far away from me)
heavy thoughts forcing their way out of me
(Trying not to break but I’m so tired of this deceit)
(Every time I try to make myself get back up on my feet)
(All I ever think about is this)
(All the tiring time between)
(And how trying to put my trust in you just takes so much out of me)
Take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
I won’t waste myself on you
You
You
Waste myself on you
You
You
I’ll take everything from the inside and throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
Everything from the inside and just throw it all away
Cuz I swear for the last time I won’t trust myself with you
You
You
Linkin Park
değerli insanlar
23.09.2004 - 23:47insan aç,
insan insana aç,
öyle ki gözü insandan başkasını görmüyor.
Yedikçe yiyiyolar arta kalanı çöpe atıyorlar.
Gözün midesi yok derler, zaten olsa bile çatlayaçakları bilseler yemeğe devam ederler.
Ne tatlı geliyor insana kardeş eti, yedikçe daha da yiyesi geliyor...
ömer faruk tekbilek
23.09.2004 - 23:36Türkiye'den çok batıda tanılan ve değer verilen sanatçımız. Çok başarılı bir müzisyen...
en sevdiğiniz internet siteleri
11.09.2004 - 16:11www.mess.be
(Msn messengerınızla oynayabilmeniz için yapılmış ilginç bir web sitesi)
halka
11.09.2004 - 16:09Daha önce yazdğımda filmin 1998'de Hideo Nakata'nın yönettip Kôji Suzuki'nın romanından Japon yapımı 'Ringu' olduğunu söylemiştim ama Ringu kitabı ilk defa Japonya'da 1995 yılında meğersem Chisui Takigawa tarafından 'Ringu: Kanzen-ban' olarak çok önceden TV için yapılmış ve piyasa dışı (underground) olarak çok ilgi toplamış...
Sonradan 1998'de Hideo Nakata yönetiği daha geniş ilgi görüyor. İşin ilginç yanı, bu film yapılırken proje olarak Rasen (Spiral) adında, Jôji Iida'nın adında başkasının yönettiği, Ringu 2 de yapılıyor ve iki film aynı anda (double bill olarak) sinemalarda gösterime giriyor. Lakin Ringu'yu izleyenler Spiral'dan nefret edecek kadar sevmiyorlar ve bu yüzden projenin yapımcıları ile Hideo Nakata yeniden kolları sıvayıp ikincisi bir daha baştan çekip, 1999'da Ringu 2 olarak gösterime sokuyorlar... Böylece Ring efsanesi ortaya çıkıp çekilen diğer filmler unutuluyor.
Hatta filmin üçüncüsü olan Ringu 0: Bâsudei ('Ring Ø: Birthday') 2000 yılında yapılmadan önce 1999'da 'Ringu: Saishuu-shô' ('Ring: The Final Chapter') adı altında dizisi bilem çekiliyor...
Sonradan Hollywood filmi çekip, iyice piyasalaştırıyor ama bence iyi yapıyorlar çünkü Japon Ring'lerden dolayı kafalarda oluşan sorulara güzel cevaplar getirip görsellik daha da kaliteleşiyor... Hatta 2005'te Ring 2 geliyor ve bilin bakalım yönetmeni kim?
Şaşırdığım bir olay ki yönetmi orjinal Ringu'ları yapan Hideo Nakata'nan başkası değil. Bence süper bir strateji izlenilmiş, ve filmi merakla beklemekteyim...
Özet olarak ortada dolu Ring filmi var, aman ortada bilmediğimiz başka bir videosu daha varsa dikkatli olun derim kim bilir belki gerçek Ring etrafta dolaşıyordur bile :)
en iyi kim
11.09.2004 - 08:19tabi bu başlıkta www.eniyikim.com sayfasına işaret ediliyor. İlginç bir sayfa ama zamanım olursa nedir, grub, özel mesajgibi bölümleriyle antoloji.com'a yazı yetiştirebildiğimden pek üye olacağımı sanmıyorum...
ayıp
11.09.2004 - 07:32Hucurat Suresi, 12. Ayet: ''Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.''
yaşar nuri öztürk
11.09.2004 - 07:12''Bunlara sormak lazım: Sosyete dediğimiz insanların Allah’ı başka bir Allah mı? Yoksa sizin Tanrınız mı başka bir Tanrı? ''
YNÖ
ihanet
11.09.2004 - 06:53kendini aldatmak
canlıların evrimi
11.09.2004 - 06:44Evrim kelimesiyle, Darwin'in evrim teorisini birbirine çok karıştırmamak lazım. İnsanların fıtratları arasında ki farklılık Darwin'in evrim teorisine kesin bir delil değildir, zaten tartışma bu değildir. Basitçe açıklamak gerekirse ister Çin'li olsun ister Afrikalı insan insandır, fakat Dawrin'in evrim teorisinde ve modern darwanistler insanın varolmasını bir şekilde insanın insandan farklı bir türden ya da türlerden geldiğini savunurlar... (Bu açıdan farklı din alimlerinin de Darwin'den önce savları olmuştur...)
Tabi teori doğal seleksiyon (natural selection) , rastlantısal olaylar (random events) vb. tesadüflerle pekiştirelerek açıklamalar getirilmeye çalışılıyor ama hala Darwin'in teorisini ispatlamak için (tabi Darwinislerin zaman zaman bulduk deyip yalan çıkan kandırmacaları saymassak) ara fosil hala bulunamamıştır. Bu açıdan ister biri maymun desin diğeri domuz, ne kelebekten fil ne de tesadüfen rüzgar esip hurda yığınının uçak olduğunu savunur gibi ortaya teori atmak en başta fizik, biyoloji gibi fenlere uyar mı sorarım? Yörüngeler kadar geniş ya da arı kovanı kadar küçük olsun, ortada bir nizam vardır, ister buna teleskopla bakın ister mikroskopla, tesadüfe yer yoktur...
Aynı Galileo davasını gibi olay daha çok din ve bilim çatışması haline getirilmeye çalışılsa da bilim dünyasında Darwin'e inanmayan bilim adamları da çoktur... Daha çok ikitidarlara, ideolojilere vb. kuramlara göre farklı politikalar izlenip eğitime ve sisteme yansımıştır ama bu konuda zaten bilim dünyasının içinde bir çatışma sürüp giderken dini lekelemeye çalışmak ne kadar bilimsel ki...... Zaten Galileo olayında da engisizyon gösterilip din suçlansa da, o zamanın matematikçileri gibi bilim adamlarının çoğuda Galileo Galilei'ya karşı çıkmışlardır. Yani teknoloji ve bilim ilerletmişiz ama hala daha eşeğe altın semer geçirmekten geri kalmayanlar var...
Tartışma uzayıp gider ama her şeye rağmen Darwin'in evrim teorisi, hala tarihe, Darwin kanunu olarak daha geçmemiştir... Zaten kanun dediklerimizin bazıları bile yanlış çıkartılmışken, teoriyi kabul etmiyoruz diye insanları aşağılayıp, atıp tutarak doğanın gerçeği şudur deme acizliğine düşmeye ne gerek var...
Bu konuda sorular üstüne soru sorup bilgisizliğini ispatlamaya çalışanlar mı var, yoksa kafaları karıştırıp çorba mı yapılmayı çalışıyor pek önemi yok ama eğer hala inatla bilimle dini düşman etmeye çalışanlar kitabımız da dediği gibi, önce kendileri bir etrafa baksınlar:
Mülk Süresi, 3. Ayet: ''O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? ''
Mülk Süresi, 4. Ayet: ''Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.'''
allah (c.c)
11.09.2004 - 05:37Yaşamak için inanmak şart olsaydı şüphe yok ki her insan inanırdı... Durum böyle değilse tartışılan O'nun varlığı değil kişilerin seçimleridir...
Lakin inançta ihtiyaçtır; nasıl ''yemek için yaşamak değil yaşamak için yemek lazım'' diyorsak bu ölüçüyü inanç içinde getirmek ters olmasa gerek... Çünkü sağlıklı yaşamak için nasıl doğru yemek lazımsa, sağlıklı inanç için de doğru dini izlemek gerekli değil midir?
İşte din burada devereye girer ki insana bırakırsak yanlışı ve doğruyu birbirinden ayıramayabilir ve de doğrular ve yanlışlar insana göre bile değişiyorsa bu konu da söz hakkının Allah'ta olmasına şaşılacak bir şey yoktur çünkü o hem yaratığını bilir, hem de herşeye kudreti yeter... Üstelik kitabımızda da helallerin bazılarının insana çirkin, haramların bazılarının ise insanlara güzel gözüktüğünü bildirip öğütlerde bulunarak insana en doğru yolu göstermiştir gerisi kişilerin ve toplumların seçimlerine kalmıştır...
en iyi kim
11.09.2004 - 05:15Tedbir bizden takdir Allah’tan
karl marx
11.09.2004 - 05:13Karl Marx bilimsel sosyalizmin kurucusudur, eğer bilimsel kelimesini atıp sosyalizmin kurucusu dersek tarihsel bir hata yapılmış olunur...
fethullah gülen
11.09.2004 - 05:03Fetullah Gülen gerçekten kim, tam olarak bilmiyorum çünkü göğsünü yarıp kalbine bakmadım... Lakin onu amcasının oğlundan daha iyi tanıyormuş gibi fikir yürütenler; iyi veya kötü olduğunu söyleyip bu söylediklerine kaynak ve deliller getiriyorlar (ve bu başlık altında yazılan kaç yazı karşısındakinin fikrini değiştirtti bilemiyorum) ama sanki nefret edenin daha çok nefreti; sevenin ise daha çok sevgisi arttı gibi geldi bana. Öyle ki gönüllerimizi bile şahit tutuyoruz...
Eninde sonunda gerçekten kötü mü iyi mi diyemiyeceğim (zaten kimse hakkında bunu tam söylemek bile zor) ama iyi dense kötü dense bir ''hak adamı'' kimliği var. Bana göre ise hak adamıyla uğraşmak kendi oturduğun dalı kesmek gibidir çünkü iyise değerini bilemediğinden, kötüyse aldandığından kaybeder insan. Bundan dolayı ne göklere çıkartmak ne de yerin dibine geçirmek bana uyuyor...
Fakat ona karşı olan sempatim şüphelerimden daha ağır basıyor. Neden derseniz zamanında başka hak adamları ile de uğraşılmıştı (uğraşmayı bırakın linç edilmesi ya da peygamber ilan edilmesi gibi sapık olaylar bile olmuştur) fakat düşünsenize Mevlan'ın döneminde yaşıyorsunuz ve elini öpemeden ölüyorsunuz ya da Veysal Karani yanınızdan geçyor farkında bile değilsiniz, bu işte beni çok endişilendiriyor çünkü eğer gerçekten Gülen samimi biri ise bırakın elini öpemeden nasihatlarını dinlemeden göçüp gidebiliriz. Tabi burada bu örneğin tersinide verebiliriz, belki Zeyidt'ir hak adamı sanıp peşinden gidip helak olunabilinir bile denilebilinir yine de her insan gibi benim de gönlümden geçenler daha ağır basıyor ki devrimizde bir hak adamı yaşıyor ve değerini bilemiyoruz diye üzülüyorum...
Uzun sözün kısası Gülen gerçekten kim bilmiyorum, hakkında yazılan çizilen karamalar ya da abartılı övgüler mantığıma ve gönlüme uymuyor ne de göklere çıkartacak ya da grubuna girecek kadar da seviyorum... Sadece kesin bildiğim bir şey var ki o benim değerli bir müslüman kardeşim, o değer oldukça da öyle kalmaya devam edecek...
acil demokrasi
25.08.2004 - 12:10Acil Demokrasi
Bugünlerde nüksetti basım yine,
Sağa çarptım sola çarptımhabire.
Her yanım yara bere içinde kalbim.
Hava bedava, su bedava değil.
Hür demokratik
Parlamenter sistemde...
Olağanüstü haller,
Geçis dönemleri,
Sıkıyönetimler,
'Simdi sırası değil'ler,
Fikir suçları,
İdam cezası,
141-142
Adalet Mülkün Temeli
Çeliskiler keskinlessin diye
Böyle mi geçsin ömrüm?
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Radyasyon meselesi
Ateistler, Yesiller,
Hor görülen cinsler,
Nesli tükenen kaplumbağalar,
84. madde
Beni ilgilendirmez,
Varlığım varlığına
Armağan olmus bir kere.
Çeliskiler keskinlessin diye
Böyle mi geçsin ömrüm?
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Acil demokrasi
Grup: Bulutsuzluk Özlemi
Album: Uçtu Uçtu
Söz: Nejat Yavasoğulları
en sevdiğiniz internet siteleri
24.08.2004 - 18:24Genel Kültür:
www.forsnet.com.tr yaptığı:
www.kimkimdir.gen.tr
www.kronoloji.gen.tr
vb.
Dini:
www.kuran.gen.tr
www.kuranikerim.com
www.muslimheritage.com
Sinema
www.imdb.com
www.sinema.com
Sözlük:
www.wordassistant.com
www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm
vs. vs.
konuya göre değişen web sitelerini de zamanla koyarım
testi
19.08.2004 - 16:41Kil idim,
kızıl toprak çamur idim Döndüm karıştım
Alt oldum, üst oldum, yalpa vurdum
Karnım şişti
Boynum inceldi destoldum (testi oldum)
Fırına girdim alevlere konuldum
Bir küs oldum bir barıştım
Har vuruldum harman savruldum
Ha gittim ha durdum
Hem bulandım hem duruldum
Bir gün de kendi yolumda kırıldım
......
Yukarıdaki dizeler 'testinin öyküsü...'*
Su testisi, su yolunda kırılır.
Testi oluşu, uzun yolculuktur.
Ama...
Yazgısı bellidir.
Bir gün kendi yolunda kırılacaktır.
değerli insanlar
18.08.2004 - 18:05o guzel insanlar o guzel atlara binip gittiler
Yaşar Kemal
mahir çayan
18.08.2004 - 17:34olasaılıklar tartışılı ama yaşasaydılar belki kendi taraftarları dönek diye karşı çıkardı, ne de olsa hala halde hatırda o zamanlardan sağ çıkanları dönek diye satmıyorlar mı?
george w.bush
18.08.2004 - 15:51onunda zamanı geldi, ne de olsa başka günahlar işlemek için ABD'nin günah çıkarma ihtiyacı var... Ha demokrat partisi, ha republic partisi ikiside çıkar sisteminin çarkı, bir çark eskir yerine yenisini koyarlar; yeterki sömürü sistemleri dönsün...
mağara
18.08.2004 - 12:52Bir mağara düşün dostum. Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yer altı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi, ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor... uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar. Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin,üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir duvar işte. Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: Tahtadan, taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy biçim biçim. Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak. Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip. Doğru... O esirler ki ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerinin de, arkadaşlarını da, arkalarından geçen neneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler. Şimdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün... Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi? Kısaca onlar için tek gerçek vardır: Gölgeler.
Tutalım ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne oldu dersin anlatayım.. Ayağa kalkmaya, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeye alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri, ona: “Ömür boyu gördüklerin hayaldi. Şimdi gerçekler karşı karşıyasın” diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, “bunlar nedir” diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini, şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı.
Bir de düşün ki tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik. Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin. Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgelerini farketti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini. Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki aksine bakabildi. Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeye başladı. Ona öyle geldi ki mevsimleri de, yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o. Esirlerin mağarada gördükleri ne varsa onun eseri. Ve eski günlerini hatırladı. Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği. Mutluydu şimdi, mağarada kalan eski arkadaşlarına acıyordu. Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi.
Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler: 'Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş. Saçmalıyorsun. Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline...”
İşte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir. Yer altındaki mağara: Görünürler dünyası. Yücelere çıkan tutsak, idealar alemine yükselen ruh...
_________________
Cemil MERİÇ
İletişim Yayınları
Sf. 11-12
1997 1. Baskı
türk-kürt kardeştir
18.08.2004 - 12:07IRK VE IRKÇILIK
Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı. Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi, zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslâm tarafından kesin biçimde yasaklandı.
Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi. İsrailoğulları gibi kimi toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus olduklarına inanan israiloğulları, İslâm'ın tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından olmadığı için Hz. Muhammed (s.a.s) 'in peygamberliğini kabul etmemişlerdi.
Uzun geçmişine rağmen ırkçılık sosyal bir teori olarak ondokuzuncu yüzyıl da sistemleşti. Irkçılığın altın çağı kabul edilen bu yüzyılda kendisi ırkçı olmamakla birlikte Charles Darwin'in biyolojik evrim kuramı, sözde bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel oluşturdu. Sosyal Darwincilik insan soyunun zaman içinde çeşitli evrim aşamalarından geçtiğini, Avrupalı beyaz ırkın insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını temsil ettiğini savundu. Gobineau, beyaz ırkın üstünlüğünü, beyazlar içinde de ârî ırkın en yüksek medeniyet seviyesine ulaştığını öne sürdü. Gobineau'nun izleyicilerinden İngiliz asıllı Houston Stevvart Chamberlain, Almanya'da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Tötonların üstün ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Tötonlardan kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan olanlardan geri olduklarını savundu.
