Cem Nizamoglu Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • değerli insanlar

    20.03.2003 - 13:11

    İnsanların ençok bela ve musibete maruz kalanları Peygamberler ve sonra da benzeyen salih zatlardır. (Hadis-i şerif meali)

  • buymak

    18.03.2003 - 17:45

    Soğuktan donarak ölmek demektir
    Ve arkadaşlarımızın dediği gibi halk arasında donmak, üşümek, çok üşümek ya da donarcasına üşümek anlamlarında kullanılır.
    Ör: Hava çok soğuk buydum

  • metal müzik

    18.03.2003 - 17:27

    Ben de metal müzik dinliyorum ve hayatimda bu kadar fazla hakareti bir arada görmedim. Üzücü...

  • çanakkale türküsü

    18.03.2003 - 14:52

    ÇANAKKALE İÇİNDE
    KASTAMONU

    Çanakkale içinde vurdular beni
    Ölmeden mezara koydular beni

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Ana ben gidiyom düşmana karşı

    Çanakkale içinde bir uzun selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli

    Çanakkale üstünü duman bürüdü
    On üçüncü fırka harbe yürüdü

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Analar babalar ümidi kesi

  • çanakkale türküsü

    18.03.2003 - 14:49

    Çanakkale içinde aynalı çarşı,
    Ana ben gidiyom düşmana karşı.
    Of gençliğim eyvah.

    Çanakkale içinde bir uzun selvi,
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli.
    Of gençliğim eyvah.

    Çanakkale üstünü duman bürüdü,
    On üçüncü fırka yürüdü.
    Of gençliğim eyvah.

    Çanakkale içinde bir dolu testi,
    Analar babalar mektubu kesti.
    Of gençliğim eyvah.

  • çanakkale

    18.03.2003 - 14:45

    www.akman.de/canakkale/Turizm.htm

  • çanakkale

    18.03.2003 - 14:44

    ÇANAKKALE

    'Söyle Arkadasim' dedi Anadolulu Mehmet yanibasindaki Anzak erine
    'nereden kopup gelmissin, neden çökmüs bu mahsunluk üzerine? '
    'DUNYANIN ÖBÜR UCUNDAN' dedi gencecik Anzak 'Öyle yazmislar mezar tasima.
    dogdugum yerler öylesine uzak, örtündügüm topraksa gurbet bana.'
    'Dert edinme arkadasim'dedi Mehmet 'degil mi ki bizlerle birlesti kaderin,
    degil mi ki yurdumuzun koynundasin ilelebet, sende artik bizdensin,
    sende bencileyin bir Mehmet'
    Çanakkale'de topraginin üstü cennet alti mezar
    kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
    'ya sen dedi Mehmet oyun çagindaki Ingiliz erine,
    'yasin ne senin kardes böylesine erken buralarda isin ne? '
    'yasim sonsuza dek onbes' dedi ufak tefek Ingiliz eri.
    'köyümde askercilik oynar costururdum trampetimle bizimkileri
    derken kendimi cephede buldum oyun muydu, gerçek miydi anlamadan,
    bir sahici kursunla vuruldum. Sustu boynumdaki trampet,
    son verildi böylece oyundan bozma isime Gelibolu'da bana da bir mezar kazildi
    mezar tasima ON BESINDE TRAMPETÇI' yazildi.
    Öyküm de künyem de bundan ibaret.'
    Yagmur yagiyordu usul usul topraga gozyaslari düserek üstüne sanki
    damla damla agliyordu uzaktan uzaga sahibini yitiren bir trampet
    'ya sizler' dedi Mehmet dünyanin dört kitasindan mezarlar dolusu erlere,
    'hangi rüzgar savurdu sizleri bu bilmediginiz yerlere'
    kimi Ingilizdi, kimi Iskoç kimi Fransizdi, kimi Senegalli kimi Hintli kimi Nepalli
    kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak gemiler dolusu asker
    her biri niye geldiginden habersiz Gelibolu'nun oya gibi koylarindan sizarak
    tirmanmislardi daga bayira siper siper yara gibi yarilan toprak
    mezar olmustu savas ardindan onlara.
    Kiminin BURADA YATTIGI SANILIR Kiminin ADI BILINSE DE MEZARI BILINMEZ
    kiminin de mezar tasinda on alti on yedi on sekiz yasinda
    EBEDI ISTIRAHATE ÇEKILDIGI yazili.
    Çanakkale topraklarinda, her birinin erken biten yasam öyküsü
    eski yazitlar gibi taslara böyle kazili.
    Anlamaz miyim' dedi 'halinizden kardesler'
    adina yazili tasi bile olmayan asker Anadolulu Mehmet
    ben de yuzyillarca yaban ellerde neyin ugruna bilmeden can vermisim
    kendi yurdum ugruna can vermenin tadina ilk kez Çanakkale'de ermisim.
    Ugrunda can verdikce vatandi ancak ekip biçtigim padisah mülkü toprak
    degil mi ki sizler alamasaniz bile bu topraklar almis sizi sizleri basmis bagrina
    sizlere de vatan sayilir artik Çanakkale.
    Çanakkale'de topraginin üstü cennet alti mezar
    kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
    Bir garip savasti Çanakkale savasi kizistikça kizginligi dindiren
    ara verildikçe atese düsmani kardese döndüren bir savasti.
    Kiyasiya bir savasti ama saygi üreten bir savas yaklastikça birbirine
    karsilikli siperler gönüller de yakinlasti düstükçe vurusanlar topraga
    dostlar gibi kaynasti.
    Savas bitti.Ölenler kaldi saglar gitti köylü köyune döndü evli evine
    kir çiçekleri geldiler akin akin çekilen askerlerin yerine
    yaban gülleri, dag laleleri, papatyalar, kilim kilim yayildilar topraga.
    Siper siper topragin savas yaralarini örttüler
    koyunlar koruganlari yuva yapti kendine kuslar döndü gökyüzüne kursunlarin yerine.
    Çiçegiyle yemisiyle yesiliyle silah yerine saban tutan elleriyle
    geri aldi savas alanlarini doga can geldi topraga silindikçe kan izleri.
    Yeryüzünde cennet oldu öylece o cehennem savas yeri
    simdi Çanakkale Gelibolu bahçe bahce, ülke ülke mezar dolu.
    Üstü cennet alti mezar Çanakkale topraginin
    kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
    Huzur içinde uyusun vurustuklari toprakta
    kavgadan kinden uzakta yanyan dostça yatanlar.

    Bülent Ecevit

  • çanakkale şehitleri

    18.03.2003 - 14:43

    ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE

    Su boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördübeşi,
    -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-
    Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
    Ne hayasızca tahassüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle ' bu, bir Avrupalı
    Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelip açılıp mahpesi, yahut kümesi
    Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-i beşer,
    Kaynıyor kum gibi... mahşer mi, hakikat mahşer.Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında
    Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
    Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
    Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...Hani, taunada züldür bu rezil istila!
    Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
    Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkiyle sefil,
    Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
    Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
    Sonra mel' undaki tahribe müvekkel esbab,
    Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.Öteden saikalar parçalıyor afakı;
    Beriden zelzeleler kaldırıyor a' makı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin:
    Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
    Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
    Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.
    Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
    O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-i beşer...
    Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
    Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
    Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
    Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.Top tüfekten daha sık, gülle yağanmermiler..
    Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
    Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal' a mı göğsündeki kat kat iman?
    Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
    Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.Sarılır, indirilir mevk-i müstahkemler,
    Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer; Bu göğüslerse Huda' nin ebedi serhaddi;
    'O benim sun'-u bediim, onu çiğnetme! ' dedi.
    Asım’ın nesli.diyordum ya.nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek
    Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
    O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
    Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
    Ey, bu topraklar için toprağa düsmüs, asker! Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid' i
    Bedr' in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
    Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? '
    Gömelim gel seni tarihe! 'desem, sığmazsın.
    Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap..Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
    'Bu, taşındır' diyerek Kabe' yi diksem başına;
    Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
    Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle, Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
    Ebr-i nisani açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyya' yı uzatsam oradan;
    Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
    Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
    Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
    Tüllenen mağbiri, akşamları, sarsam yarana.Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
    Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini; Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin' i,
    Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran..Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
    O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrami adin
    Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın...Heyhat! ..
    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
    Ey sehid oğlu sehid, isteme benden makber, Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

    Mehmed Akif Ersoy

  • çanakkale

    18.03.2003 - 12:29

    www.canakkale.org/

  • çanakkale türküsü

    18.03.2003 - 12:14

    Çanakkale içinde vurdular beni
    Ölmeden mezara koydular beni
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
    Al kan olmuş suları bir tas içilmez
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Anne ben gidiyorum düşmana karşı
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Anneler babalar ümidi kesti
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale'den çıktım yan basa basa
    Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde sıra söğütler
    Altında yatıyor aslan yiğitler
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale'den çıktım başım selamet
    Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet
    Of gençliğim eyvah

  • necip fazıl kısakürek

    15.03.2003 - 18:26

    www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/necip_fazil_kisakurek.html

  • aşık veysel

    15.03.2003 - 18:22

    ayrıca tıklayınız senlik benlik nedir bırak şiiri.
    senlik-benlik

  • aşure günü

    15.03.2003 - 18:17

    ek bilgi: www.kuranikerim.com/islam_ansiklopedisi/A/asura.htm

  • atom

    15.03.2003 - 18:08

    www.geocities.com/rk1iz/eskiyunan.htm

  • atom

    15.03.2003 - 18:07

    www.icikler.s5.com/whats_new.html

  • hiroşima ve nagazaki

    15.03.2003 - 18:05

    (resimler - www.tagesschau.de/aktuell/meldungen/0,2044, OID989544,00.html - sağ üst köşede)

    6 Ağustos 1945’te atılan ilk Amerikan atom bombası Japonya’nın liman şehri Hiroşima’yı haritadan silmiş,100 kişinin de ölümüne neden olmuştu. Üç gün sonra da Nagazaki üzerinde patlatılan ilk plütonyum bombası yine çok sayıda kişinin ölümüne ve maddi hasara yol açmıştı.
    6 Ağustos 1945 dünya tarihine adeta kazınmış bir gün. Atom çağını açan tarih. Onyıllarca sürecek silahlanma yarışının ve Soğuk Savaş'ın ilk perdesi.

    Nazi Almanyası 1945 mayısında teslim olmuştu. Avrupa tamamen harap vaziyetteydi. Pasifik Savaşı ise bir türlü bitmek bilmiyordu. Pearl Harbor kabusunu atlatan ABD Kraliyet Japonyası’nın işgal ettiği adaları bir bir geri alıyordu. Ama yoğun hava saldırıları bile Japon adalarının mücadele hırsını kıramamıştı.

    İlk atom bombasını geliştirme yarışında Sovyetler Birliği’ni yenen ABD,1945 Temmuzu’nda atom ve plütonyum bombası geliştirdi. Almanya teslim olmakla bu bombadan kurtulmuştu. Bu harika silah Japonları teslim olmaya zorlayacaktı.

    Hiroşima yok oldu

    Hiroşima önemli bir liman şehriydi. Hava saldırılarına hedef olmayan Hiroşima 300 binlik nüfusuyla da ideal bir deneme yeriydi.

    B-29 tipi bir Amerikan bombardıman uçağı 6 Ağustos 1945’te mahalli saatle 8.15’te ölümcül yükünü Hiroşima’ya bıraktı. ‘Little Boy’ adlı 4,5 tonluk uranyum bombası 500 metre yükseklikte patlatığı anda bu şirin Japon şehri cehenneme döndü. Birkaç saniye içinde kilometrelerce karelik bir alanda hayat söndü, taş taş üstünde kalmadı. Yüksek ısı yaklaşık 100 bin kişiyi anında kavurdu, yok etti.

    Sadece bedeni asfalta kazınan bomba kurbanlarının izleri görülebiliyordu. Patlama yüzünden ölenlerin sayısı 1950 yılında 200 bine yükselmişti. 'Little Boy' askeri bakımdan başarılı olmuştu. Elona Gay’in pilotu ‘hedefin göz kararıyla ve çok etkili bir şekilde bombalandığını’ söylerken, yardımcı pilot bu korkunç manzara karşısında, ‘Aman Allah’ım, biz ne yaptık’ demekten kendini alamıyordu.

    Ve Nagazaki

    Üç gün sonra sıra Fat Man adlı ilk plütonyum bombasının düşman üzerinde denenmesine sıra gelmişti. Fukuoka’da hava kapalı olduğu için alternatif hedef olan Nagazaki’de karar kılındı. Şehir haritadan silindi,250 bin kişiden 75 bini patlama anında öldü. Bir o kadarı da bombanın uzun vadeli etkileri yüzünden can verecekti.57 önce patlatılan atom bombaları yüzünden azap içinde yaşayan Japonlar’a rastlamak hala mümkün.

    İkinci patlamanın hemen ardından Sovyetler Birliği’nin de savaş ilan etmesi Japonya’yı dize getirdi. İmparator halkı dayanılması mümkün olmayan sonuca katlanmaya çağırıyordu. İkinci Dünya Savaşı sona ermişti ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

    Atom bombası ve Nagasaki’den geriye kalan...

