Uyandırmak İçin Seni Şiiri - Yorumlar

Ayten Mutlu
49

ŞİİR


113

TAKİPÇİ

uyandırmak için seni
ayışığı sonatından geceyi çaldım
ıssız bir şehre gittim hiç gitmediğin
sessizliğe bilmediğin şiirler fısıldadım

rüzgârların dindiği kıyılarda
öykünü dinledim ıslak kumlardan

Tamamını Oku
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan 08.02.2022 - 21:19

    kutlarım. sevgi kokuyor her satırı

    Cevap Yaz
  • Nazif Ünsal
    Nazif Ünsal 08.02.2022 - 16:44

    Kutlarım

    Cevap Yaz
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin 08.02.2022 - 09:46

    Kul, sonsuzluğu öncelikle kendi avuçlarıyla çağırıp istemeli. Bunu da sadece alemlerin Rabbi olan Allah'tan istemeli ki bununda şartı, onun emirlerine harfiyen uyup, yasaklarından da istisnasız kaçınmaktır. Yoksa dualarımıza istediğimiz manada bir cevap alamayız.

    Hayırlı, meşru, fıtri, makul ve baki muhabbetler ve de hayırlı sınavlar dilerim Ayten hanım.

    Cevap Yaz
  • Kılıç Ali
    Kılıç Ali 08.02.2022 - 09:07

    ''unuttum ne varsa unutmadığın''
    Bu dize tam tersi yazılsa daha güzel di!

    Tebrikler idare eder.

    Cevap Yaz
  • Naki Aydoğan
    Naki Aydoğan 08.02.2022 - 08:44

    Uyandırmak için beni getirdin, sen

    Cevap Yaz
  • Gökay Yaşar Üzümcü
    Gökay Yaşar Üzümcü 08.02.2022 - 04:48

    Şiirde anlam fedakarlık, anaçlık, arzu ve kabullenişin ortasında başlar ve son bulur sanıyorum fakat her bir anlamı ayrı ayrı yükleyip şiire, birer kere diğerleri yokmuş gibi okunduğunda da şiir oldukça anlamlı. Neyin daha baskın olduğunu anlamak için geliştirdiğim bu yöntemde bazen 'kabulleniş' dışarıda kalıyor ancak ve ancak şiiri ederiyle parçalamak için belirli kimselerden oluşan bir topluluk ve belki bir kaç hafta ve bir repörtaj gerekir. Tebrik ederim Ayten Hanım, sandığınızdan daha da uzun yaşayınız.

    Cevap Yaz
  • Necla Küçükhurman
    Necla Küçükhurman 10.08.2020 - 00:47

    Okumaktan haz aldım kutladım

    Cevap Yaz
  • Yavuz Girgin
    Yavuz Girgin 15.01.2013 - 15:36

    Eksikliği Fazla Bir Harf

    o sen miydin, karanlığa örtülen
    kapının eşiğinde, ufalanan renklerin, saf kokuların
    kayıp geleceklerin saklanmış güneşinde
    dalgaları susmuş bir kıyının iç çekişinde
    şarkısını arayan o erkenci güz?

    senin miydi, solan mavilerin som çeliğinde
    akışkan kumlarında gizli titreşimlerin
    uzun koridorlu bir neşter saatinde
    sessizlikteki sesi bekleyen o yüz?
    (soğuk bir anın en soğuk demirinden
    parçalanmış heykelleri onaracak
    ustanın ellerinden
    yere düşmüş bir keski
    gibi kederi eğen o yüz?)

    balçığın hilesinde, duvarların sahte yapraklarında
    gerçeğin söylediği bir yalan gibi mağrur
    ve sakin, şiddetli bir yokluk gibi
    sırla ayna arasına sıkışmış o an
    (senin miydi, boşluğunda donmuş bir çığlığın
    erken biten zamandan
    emanet bir çocukluk acısı gibi kalan?)

    senin miydi, sımsıkı kilitli kapının eşiğinde
    çağrısız bir lütuf gibi üryan
    bekleyen geçim an’ı,
    (o yalnız an, döner ya ayna birdenbire içine
    ve bakar sonsuzca bir an, o sarı iskelede
    ilk kez görürmüş gibi
    kendi yaşamadığı kendi hikâyesine)

    sen miydin, sırça bir çocukluğun alnında
    işleyen o testere, yoksa ben mi kireçtaşı damarlarında
    yerin
    söndürülmüş ateşin uçuşan tüyleriyle
    beni bölen bilmediğim harflere?
    yanlış bir uykuya sızan dili gerçeğin
    (ah, işte hayat, o sebepsiz çiçek yatağı)
    yanmış gözyaşlarının, bereketli hasadın
    ellerime uzanan bir elin sesi dökülmüş dili
    karanlığa örtülen kapının eşiğinde
    gölgeye inanmayan kandilin söylediği
    (parçalanmış heykelleri onaracak ustanın
    kitaplarda kurutulan harflerin
    ansızın ölüm olan babamın dili)

    babam ki, bir kıyıdan ötekine
    hiçbir zaman varamayan eski ve güzel
    bir köprünün çağın mitralyözüyle
    yıkılan ayakları gibiydi
    (şimendifer saatleri kurdu hep
    atalardan çalarak eskimiş zamanları
    haram yemez, ipek gömlek giyerdi
    ve oynak bir su gibiydi çiftetelli sazların
    sıçrayan tellerinde, acılı bir ömrün sevinçleriyle
    onarmayı bildi de birbirinden uzaklaşan çağları
    onarmayı bilemedi kendini)

    belki de eksikliği fazla bir harfti babam
    işaretleri çoktan unutulan bir dilin
    hayatın belleğinden yavaş yavaş silinen alfabesinde
    emanet bir at üstünde yaşadı hayatını
    emanet bir ata binip gitti görünmeyene
    (kurumuş bahçelerden toplardı sabahın çiylerini
    akşamın zilleriyle yağmurun çamlarını süslerdi
    kendisinin olmayan kadınları sevdi hep
    imana geldi dedi annem son nefesinde)

    şimdi burda, karanlığa açılan kapının eşiğinde
    o eksik harfi soruyorum alfabelere
    onarmak için içimdeki yıkılmış köprüleri
    yazmak için masalını köklerin, aşıboyalarında
    ve yıldız çitlerinde kanayan
    günübirlik bir ömre
    yarıda kesilen bir çiftetelli hüznüyle
    yırtarak içimdeki şarkıyı
    soruyorum babama;
    “her şey ölümde birikir demiştin bana
    ve hayat yaşansın diye vardır sadece
    dinle ağustos böceklerini
    ve sıcak bir el gibi alnında gezen
    hayatın seslerini, ve unutma, dokunduğu yüzlerde
    yumuşak bir kili yoğurur insan
    ellerindeki toprak
    ancak böyle dönüşebilir güle”
    (işte mevsim toprak ve gül, alnımda ipek/ten el
    gibi hayat, ne varsa yok, ne yoksa var
    içimdeki görünmeyen gecede
    susmak nedir bilmeden ötüyor hâlâ
    upuzun bir denizin görünmez sahilinde
    seninle dinlediğim ağustosböcekleri)

    söyle şimdi, biriken ne, kökleri büyüten o karanlıkta?
    nerede hammaddeyi güle çeviren simya
    nereye, nereye koysam başımı
    kayıyor bir yıldız daha
    yakarak ağzının denizinde kanayan
    ölümsüzlük vaadini
    gidiyorsun, duvara çizilmiş bir pencereden
    kapısını örtmeyi unutmuş bir gezgine
    “yolun adını göçebe yazar“ diyor yasalar
    geri dönmeyişlerin alfabesine
    (ve babası ölen çocuklar hiç büyümez
    gözlerinde taşır sesinden düşen göğü
    sorular biriktirir yağmur yerine
    yağmayı ertelemiş sevgilerin renginde)

    gidiyorsun, içime çizilmiş bir labirenti
    geçerek sönmüş bir kandilin gölgesinde
    kapanırken bir yerde bir pencere
    açılıyor yokluğun kara kapısı
    (gözlerinden kopan o mavi ışık
    hayatı soruyor hâlâ ölüme)

    -AYTEN MUTLU-

    ..

    sormuyorum bu parantezler niye

    Cevap Yaz
  • İdris Akmetin
    İdris Akmetin 15.04.2009 - 09:35

    uyandırmak için seni
    ayışığı sonatından geceyi çaldım
    ıssız bir şehre gittim hiç gitmediğin
    sessizliğe bilmediğin şiirler fısıldadım

    rüzgârların dindiği kıyılarda
    öykünü dinledim ıslak kumlardan
    deniz uyuyordu ayak ucunda
    aramızda tüy gibi uçarken zaman

    -
    Kendinize has şiirleriniz var Ayten hanım. Hepside hoş ve anlamlı. Kaleminiz dain olsun

    Cevap Yaz
  • Mehmet Yusuflar
    Mehmet Yusuflar 15.04.2009 - 08:18

    Güzel şiirler. can uyarıcı mısralar.
    Mehmet YUSUFLAR

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 11 tane yorum bulunmakta