Hatırlıyor musun
Lale bahçelerinde buluşurduk
Bir ağacın aynı dalına otururduk
Seni seviyorum
Gerisi laf kalabalığıydı bizim için
Seni seviyorum
Bazen soğuk rüzgarlar bile ferahlamanızı sağlamaz. Çünkü ateş sizin içinizde yanıyordur. Küçük umutlar teselli vermez. Çaresizlik zincirleri dolanır boynunuza. Tıpkı buna benzer bir durumla karşı karşıyaydılar. Soğuk ecel terleri döküyordu millet. Hamuru bağımsızlıkla yoğrulan bu millet, ayaklarına prangalar vurulmuş, kollarına paslı zincirler dolanmış bir haldeydi. Yoktu. İmandan ve şad olmuş şereflerinden başka hiçbir şeyleri yoktu. Ha, bir de bağımsızlıkları vardı. Ama onları bağımlı hale getirmek isteyenler çoktu. Bu millet, onurluydu, namusuna düşkündü, ta ilk çağlardan beri hiçbir milletin egemenliğine girmemişti. Hiçbir çılgın onlara zincir vuramazdı. Millet, varlığından taviz verebilirdi ama bağımsızlığından asla! Semada süzülüyordu al bayrak. Üzerinde dalgalandığı milleti gördükçe, daha umutlu bir şekilde kanat çırpıyordu. Semayı ebedi olarak mesken tutmuştu, asla yere inmezdi. Bu halk bağımsızlığını asla yitirmezdi. Korkma diyecekti istiklal şairi:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
İlk defa güçlük çekiyorum kalemimi oynatırken. İlk defa zorlanıyor kalemim, kağıda dansa kaldırmadan önce. Şu sımsıkı tuttuğum kalem varya öğretmenim, anımsatıyor bana bir eğitim neferinin amansız harplerini. Cehalete kalkan açmış nefere kelimelerle hitap etmek beni çok zorluyor öğretmenim. Beni çok zorluyor solmak üzere olan bir kardelenin hayat ışığına mektup yazmak. Defterinin her köşesine canım öğretmenim yazan o yavrucağın sevgisi dururken beni çok zorluyor içimdekileri anlatmak.
Koca bir gülistanda güneş misali parlıyor yüreğiniz. Siz çiçek ayrımı yapmazsınız öğretmenim. Kimi zaman güneşin bile unuttuğu, geçit vermez sarp dağlarla çevrili küçük bir köyde atar kalbiniz. Kışın ayazı diretirken insanı yaşamla ölüm arasında siz cahilliğin yüz tuttuğu bu dağ köyünde sobanın başında kardelenlerinizle açıyorsunuz küçük bir umutla. Cahilliğin hüküm sürdüğü başka bir yerde uçurumdan kurtarıyorsunuz kara duvak giydirilmek istenen körpe gelinleri. Siz alıyorsunuz çocuğun elindeki çoban sopasını. Ve yine siz bağlıyorsunuz o yavrucağı bir kurşun kalemle hayata. Lastik ayakkabılarıyla okula koşan çocuklara siz unutturuyorsunuz yokluğun verdiği acıyı sımsıkı sevginizle. Kimi zaman, hayatın dikenlerine takılmış çiçekler bitiyor yanınızda. Sizden öğreniyor ahlakı bu yontulmamış elmaslar. Sevginin paradan daha değerli olduğunu anlıyor çocuklar sevmeğe başladıklarında. Düşünüyorum da eğer siz olmasaydınız ne olurdu körpe fidanların hali, şu çınarlar yine meydan okuyabilir miydi zamana, çiçek açar mıydı ilkbaharda ağaçlar? Düşünüyorum da siz olmasaydınız yine meyve verir miydi genç nesiller? Eğer siz kendinizi feda edip de yanmasaydınız bir kandil misali, aydınlığa kavuşabilir miydi genç neferler cehaletin sardığı karanlık atlaslarda?
Söylemiştim ya öğretmenim, zorlanıyor gönül düşündüklerini ifade etmekte. Şimdi meyve verme yolunda ilerliyor bu karanlıktan kurtardığınız körpe fidan, yansıtıyor sizden aldığı ışığı körpe çiçeklere. Can suyu oluyor belki de geleceğin çınarlarına. Işığınızla büyüyen bu fidan varya öğretmenim, kapattı şimdi cehaleti kör zindanlara; umutla ilerliyor aydınlık bir hayat yolunda. Gül kokan ellerinizi öpüyorum sevgiyle, aydınlık yarınlarda görüşmek dileklerimle.
Belki coşar çiçeklerle mezarının üstü
Mezarına her çeşit kuşlar konar
Belki mehtap geceleyin selam yollar
Ama yok ki ölümün lüksü
Çeşit çeşit otlar biter toprak olmuş bedenden
Sana yalan söylemiştim
Seviyorum demiştim
Gözlerinin içine amansızca bakarak
Senin için ölürüm demiştim
Evet
Evet sana yalan söylemiştim
Siyah bulut kümesinin altında, bir yalnızlık şehrindeyim
Kurumuş otların arasından yeşil otlar görünmüyor bile
Sırtımı ahşaptan yapılmış küçük bir eve yasladım
Elimde bir çakıyla kurumuş ağaç dallarına kazıyorum ismini
Eskiden bakmaya doyamadığım dağları şimdi görmüyorum bile
Gözlerimin altı mosmor oldu ama hiç ağlamadım
Hey gidi Nevzat
Dostluğu öğrendim be sende
Dertlerle savaşmayı, yiğitliği öğrendim
Sana söylemiştim ilk sevdiğim kızı
Senle paylaşmıştım dilek tuttuğum yıldızı
Kuru bir simidi, bir bardak çift şekerli çayı
Nemli gözlerinle bakma öyle
Söyle
Nakış yapar işleriz aşk ipliğine
Üzülme
Göz yaşı eksik olmazmış sevenin günlüğünde
Ayazı unutmuş gibi yiğidim
Unutmuş gibi katleden gurbeti
Zamanı durdurmuş gibi mehmedim
Durdurmuş gibi fışkıran ateşi
Gelibolu önlerinde bekliyor
Ağırdan alıyor aşk bizi
Önce süzüyor, sonra çarpıyor yavaştan
Gözlerinde geziniyor bazen
Işıl ışıl parlarken, içine çekiyor birden
Sonra geziniyor bütün vücudunda
Kuşatıyor seni tepeden tırnağa
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!