    Fumiko Miura

    9 Ağustos yaklaşıyor ve ben; 57 yıl önce Nagasaki’ye atom bombası atılmasını hatırlıyorum. O tarihte 16 yaşında bir öğrenciydim. Şimdi 73 yaşındayım ve şu an bile imdat çığlıklarını duyabiliyorum. Bir plutonyum bombası 74 bin insanı öldürmüş,75 binini ağır yaralamıştı. Bu bomba,21 bin ton patlayıcının gücüne sahipti ve atıldığı alanın sıcaklığı, bir anda 3-4 bin derecelere yükselmişti. Patlamanın dört kilometre yakınında bulunan neredeyse herkes yanmış, ölmüş, en azından yaralanmıştı.

    Kimse beklemiyordu

    Nagasaki’nin 240 bin nüfuslu halkı saldırıya hazırlıksız yakalanmıştı. O gün erkenden hava saldırısı alarmının çalındığını duymuştum, fakat birkaç saat sonra alarm sustu. Tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, fakat sanırım saat sekizden önceydi. Kavurucu bir sıcak vardı, şafağın sökmesiyle ağustos böcekleri ötmeye başlamıştı. Sığınakta, bizi yanıklara ve yaralanmalara karşı koruyacağını düşündüğümüz koruma başlıklarımız ve uzun kollu ceketlerimizin içinde terden patlıyorduk.

    Bu yüzden hava saldırı alarmının iptal edilmesiyle rahatlamıştık ve koruma başlıklarımızı çıkartıp işimize geri döndük.1944’te, devletin emriyle, orta ve yüksekokul öğrencileri silah fabrikalarında ya da ordu ile ilgili alanlarda çalışıyorlardı. Her yaştan ve her cinsiyetten insan, çalışıp kıymetli yaşamlarını “kahramanca”, “kutsal” bir savaşa “kurban” ediyorlardı.

    Patlama... rüzgâr... yıkıntılar...

    Saat 11 civarında; bir B-29’un iki katlı ordu karargâhının üstünde uçtuğunu duyar gibi oldum. Eğer her şey yolunda ise, neden bir Amerikan saldırı uçağının tepemizde uçtuğunu merak ettim. Uçağa ateş açılmamıştı. Biz günlük kıyafetlerimizin içinde çalışıyorduk ve camlar ve kapılar sonuna kadar açıktı, çünkü iki katlı karargâhımızda nemli, boğucu bir sıcak vardı.

    O dakikada ışıktan binlerce kez kuvvetli bir patlama beni çarptı. Neredeyse gözlerimi kör ettiğini hissettim. Koltuğumdan sıçradım ve camları, kapıları, tavanı ve duvarları yerle bir eden çok büyük bir rüzgâr çarparak tüm binayı salladı. Yere düşüp bilincimi kaybetmeden önce merdivenlere koşmaya çalıştığımı anımsıyorum. Çok sıcak bir patlamaydı, cam kırıkları ve yıkıntılardan parçalar ortalığa saçılmıştı. Ben tam merkezdeki yakıcı sıcaklığı hissetmedim, her şeyin ve herkesin bir anda eridiği o sıcaklığı. Sonradan, sıcaklığın merkezden uzaklaştıkça azaldığını öğrendim. Ben merkezden 2 bin 800 metre uzaklıktaydım.

    Bir kentin sonu

    Kendime geldiğimde, akşam saatleriydi. Karargâhın avlusunda uzanıyordum. Hâlâ oraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Üzerimde sayısız cam, tahta ve beton parçası vardı, her iki kolumdan da kan kaybediyordum. Bütüm vücudum ağrıyordu. Kısa kollu mavi bluzum ve pantalonum parça parça olmuştu ve kan içindeydi. Ama kendimi sakin hissediyordum. Saatime baktım, kırılmıştı. Moloz yığınları arasına oturup güneşin batışını izledim. Bunun Nagasaki’nin ve Japonya’nın sonu olduğunu düşündüm. Ailemin hayatta olması için dua ettim. Bana yıllarca kamikazenin (kutsal rüzgârın) bir gün Japonya’yı kurtarmak için eseceği, kesin bir zafer getireceği öğretilmişti, fakat ABD uçağına saldıracak kutsal bir rüzgâr yoktu...

    İlk hedef Kokura’ydı

    Talihli imişim ki, kurtuldum. Fakat günlük yaşamım, ölüm ve korkunun sektesine uğradı. Yaşadığım için kendimi hep suçlu hissettim.

    Sonraları bu ikinci bombanın asıl hedefinin, kuzey Kyushu’da bulunan ülkenin en büyük endüstri şehri Kokura olduğunu öğrendim. Gemi yapımı merkezi olan Nagasaki ise ikinci hedefti.9 Ağustos sabahı, savaş uçağı Kokura üstünde uçmaya başladığında bulutlar şehrin üzerine yığılmış ve yakıtı azalan uçak Nagasaki’ye yönelmiş. Nagasaki’ye ulaştığında görüş netliği zayıfmış. Bu nedenle 3300 metre kuzey batıya yönelmiş ve bulutta bombanın geçebileceği kadar geniş bir delik bulduğu anda bombayı atmış. Saat 11: 02’de patladı. Birçok insan, enkazın altında kapana kısıldı, patlamadan kurtulan birkaç kişi ise, sonradan çıkan yangında öldü. Kömürleşmiş bedenler, kızıl harabelerin arasına yığıldı...

    Atom bombası hastalığı

    Bomba hakkında hükümet tarafından bir açıklama yapılmamıştı; bir hafta boyunca onun atom bombası olduğunu bile bilmeden yaşadık. Bombanın atıldığı gün, Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya savaş ilan ettiğini öğrendik. Bizi hâlâ müttefiklere karşı savaşmaya zorlayan hükümet beni çileden çıkarıyordu. Yaralanmıştık, gerekli tedavi yapılmıyordu, yiyeceğimiz, giyeceğimiz yoktu. Yine de hükümet, sloganını bağırmaya devam ediyordu. “Ichioku gyokusai! ” (100 milyon insan onurlu ölümü karşılamalıydı, Asla teslim olma!) Japon hükümeti kimin için vardı, merak ediyorum.

    Kısa süre sonra, hayatta kalanlar garip bir hastalığa yakalandı. Kusma, iştah kaybı, ishal, yüksek ateş, halsizlik, vücutlarının birçok bölgesinde mor halkalar, ağız, dişeti ve gırtlakta kanama, saç dökülmesi, ve akyuvarların azalması. Biz buna “atom bombası hastalığı” dedik; hafif yaralanmış görünen kişiler, çok kısa bir süre içinde veya aylar sonra, öldüler...

    Onyıllar sonra bile, defalarca kanser ameliyatı oldum. Yine de henüz yıkılmadım. Nagasaki’de acımasızca öldürülen insanlar ve kendim için, daha çok yaşamak istiyorum. Bedenim bir gün ölebilir ama ruhumun yenilmez olacağına inanıyorum. Umarım gelecekte insanlık nükleer silahlardan kaçınacak kadar akıllı davranır.

    Kaynak: The Guardian Gazetesi
    6 Ağustos 2002

  • atom bombası

    15.03.2003 - 17:45

    Hiroşima
    Hiroşima
    Hiroşima
    Hiroşima'da
    Nagazaki
    Nagazaki
    Nagazaki
    Nagazaki'de

    Yıl 1945.
    Tam 250,000
    Tam 250,000 kisi,
    Topyekün
    Topyekün imha...

    Kongre'nin kararı
    Kongre'nin kararı.
    Enola Gay uçak adı
    Enola Gay uçak adı.
    Paul Tibbets pilottu
    Paul Tibbets pilottu.
    Şişman Adam'dı biri
    Diğeri Küçük Çocuktu.
    Bombaların adı buydu
    Bombaların adı buydu.

    Tam 250,000
    Tam 250,000 kisi,
    Topyekün
    Topyekün imha...

    Bulutsuzluk Özlemi

  • einstein ve atom bombası

    15.03.2003 - 17:38

    ...
    Evet. Einstein ve Atom Bombası... Çok az buluşun insanlık üzerindeki etkisi; Einstein'in, daha sonra bize barışçıl nükleer enerjinin kapısını açtığı gibi atom bombası ile hidrojen bombasının kapılarını da açan Özel Görelilik Kuramınınki kadar büyük olmuştur.

    Bu, atom bombasının doğuşunun öyküsüdür. İşin tamamlanması, Einstein'in 1905'te Berne parklarında dolaşırken kuramın ilk ışıklarını görmesinden 1945'teki New Mexico şafağını paramparça eden patlamaya dek 40 yılı bulmuştur. Özel Görelilik Kuramının bir çok yönü vardır, fakat bizi burada ilgilendiren Einstein'in, Güneşin çekirdeğinde bulunabilecek kadar yüksek ısılarda maddenin nasıl enerjiye dönüşeceğini gösteren ünlü E=mc² denklemidir. Burada, denklemde geçen c saniyede 186.282 mil (yaklaşık 300.000 km) gibi inanılmaz bir hız olan ışığı göstermektedir. Dolayısıyla, çok küçük miktardaki bir maddenin (Uranyumun ya da Plütonyumun) dev miktarda bir enerji açığa çıkaracağı görülecektir.1905'te Einstein'in kendisi bile, insanlığın bunu patlatabileceğine hiç inanmıyordu, ama bu, atom enerjisinin ilkesidir.

    Einstein'in en çok okunan biyografi yazarı Peter Michaelmore,1905'te, kuramlarını patronunun kendisine bakmadığı zamanlarda küçük kağıt parçaları üzerinde geliştiren hayalperest bir bilim adamının İsviçre Patent Bürosunda memur olarak çalıştığı Berne'deki havayı çok iyi yakalar;

    Einstein'in 'Annalen de Physik'teki yazısı Berne'deki akademisyenlerin dikkatini çekmişti ama genç bir patent memurunun sözlerini böyle ciddi konularda mutlak doğrular olarak kabul etmek için daha hazır değillerdi. Çalışma sonrası kahvehane tartışmalarında bütün ötekilere karşı Einstein tek başınaydı. Özellikle onun E=mc² biçimindeki basit önermesi üzerinde tartışırlardı.

    'Sen bir yığın kömürde bütün Prusya süvarilerinde olduğundan daha fazla beygir gücü olduğunu söylüyorsun' diyerek kızgınlıklarını belli ederlerdi. 'Madem öyle, bu neden şimdiye dek gözlerden kaçtı? '

    'İnanılmayacak denli zengin bir insan' diye karşılık verirdi Einstein, 'tek kuruş bile harcamaz ya da birine vermezse, hiç kimse onun nasıl zengin olduğunu, hatta hiç parası olup olmadığını bile söyleyemez. Bu konuda da durum aynı. Enerji hiç dışa verilmiyorsa, gözlemlenemez'.

    'Peki, bütün bu saklı enerjinin nasıl serbest kalacağını düşünüyorsun? '

    'Bu enerjinin elde edilebileceği konusunda en küçük bir belirti bile yok' derdi Einstein. 'Bu atomun istendiği zaman parçalanabileceği anlamına gelirdi. Bunun olanaklı olacağı konusunda hemen hiçbir işaret yok. Atom parçalanmasını, Radyum örneğinde olduğu gibi, yalnız doğada görüyoruz. Radyumun aktivitesi atomun durmadan devam eden patlamalı bozulmasına dayanır.'

    Diğerleri enerji denklemini radyum deneylerinden nasıl geliştirdiğini öğrenmek istiyordu. Einstein yıllardır bir laboratuvarda bulunmadığını söyleyerek onları dehşete düşürüyordu.

    'Öyleyse, senin Görelelik Kuramın bütünüyle bir kurgu' diyorlardı. 'Snin kafanda kurduğun bir şey. İyi fizikçi, buluşlarını, yeni yeni deneylerle sonuçlarını denetleyerek yapar. Tek yol budur.'

    'Bunlar boş sözler' derdi 26 yaşındaki devlet memuru Einstein. 'Fizik gelişmekte olan mantıksal bir düşünce dizgesidir. Onun gelişmesi özgürce yapılan buluşlara bağlıdır.'

    Ancak, ardından da Görecelik Kuramının tam anlamıyla kabul edilmeden önce insan tecrübesinin sınamasından geçmesi gerektiğini eklerdi. Gülümserdi. 'Haklı olduğum konusunda en küçük bir kuşkum bile yok.'

