Cem Nizamoglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • dido sotiriou

    31.10.2004 - 00:51

    24 Eylül 2004 - Dido Sotiriu'dan son selam

    *************

    ‘‘Off, off! Çok kötüydü. Gözlerimden akan yaşı tutamıyordum. Gemi yavaş yavaş limandan uzaklaşırken ağlıyordum. Hiç ayrılmak istememiştim. Ama annem ve babam beni sonunda ikna etmişlerdi. Sonra hep geride bıraktığımız evimizi, İzmir'i özledim...’’

    - o -

    Barış savaşçısı Dido’yu kaybettik

    13 yaşında İzmir’den bir vapurla ayrılırken gözyaşlarına boğulan Yunanlı yazar Dido Sotiriu, anılarını ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’ adlı romanında anlatmıştı.

    Türkiye’de çok okunan ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’ romanının yazarı, Dido Sotiriu 95 yaşında hayata gözlerini yumdu. 1909 yılında Aydın’da doğan Dido Sotiriu, 13 yaşındayken İzmir’den Yunanistan’a göç etti. Bütün hayatı mücadeleyle geçen Dido Sotiriu, bir barış savaşçısıydı. Türkiye’yle Yunanistan arasındaki ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerde bile Türkiye’yle dostluk ve barış için sesini yükseltmekten korkmadı.

    Gençliğinden itibaren kadın hakları için de mücade eden, faşizme karşı direnişte yer alan Sotiriu, özel hayatında da bir devrimciydi.

    20. yüzyılın zor dönemlerine tanıklık eden Sotiriu, ölümden hiçbir zaman korkmadığını söyler, ‘Beni korkutan tek şey, yavaş yavaş kaybolan ve kıymetli anılarımı da beraberinde alan hafızam’ derdi..

    - o -

    ''Babamın bir sabun fabrikası vardı. Babam da buraya gelmek istemedi, çünkü orada birçok arkadaşı vardı. Biz Türkleri çok seviyorduk, çok iyi anlaşıyorduk. Düşmanlık nedir bilmezdik. İzmir'i o kadar severdik ki şarkılar bile bestelemiştik.''

    - o -

    Dido Sotiriu'nun ünlü romanı ‘‘Benden Selam Söyle Anadolu'ya’’ Rum asıllı bir Anadolu köylüsü olan Manoli'nin 1910'lardan 1922'ye uzanan savaş, kan, gözyaşı ve sevgi dolu yaşamını anlatıyor. Türk ve Rumlar arasındaki dostlukları ve sevgiyi de.

    - o -

    'Ve sen... Kör Mehmet’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum... Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini! ... Anayurduna selam söyle benden, Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya... Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin...”'

  • kadınlar

    29.10.2004 - 17:38

    'Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız.Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.'

    Veda Hutbesi

  • kadın ve nankörlük

    29.10.2004 - 17:37

    ''Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız.Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.''

    Veda Hutbesi

  • yeni dünya düzeni

    29.10.2004 - 16:33

    Keep On Rotting In The Free World

    The threads of global fabric are untied
    The role of the western free world is in decline
    Still free to consume, free to breathe
    Free to exist, free to dream, your life of dreams
    Keep on rotting, keep on hoping, keep on dreaming
    One day maybe, keep on rotting, keep on hoping
    Whilst in the real world you...
    Consumer or consumed, your life is cheap
    Economic salvation in sweatshops returned from the east
    Despair the only quality of strife
    A reason for existence if you can afford the price,
    If your price is right
    Keep on rotting, keep on hoping, keep on dreaming
    One day maybe, keep on rotting, keep on hoping
    Whilst in the real world you...

    Carcas

  • fethullah gülen

    28.10.2004 - 23:41

    ''Dünyaya gerçek bir dahi geldiğinde onu şu işaretten tanıyabilirsiniz. Tüm ahmaklar ona karşı birleşmişlerdir.''

    Jonathan Swift

  • islamiyet

    28.10.2004 - 23:40

    ''Gerçeğe ancak tek yoldan gidilir, ama ondan uzaklaştıran binlerce yol vardır.''
    La Bruyere

  • imkansız

    28.10.2004 - 23:28

    İmkansız lafı bazılarını yüreklendirir çünkü sonunda 'imkansızı başarmak' vardır. Bazılarını ise sadece demesi bile yıldırır. Esasında neye imkansız denildiğine bakılması lazım çünkü eğer sonucu insalığın yararına ise böyle durumda denemek bile başarı iken neden yılalım?

  • imkansız

    28.10.2004 - 23:28

    İmkansız mı değil mi bakalım:
    bkz.Uzaya Asansör Projesi :)

  • boşanmak

    28.10.2004 - 23:19

    TALÂK: İslâm hukukunda, nikâhla kurulan evlilik bağını çözmek, ortadan kaldırmaktır. Boşama anlamında tatlîk şeklinde kullanılır.

    İslâm'a göre evlilikten maksat, huzurlu bir aile hayatı kurmak ve böyle bir yuvada iyi bir nesil yetiştirmektir. Ama, böyle yüce gayelerle kurulan evliliklerin hepsinin başarıya ulaşması mümkün değildir. Bazan ölüm ve hastalık gibi tabii engeller, bazan da geçimsizlik, münaferet, eşlerin birbirini sevmemesi, anlaşamama gibi eşlerden kaynaklanan engeller evliliğin başarı ve devamına mani olur. İslâm, evliliğin asıl gayesinden uzaklaştığı, eşlerin bir arada huzurla yaşamalarına imkan kalmadığı, ihtiyaç ve zaruretlerin gerektirdiği hallerde evliliğin sona erdirilmesine izin vermiştir. Bu izin doğrultusunda evliliğe, erkek tarafından doğrudan ya da kadından aldığı bir bedel karşılığında son verilebileceği gibi, talâk hakkını elinde tutan kadın tarafından, hakim veya hakem kararıyla da son verilebilir.

    (Ayrıca)
    TALÂK SÛRESİ: Kur'an-ı Kerim'in altmışbeşinci sûresi. Oniki ayet, yüzkırkyedi kelime, binyetmiş harften ibarettir. Fasılası, elif harfidir. Medenî sûrelerden olup, İnsan sûresinden sonra nâzil olmuştur. Sûre, Talâk (Boşanma) 'dan bahsettiği için bu adı almıştır.

    Ömer TELLİOĞLU
    Akif KÖTEN
    Hamdi DÖNDÜREN

    Ganiş bilgi için:
    http://www.kuranikerim.com/islam_ansiklopedisi/T/37.htm
    http://www.kuranikerim.com/islam_ansiklopedisi/T/38.htm

  • tecrübe

    28.10.2004 - 23:15

    ''Pek az insan başkalarının deneyimlerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır.''
    Voltaire

  • havada bulut yok

    28.10.2004 - 15:47

    Havada Bulut Yok Türküsü Üzerinde Bir İnceleme

    GİRİŞ

    Yıllardır büyük bir zevkle dinlediğimiz 'Havada Bulut Yok' Türküsü üzerinde çok uzun bir zamandır çirkin bir oyun oynanıyor...Oyun diyorum çünkü Türkünün güftesinde geçen 'Muş' kelimesinin birkaç uyanık tarafından 'Huş''a çevrilmeye çalışılmasına başka söyleyecek bir kelime bulamıyorum.

    Bu oyun çirkin bir oyun; çünkü iddia sahipleri ilmî, mantıkî, edebî hiçbir delil ya da belge veyahut bilgi koymadan bir iki tane bilinçsiz sözün arkasına saklanarak bir Türkü ile ilgili gerçekleri değiştirmeye çalışıyorlar. Onların bu iddialarını ve neden yanlış olduğunu aşağıda ilmî metotlar kullanarak açıklayacağım. Ancak, önce bu oyunun neden oynanmaya çalıştığını tahlil etmeye çalışalım;
    1- Soru: Muş'un Huş'la değişimini kim neden istiyor?

