13 Mart günü İzmir Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür ve sanat merkezinde, Fırından yeni çıkan kitabını Uluç Gürkan İlk bize tanıttı…
Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’a kitaplardan bir kısmını bize hediye olarak dağıttığı için teşekkürler…
Uluç Gürkan 12 yıllık parlomento, 23 yıllık gazetecilik ve Ayrıca AGİK Parlamenter Asamblesi ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde Başkan Yardımcısı TBMM’de Meclis Başkanvekilliği gibi engin deneyimlerinden sonra…
Bütün bu deneyimlere sahip birine sıradan birinin eleştirisi etkili olmaz elbette… Buna rağmen ben diyeceğim ki, bu kadar tecrübe Uluç Gürkan’ın sıradanlığına çizgi atmamış… Ama hatiplik konusunda ustalaşmış, zamanı iyi kullanmayı öğrenmiş…
Gürkan, bütün bu deneyimlerini, sıradan insanları karşı,, egemen güçlerin lehine kullanmak için kendini yenilemeye harcamış… Eksiklerini bu yönde gidermeye çalışmış…
Ermeni meselesinde ‘’Soykırım’’ iddiasını çürütmek için, ’’ üç ayak’’ üzerine kurduğu savunmayı anlattı.
Kitabının tamamını okuyamadığım için; bu üç ayaktan sadece biri üzerinde duracağım. Bu üç ayak iç adaletimizde de bizi doğrudan ve çok etkilediği için eleştirmek zorunluluğunu hissettim…
Diğer bölümlerini bu konuyla daha fazla iç içe olanlar ilgilenebilir…
1 Ayak; Kitabından aynen alıyorum. Kitap tanımında anlatırken, ‘’Ben mi yanlış anlıyorum? ’’ diye inanamadığım için, kitaptan okumadan bir şey soramamıştım. Zaten zamanı o kadar iyi kullandı ki soru sorabilen, daha doğrusu tebrik eden birkaç kişi dışında kimseye zaman kalmamıştı.
18. sayfadan: … bir soykırım tartışmasını yürütürken hukuksal, tarihsel zeminin üstünü kapatmak ve soykırım suçunun failini hukuken ‘’gerçek kişiler’’ de değil, bir topluluk, halk, ulus ya da devlette aramaya kalkışmak, ‘’soykırım suçlaması’’ adı altında o topluluğa yönelebilecek en ağır suçlardan biri olan ‘’nefret söylemi’’ suçunu işlemeye davetiye çıkarmaktır. Soykırım tartışmasında kişileri yani somut bireyleri değil, devletleri ya da halkları – dolaylı ya da doğrudan- fail olarak göstermek, en az soykırım suçu kadar yaralayıcı ve toplumlar arasındaki diyolog bağını koparabilecek bir girişimdir…
(soykırım suçu işlemekten, soykırımcılar kadar suçlu olduğumuzu da Uluç Gürkan vasıtası ile öğrenmiş bulunuyoruz.)
Üzerinde duracağımız yalnızca bu paragraftır. Yani Uluç Gürkan’ın savunmasındaki üç ayaktan biri…
‘’Devlet, halk,, ulus’’ değil de ‘’gerçek kişiler’’i suçlayalım… Bunu anlamak için kendimize yakın örnekleri kullanalım.