    Atomdan, insanın dizgin altına alabileceği bir güç üretebileceği konusundaki kuşkuları uzun sürmedi.1920'ler ile 1930'larda atomla ilgili buluşlarda muazzam bir gelişme oldu. Maddenin içinde hapsolmuş enerjinin açığa çıkması için çok büyük sıcaklıklara gerek olmadığı hemen keşfedildi. Bu, atomları başka atomlarla bombardıman ederek de yapılabilirdi. Lord Rutherford, atomların merkezdeki ağır bir nüvenin, yani çekirdeğin etrafını kuşatan elektronlardan oluşan gevşek bir yapısı olduğunu ortaya koyarak, atom kuramının temellerini atmıştı.1919'da hidrojen atomunu ayırmayı başarıp 1932'de Sir James Chadwick atomları nötron parçacıklarıyla bombardıman ederek bu gelişmeyi daha da ileri götürdü.1938'e gelene dek Otto Hahn ile Lise Meitner nükleer parçalanmanın ya da 'yarılmanın' bütün ilkelerini bulmuştu - ne var ki bu,1942'de Enrica Fermi Chicago'da bir duvar tenisi sahasında ilk sürekli parçalanma tepkimesini elde edene dek yapılamadı.

    Fakat bütün bu gelişmeler olurken Hitler'İn gücü de giderek artan bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Atom bombası yapmanın olanaklı olduğunu bilen (bir çoğu Nazi Almanya'sından kaçmış) atom fiziği uzmanları, Almanların bu bombayı herkesten önce yapıp büyük bir olasılıkla da kullanmalarından korkmaya başladılar. Savaş başladığı sırada, artık bir Amerikan yurttaşı olan Einstein, gazetecilerden kaçmak için Dr. Moore takma adıyla yarı emeklilik yaşamı sürmekteydi. Meslektaşları özgür ulusların Almanlardan önce bombayı yapması gerektiğini biliyorlardı. Ama yine biliyorlardı ki, bir tek Einstein Amerikan yönetimini gerekli çalışmalara başlama konusunda ikna edecek saygınlığı vardı. İkisi Einstein'ı ziyaret etmek için yola çıktı. Dr. Moore adında birini aradıkları için tabii ki bulamadılar. Fakat yoldan geçen 7 yaşlarında bir çocuğa profesör Einstein'ı tanıyıp tanımadığını sorunca çocuk 'Elbette tanıyorum' dedi. Böylece işler yoluna girdi ve iki Macar mülteci fizikçi Eugene Wigner ile Leo Slizard sonunda II. Dünya Savaşı başlamadan iki ay önce bir öğleden sonra Einstein ile buluşup onu başkan Roosvelt'e, Nazii'lerin atom bombası yapma yolunda attıkları olası adımları yakalamak için hemen harekete geçilmesi gerektiğini dikkat çeken bir mektup yazması konusunda ikna ettiler. Nitekim mektup yazıldı ve başkana verildi. Başkan Roosvelt ilk başta ikna olmadı. Danışman Sachs her türlü yolu denedi fakat bir türlü başarılı olamadı. En sonunda Sachs içinde Einstein'ın mektubunda yer aldığı evrak destesini önüne attı ve 'gereği yapılsın' dedi.

    Bu, Manhattan Projesi adı verilecek iki milyar dolarlık atom bombası yapma projesinin başlangıcı oldu.

    Manhattan Projesi 1943'te kararlı bir biçimde başladı. J. Robert Oppenheimer'ın denetiminde çalışan düzinelerce atom fizikçisi,16 Temmuz 1945'te New Mexico Alamadordo'da şafaktan hemen önce patlatılacak bombayı yapmak için çalışmaya başladı.

    Lancig Lamant 'The Day of Trinity' adlı kitabında dünyayı ebediyen değiştiren patlamayı şöyle anlatır:
    'Alev alev yanan bir jetin içinde yukarı doğru fırlayan iğne başı büyüklüğünde parlak bir ışık karanlığı deldi, ardından korkunç bir beyaz ışık çölü ağarttı. Saatler 05: 24: 45'i gösteriyordu.'

    O gözleri karanlık eden anda, Oppenheimer'in aklından kutsal Hindu destanı Bhagavad-Gıta'dan bölümler geçti:
    Bin güneşin ışığı
    Doldursaydı bir anda bütün göğü,
    O Görkemli'nin ihtişamına benzerdi tıpkı...
    Dünyaları yıkan
    Azrail'im artık ben.
    O çan biçimli alevin bir saniyeden daha az bir süre boyunca verdiği ışığın şiddeti yer yüzünde o ana kadar elde edilmiş her hangi bir ışığın şiddetinden daha büyüktü. Başka gezegenlerden de görülmüş olabilirdi. Merkezindeki sıcaklık güneşin çekirdeğindeki sıcaklığın dört katı, yüzeyindeki sıcaklığın ise on katından fazlaydı. Altındaki toprağı göçerten basınç 100 milyar atmosferin üzerindeydi. Yaydığı radyasyon dünyadaki bütün radyumun verdiği radyasyonun bir milyon katına eşitti.

    Evet, atom bombası böyle ihtişamlı bir şekilde patlatıldı.

    Sonuç olarak; Nazi'ler, bilim adamlarının korktuklarının tersine, asla bombayı yapma aşamasına gelemediler. Savaşın sonucunu etkilemesinin çok zaman alacağına inanan Hitler, projeye başlangıçta duyduğu ilgiyi yitirdi. Hitler'de Alman atom fizikçilerini, ya devlete ihanet ettiklerinden kuşkulandığı ya da onların üzerinde çalışmalarını istediği için tutuklama alışkanlığıyla projeyi etkili bir biçimde baltaladı.

    Alamagorda' daki patlamadan bir ay sonra, yüz bin insanı öldürüp İkinci Dünya Savaşının sonunu getiren iki Amerikan atom bombası Japon kentlerine atıldı. Nükleer silahların neler yapabileceğini gösteren bu korkunç örnekten beri dünyanın güvenli bir yer olduğu tartışılır oldu kibir daha atom bombasını yapabilecek kapasiteyle sahip bir bilim adamının dünyaya gelmesi olanaksız gibi bir şey.

    Daha sonra Jacob Bronowski'nin işaret ettiği gibi, bu olanlardan sonra 'Bilimin Nagazaki'nin kalıntılarından duyacağı şey utançtan başka bir şey değildir'
    ...
    Yazan: Rabia ÖZKAYA
    Kaynak: www.ada.com.tr

  • atom bombası

    15.03.2003 - 17:08

    Bir atom bombasında ana tema fizyon reaksiyonunun çok kısa bir sürede gerçekleştirilmesidir. Atom bombasında biri doğal diğeri yapay olmak üzere iki tür malzeme kullanılır. Bunlardan doğal olanı uranyum (235U) , yapay olanı ise plutonyumdur (239Pu) .

    Atom bombasının yapımında en önemli problemlerden biri kullanılacak olan bu malzemelerin eldesidir.235U tabiatta 238U ile birlikte çok az miktarda bulunur. Bombada kullanılacak olan 235U’in çok saf olması gerekir, bu yüzden 238U’dan ayrılmalıdır.239Pu ise tabiatta bulunmaz, nükleer reaktörlerde 238U’dan elde edilir.

