Nazeyne, eski bir sahil kasabasında tanımıştı Yilmi’yi.Ve, o günden sonra tüyünden yapılı kolyesi gibi taşımıştı ismini koynunda. O duysun diye, köpüren dalgalara söylemişti en güzel şarkılarını. Hüznünü denizin terine, yüzünü İnanna’nın tenine akıtmıştı.*
Yilmi’ninse, başını denizden çıkarttikça söylediği, kocaman cümleleri vardı. Ve inadına kısık gözleri. Öyle ki, gecenin kâbusunu, gündüzün düşünde seçebilirdi. O da sevmişti Nazeyne’yi kendince. Gökyüzünde taklalar atarak süzülüşünü, denizine yaklaşıp gülüşünü, her rüzgârda yeniden üzülüşünü sevmişti. Köpüklü dalgalara söylediği ezgiler, dolmuştu kulağına zamanla.
Cinsiyeti önemsiz, bedeni silik çizip; ruhları tarifsiz örten bir sevda başladı aralarında.Yeniden tanımlandı aşkın dokusu. Fermanlardan konuşuldu aşka engel, ve dermanlardan; “an”a çengel atmaya sebep. Belli ki; binbir kılıkta, binbir sınavdan geçecekti yolculuk.
Yilmi, sularda dans etmeyi seviyordu; Nazeyne, bulutları teyellemeyi. Yilmi bezirgân başı olunca, Nazeyne “Aç kapıyı” diyordu. Tat yeniydi, heyecan neşeli. Ne var ki; yeni de olsa her beden, genlerden örülüyordu. Mayasına, çağlar sinmiş eşler, eski gülüşler, terk edip gidişlerin tortusu karıştı her geçen gün. Güneşin, dolunayın hikâyeleri; dağların, ağaçların ninnileri aktı heybeye usulca. Sessizliğin sezgisinde yol üstüne yol almaların sevdasına, önceki kavşaklarda tıkanıp kalmışlıkların yorgunluğu eklendi. Yol sarpa sarınca eridi kalkanları. Başka sesler, başka kuşlar girdi sahneye.
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
'Aşka ilişkin bir şiirsel öykünün tregedya arasında bir replik biçiminde söylenilişi bu' diye aklımdan geçti.
Nazeyne ile Yilmi'nin aşkı. Denizler ile göklerin. Göklerde uçan ile denizde süzülenlerin.
Nereden bulursun Nazeyne ile Yilmi isimlerini? Bu şiirsi öykünün prozodisiyle harika biçimde bağdaşan. Nazeyne ve Yirmi. Demek dudaklar açılmadan söylenilen ince harfler balıklara yakışmaktadır. Kanatlarını açarak gökyüzünde yüzen kuşlara da iki dudağın birbirinden uzaklaştığı harfler.
Denizdeki aşkı duysun diye köpüren dalgalara söylemiş şarkılarını gökyüzündeki. Sulara pike yaparak. Aşkının karşılğını görünce gökyüzünde taklalar atarak.
Aşka engel fermanlar,
Aşka çare dermanlar,
Başka sular, başka kuşlar
Ve İLK GÜNDE KEFENİ DİKİLMİŞ AŞKLAR. YARINI HAKETMEYEN. Sanki uzun bir öykünün özeti.
Aşkın habersiz sınırını anlatan cümle müthiş.
Var'ların yok edilişi de.
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık.
Diyen şairin sesi kulaklarımızda okumaya başlıyoruz şiirsel öyküyü..
Aşk, sadece aşktı oysa. Demiş Aynur Özbek Uluç
Net bir dille, şiirsel olmayan bir dillr bunu Octavio Paz nasıl açımlamıştı.
Aşk, kendi kişiliğimizi tanıma ve bunu yaparken de ondan kurtulup varlığımızı bir başka kişide gerçekleştirme yönünde bizi zorlayan ikili içgüdülerimizin en açık seçik örneğidir. Bu ikili içgüdülerimiz, ölüm ve yeniden yaratma, yalnızlık ve birlikteliktir. Ama aşktan başka şeyler de var. Her insanın yaşamında hem ayrılma hem de birleşme, hem çatışma hem de uzlaşma sayılabilecek dönemler vardır. Bu dönemlerden her biri bir yalnızlıktan kurtulma çabasıdır ki onun hemen ardından kişi kendini çok yabancı bir ortamda bulur.
Davetsizdi. İtaatsizdi. Var olduğu kadarıyla vardı hep. Yok yanını var etmek, âşıklara kalırdı. Onlarsa; bunu bilerek “var”ını “yok” etmeyi seçtiler aşkın. diye sürdürmüş sözlerini Aynur Özbek Uluç ..
Söz burada ''Onlar'' derken Nazeyne ve Yilmi ile sınırlı diye düşünmeli miyiz acaba??
Aşk, ancak dışına çıkılınca hakkında konuşulabilir diye bir söz okumuştum..
Ama bu yazı öyle bir ''ufukta'' yazılmış ki yazarın bir ayağı aşka basarken diğeri ile akla ve konuşulabilirlik düzlemine basıyor..
'ilk günden kefeni dikilmiş aşklar hak etmiyordu yarını'
Tam üç kez okudum. Kendime göre her satırında ayrı hülyalar buldum. Ufuktaki çizginin ne kadarı denize ne kadarı gökyüzüne aittir bilemez insan.
Sevgilerle,
Metin KÖSE
insan değiller onlar ?
bin kurgu geldi aklıma , bin öykü , bin ışık yılı içerde bir coşku ....
toparlayamadım bir türlü ... yine geleceğim demek ki bu mechûle
Aşk sadece aşktı oysa. Reglin beyaz pantolona çıkmış kırmızı lekesi kadar habersizdi sınırlardan. Davetsizdi. İtaatsizdi. Var olduğu kadarıyla vardı o hep. Yok yanını var etmek aşıklara kalırdı. Onlarsa bunu bilerek varını yok etmeyi seçtiler aşkın.
okurken satırlarınızı düşünceler nasıl da hücum etti keliminize sağlık
saygılar
fidan
Aşklar,masal ya da hayal kahramanlarının eylemi olarak mı kaldı çağımızda?Bu doğru olmasa da, aşklarla masallar arasında gerçekten fark var mı, düşünmek lazım...Gerçek aşkı yaşayanlar, masal kahramanı gibidirler... Onlara göre, herşey olağgandışıdır... Ayakları hep havadadır, ne zamanki ayakları yere değmiştir,aşkın altına iki çizgi çizildiği görülmüştür...Bunu her aşık bilir,ama sonradan... Ve buna bile bile razıdır...Belki bir düştür, hiç uyanılmak istenmeyen...Ne yazık ki hep uyanılan...Ama bugünü yaşadığını hissettiren,dünü ve yarını hiç hesap etmeden...
Bu kadarı bile yetmez mi?
Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta