Ulusalcılar Mişelango’nun ‘’Heykeli ben yapmıyorum heykel taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum’’ sözünden etkilenip ulusal bir devlet yapma sanatçısı olmak istiyorlar… Ama gerçek öyle değil. İnsanlar taş da değil, mermer de… İnsanların her biri duyguları ve düşünceleri olan, dünyayı ve kendini geliştirmeye çalışan canlı varlıklar…
Binlerce yıllık insanlık tarihinde sürekli dünyaya hakim olmak isteyen kavimler bulunmuş, nice imparatorluklar kurulup yıkılmış, bu yayılmacı politikalarla dünyanın bir ucundan diğer ucuna her renk, her ırk, her din ve her dilden insan göç etmiş ve arındırılması mümkün olmayan bir mozaik halinde yaşam modeli ortaya çıkmıştır… Yaşam ve ortak çıkarlar, bu insanların lahana gibi soğan gibi birbirine kat kat sarılarak, bir bütün olarak var olabileceklerini hayatın pratiğiyle öğrenmişler ve birbirinden ayrılamaz şekilde kaynaşmışlardır. Ancak egemen güçlerin çıkarları ve yönetme kolaylıkları, ucuz işgücü hesapları bu yaşam standardına ters düştüğü için, bu huzurlu ortamdan çıkarları olmayacağı olamayacağı için, bu birlikteliği zorla, provokasyonlarla parçalayıp, grupları, bireyleri birbirine düşman ederek, birbiriyle savaştırarak kendi soygunlarını gizleme marifetini göstermişlerdir. Bu kaos içinde ezilenler sömürenleri, ezenleri ve yönetenlerin oyunlarını görememekte ya da birleşip ortak çıkarlarını koruyamamaktadırlar. Bu oyunun baş aktörleri ise ırkçılar, ulusalcılar, militaristler, din tüccarlarıdır.
Birbiri ile iç içe yıllarca yaşamış, Çerkezler, Lazlar, Rumlar, Ermeniler, Ezidiler, Süryaniler, Araplar ve bunun gibi nice halklar ya asimilasyona uğratılmış, ya da soykırımlarla yok edilmiştir.
Ulusalcılık öyle bir şey ki, soğanı soyan gibi… Ulusalcılar soğanın cücüğüne ulaşmak isteyenler gibi, saf ırka ulaşmak için, en üsten başlayarak, kabuklarını soyarak atıyorlar. Ulus olarak hem sayısal çoğunluğa ulaşıp, diğer ulusları bu sayısal çoğunlukla alt edeceklerini savunurken, bir taraftan da atılan her katman ile küçültüyorlar. Cücük lezzetlidir ama, doyurmaya yetmiyor onu yiyen insanları… Atılan her katmandan sonra üşüme ve her üşümeden sonra büzülme, büzülme ile küçülme, her küçülmeden sonra o boşluğu dolduracak ve üşümeye karşı korunacak kürk diğer ülkelerden ithal edilmeye başlanıyor. Diğer ülkelerin derilerinden kendilerine kürk çıkarmaya çalışıyorlar. Ne komşularımız rahat edebiliyor ne de ulusalcılar ne de aynı ülkede yaşayan diğer insanlar. Kendilerini ararken daha çok yabancılaşıyorlar kendilerine. Evrim yasalarının uygun koşullarında var olanları söküp doğal ortamlarından atıyorlar, atmaya çalışıyorlar. Farklı ortamlara mahkum ederek yaşama haklarını alıyorlar ellerinden. Bu da kahramanlık olarak yazılıyor deftere…
‘’Aşk imkansıza ulaşmak’’ ise, ulusalcılar tam bir ‘’ulusal aşık’’. Sanalda aşık olanlar, aşık olduklarıyla birleşince uzun sürmüyor birlik, hayallerle gerçeklerin çakışmadığını görüyoruz, umutlar yıkılıyor, oklu bıçaklı oluyorlar. Hayalde canlandırdığımızdan daha ideal ne olabilir ki? Sizin isteğiniz, tasarladığınız mükemmel o… Gerçek sizden her zaman yarınızı ister. Gerçeklere kavuşmak için fedakarlık gerekir. Doğallık hiçbir zaman homojen değildir. İçinde çokluğu, çeşitliliği barındırır. Çok uluslu devletler kendi aralarında anlaşıp dünyayı ve yıldızları keşfederken, diğer taraftan da ‘’aşık’’ları ellerine geçirirler. ‘Aşık’ların körlüğü kör olmayanlara güç katar. Onlar yoğurdun kaymağını yerken ‘’aşık’’lara da elek üstünü bırakırlar. Zengin sofralarının etrafında dolaşan kediler gibi, önlerine atılacak bir parça için mırıldanır dururlar etraflarında… Kendi zaaflerının zayıflıklarının kompleksini dengeleyebilmek için ‘’Amerika’yı Müslümanlar keşfetti ‘’ diyecek kadar kendilerinden geçerler…
Yüzyıllar boyu, hem, her ayak bastığı topraklarda tecavüzcülüğü ile övünürler, hem de saf ırkını ayak bastığı yerde arar… Nefes alamayan insanın, yürümesini beklemek gibi… O saflıkla, saf bir ulus devlet aranır…
Ezilen için fark eden nedir? Hangi egemen başa geçerse, yönetimi ele alırsa alsın ezilen sömürülen için değişen ne var? Nerede olursa olsun, ezilenler yönetilenler için bir araya gelip kendi çıkarlarını, özgürlüklerini elde edemedikten sonra değişen ne var? Hem ‘’Nerede doyarsam orası vatanımdır’’ diyeceksin, hem de hiçbir zaman görmediğin, tanımadığın topraklar için asker olup öleceksin.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,