    Cevap: Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de Türkünün içinde 'Muş' kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar.

    2- Soru: Muş'un Huş'la değişimin tarihî veya edebî bir değeri var mıdır?

    Cevap: Kesinle hayır. Çünkü diğer bütün Türküler gibi anonim bir eser olan 'Havada Bulut Yok' türküsü sadece Türk milletinin değil tüm Türk dünyasının ortak malıdır.

    3- Soru: Bu işten zarara uğrayan var mı?

    Cevap: Evet. Öncelikle bu Türküyle ismini duyurabilen zavallı fakir Muş'un bu lüksü elinden alınmaya çalışılmış ve Türkü ile özdeşleşen Muş bundan zarar görmüştür.

    4- Soru: Türküde geçen Muş kelimesinin gerçeği Huş mudur?

    Cevap: Kesinlikle hayır. Şimdi size bunu ispat edelim:

    İNCELEME

    Derleme Nedir:

    Derleme kelimesi özellikle sözlü edebi metinlerin yazıya geçirilmesi işlemi için kullanılır. Belli bir ilmî metot ve disiplin içinde yapılır.

    Destan, efsane, masal, mani, bilmece, ninni, türkü gibi ürünler bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir kişi tarafından söylenir. Daha sonra ağızdan ağıza yayılarak söylenir ve bu arada kısmen değişir. Ağızdan ağıza söylenişin devam ettiği bu sürecin bir noktasında eser bir derleyici tarafından tespit edilir ve kaydedilir. Eserin yazıya geçirildiği bu ilk metin eserin orijinal metni kabul edilir. Bazen eserler farklı derleyiciler tarafından, farklı bölgelerde değişik metinler halinde tespit edilebilir. Her metin ayrı ayrı değerlendirilir ve eser üzerinde yapılan çalışmalar tüm bu metinler incelenerek yapılır. Aralarındaki dil ve anlatım farklılıkları genelde eserin tespit edildiği yer, zaman ve esere kaynak olan kişinin sosyal ve kültürel yapısına bağlıdır.

    Derleme nasıl yapılır:

    Derleme yapılacak bölgede öncelikle güvenilir kaynak kişi tespit edilir. Bu genellikle işin en önemli kısmıdır. Çünkü, kaynak kişinin kültürel anlamda yozlaşmamış, dejenere olmamış ve yörenin söyleyiş özelliklerine sahip biri olmasına dikkat edilir. Bu yüzden kaynak kişi olarak genellikle yaşlı kadınlar tercih edilir. Çünkü, onlar yabancı kültürlerle erkeklere oranla daha az ilişki içerisindedirler.

    Kaynak kişi tespitinden sonra eldeki imkânlar ölçüsünde en iyi şartlar altıda kayıt yapabilmek için gerekli malzeme temin edilir.

    Kaynak kişinin anlatımı için uygun ortam yaratılarak, kesinlikle hiçbir müdahale yapılmadan anlatması ya da okuması sağlanır. Sonra da imkânı varsa kayıt kaynak kişiye dinletilir. Materyalin ne için ve nasıl kullanılacağı açık bir şekilde anlatılıp onayı alındıktan sonra kaynak kişinin adı kullanılarak herhangi bir eserde kullanılabilir.

    'Havada Bulut Yok' Türküsü Nasıl Derlendi:

    Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu Türkü yukarıda anlattığım ilmî ölçülere tamamen sadık kalınarak derlenmiştir.

    İlki 1944 yılında Muzaffer Sarısözen başkanlığında Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişken'den kurulu bir ekip tarafından Muş'ta yapılan derleme çalışmasında yörede düğünlerde def çalan ve düğünü yöneten Duriye Keskin İsimli bir kadın kaynak kişi olarak dinlenmiş, Türkü bir plâğa kaydedildikten sonra kendisine dinletilmiş ve onayı alındıktan sonra türkünün notası çıkarılmış ve TRT repertuarına 341 numarayla alınmıştır.Alınan metin şudur:

    HAVADA BULUT YOK
    Havada bulut yok bu ne dumandır
    Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
    Bu yemen elleri ne de yamandır

    Ano Yemen'dir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir?
    Burası Muş'tur, yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir?

    Kışlanın önünde çalınır sazlar
    Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
    Yemene gidene ağlasın kızlar

    Ano Yemen'dir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir?
    Burası Muş'tur, yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir?

    Kışlanın önünde redif sesi var
    Açın çantasını bakın nesi var
    Bir çift potin ile bir de fesi var

    Ano Yemen'dir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir?
    Burası Muş'tur, yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir?

    Ayrıca, 1961 yılında Mustafa Geceyatmaz, Fikret Otyam, ve Teknisyen Mücahit Küçükbaran'dan oluşan ikinci bir grupta derleme çalışması yapmıştır.

    Bu iki grup ve daha sonra gelen başka gruplar; Muş Ovası, Güllü Hamam, Kalenin Bedenleri, Değirmenin Bendine, Dağlarda Meşelerde, Evleri Var Hane Hane, Muş'un Etrafında Atlı Gezerem, Kınayı Getir Ane, Oy Nayim Nayim, Atım Atım Kır Atım, Garşıda Gıza Gurban,Şirazdır yar Şirazdır gibi türküleri derlemişler ve TRT repertuarına katmışlardır.

    (Bu türkülerden de ' Kınayı Getir Ana'yı İzzet Altınmeşe el çabukluğu marifet diyerek Diyarbakır türküsü haline sokarken 'Güllü Hamam' da bir an da Urfa türküsü oluverdi. Eminim bunda Mehmet Özbek'in tıpkı Muş'u Huş ederken yürüttüğü gibi derin ilmi! çalışmalarının büyük katkısı olmuştur.)

    Hatta zaman zaman Muş'un Kurtuluşuna denk gelen günlerde bu Türküler TRT sanatçıları tarafından seslendirilip Muş Türküleri adı altında yayınlanırdı.
    Yukarıdaki derleme öyküsünün ardından gelelim türkünün edebi incelemesine

    EDEBİ İNCELEME

    Türkünün Orijinal metni
    Öncelikle eserin anonim olduğunu hatırlayalım. Anonim eser şu özellikleri taşır:

    Yazarı belli değildir.
    Yazıldığı zaman belli değildir.

    Eser farklı yörelerde farklı kelimelerle söylenebilir.
    Anonim eserler Türk milletinin ortak malıdır. Ancak, derlendikleri bölgenin adıyla anılırlar. Ör: Muş Yöresinden derlenen bir Türkü gibi.
    Anonim eserlerin sözlerinde ve bestesinde değişiklik yapma hakkı kimsede yoktur. Çünkü bu eserlerin sahibi Türk milletidir.

    Bu bilgilerin ışığında hareket ettiğimiz zaman Türkünün orijinal halinin zaman zaman sanatçılar tarafından değiştirilmiş olduğunu ve ortada farklı metinlerin olduğu görülüyor. Mesela Prof Dr. Şükrü Elçin'in 1986 tarihinde basılan 'Halk Edebiyatına Giriş' adlı eserinde Türkü şu şekliyle yayınlamış:

    HAVADA BULUT YOK

    Havada bulut yok bu ne dumandır
    Mahlede ölen yok bu ne figandır
    Adı yemendir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir.
    Burası Muş'tur yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep nedendir.
    Kışlanın önünde redif sesi var
    Bakın çantasında acep nesi var
    Bir çift kundurayla bir de fesi var
    Adı Yemen'dir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir
    Burası Muş'tur yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep nedendir.

    Sayın Şükrü Elçin'in şiirin orijinal metninden bir mısrayı atladığını görüyoruz. Bu da ' Bu Yemen elleri ne de yamandır' mısrasıdır. Bunu atlayınca şiirin ilk dörtlükten sonra şekil bakımından bozulduğunu görüyoruz.
    Orijinal metinde şiirin üçlüklerden sonra nakaratlardan oluştuğu görülüyor:

    ___________
    ___________
    ___________
    Nakarat
    Nakarat
    Nakarat
    Nakarat

    Oysa Şükrü Elçin'in ilk bölüm dörtlük ikinci bölüm ise üçlükle yapılmış bunun sebebi şiirden çıkarılan bir mısradır. Ayrıca Şükrü Elçin'in eserinde orijinal metinde bulunan bir bölümde alınmamıştır.

    Şiirin Ölçüsü üçlükler 11'li hece ölçüsü 6+5 duraklıdır. Nakarat kısımları ise 10'lu hece ölçüsü ve 5+5 duraklıdır.
    Kafiye bakımından incelendiğinde de Şükrü Elçin'in metninde nakarat kısmında yanlışlık olduğu ortadadır.

    Burası Muş'tur yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep nedendir

    Mısralarında yokuştur ile nedendir arasında hiçbir kafiye yoktur.

    Oysa, orijinal metindeki,
    Burası Muş'tur, yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir?

    Mısralarında yokuş ve iş kelimeleri arasında iş ve -uş arasında tam kafiye vardır ayrıca anlam ve ahenk açısından daha uyumludur.

    Prof. Şükrü Elçin'in metni yine de doğruya en yakın metinler arasında gösterilebilir.Gerçek bir ilim adamı olan sayın Şükrü Elçin türküyü bu şekilde tespit ederek yayınlamıştır.

    Oysa, bilhassa İnternet üzerinde yaptığım taramalarda öyle çok yanlışlıklarla karşılaştım ki çoğu inanılmazdı. Üstelik bir tanesi Kaynak kişinin adını ve repertuar numarasını ve türkünün hemen hemen orijinal metnini vermiş ancak nasıl olmuşsa bütün Muş'lar Huş'a dönüşmüş. Doğrusu TRT repertuarında bu değişikliğin yapıldığına ilmen inanamam. Bu düpedüz sahtekârlık olur.

    1967 yılında yayınlanan sayın Osman Attilâ'ya ait olan bir antoloji ise türküyü şu şekliyle tespit etmiş.

    HAVADA BULUT YOK
    Havada bulut yok bu ne dumandır
    Mahallede ölen yok bu ne figandır
    Adı yemendir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir
    Burası Muş'tur yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir.
    Kışlanın önünde redif sesi var
    Bakın çantasına acep nesi var
    Bir çift kundurayla bir de fesi var
    Burası Muş'tur yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir.

    Görüldüğü gibi günümüzden otuzbeş sene önce yayınlanan antolojideki tespit de sayın Şükrü Elçin'in tespitinden birkaç İstanbul ağzına çevirme gayreti dışında farksızdır. Bu örnekte de birinci kıtanın üçüncü mısrası yoktur. Bu da üçüncü mısranın Muş yöresine has olduğu sonucunu düşündürebilir. Bu mısra ile şiirin şekil bakımından tamamlandığını düşünürsek türkünün şekil bakımından Muş'ta tamamlandığı sonucu çıkar.
    Ruhi SU İnternet sitesinde türküyü adını ve şekil özelliklerin değiştirerek aşağıdaki şekilde yayınlamış:

    YEMEN TÜRKÜSÜ
    Havada bulut yook,
    Bu ne dumandır,
    Mahlede ölen yook,
    Bu ne figandır...
    Şu Yemen Elleri,
    Ne de yavandır.
    A bu, Yemen'dir
    Gülü çemendir
    Giden gelmiyor,
    Acep nedendir..?
    Burası Muş'tur,
    Yolu yokuştur,
    Giden gelmiyor,
    Acep ne iştir..?
    Kışlanın önünde
    Asker sesi var..
    Bakın çantasında
    Acep nesi var..?
    Bir çift kundurayla,
    Bir de fesi var...
    A bu, Yemen'dir
    Gülü çemendir
    Giden gelmiyor,
    Acep nedendir..?
    Burası Muştur
    Yolu yokuştur,
    Giden gelmiyor
    Acep ne iştir..?
    Burası Muştur
    Yolu yokuştur,
    Giden gelmiyor,
    Acep ne iştir..?

    Sayın Ruhi Su üçüncü mısrayı yanlış da olsa (yaman-yavan) tespit ediyor ancak şiiri durak noktalarından bölerek şekil bakımından şiirin tamamen yanlış düzenlendiği inancını uyandıracak bir sonuca sebep oluyor. Ama, Türkünün orijinal hali (yaman-yavan, redif-asker, Ano- a bu dışında) fazla değişikliğe uğratılmamış ve Muş, Huş edilmemiş.

    TRT repertuar dairesinden türkünün orjinal metnini istediğimde bana şunu gönderdiler:

    HAVADA BULUT YOK
    Yöre:MUŞ
    Kaynak Kişi: Düriye Keskin
    Derleyen: Muzaffer SARISÖZEN

    HAVADA BULUT YOK BU NE DUMANDIR
    MEHLEDE ÖLÜM YOK BU NE ŞİVANDIR
    ŞU YEMEN ELLERİ NE DE YAMANDIR

    ANO YEMENDİR GÜLÜ ÇEMENDİR
    GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR

    ŞU DAĞIN ARDINDA REDİF SESİ VAR
    VARIN BAKIN ÇANTASINDA NESİ VAR
    BİR ÇİFT PABUÇ İLE BİR DE FESİ VAR

    BURASI HUŞ'TUR YOLU YOKUŞTUR
    GİDEN GELMİYOR ACEP NE İŞTİR

    KIŞLANIN ÖNÜNDE ÇALINIR SAZLAR
    AYAĞIM YALNAYAK YÜREĞİM SIZLAR
    YEMEN'E GİDENE AĞLIYOR KIZLAR

    BURASI HUŞ'TUR YOLU YOKUŞTUR
    GİDEN GELMİYOR ACEP NE İŞTİR

    ŞİVAN:Ağıt,figan

    REDİF:Terhis edildikleri halde ihtiyaç halinde yeniden askere alınan kişiler

    HUŞ:Yemen'in başkenti Sane ile Taiz şehirleri arasındaki bir Türk kalesinin ismidir.Türkü eski Türkçe ile yazılırken Huş'un üzerindeki nokta zamanla unutulmuş böylece HUŞ sözcüğü MUŞ oluvermiş ve dolayısıyla da bu türkü MUŞ ile bütünleşmiştir.

    KAYNAK:TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 1.cilt

    Şimdi devletin en güvenilir kurumlarından birinde gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını görelim. Bir kere türkünün 'Huş' dışındaki bilgileri eski repertuar kayıtlarıyla aynı. Kimin marifetiyle olmuş bilemiyorum ama biri el çabukluğuyla Muş'u Huş etmiş. Üstelik de oldukça ilmi bir de açıklama yapmış ' efendim...eski Türkçeyle yazılırken -h- harfinin üstündeki nokta unutulmuş da onun için Muş, Huş olmuş. Umarım bu bilgiyi veren kişi eski yazı bilmiyordur. Çünkü, bilmiyorsa cahilliğine, biliyorsa sahtekarlığına vereceğim yaptığı yanlışı. Eski Türkçede üzerinde nokta olan H harfi Hı'dır. Üzerindeki noktayı yazmazsanız Ha olur. Ha harfini m olarak da ancak kara cahiller okur.

    Ayıca, Türkü derlenirken başvurulan Kaynak kişi Duriye Keskin bu Türküyü sözlü edebiyat geleneğinden öğrenen okuma yazması olmayan bir kişidir. Acaba bu türkü ne zaman yazılırken böyle bir yanlışlık! yapılmış da hangi büyük zeka bunun farkına nasıl varmış ve ne zaman varmış.

    Aslında her şey rahmetli Barış Manço'nun yıllar önce Yemen'e yaptığı bir gezi esnasında gittiği Huş Kalesi için söylediği ve sadece basit bir mantık yürütmeden ibaret olan 'Burası Huş, yolu da yokuş, belki de bizim türküdeki Huş burası olabilir.' sözlerinden kaynaklandı. Sonra kendi söylediği bu söze kendi de inandı. Asıl önemlisi yıllarca bu türküyü dinleyip içindeki Muş kelimesinden çeşitli sebeplerden ötürü hoşlanmayanlar da bu sözlere sıkıca sarıldılar ve yukarıdaki yanlışlara kadar gidildi.

    Türkünün Şekil Bakımından İncelenme

    Türkü altı kıtadan oluşmuştur. Kıtalar üç tane üçlük ve nakaratlar ikiliklerden oluşmuştur. Sanırım Ruhi Su'da bu nedenle şiiri duraklardan bölmüştür
    Hece Ölçüsü: Üçlü kıt'alar11'li hece ölçüsüyle, diğer kıtalar 10'lu hece ölçüsüyle yazılmıştır.
    Durak: 6+5 ve 5+5 duraklıdır.
    Şiirin Kafiye şeması:

    a______________dumandır
    ______________şivandır dır'lar redif, -an'lar Tam Uyak
    a______________yamandır
    b_______________çemendir
    b_______________nedendir -dir'ler redif, -en'ler Tam uyak
    c_______________yokuştur
    c_______________iştir -tır'lar redif, -iş'ler Tam uyak
    d______________sesi var
    d______________nesi var -i var'lar redif, -es'ler Tam uyak
    d______________fesi var

    ______________
    ______________
    ______________ Nakarat
    ______________

    e______________sazlar>
    e______________sızlar -lar'lar redif, -ız'lar Tam uyak,-z
    e______________kızlar yarım uyak
    ______________
    ______________
    ______________ Nakarat
    ______________

    Görüldüğü gibi eser anonim bir türkü olmakla beraber oldukça kuvvetli bir şekle sahiptir. Buradan türküyü ilk söyleyen kişinin hece ölçüsüne ve özelliklerine vakıf olduğu sonucuna varabiliriz. Ayrıca, diğer Muş türkülerinin bir çoğunda yukarıdaki şekil özelliklerinden bilhassa üçlükler ve ardından gelen nakaratlar oldukça çoktur. Bu bir söyleyiş farklılığıdır ve Muş türkülerinin ayırt edilmesinde kullanılabilir.

    Şimdi sıkı durun....Yukarıda Muş'un Huş edilmesinin kime ne yararı olacağını sormuş ve cevap olarak 'Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de Türkünün içinde 'Muş' kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar.' Cevabını vermiştim. Ama ben bunları yazarken şimdi aşağıya aldığım metni henüz görmemiştim. Aramalarım sırasında karşıma çıkana şaşırmadım, haklı olduğumu gördüm. Türkiye'de hiçbir kanuna, töreye, ahlâka saygısı kalmayan gözü kara, hilebâz zekalı, kazanayım da nasıl olursa olsun, elde edeyim ne bahasına olursa olsun felsefesiyle hareket eden basit ruhlu insanların çabalarının sonucuydu gördüğüm. Daha öz bir ifade ile sahtekârlığın belgesiydi bu.
    Şimdi bu utanmaz insanların yukarıda incelemesini gördüğünüz metin ve şekil açısından incelemesini okuduğunuz türküyü ne hale soktuklarına ve nereye mal ettiklerine bir bakalım.

    YEMEN TÜRKÜSÜ

    HAVADA BULUT YOK BU NE DUMANDIR
    MAHLEDE ÖLÜM YOK BU NE ŞİVANDIR
    ŞU YEMEN ELLERİ NE DE YAMANDIR

    ANO YEMENDİR GÜLÜ ÇEMENDİR
    GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR
    BURASI HUŞTUR YOLU YOKUŞTUR
    GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR

    KIŞLANIN ÖNÜNDE REDİF SESİ VAR
    BAKIN ÇANTASINDA ACEP NESİ VAR
    BİR ÇİFT PABUÇ İLE BİR DE FESİ VAR

    KIŞLANIN ÖNÜNDE ÜÇ AĞAÇ İNCİR
    KOLUMDA KELEPÇE BOYNUMDA ZİNCİR
    ZİNCİRİN YERLERİ NE YAMAN SANCIR

    KIŞLANIN ÖNÜNDE SIRA SÖĞÜTLER
    ZABİTLER OTURMUŞ ASKER ÖĞÜTLER
    YEMENE GİDECEK BU KOÇ YİĞİTLER

    KIŞLANIN ARDINI DUMAN BAĞLADI
    ANALAR BABALAR KARA BAĞLADI
    YEMENE GİDENE HERKES AĞLADI

    KIŞLANIN ARDINDA YÜZÜYOR KAZLAR
    AYAĞIM AĞRIYOR YÜREĞİM SIZLAR
    YEMENE GİDENE AĞLIYOR KIZLAR

    KIŞLANIN ARDINDA BİR KIRIK TESTİ
    ASKERİN ÜSTÜNE SAM YELİ ESTİ
    GELİNLİK TAZELER UMUDU KESTİ

    anonim, yöre: Elazığ

    www.anadoluhalksarkilari.com

    Bu okuduğunuz türkünün 'Havada Bulut Yok' türküsüyle hiçbir alâkası olamadığını kendi vicdanları da kabul etmiş olacak ki türkünün adını değiştirmekten başka çare bulamamışlar. Şimdi, içinde 'Muş' kelimesi geçen bir türküyü Elazığ türküsü yapmak inandırıcı olamayacağı için önce Muş, Huş ediliyor sonra da türkü hiç ediliyor, taktik bu.

    Aslında bu kültürel korsanlık uzun yıllardır kültüre kaynaklık eden vilayetlerin büyük sıkıntısıdır ve bazı vilayetler bunu ne yazık ki daha sıklıkla yapıyorlar. Mesela 'Çayda çıra yanıyor' benim çocukluğumda Diyarbakır'a aitti. Sonra nasıl oldu anlamadım Elazığ'ın oldu. Bizim 'Güllü Hamam' bir anda Urfa'nın 'Yeni Hamam'ı' oldu.

    Gerçekte ise bunlara hiç gerek yok.Çünkü, bunlar zaten Türk milletinin ortak kültürel mirasıdır. Bizim görevimiz ufak-tefek çıkarlar için bu mirası, değiştirmemek, orijinal halini korumak ve sonraki nesillere aldığımız gibi aktarmaktır. Yoksa, çeşitli yörelerde elbette bir çok Yemen Türküsü söylenmiştir. Çünkü Yemen - daha sonra detaylı olarak anlatacağım zaman daha iyi anlaşılacak- bilhassa Doğu Anadolu halkı üzerinde derin izler bırakan bir bölge olmuştur. Bununla ilgili bir çok türkü, ağıt söylenmiş olması tabiidir.

    Peki neden ille de 'Havada bulut Yok' türküsü isteniyor? Sanırım diğer Yemen Türkülerine göre daha çok sevilmesi ve dinlenmesi bazı töre tanımazların iştahını kabartıyor ve türküyü elde etmeleri için yukarıdaki gibi sahtekârlıklara başvurmalarına sebep oluyor.

    Ama, yukarıda yapılana söylenecek tek bir şey kalıyor...Ayıp! ...Hem de Çok ayıp! ...
    Şimdi biz asıl konumuza dönüp orijinal metni açıklayalım

    Türkünün Açıklaması:

    Havada bulut yok bu ne dumandır
    Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
    Bu yemen elleri ne de yamandır

    Şiir iki tasvir cümlesi ile başlıyor. Bu tasvir cümleleri Muş'ta çok yaygın kullanılan özgün bir soru sorma şeklidir. Muş ve yakın illerde Anadolu'nun diğer yerlerinde pek sık görülmeyen vurguyla soru sorma yöntemidir. Bu yöntemde -dır bildirme eki daha kuvvetle vurgulanarak cümle soru haline getirilir. Meselâ: 'Ahmet, kuvvetlidir.'Cümlesi -dir eki vurgulu okunarak soru cümlesi haline getirilir. Normalde bu cümle 'Ahmet kuvvetli midir? ' şekliyle soru haline getirilir. Bölgede ise mı soru eki atılıp yerine -dır ekinin vurgulu okunuşu getiriliyor.

    Şiirde bu vurgulu söyleniş kendini hissettiriyor. Türkü ilk cümlesinde bulutsuz havadaki duman soruluyor. Ama dikkatli ve yöre vurgusuyla okunduğunda sade bir soru değil bir şaşkınlık ifadesi de vardır ki bu Türkünün yöredeki efsanesi ile de ilgilidir:

    Türkünün Muş'ta anlatılan hikâyesine göre yörede çok sevilen bir genç evlendiğinin ertesi günü askere Yemen'e gider. Askerler bir yerde toplanıp, sonra da yola çıkarılır. Onlar yürürken arkalarından toz bulutu kalkar. Askerin genç eşi kocasını bir daha uzun yıllar göremeyeceğini, hatta geri gelmeyeceğini düşündüğünden uzun süre kafilenin peşinden ağlayıp ağıt yakar. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Yemenden gelen bir asker genç kadına ölen eşinin asker çantasını getirir. Kendini kaybeden genç kadın bir yandan çantayı açıp içindekilere bakarken, bir yandan da ağıt halinde ' Havada Bulut Yok' türküsünü yakar.

    Şiirin yukarıdaki üç dörtlüğü bu efsaneyle birebir örtüşmektedir. Ayrıca, şiirde Muş'ta kullanılan anlamıyla üç kelime kullanılır. Bunlar 'mehle-şivan-yaman' kelimeleridir. Şivan, büyük bir acıyla karşılaşan ev halkının ağlayıp, inlemesini, haykırıp, ağıt yakmasını anlatmak için kullanılan bir kelimedir ve genelde tek başına değil 'evine şivan düşmek' şeklinde deyim olarak kullanılır. Ayrıca 'evine şivan düşesi' şeklinde bir bedduada vardır. Bu kelime Farsça şiven(matem, yas, inleme, sızlama) kelimesinin bölgede kullanılan halidir.
    Diğer kelime 'mehle''dir. Mahallenin Muş ağzında söyleniş şeklidir. Bir edebiyatçı şiire baktığı zaman bu kelimenin heceye uyması için kısaltıldığını düşünebilir. Oysa ki bu kelime aynı haliyle günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Kelimedeki -h- sesi gırtlaktan ve kalın olarak söylenir.

    Bu bölümdeki diğer kelime ise ' yaman' dır. Bu kelimenin Türkçe sözlükteki karşılığı 'etki, güç, beceriklilik, şiddetli''dir. Oysa türküde saygıyla karışık korkuyu ve zorluğu anlatmak için kullanılmıştır. Ayrıca bu kelime bölgede güçlü, cesur, korkusuz anlamında insanlar ve hayvanlar için ayrıca zorluk anlamında kullanılır.
    Şimdi gelelim Türkünün en can alıcı kısmına:

    Ano Yemen'dir gülü çemendir
    Giden gelmiyor acep nedendir?
    Burası Muş'tur, yolu yokuştur
    Giden gelmiyor acep ne iştir?

    'Ano' kelimesi Türkünün ilk derlemesi sırasında tespit edilmiş. Ama şimdi bilhassa türkünün aslını bozmaya çalışanlar ya da bu kelimenin hangi anlamda ve nasıl bir duyguyla söylendiğini anlamayanlar bu kelimeyi değiştirmeye çalışıyorlar. Mesela; Ah o, veya A bu gibi kelimelerle yapılan değişimler türkünün dokusunu ve duygusunu bozarlar. Çünkü, Muş'ta çok büyük üzüntüler sırasında yakılan ağıtlarda ano veya babo gibi feryat ifade eden kelimeler sıkça kullanılır. Bilindiği gibi Doğu Anadolu ağzında kelime sonlarına gelen 'o' sesi seslenmeyi ifade etmek için kullanılır. Bu dünyadaki dağlık bölgelerin çoğunda böyledir. Geniş bir ünlü olan 'o' sesi istenildiği kadar uzatılarak seslenmeye yardımcı olur. Meselâ 'Ahmet! Diye seslenen bir kişi için uzak bir mesafeye seslenmek için kelimenin sonundaki -met hecesini uzatması lâzımdır ki bu da pek yeterli olmaz. Ama 'Ahmoo! ' diye seslendiğinde sesini duyurması son derece kolaydır.

    İşte bu türküdeki 'Ano' kelimesi feryat eden bir insanın seslenme ihtiyacıdır. Türküde daha sonra gidilen yerin 'yemen' olduğu ve 'gülünün çemen' olduğu söyleniyor. Şimdi bu kelime grubunu inceleyelim:

    1- Gidilen yerde gül olmadığını ve en güzel bitkisinin çimen olduğu ve gidilen yerin ne kadar yaman bir yer olduğu anlatılıyor olabilir.

    2- Gül edebiyatta bir çok fikri ve duyguyu anlatmak için kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi de şehitlerin gireceğinin müjdelendiği 'Cennet''tir. O. Şaik Gökyay'ın 'Bu Vatan Kimin' şiirinde vatan için ölen şehitlerin ölerek cennete girişleri ' Bir gül bahçesine girercesine' diye anlatılmıştır.Yemende şehit olanların mezarlarının bilinmediği ve onların Cennete gittikleri 'gülü çemendir' sözleriyle anlatılmış olabilir. Ya da bu mısralar bize bu anlamları çağrıştırıyor olabilir.

    Farsça yeşil ve kısa otlarla örtülü yer anlamına gelen çemen kelimesi Yemen'le kafiye olmak bakımından veya Yemen'in bilhassa Güney kesimlerinin bitki örtüsünü anlatmak içinde kullanılmış olabilir. Doğrusu bu mısralar bende bu duyguların hepsini uyandırıyor.

    Gelelim 'Burası Muş'tur, yolu yokuştur-Giden gelmiyor acep ne iştir.' Mısralarına. Televizyonda izlediğim kelli felli eski bir TRT çalışanı kendinden gayet emin bir şekilde konuyla ilgili bilmiş bilmiş beyanat veriyor. 'Efendim, Muş ovada, düz bir arazide kuruludur. Ben gittim, yolu da yokuş falan değil. Oysa Huş'un yolu yokuştur.'
    Şimdi bu ve bunun gibi konuşanlara ne demeli. 'Bre gafiller, densizler, be hey cahiller falan diyebilirim, ama demiyorum. Birazcık araştırma yapsalar veya Muş'ta yoldan geçen yaşlıca bir adamı çevirip 'Amca, türküde bu şehrin yolu yokuş deniyor neden? diye sorsalar, sorma zahmetine katlansalar alacakları cevap şu olurdu:

    '1950'li yıllardan önce Muş'un esas yerleşim yeri bugün kale Mahallesi dediğimiz şehrin arkasındaki Kurtik Dağının yamaçlarındaydı. Şehrin çevre illerle bağlantısı Bitlis ve Erzurum yollarıydı.Doğuya giden Erzurum yolu dağın yamacını paralel olarak takip edip giderken, Batıya giden Bitlis yolu yamaçtan aşağı dik bir yokuştan inerek bugün Taşo Köprüsü (Taş Köprü) dediğimiz köprünün üzerinden inerek Hasköy'e doğru uzanan yoldur. Bitlis yolu o dönemlerde Muş'u batıya ve güneye bağlayan yoldur. Bitlis tarafından Muş' geldiğiniz zaman Taşo Köprüsünden itibaren şehrin merkezine çıkan yol neredeyse yüzde kırkbeş meyillidir. Öyle ki bir çok araç yokuşu çıkarken yarı yolda kalıp geriye kaçar bazen de arkada kalan evlere vururdu.1950'den sonra bugünkü yollar yapılınca bu yollar eski önemini yitirdi. Şimdi sadece yan yollar olarak yakın çevreye ulaşımda kullanılıyor. Ayrıca, bu tarihten sonra eski Muş valisi Tevfik Sırrı Gür'ün gayretiyle şehir ovaya doğru gelişme göstermiştir.'

    Doğrusu birisi bana eskiden Muş'un yolunun yokuş olduğunu ispat etmek zorunda kalabilirsin dese ona gülerdim. Ama, şunu da söylemeliyim ki ben de yukarıda anlattığım o meşhur yokuştan aşağı kışın çok kaydım ve bağdan şehre gelirken yokuşu çıkmaya takat bulamadığım için yan yollara kaçtığım çok oldu. Yüklü eşeklerin bile tırmanmakta zorlandıkları bir yokuşu Muş'u Huş edenler ne yazık ki dümdüz ettiler.

    'Giden gelmiyor acep ne iştir? ' ise bir çaresizliğin haykırışıdır. 1849-1918 arasında Osmanlı İmparatorluğunun gereksiz Yemen sevdası yüzünden Anadolu'dan zorla koparılıp bir daha evine barkına dönemeyen asker annelerinin, eşlerinin, kardeş ve sevgililerinin ortak feryadı gibidir. Sahipsiz kalan bir eş, bir anne elbette ki devlet büyüklerinin yüksek politikalarını...! anlayamayacaktı.Ve kendi lisan-ı haliyle soracaktı.' Acep ne iştir? ' Bugün bile biz halâ anlayamadığımız kararlar için sormuyor muyuz, acep ne iştir? Bu mısradan Huş'çular da kendilerine bir sonuç çıkarabilirler. Şöyle ki, bu mısraları yazan kişi Yemen'in tamamından bahsetmekte ve gidenlerin dönmediğinden şikayet etmektedir. Şimdi mantıken düşünelim...'Burası Huş'tur' diye türküyü yakan kişi Huş'u nereden tanıyor? Eğer Huş'u görüp gelen bir asker (ya da böyle bir askerden duyan kişi) olsaydı ve bu türküyü Anadolu'da yakmış olsaydı en azından 'Orası Huş'tur' demesi gerekirdi. Ayrıca kendisi geri geldiğine göre 'giden gelmiyor' diyemezdi...Hadi diyelim ki bu türküyü yakan kişi türküyü Huş'ta iken söylemiş olsun. Bu sefer de 'Burası Huş'tur, gelen gitmiyor! ' demesi gerekmez miydi? Mantık olarak istediğiniz şekle sokun yine de türkünün Muş'ta söylendiği dışında mantıklı bir sonuca varamazsınız.

    Kışlanın önünde çalınır sazlar
    Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
    Yemene gidene ağlasın kızlar

    Türküde tartışma konusu olan kelimelerden bir tanesi de 'Kışla' kelimesidir. Hemen her şehirde bir kışla olduğunu düşünürseniz, şehirlerin ' bu kışla bizim kışla' demelerini de anlamak gerekir. Burada açıklanması gereken konu ise halkın kışlaya olan bakışıdır. Türkünün yazıldığı dönemlerde askere alınmalar oldukça farklıdır. Birliğine götürülecek askerler çeşitli yerlerden toplanana kadar belli bir yerde toplanır. Onların bu toplanma yerlerinde geçirdikleri süre de askerlikten sayılırdı.

    Meselâ benin babam Muş'ta askere Mart ayında alınmış ama yollar müsait olmadığı için Mayıs ayına kadar Muş'taki toplanma yerinde kalmış. Bu sırada kaldığı yer evine iki yüz metre uzaklıkta olmasına rağmen evine gidemiyor, asker elbiselerini bile giymeden acemi eğitimi alıyorlarmış. Babam bu anılarını anlatırken kaldığı yerden kışla diye bahseder. Bu nedenle şiirde adı geçen 'kışla' da büyük bir ihtimalle askerlerin toplanma yeridir. Önünde saz çalınması ise bekleşen askerlerin eğlenceleridir. Çünkü, Türk milleti dışında düğüne gider gibi savaşa giden başka hiçbir millet yoktur.

    Son iki mısra ise geride kalanların gözyaşlarıdır. Çünkü, savaşın asıl acısını onlar yaşayacaktır. Bazı, metinlerde 'Yemene gidene ağlıyor kızlar' diye söylense de doğrusu ağlasın'dır. Çünkü Muş ve çevresinde '-yor' şimdiki zaman ekini kullanma alışkanlığı bilhassa o tarihlerde hiç yoktur.

    Kışlanın önünde redif sesi var
    Açın çantasını bakın nesi var
    Bir çift potin ile bir de fesi var

    'Redif kelimesinin kelime anlamı sonradan, arkadan gelendir. Burada ise yeni, genç asker anlamındadır. 19. yüzyılda Osmanlı ordularının Batı orduları standartlarına kavuşturulması için yapılan çalışmaların sonucu olarak seferberlik anında askere alınacak kişilerin oluşturduğu alaylardır. Bilhassa I. Dünya savaşında bu hazırlıkların faydaları görülmüştür. (Daha fazla bilgi için bk. İ. Hakkı Uzun Çarşılı-Osmanlı Tarihi- Cilt 8)

    Şiirin genel mantığı ve de o dönemdeki Osmanlı Askerinin kılık-kıyafet ve de maddi yönü düşünüldüğünde Osmanlının askerine yedek potin veya şapka vermesi düşünülemez. Bir askerin potin ve de şapkasının sağlığında çantasına giremeyeceğini de mantıken düşündüğünüzde bu eşyaların bir şehide ait olduğu sonucuna ulaşırsınız.Cesedin Anadolu'ya dönmesi imkânsız olduğu için arkadaşları tarafından ailesine ulaştırıldığı sonucu ortaya çıkar.

    O halde söyleyebiliriz ki, bu türkü aynı kişi tarafından (muhtemelen şehidin eşi) şehidin askere gidişi ve şehit oluşunun ardından söylenen muhteşem bir ağıttır. Türküleşmesi yine muhtemelen başka kişiler tarafından muhtelif zamanlarda gerçekleşmiş olabilir.

    Yemen savaşları Anadolu insanını derinden yaralayan savaşlardır. Çünkü, amacına inanmadıkları, ulaşmak da güçlük çektikleri, halkı tarafından ihanete uğradıkları toprak parçalarına zorla götürülmüşlerdi. Gidenler geri dönemedikleri gibi şehit oldukları uçsuz bucaksız çöllerde sahipsiz cesetler olarak kalmışlardı. Ölümden kurtulup terhis olabilenleri de uzun, tehlikeli bir dönüş yolu bekliyordu. Devlet uzun yıllar askerlik yaptırdığı bu insanları memleketlerine geri götürme zahmetine katlanmıyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyordu. Bu nedenle kurtulanların bir çoğu da oralardan geri gelemiyordu. Geri gelebilenler de Yemen cehennemini dört bir yanda anlatıyor, yakınlarından haber alamayanların acısı bir kat daha arttı yordu.

    'Havada Bulut Yok' türküsü bu acıyı belki de en iyi anlatan türkülerden biri olmuştur. Bu kadar üzerinde konuşulması, haksız yere sahiplenilmeye çalışılması de sanırım. Bu yüzdendir.

    Ama kimse heveslenmesin. Muşlu Yemen'de şehit olan evlatları için öz bağrında duyduğu acıyı haykırdığı bu Türküyü elbette ki yüce Türk milletine armağan etmiştir. Bu Türkünün gerçek sahibi Türk milleti ve O'nun uçsuz bucaksız ülkelerde verdiği milyonlarca şehittir.
    Hepsinin ruhu şad olsun.

    *Edebiyat Öğretmeni, E-mail: [email protected]
    Murat GÜVEN*

  • uzaya asansör projesi

    28.10.2004 - 15:41

    Ayrıca NASA'nin sayfasından proje ile ilgili dokümanı indirebilirsiniz. (Tahmini bir resimde var) :

    http://flightprojects.msfc.nasa.gov/pdf_files/elevator.pdf

  • uzaya asansör projesi

    28.10.2004 - 15:39

    Uzaya asansör projesi


    Dünya’dan uzaya asansör yapılması planlanıyor. İki yıl sonra yapımına başlanacak asansör, ilk yolcularını 2017 yılında uzaya götürecek. NASA tarafından finanse edilen HighLift Systems şirketinde görevli Brad Edwards, NASA mühendislerinin asansör projesini “yapılabilir” bulduğunu söyledi.

    “15 yıl sonra ilk yolculuğu yapabiliriz” diyen Edwards ve ekibinin verdiği bilgiye göre, ekvatordan aşağıya sallanan kısa bir halat, kendi ağırlığı nedeniyle Yer’e doğru düşer. Halat uzadıkça, merkezkaç kuvveti Dünya ile birlikte dönen halatı daha kuvvetli çeker. Halatın ağırlık merkezi 35 bin 786 kilometreden daha yüksek olduğunda merkezkaç kuvveti yerçekimi kuvvetinden daha baskın çıkar ve halat kendi kendine gerilir.

    Dikey olarak Yer’e sarkan çelik bir halatın 50 kilometre uzunluğa ulaşınca kendi ağırlığı nedeniyle koptuğunu belirten Edwards, “kevlar” ya da “dyneema” gibi sağlam ve daha hafif maddelerle ise sadece 200-300 kilometredeki yakın uydulara ulaşılabileceğini kaydetti.

    Japon bilim adamı Sumio Iijima’nın buluşunun projelerini gerçekleştirme olanağını verdiğini belirten Edwards, Iijima’nın şimdiye kadar bilinen en güçlü madde olan karbon nano-tüplerini bulduğunu söyledi.

    Nano-tüplerinden oluşan bir milimetre kalınlığındaki ip, teorik olarak 20 ton ağırlığı kaldırabilir. Bu ip, aynı çaptaki çelik bir ipin sadece 5’te 1’i kadar ağır.

    Edwards, bu verilerin asansörün yapımı için yeterli olduğunu ifade ederek, “iki yıl içinde yapıma başlayacağız” dedi. Edwards’a göre, HighLift Systems şirketi 2011 yılında kabloyu Yer’e sarkıtacak. 91 bin kilometre uzunluğundaki nano-tüp kablo, birkaç santimetre eninde ve bir metrenin milyonda biri kadar ince olacak.

    Sarılan bant, atmosferin dışına çıkıldığında uzay gemisinden dışarıya çıkarılacak. Yer’e gitmesi gereken ucu ağırlık yardımıyla aşağıya doğru sarkıtılacak. Bandın diğer ucu ise pille çalışan bir uzay aracıyla yukarıya doğru açılacak. Bandın Dünya’ya inen ucu denizde yüzen bir üsse sabitlenecek. Daha sonra lazer yardımıyla enerjileri verilecek küçük gondollar bandı kat kat güçlendirecek.

    Edwards, asansörün en geç 2017 yılında biteceğini söyleyerek, günde 5 ton ağırlığın uzaya taşınabileceğini kaydetti.

    Asansörün 40 milyar dolara mal olacağını belirten Edwards, NASA’nın şimdiye kadar sadece 570 bin dolar verdiğini söyledi.

    (aa)

  • uzaya asansör projesi

    28.10.2004 - 15:38

    Valla Renan'ın yalancısıyım :) ılk dediğinde ben de inanmamıştım ama sonra gazetelerde hatta Nasainın sayfasında görünce dumur oldum.

    Önce mantıksız geldi ama projeyi okuyunca neden olmasın dedim ama nedense (gazete küpürü göstermeme rağmen) kime söylesem inanmadı. Neyse haberi vereyimde iz de görün :)

  • cemil meriç

    22.10.2004 - 02:52

    Cemil Meriç’in ne yaşarken ne de vefatından sonra hak ettiği yeri bulamadığını söylüyor yazar Alev Alatlı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli aydını olan Meriç’i gençlerin tanımamasında kabahatli olanın Cemil Meriç’in gündemde kalmasını sağlayamayan daha yaşlı kuşaklar olduğunu dile getiren Alatlı, ondan önce vefat eden birçok insanın gündemde olduğuna dikkat çekiyor. Alev Alatlı, Cemil Meriç'in gündeme gelmesi için Türkiye’nin sahici meselelerinin gündeme gelmesi gerektiğini vurguluyor.

  • önyargı

    13.10.2004 - 14:29

    ‘En büyük düşmanımız ön yargı, en çok ihtiyacımız olan şey diyalogtur’
    Cemil Meriç

  • filistin

    13.10.2004 - 13:53

    22 yıl önce dün ben Sabra ve Şatilla kamplarındaydım. Beyrut'u işgal eden İsrailliler Hıristiyan çetelerle birlikte Filistinlilere karşı inanılmaz bir kin besliyordu.

    'Olaylar 15 Eylül günü başladı...

    Filistin kamplarını kuşatan İsrail askerleri anonslarla kimsenin dışarıya çıkmamasını istiyordu. Hıristiyan milisler ise Sabra ve Şatilla çevrelerinde gördükleri herkesi öldürmeye başlamıştı. Kaçanlar ise kampların dışındaki Akka ve Gazze hastanelerine sığınıyordu.

    16 Eylül sabahı yaşlı Filistinlilerden oluşan dört kişilik bir grup İsraillilerle görüşmek için kuşatma altındaki kamptan ayrıldı. Amaçları İsraillilere kampta kadın ve çocukların dışında hiç bir direnişçinin bulunmadığını söylemekti. Grup gitti ama dönmedi.

    Ertesi sabah, kampta çalışan bir Mısırlı işçi yanına 50 kadını da alarak benzer bir çaba için kamptan ayrıldı. Bu kadınların cesetleri 18 Eylül günü stadyumda bir çoğuna tecavüz edilmiş olarak bulundu..

    16 Eylül akşamı İsrail Savunma Bakanı Şaron katliama başlama talimatı verdi. O akşam İsraillier ve Hıristiyan milisler Akka ve Gazze Hastanelerini bastı. Hastanelerde o gün bombalanan Sabra ve Şatilla'dan getirilen yaralılar da vardı. İsrailli askerler ve Hıristiyan milisler Filistinli doktorlar dahil yaralıların büyük bölümünü öldürdüler. Yaralı kadınların bir çoğuna tecavüz edildi..

    Ertesi gün yine hastaneye gelen İsrail askerleri ve Hıristiyan milisler hastanede çalışan yabancı doktorları kovarak geri kalan yaralı ve sığınan yaşlı ve kadınları öldürdüler.

    Bununla yetinmeneyen İsrailliler ve Hıristiyan milisler kamplara dalarak herkesin evlerinden çıkmalarını istediler.

    Evlerinden çıkan Filistinliler kadın ve erkek olarak iki kola ayrıldılar ve ana meydana doğru yürümeye başladılar. Bu yürüyüş sırasında zaman zaman erkeklerden onar kişilik gruplar bir evin duvarına yanaştırılarak kurşuna diziliyordu. Peşinden de dozerler o evi öldürülen Filistinlilerin üzerine yıkarak toplu mezar haline getiriyordu. Bu işlem bir kaç kez tekrarlandı.

    Bu arada evlerinden çıkmakta geciken Filistinli kadınların büyük bölümü evlerinin önünde ve kucaklarında bebeleri ile birlikte süngü ve baltalarla öldürülüyordu. Evlerinden çıkmayan kadınların çoğu ise öldürülmeden önce kızlarıyla birlikte tecavüze uğradı.