1982 Anayasasını onaylayan ’’ gerçek kişiler’’ yani sandık başında oy kullananlar, 1982 anayasasının failleri… Ya anayasayı demokratik sayacağız, ya da oy kullananları suçlayacağız… Ya da sandık başında nöbet tutan korkulukları, askerleri suçlayacağız… Ama onları kullanan ellere laf yok… Onlar ya devleti, ya ulusu, ya da halkı temsilen oradalar…
Başka bir örnek; Maden ocaklarındaki grizo patlamalarından dolayı, devleti, ulusu veya halkı temsil eden kurumlar değil, ‘’gerçek kişi’’ kazmayı vuran kazmacılar suçlu. Nihayetinde Zonguldak’ta ve çok yerde, mahkemeler kazmacıları suçlu buldular ve kurumlar aklandı…
Roboski katliamında devlet suçlu değil, suçu bombayı atan pilotta, pilot da yüksekten bir şey görmediğine göre, uçağı görüp kaçmayan ve ölenlerde…
Doğudaki ölenlerden ve kayıplardan devlet suçlu değil… Tetikçilerde, devleti yönetenler onlar için de ‘’İyi çocuk’’ dediği için aklanmış oluyor… o tetikçiye silahı verenin ve yönlendirenin suçu yok…
İdamlarda, mesela Erdal Eren’in idamında devletin suçu yok, ipi Erdalın boynuna geçiren cellat suçlu…
Paragraftan çıkan sonuç bu…
İşlerine gelen yerde ‘’asker halkız’’ her yere koşturma mecburiyetimiz var. ‘’Söz konusu devlet olunca her yol mübah’’ ama işlerine gelince bu mekanizmayı yok sayacağız… Bütün sorumluluğu birey olarak yükleneceğiz…
Bir de soruna sınıfsal açıdan bakalım ve Uluç Gürkan kime ne söylemek istiyor…
‘’Devlet, halk,, ulus’’ değil de ‘’gerçek kişiler’’i suçlayalım…
Nihayetinde bu gün bütün devletler uluslar arası sömürü çarkının bir parçası… askerler ve halk ise sömürülen kesimden zorla sömürü çarkına hizmet eden, ettirilen köleler… Hangi devlete baksak suçluluk bakımından birbirinden ak sayılmaz… Hepsinin felsefesi doğal selesyona bağlı olarak sosyal selesyonu savunur, kimi açık kimi gizli olarak… Yani güçlünün kanunu geçerli…
Uluç Gürkan ‘’kilidin açılması, soykırım iddialarının aşılmasına bağlı’’ diyor.
Giden gitmiş kalan sağlar bizimdir…
Böyle olunca uluslar arası sömürü sisteminin elebaşlarına seslenmeyi öğrenen Uluç Gürkan da, egemen çarka bırakın sıradan insanları, bunu fazla irdelemek bu çarkı çürütür, hepimizin buna benzer suçları mevcut, devlet olup da cinayet işlemeyen yoktur, gelin bu işi bir uzlaşmayla çözelim… demek istiyor. Bunu sıradan insanlar anlamasın diye de, ulus, devlet ve halkı aynı kefeye oturtuyor…
Devletin halk üstünde bir baskı aracı olduğu gerçeği böylece gizlenince….
Derin düşünmeyenler veya çok derin düşünenler, halktan olan bir vatandaşın bu cinayetlerde ne payı var diye Uluç Gürkan’ı haklı göreceklerdir…
Çağımızın ‘’usta’’ları, ustalıklarını bu laf kıvırmalarında gösteriyorlar…
Ayrıca Uluç Gürkan (belki de farkında olmadan) çağımızın aydınlarını suçlayarak, (bizimkiler de dahil) diye sitemli bir edayla, ‘’…kendi kendilerini ‘’aydın’’ olarak tanımlayan dar bir çevrede de olsa, ‘’Ermeni hafıza kayıtlarının kopyalanması işlemi bütün hızıyla sürdürülüyor…’’ diyor (sf.21)
Yani ‘’Türkün Türkten başka dostu yoktur! ’’ mantığı ile Türk olup da ‘’Soykırımı’’ destekleyenlerin tavrına şaşırıyor…
Devlet meselesinin bir ‘’dava meselesi’’ olduğu ve bu mantığa göre cephede ‘’davadan döneni vurun’’ diyen bir anlayışa göre, şimdi ne oldu da birden bire suçlu o ‘’Ermeni tehcirinden ve ölümlerinden’’ bu askerler suçlu oluverdi?
Biz şaşırmıyoruz, Türk olup ta, diğer bütün ulusların egemen güçlerine ülke topraklarını ve ülke çıkarlarını pazarlayanlara… İşin sınıfsal karakterinin bilmenin (veya bilmemenin) kötü yanı olsa gerek…
Özet olarak Uluç Gürkan’dan öğrendiğimiz; ‘’Fiil ile devlet’’ arasında herhangi bir bağlantı noktası aramamak… Ermeniler bunu yapıyormuş…
Toplumsal icraatları ‘’fiilleri’’ yürütmesi için devlet olunur, kurulur ama, icraatlardan sorumlu tutamayız… ‘’sonsuz yetkilere sahip ama hiçbir sorumluluğu olmayan yalnızca tanrıdır.’’ Uluç Gürkan da böylece devleti tanrılaştırmış oluyor…
Kayıt Tarihi : 17.3.2012 19:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!