Gobineau ve Chamberlain'in görüşleri, başta Nietzche olmak üzere Max Weber, Werner Sombart gibi düşünürlerce beslenerek Almanya'da Nazi ırkçılığının temelini oluşturdu. Adolf Hitler siyaset felsefesinin ırkçılık yönünü 'bilimsel' temellerini bu düşünürlerden aldı. Nazi ırkçılığı bütün çelişki ve tutarsızlıklarına rağmen Almanları birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta, halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve Nazizmin Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel öğesini meydana getirdi.
Nazizmden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika'ya geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve saldırgan politikalarını, Yerlilerin İspanyollardan farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere dayandırdılar, topraklarını ellerinden aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın gerekmediğini öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude, Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling'in yazılarında ısrarla işlenen 'beyaz adamın misyonu' düşüncesi de sömürgecilik döneminde ırkçılığı meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla insanlığa hizmet ediyordu. Başta İngiliz, Fransız ve Portekizliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya'da, Afrika'da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme faaliyetlerini bu sözde 'medenileştirme' görevlerine dayandırıyorlardı. ABD'de ise ırkçılık önceleri katliam ölçüsünde Yerlilere, daha sonra da Siyahlara yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere tam Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte; özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü Güney Afrika ile İsrail'de en katı ve acımasız biçimiyle egemenliğini yürütmektedir.
İslâm, zulüm ve sömürüye yol açan tüm inanç ve düşünceler gibi ırkçılığı da yasaklamıştır. Kur'an ırkların aynı kökten geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz. Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır. İnsan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da onların tanışmaları ve yardımlaşmaları amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak kalıtımsal bir üstünlük söz konusu değildir. İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca inançlarına, yaşama biçimlerine bağlıdır, Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır (el-Hucurat, 49/13) .
İslâm'a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medenî bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medenî bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslâm toplumu İslâm'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur. Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler (el-Hucurât, 49/10) . Buna karşılık, aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. İman etmediği için babasının çağrısına uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılamaz (Hud, l l/46) . Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli edinebilirler (et- Tevbe, 9/23) . Hiçbir mümin, babası, oğlu, kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez (el-Mücadele. 58/22) .
Hz. Peygamber (s.a.s) 'de câhilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir. Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir: 'Sizden câhiliyye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. ikinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de topraktan yaratmıştır.' Irk üstünlüğü düşüncesinin temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur 'Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersizdirler' (Tirmizi Tefsir sure, 49) .
Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir hadislerinde 'Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır.' buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle dile getirilir: 'Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize bakar (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9) . Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında ırkçılık davası güden kişinin müslümanlık iddiasının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s) , 'ırkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir'. (Müslim, İmare, 53, 54, 57) buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit etmiştir.
İslâm, getirdiği evrensel kardeşlik ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen İslâm, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. Ne yazık ki Emeviler döneminde İslam egemenliğinin yerini alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılık da yeniden canlandı. Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor, Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu. Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek Şuubiye olarak anılan ırkçı, ulusalcı hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasiler döneminde etkisini yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.
Irkçılık eğilimleri İslâm dünyasında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden canlanmaya başladı. Batılı devletlerin Osmanlı Devletinin parçalama planlarının bir parçası olarak canlandırmaya çalıştıkları bu düşünce, İttihad ve Terakki yönetiminin benimsediği ırkçı politikaların da etkisiyle ayrılıkçı hareketleri besledi. Osmanlı Devletinin parçalanmasından sonra oluşan birçok yeni devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de ırkçılıktan önemli ölçüde etkilendi. Yeni devletin özellikle dil ve kültür politikalarında etkili olan ırkçı eğilimler zamanla Türkçülük, Turancılık adıyla bilinen bağımsız bir politik hareket haline geldi. Bu hareket çeşitli parti ve örgütler içinde varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Ahmet ÖZALP
Irkçılık
17.08.2004 - 15:36Böylece Sur'a üfürüldügü zaman artık o gün aralarında soylar (kanbağı, akrabalık) yoktur ve soruşturmazlar da. (Müminun Suresi, 101)
mustafa kemal atatürk
17.08.2004 - 00:46Atatürk aynı ismi taşıdığı Hz.Muhammed Aleyhisselam’a son derece bağlı ve saygılı bir insandır. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Bir vesile ile Batılı bir oryantalistin Hz.Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine sunulur.Oryantalist kitabında Yüce Peygamberimizden; “cezbeyetutulmuş sönük bir derviş” diye söz eder. Bunu okuyunca Atatürk şu yorumu yapar: “Bu gibi cahil adamlâr onun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri kavrayamazlar. O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır.”
Toplam 2591 mesaj bulundu