Sis koyu ve sonsuz, çünkü unutmalıyım
denizin tuzlu dalgalarının beni fırlattığı yeri.
Vardığım ülkenin ilkbaharı yok:
yalnızca beni bir anne olarak saklayan uzun gecesi.
Uluyor yel evimin çevresinde ve hıçkırıyor.
Bir cam gibi kırıyor çığlığımı.
Ve beyaz ovaların sonsuz ufukları boyunca
görüyorum görkemli ve acılı günbatımının ölümünü.
Kimi çağırabilir ki buraya düşmüş kadın,
yalnızca ölüler O'ndan daha çok yol gidebilirse?
Kendileriyle sevdiklerinin kolları arasından
sessiz ve katı bir denizin yükselişini yalnızca ölüler görür.
Limanda beyaz yelkenleri parıldayan gemiler
geliyorlar kimselerin bilmediği ülkelerden;
açık-gözlü tayfaları bilmiyorlar ırmaklarımı
ve geliyorlar denizlerimin ışığını görmemiş solgun meyvalarla.
Ve boğazıma bir düğüm gibi takılan sorunun
yanından geçişini gördüm onların, yitip gittiğini, yenildiğini:
yabancı lisânlar konuşuyorlardı, yaşlı annemin
altın ülkelerde türkü söylediği canlı dili değil.
Toz gibiydi mezara düşen kar,
bir ölümlü gibi görüyorum sisin büyüyüşünü,
ve delirmemek için saymıyorum her bir saniyeyi,
çünkü uzun gece yeni başladı daha.
Görüyorum yenik ovaları ve topluyorum kederlerini,
çünkü yitik manzaraları görmeye geldim.
Kardır gördüğüm yüz pencerelerimden;
her zaman düşsün o beyaz ışık göklerden!
Her zaman üstüme kar, Tanrı'nın büyük bakışı gibi
Her daim beyaz portakal-çiçek evimin üstüne;
Her zaman, kaderin hiç yorulmaması ya da yok olmaması gibi
düşer gökten beni örtmek için, korkunç ve mükemmel.
Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy
Gabriela MistralKayıt Tarihi : 24.5.2003 01:39:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İsmail Aksoy çok emek vermiş Şiiri çevirirken belliki.
Lakin şiirlerin çevirisi, şiir olmaktan daha çok bir metin, bir nesir hissi veriyor. Elbette yabancı bir çok dillerde yazılmış şiirleri Türkçe konuşan bizlerin tanımasının, bilmesinin başka bir yolu da yok çevirmekten başka. Elbette dünya edebiyatını tanımak için bu da bir zaruret.
TÜM YORUMLAR (2)