“ne yazdıysam buzda”
…
atar damarından kesilmiş bilek resimleri işlerdik
kapı eşiğinden dönen umutların oyasına
ölmeyi bile süslerdik
sessiz merasimsiz gidişleri sevmezdik
kavuşmaların film atikti alt yazıları da
okumasını bile beceremezdik
geçer giderdi zaman
zaman alt yazılar gibi eskirdi
gönül platolarımızda ne çok filmler çevrilirdi
kapalı gişe gözyaşı hikayeleri derdik
beklemelerimize alışkın gidenlere
sarhoş karanlıklarda anlatırdık
gözyaşı ıslaklığına bulaşırdı çarşaflar
tenlerimiz soğuk mevsim köşelerinde büzülürdü
yüreğimiz cehennem ateşlerinde kavrulurdu
biriken keşkeler olurdu
topunu bozdursan beş para etmezdi
gölgelerimizin geçtiği yerlerde ağladıklarımız gibi
hep faydasız pişmanlıklar büyürdü,
büyütürdük
ne işe yaracağını bile bilmeden
sonuçsuz çözümlere sığınır
kurtuluşumuza
darağaçları kurardık hep
çocukken oyunlarda çizerek öğrendiğimiz
büyürken hayatımıza etiketlediğimiz
kolaycı olurduk
zor sevdalarımıza
ve ancak buza yazardık
su olurdu
su olurduk
sen bakma
ölümün adını ağzımdan düşürmediğime
öyle kolay değil
vazgeçmek
yardan serden
darağaçları kurmak benim işim değil
ölmek belki
karanfil kokusunu düşlerken seninle
bir vakit habersizce ya da
son sözümde birisine hain derken kahpece
ya da bir pusuda bir ağaç gibi devrilirken
ama kendiliğimden olmayacak
sen bakma ölümü çok yazdığıma
seni ölümden çok seviyorum
memleketimi
oğlumu çok
dostlarımı
hasretliğimi
bir yerde içime işlemiş
ölüm gibi
yoksulluğumu seviyorum inadımı besleyen
çerçevelerimi hayatımın
özgürlüğüme sınırlar çizen
yüreğim kocaman yapan böylece
kafa tutmalarım ölmek için değil elbette
devrimlerden bahsedip dünyanın bir yerinde
gözleri bağlı dikilmek duvar dibine yanımdakilerle
olur mu öyle şey ölmek işim değil
çocukları ölümden çok seviyorum
gülmelerini gökyüzünde uçurtmalar görünce
ve koşmalarını arabaları geçecekmişçesine
duvarlarımı seviyorum sırtımı dayadığım
bana düşler kurduran mahkumlar gibi
sudan sebeplerden yatan
penceremden dışarı bakan çiçeklerimi elbette
güneşi hatırlatan
sen bakma öyle ölüm ölüm dediğime
vazgeçemem tutunmaktan
tırnaklarımı geçirip kaya diplerine
düşüp yeniden doğrulmanın bahtiyarlığını değişemem
suyu içmenin büyüsünü kana kana avuçlarımdan
ölüm diyorsam bilki oynadığım yazı turadandır
havaya her attığımda şansıma çıkandır
belki bir gün ama bu sıralar değil üzülme
dün akşam
deliliğim tuttu yattığım yerde
yakamozları yakalamak gibi çıplak elle
düşüncelerimi de
deniz düşlerine yattım
niyetlendim
tepemde ay yanaklarımda rüzgar
pır pır eden bir deniz
düşledim
saldım kendimi küpeşteden
olmadı
çekip aldı beni
belimden tuttuğu gibi bir anda
rahat bırakmadı huzursuzluğum ve dilimdeki sorgular
tek sana anlatıyorum haberin olsun
sen ve yıldızlar
toprak su ve ateş
her biri bir duvarda
birisine kendimi yaslıyorum
gökyüzü gözlerimde uyuyor/ yalnızlığı yeni anlıyorum
toprak çekiyor
suda kuraklık var ateşte yanıyorum
odam yangın yeri oluyor
sensizliği dağlıyorum
tırnaklarıma kan oturuyor
sessiz çığlıklar canıma okuyor
bu iş üçüncülerle olmuyor
bir de sana anlatsam
Kayıt Tarihi : 25.6.2008 13:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!