    Gece boyunca devam eden bu vahşet 18 eylül sabahı İsrailliler ve Hıristiyan milislerin kamptan ayrılması ile son buldu.

    İsrailliler 18 Eylül öğle saatlerine kadar hiç kimsenin kamplara girmesine izin vermedi.

    Girildiğinde ise artık herşey bitmişti.'

    Bir kaç kez ve hayal ile duygularınızla okumanızı rica edeceğim yukarıdaki satırlar Kızlıhaç'ın yabancı doktorlardan ve kamptaki yaralılardan derlediği bilgilerle kaleme aldığı rapordan özetlenmiştir.

    Bu olayların büyük bölümüne ben de şahittim.

    18 Eylül öğleden sonra Sabra ve Şatilla'ya ilk girenler arasında ben de vardım. Gördüklerimi hayatım boyunca unutmayacağımı o gün karşılaştığım cesetlere söz vermiştim.

    Her yerde üst üste istiflenmiş (Irak'taki Abu Greib görüntülerini hatırlayın) cesetler, parçalanmış insanlar, kucaklarında bebeleriyle delik-deşik edilen kadınlar, baltalarla kesilmiş kafalar, bacaklar, kollar...

    Bu sahneleri böylesi kuru kelimelerle anlattığım için o insanların ruhlarından özür diliyorum.

    Ve özellikle birinden...

    Adının Emine olduğunu daha sonra öğrendiğim 24 yaşlarında dünya güzeli Filistinli kadını evinin önünde gördüğümde bana gülümsüyordu. Karnındaki bebeği süngü ile alınarak yanına atılmış ve vücudu delik deşik edilmişti. Sağında ve solunda yine balta ve süngülerle öldürülmüş iki çocuğu daha vardı... Evin içinde yaşlı babasının vücudunda en az 40 tane kuşun izi vardı. Annesi ise bir gün önce hastane baskınında öldürülmüştü...

    Kamptaki geri kalan görüntülerin hiç biri bu anlattığımdan daha az etkileyici değildi. Haber dünyaya yayıldığında herkes şoktaydı.

    Şaron ise yaptıklarıyla övünüyordu... Tıpkı şimdi yaptığı gibi...

    28 Eylül 2000'de Şaron'un Aksa Camii'ni kirletmesi ile başlayan son İntifada'dan bu yana İsrailliler 3400 kadar Filistinliyi öldürdüler. Bunların 798'u çocuk. 11'i ise bir yaşın altında. Biri de annesinin karnındaydı... Tıpkı Sabra ve Şatilla'daki Emine'nin bebeği gibi.

    Sabra ve Şatilla'da 3297 Filistinli vahşice öldürüldü... Bir o kadarı da kayıp olmuştu...

    O zaman terör kelimesi henüz moda olmamıştı.

    İsrail'de, Amerika'da ve Rusya'da ölen çocuk ve siviller için kıyameti koparanlara hatırlatmak istedim...

    Ben; Sabra ve Şatilla'yı yaşayan, oralarda ailelerini kaybeden, 57 yıldır İsrail teröründen çeken, inanılmaz sabırlarına rağmen sorunlarına çözüm bulamayan ve Amerikan destekli İsrail tarafından yok edilmek istenen Filistinlilerin hiç bir eylemine terör demem ve diyemem!

    İlle de terör kelimesini kullanmak isteyenler varsa bunu dünyaca Sabra ve Şatilla'nın sorumlusu olarak ilan edilen ve bugünün İsrail başbakanı Şaron için ve onu barış adamı ilan eden Bush için kullansınlar...

    Filistinliler, hiç bir zaman İsraillilerin yaptığı gibi zevk için insan öldürmediler, öldürmüyorlar. Onlar kendi topraklarında insanca yaşamak istiyorlar.

    Her onurlu halk gibi!
    Hepsi bu kadar.

    Dr. HÜSNÜ MAHALLİ
    [email protected]

  • seçim

    08.10.2004 - 01:24

    win or lose, this is what I choose...

  • gri

    06.10.2004 - 00:51

    Shades Of Grey

    I watch the smoke drift, from my cigarette.
    I hear the roaches cross the floor.
    Slam dance around me, in my chair I sit.
    The grey's leakin' through the door.
    There's a shade of grey! I've never seen before....

    My gaze fixed on, the space beneath the door.
    My life flash. before my eyes...
    All this sweat grew from one solitary drop.
    Grey's movin' cross the floor.

    We walk alone, no one beside us!
    It's never simple as black or white.
    We should have known, no one would find us!
    That we would all wind up in
    Shades of grey...

    'It seems like everytime I get a chance... is quite naked.
    And as I turn around, as I turn around... and
    inside there's no doubt its gonna happen again'

    Nobody listenin', so I talk to myself.
    Sometimes I pay me no... mind...
    I lost this argument, so very long ago...
    The right words were so hard to find...
    I can't breathe in the grey!
    An' I can't find the key to the door...

    Overkill

  • gri

    05.10.2004 - 18:00

    Gri saçmalığı,

    (İyilik için kötülük yapmaya bile hazırızdır. Beyaza biraz daha siyah koysak ne olacak ki, ama yaptıklarımız iyilik içinse bile sonunda elde edeceğimiz gridir.)

    Hayatın anlamı bu renkle gösterilebilir ancak. Evet hayat, iyi-kötü, gece-gündüz, güzel-çirkin gibi dolu zıtlıklarından oluşan bir çok kavramların harmonisinden oluşuyor. Bu zıtlıkları siyah ve beyaz olarak temsil edebiliriz. Harmoniyi ise ancak gri renkle sembol edebiliriz... Çünkü ne kadar iyilik yapsak bile, eğer bir kere kara leke değmişse, istediğiniz kadar silmeye çalışın ya da düzelltmeye, ne yaparsanız yapın, artık karışmıştır siyah ve beyaz birbirine, geriyese hep gri rengi kalır.

    Gridir insan, gridir hayat... çünkü iyilik ve kötülükle iç içedir. İkisini birbirinden ayırmak bir rengi üstün kılıp renkleri yok etmek demektir, doğup yaşamadan ölmek demektir, büyümemek, acı çekmemek, tecrübe etmemek ama insanın kaderidir yoktan var olup yine yok olmak, çünkü sonunda her renkten üstün gelir karanlık ama bir kere değmiştir ışık ona...

  • vejetaryan

    04.10.2004 - 02:17

    Vejeteryanlığın ana nedeni ete karşı tiksinti duymaktır. Herhangi bir nedenden dolayı bu tiksintiyi hissedenlere karşı değilim ama vejeteryanlığın insanın gözüne sokulmasından yana değilim. Bana göre asıl vejeteryan, vejeteryanlığını fazla reklam etmeyen kişidir.

  • vejetaryan

    04.10.2004 - 02:14

    Hayvanlara yapılan eziyetler hakkında küçük bir araştırma yapmıştım, sonuçta uzun süre vejeteryan kalmıştım. Nufusun artması ve teknolojinin gelişmesiyle yapılan eziyetler daha da çoğalmaktadır. Ne bu eziyetleri detaylı olarak, ne de artık vejeteryan olmadığımın nedenleri bu başlık altında sıralayacak değilim ama kısaca ''insanları tanıdıkça hayvanları daha çok sevmeye başladım' sözüne katıldığımı söyleyebilirim...

  • ertelemek

    03.10.2004 - 05:31

    şeytanın başarılı olduğu en iyi oyun

  • mustafa kemal atatürk

    25.09.2004 - 14:58

    Atatürk'ün renklendirilmiş resimleri:

    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/001.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/002.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/003.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/004.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/005.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/006.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/007.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/008.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/009.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/010.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/011.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/012.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/013.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/014.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/015.jpg
    http://dosya.hurriyetim.com.tr/ataturk/images/016.jpg

Toplam 2591 mesaj bulundu