    Fizyonun başlamasını sağlayacak ilk nötronlar Ra–Be gibi bir nötron kaynağından elde edilir. Fizyon olayında bir atomun parçalanmasından 2 ya da 3 tane nötron açığa çıkar. Eğer, ortam şartları elverişli ise parçalanma sonucu oluşan nötronların da, başka atomları parçalamaları ile fizyon reaksiyonu zincirleme olarak devam eder. Zincir reaksiyonunun kendiliğinden ilerlemesi için gerekli şart ise açığa çıkan nötronların kaybolmadan yeni parçalanmaları sağlamasıdır. Nötronların kaybolması; ya ortamda bulunan safsızlıklar (238U gibi) tarafından soğurulması ile ya da çeşitli çarpışmalar sonucunda nükleer patlayıcı içinden çıkıp gitmesi ile olur. Dolayısıyla, atom bombası yapımında dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan bir diğeri nötron kayıplarını en aza indirmektir.

    Bir nötronun bir atom çekirdeğine çarpması her zaman fizyon ile sonuçlanmaz. Bazen çekirdek nötronu yuttuğu halde bölünmeyebilir. Bazen ise nötron çekirdek tarafından yansıtılabilir. Bu çarpışmalar sonucunda ortamda dolaşan nötron bir miktar enerjisini kaybederek yavaşlar ve fizyon yapma gücü artar. Önemli olan bu nötronun nükleer patlayıcı içinden kaçmadan fizyon yapıncaya kadar dolaşmasıdır. Bunun için ise kullanılan patlayıcı maddenin bu dolaşmaya elverişli büyüklükte olması gerekir. İçerisinde başlatılan fizyon reaksiyonun kendi kendine sürebileceği minimum nükleer patlayıcı kütlesine kritik kütle denir.

    Netice itibariyle, atom bombası merkezde uranyum veya plutonyumdan oluşan bir öze sahiptir. Nükleer patlamanın olabilmesi için ise bu özün kritik kütleden büyük olması gerekir. Ancak, kritik kütlenin üzerindeki maddenin kendiliğinden patlama ihtimali vardır. Bu yüzden patlayıcı madde özü, bombaya çeşitli parçalar halinde yerleştirilir. Bomba ateşleneceği zaman bu parçalar bir araya gelip bir küre oluşturmalıdır. Bu parçaların küre şeklinde birleşmelerini sağlamak için ise trinitrotoluen (TNT, dinamit) kullanılır. Önce TNT patlatılır. Bu patlama sonucunda nükleer kütle bir araya gelir ve asıl patlama gerçekleşir.

    Atom bombası ile ilgili ilk çalışmalar Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 1942 yılının sonlarında başlamıştır. New Mexico eyaletinin Los Alamos adlı bölgesinde bir “beyin takımı” ile başlayan çalışmalar yaklaşık 3 yıl sonra ürününü verdi. Atom bombasının ilk denemesi 16 Temmuz 1945 günü Meksika sınırına yakın bir çölde (Alamogordo) gerçekleştirildi. Patlamanın şiddeti beklenenden çok fazla olmuştu. Yaklaşık 20.000 ton TNT’nin patlamasına eşit bir etki görüldü. Elde edilen bu başarı üzerine atom bombasının Japonya’nın iki önemli şehrinde kullanılması kararlaştırıldı.

    6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom bombası “Enola Gay” isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. Saniyenin onbinde biri kadar kısa bir sürede gerçekleşen patlamanın ilk etkisi gözleri kör eden bir ışıktı. Ardından gelen 300.000 °C’lik ısı etkisi ise yaklaşık 3 km çapındaki her şeyin yanmasını sağladı. Daha sonra ise patlamanın etkisiyle başlayan ve saatte 1800 km ile esen alev rüzgarı çevredeki her yükseltiyi dümdüz etti. Ama asıl kalıcı etkiyi patlamadan bir kaç dakika sonra başlayan bir yağmur gerçekleştirdi. Yağmur ile tüm radyoaktif serpinti bölgeye inmiş oldu. Saniyelerle ölçülebilecek bir zaman dilimi içerisinde Hiroşimayı yok eden bu korkunç bombanın bilançosu yaklaşık 80.000 ölü ve 100.000 yaralı olarak belirlenmiştir.

    9 Ağustos 1945 günü ise ikinci atom bombası Nagazakiye atıldı. Bu şehirdeki insanların daha önceden uyarılması buradaki ölümlerin daha az olmasını sağladı. Ancak, her iki şehirde de radyasyondan kaynaklanan ölümler 15 Ağustos 1945’ten sonra görülmeye başlandı. Gönüllü olarak kurtarma çalışmalarına katılan veya akraba ve dostlarını harabeler içinde arayan bir çok insan farkında olmadan yüksek miktarda radyasyon almışlardı. Radyasyondan kaynaklanan ölümler, bombanın patladığı anda meydana gelen şok, ısı ve yıkım etkisiyle gerçekleşen ölümlerden kat kat fazla olmuştur. Bu sonuç; atom bombasının insanlık için ne denli tehlikeli bir silah olduğunu ortaya koymuştur.

    Kaynak: Kimya 1, Sürat yayınları, Altın seri, Necdet Çelik, Ali Rıza Erdem, Ayhan Nazlı, Varol Gürler, Hulusi Patlı, Hasan Karabürk,1997, İstanbul

  • çıkar dengeleri

    14.03.2003 - 19:12

    Lütfen Okuyunuz: abd ıraka petrol için saldırıyor sizce, Irak Savaşı, Üçüncü Dünya Savaşı, Gulf War(s)

  • çıkar dengeleri

    14.03.2003 - 18:50

    BEN OLSAM BEN DE SAVAS ISTERIM! ! ! - Ugur IPEKÇI

    Sizlere bir iyilik yapayim. Içinde Irak, Saddam, Özgürlük, Demokrasi, ABD, Kürt, Silah, Petrol, Insan Haklari sözcükleri geçen bir haber görürseniz, lütfen asagida yazacagim makaleyi hatirlayiniz.

    ABD'de Irak'a müdahaleyi kimler istiyor, yani Amerikanin Sahinleri kim biliyor musunuz?

    Ben bu Sahinlerin Beyaz Saray'a girmeden önce ne is yaptiklarini yazayim, siz de Irak'a müdahelenin 'insani' sebebilerini bulun.

    Basliyorum.

    Bir numarali Sahin; ABD Baskan yardimcisi DICK CHENEY.

    Biliyorsunuz, basta Afganistan'dan olmak üzere Beyaz Saray'in önemli kararlarinin alinmasinda hep Cheney'in rolü var.

    Cheney Beyaz Saray'a yabanci bir isim degil. Eski ABD Baskanlarindan Nixon ve Ford döneminde de Beyaz Saray'da görev yapti. Baba Bush döneminde Savunma Bakanligi görevindre bulundu.1991 yilindaki Körfez Savasi'nda yine Sahin rolündeydi.

    Simdi gelelim en kritik noktaya, Baba Bush Beyaz Saray'dan ayrildiktan sonra Cheney ne yapti?

    1995-2000 yillari arasinda yani bes yil, dünyanin en büyük petrol sirketlerinden biri olan HALLYBURTON sirketinin yönetim kurulu baskanligini yürüttü.

    Size bu sirketin 'icraatlarindan' birini yazayim da kafaniz biraz daha açilsin; Cheney'in sirketi Hallburton'in yan kuruluslari Kellog ve Brown, bugün Taliban esirlerinin bulundugu Guantanamo'daki ABD üssünün insaat ihalesini almisti.Ne tesadüftür ki Kabil'deki ABD üssünü de bu sirketler insa etti! ! !

    Size bu sirketle ilgili bir özel haber daha vereyim; hani biliyoruzki ABD Irak'a ambargo uyguluyor. Peki 1991'de Irak'a savas açan ve bugün yine bu ülkeyi vurmak gerektigini hemen hergün tekrarlayan Cheney'in sirketini 1995-2000 yillari arasinda Irak'a mal sattigini söylersem ne düsünürsünüz.

    Amerika'daki bazi basin kuruluslari Cheney'in Irak'a mal sattigini ortaya çikardiginda Cheney ne yapti biliyor musunuz; Haberi dogruladi ve dedi ki, 'Bu ticaretin hacmi çok küçüktür, önemsenmemesi gerekir.' Cheney'in küçümsedigi rakam 73 milyon dolardi!

    Peki Cheney'in esi Lynn Cheney'in ne is yaptigini biliyor musunuz?

    Yazayim;

    ABD'nin en büyük silah sirketlerinden TRW NYN'nin yönetim kurulu üyesi!

    Gelelim iki numarali Sahin'e; DONALD RUMSFELD

    Beyaz Saray'daki görevi: Savunma Bakani.

    Irak'a müdahaleyi kafasina koymus ve 'nuh diyor peygamber demiyor.'

    1998 yilinda baskan Clinton'a mektup yazip hemen Irak'a müdahale edin diyen ekibin içinde yer aldi.

    Baskan Nixon döneminde de Savunma Bakanligi yapti.

    Krizlerin bakani. Amerikan toplumunu hep korkutuyor.

    Dün düsman Sovyetler Birligi'ni 'Seytan Imparatorlugu' diye adlandirmisti. Bugün benzer sözleri Saddam için sarfediyor.1998 yilinda hazirladigi bir raporda 'Ser Üçgeni' dedigi K.Kore, Iran ve Irak'in Amerikan istihbaratin haberi bile olmadan ABD'ye füze saldirisi yapabilecegini yazdi. Buna karsilik önerdigi ise hemen füze savunma sistemini kurmakti.

    Güzel. Peki bu Rumsfeld kardes siyaset disinda kaldigi günlerde ne yapti dersiniz..

    Gylead Scyence adli teknoloji üreten bir ABD devi sirketin yönetim kurulu baskarnligini yapti. Füze savunma sistemini kurmak için siki bir teknolojik donanim gerikiyor biliyorsunuz.

    Rumsfeld ayrica Allstate, Gulfstream Aerospace, Kellog gibi enerji sirketlerinin yönetim kurullarinda da yer aldi.

    Savunma bakani 'gözükara' Rumsfeld'i Bush ailesi çok seviyor. Nasil sevmesin, milyar dolarlik bir silah ihalesini Baba Bush'un bir dönem görev yaptigi Carlyle Group adli sirkete verdi

    Silah sirketleri de Savunma Bakanini çok seviyorlar, öyle seviyorlar ki bir de ona ödül verdiler.Ödülün adi tuhaf; 'Alevin Koruyucusu'!

    Teknoloji, Petrol/Enerji, Silah...

    Dua edin iyi ki turizmle ilgilenmiyorlar, o zaman halimiz harapti. Hemen bize de demokrasi, özgürlük, insan haklari getiriverirlerdi vallahi.

    Sahinlere devam edelim.

    Üç numarali Sahin: CONDYLEEZA RYCE - Ulusal Güvenlik Danismani.

    O'nun hayati bence çok trajik.15 yasinda Amerikanin dahi çocugu olarak tanindi. Dahiligi savas sanati yüzünden degil piyano çalmasindan kaynaklaniyordu.

    Ama o piyano yerine savasi tercih etti. Hep Beyaz Saray'da çalismanin hayalini kurdu ve sonunda amacina ulasti.

    Sovyetler Birligi uzmani olarak sivrildi. Baba Bush döneminde Pentagon'da görev yapti.

    Bir ara kendini özel sektöre atti. Amerikanin en büyük petrol sirketi CHEVRON'da yönetim kurulu üyeligi yapti. Alti kitada petrol kuyusu bulunan Chevron, bugünün ulusal güvenlik danismani Ryce o kadar basarili bulmustu ki adini 130 tonluk bir petrol tankerine vermisti!

    Yasasin Petrol Kardesligi!

    Yazi uzadi. Size bir iki küçük Sahin adi daha vereyim:

    Hazine Bakani Paul O'Neill, siyasetten önce Uzay ve Havacilik sanayiinde önemli bir yeri olan ALCAO adli sirketin yönetim kurulu üyeligini yapti.

    Ticaret Bakani Donald Evens da bir dönem TOM BROWNeadli petrol arama sirketinin patronlugunu yapti.

    Amerika basini bosuna Ogul Bush'un kabinesine 'Petrol Kabinesi' demiyor! ! ! 1

    Simdi basa dönüp bir kez daha tekrarlayalim. Ne yapacagiz, içinde Amerika, Irak, Petrol, Silah, Enerji, Kürt, Özgürlük, Demokrasi, Insan haklari sözcükler geçen bir haber okudugumuz da bu makaleyi hatirlayacagiz.

    Ugur IPEKÇI

  • üçüncü dünya savaşı

    14.03.2003 - 18:36

    3. Dünya Savaşı - Paraların Savaşı ($ x €)

    50 yıldan bu yana dünya piyasalarında referans döviz birimi olarak ABD Dolar'ıdır ($) . Bu herkesin bildiği bir gerçek. Bu amerikan doları sadece bir yerde başlıyor, Federal Reserve, USA. ki burasını özel sektör (yahudi bankacılardan oluşan bir konsorsyum) tarafından temsil ediyor. Evet. Öyleyse Fransa, Almanya veya herhagi bir Ülke 50 milyon Dolar'lık bir şey satın almak istediğinde bu parayı elde etmek için bir bedel vermek zorunda (çalışmalı) Öte yandan ABD aynı şeyi satın almak istediginde, sadece matbaayı bir mesayi çalıştırıp o parayı çıkartır. ABD bunu son 50 yılda her ihtiyacı olduğu zaman yaptı, hazinesinde 'altın' karşılığı olmadan sık sık matbaayı çalıştırıp dünyayı ABD para birimiyle boğdu!

    Bunun sonucunda, ABD ekonomisini şu anda 2500 milyar dolar civarinda bütçe açığı (budgetary deficit) ile karşı karşıya ve bu açık gittikçe ve hızla büymektedir. Bu Bush'un ekonomistlerinın yaptığı hesapla, gelecek 3 yılda bu açık 3500 milyar dolara yaklaşacak. Bu GDP'nin (Gross Domestic Product- Gayri Safi Milli Hasıla'nın) %50'si olacakmış. ABD para birimi dünyanın dövizi kaldığı sürece bu bir sorun olmaz. Onlar istedikleri zaman para basıp borçlarını kapatabilirler. Dünyanın diğer ülkelerine göre Amerika veresiye yaşıyor.

    Sorun şimdi başlıyor: Irak OPEC (petrol ihracatçilar ülkeler birliği) üyesi olup kendi petrollerini Euro (€) referans alınarak satmayı kararlaştıran İLK ÜLKE.6 kasım 2000 yılından itibaren, (cesur bir karardı, o zaman Euro-Dolar paritesi 0,8 idi ki o zamanlar Irak çok zarar etti, şimdi büyük karlar elde ediyor zira Dolar Euro'nun gerisine düştü.)

    Bu Saddam'ın en büyük hatasıydı ve Amerika tarafindan asla affedilemez bir hata. OPEC'e üye diğer iki ülke (İran ve Suriye) dahi Euro ya geçme hazırlığında ve bunu diğer üyeler de takip etmek niyetinde. Venezüela dahi (dünya petrol rezervlerinin %7 sini barındırıyor) para rezervlerini Euro-Dolar karışımı şeklinde değistirdi. Rusların Merkez bankası da rezervlerinin yarısını değiştirdi Euro'ya. Çin de aynı şeyi yaptı. Bunun sonucunda dünya piyasalarında anormal bir dolar fazlalığı ve Euro talebi oluştu. Bunları, herkezin bildiği Dolar'ın Euro karşısında değer kaybetmesinin başlıca nedenleri sayabiliriz. Bu amerikan ekonomisi için resmen bir çöküs demek. Euro dünyanın dövizi olacaksa dolar müthiş bir değer kaybına uğraycak. ABD keyfince (karşılığı olmadan) Dolar basamayacak, bütün dünya ülkeleri dolarlardan kurtulmaya bakacak yerine Euro'yu koyabilmek üzere, OPEC'ten petrol satılalabilmek için, tüm büyük yatırımcılar ABD pazarından çekilip Avrupa pazarına yönelecekler. Aslında ABD'nin Asya ülkeleriyle yaptıığı politik anlaşmalarla Dolar suni şekilde değerini korumaya çalışıyor. Şöyle ki ABD pazarının hemen
    hemen tüm ihtiyaçlarını bu ülkeler tarafından karşılanıyor. Amerika bu ülkelere üretmeleri için borç veriyor. Onlar ürünlerini ABD satıp borçlarını ödüyor. Bu şekilde bir kısır döngü oluşup para akışıyla böylece gücünü koruyor. Asya Dolar'dan vazgeçip Euro'ya geçerse ABD ekonomisi çöker. Zira onların da petrole ihtiyaçları var. OPEC'ten petrol alabilmek için onlarda Euro'ya geçme eğiliminde. Sonuçta Bush bir 'kara liste' hazırlayıp, buna Euro ile petrol satmak isteyen ve rezervlerini Euro'ya çeviren tüm ülkeleri dahil etti. Amerika zamanla bu ülkelerde (Irak, İran, Siria, Venezuela, v.b.) huzursuzluk yaratıp, oradaki yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirene kadar mücadele edecek. Aslında Savaşın nedeni de budur. Ortada çok büyük bir 'pasta' var (dünya ekonomisi) Amerika kazanmak zorunda, yoksa dünyada süpergücünü EU'ya kaptırabilir. Fransa ve Almanya'nın aslında karşı gelmelerinin nedeni de bu. Bildiğiniz gibi ABD'nin yanında yer alan Inglitere Euro'ya geçmedi. Saddam bahane.Savaş kısa olmayacak gibi. Bu sadece baslangıç...

    Kaynak: Mufit A.

  • inanmak

    14.03.2003 - 17:13

    Hikayenin orjinalini bulamadım, aklımda kaldığını anlatacağım. Eğer bir hata da bulunmuşsam lütfen mesajla heber verin.

    Bir gün yaşlı bir bayan çarşıya gider. Alış verişini yaparken, ileresinde insanlar heyecanlı bir şekilde bir zatın etrafında toplanmaya başlarlar. Tezgahlar boşaldığından alışverişine devam edemez. Merak edip kalabalığa doğru giden tezgahtarlardan birine sorar ne olduğunu.
    Tezgahtar şaşırmış bir şekilde ''Nasıl bilmessiniz teyze, o zat 71 delil ile Allah'ın varlığını ispatlamış ünlü alim İmam Gazali'dir''.
    Kadında alışverişi bölündüğünden, sinirli bir şekilde: '' Yahu benim Allah'a inanmak için delile ihtiyacım mı var da buraya alışverişe geliyorum.' der.
    Bunu duyan İmam Gazali etrafında ki kalabalığa dönerek: '' İşte bu hanım gibi inanın ama benim gibi de araştırın.'' buyurur.

  • kız kaleleri

    13.03.2003 - 19:51

    Çok derin bir çalışma. Daha önce bir terimde açıkça tebrik etmemiştim ama konu hakkında aktaracak başka bir şey kalmadığından bize de kala kala maşallah demek kalır :)

    Tebrik ederim...

    Bu arada nette de Rize'deki Pazar Kız Kaleleri'nden de bahsediliyor.

Toplam 2591 mesaj bulundu