bir öykü işte
ne budalalık var içinde
ne de divanelik
aklımda külrengi kaputlarım
barut dumanları
silah sesleri
yaralarım
sıcak bir nefes
bir ses olur beni bekleyen
bir köprü, ışıkları ve nehir…
akar gelir,
dolunay ile aklımın arasına samanyolu
bilmeden bir gece gösterisinin sonu olduğunu
ellerimi uzatırım yukarı doğru
dolunay da bir adım yaklaşır bana
heyecanla
o an bir kayan yıldız
kıskançlıkla
şiddetle düşer üzerime
bütün hesaplarımı allak bullak eder
ne ihanet bu
ne alınganlık
tıpkı şaşkınlık
tıpkı aşk gibi
bir şey
artık her şey bitmiş
işte öyle
kaşla göz arasın da yeni bir hikaye
beklenmedik bir anda
daha bundan birkaç ay önce
yaşanmış
*
yüzümde hafif bir rüzgar
işte gene yapraklarını döküyor umut çiçeği
bir fırtına kopuyor içimde
yelpaze misali açmış kanatlarını
yırtıcı ve sinsi
karanlık bir sürüngene dönmüş ikindi
yürek kapımı kırıp
soluksuz gidiyor güneş
eyvah
ee, nasılsın bakalım
hep şişmanlıyor musun
heyecanla konuşmadı bir kere
alnımda belirmiş olan kırışıklığın daha da derinleşmesinden
bahsetmedi henüz
göçüp giden
batan güneşin kızıl ışığı
ah şurada
yatağı açılmış bir karyola olaydı
açık duran musluk ve havlu olaydı
yine öksürük tutar mıydı öyle
kaşlarım çatık
dudaklarım ağlamaklık
yüreğimde bir sürü sızı
doğru değildi
hem doğru, hem değildi
işte mektupları ve resmi
üzgünüm
soğuk, öfkeliyim
tıpkı ocak mevsimi gibi
sinir bozucu
kaç kez üşümüş
her neyse
önemi yok
şimdi de eskiden olduğu gibi
mutluluklar dilerim herkese
başka bir şey daha söylemeyeceğim
uzaktaki birine ne söylenebilir ki
hadi güle güle
yolun açık olsun demekten başka
*
hemen her akşam
bana bakan kahverengi gözlerine
her şeyi olduğu gibi söylemeyi denedim
kaç kez
dedim mi
demedim mi
öyle acınacak,
öylesine zavallı bir durumdayım ki
ne dediğimden
haberim bile yok
avucumun ortasında duruyor resmi
gözlerim ona doğru
çabucak bir iki adım atmış
ona yaklaşmak mı
onun yaklaşmasını beklemek mi gerekti
yoksa
tıpkı şarkı söylemek için salonun ortasına çıktığı zamanki gibiydi
iki yanına sarkıtmıştı kollarını
derin derin soluk alarak
hiç kımıldamadan durduğu gibiydi
yüzüme bambaşka bir ifadeyle baktığı gibi
suskundum
ilk sözü söylemiş
sonra da hemen düzeltmek gereğini duymuş gibiydim
hiç konuşmadan burnundan soluyan gibi
kendime o kadar acıyordum ki
artık ruhumda ondan artan kalan duygularla
cebelleşiyordum
ağlıyordum
ne söyleyeceğini, nasıl devam edeceğini bilemeden
akla gelebilecek düşüncelerden korkarcasına
hiçbir şey olmamışçasına
bana acı veren tek şey
arada ki onca mesafeydi
söyleyeceğim her şeyi
ona bir daha söylemek isterdim
şunu bilmesini isterdim
onu ne çok sevdiği mi
kıpkırmızı olmuş suratını
utangaçlığını
mahcubiyetini
*
ben... ben... hiçbir şey...
hiçbir şey bilmiyorum
içimde yüreğimi parçalayan birkaç ağrı
bir sevgi ve sınırsız bir yakınlık duygusu
bütün varlığımı sarmış
yaşlar süzülüyor
yumuşak
içten kopup gelen
dahası yapayalnız...
sustum
boğazımda düğümlenen ağlama isteğini tutmaya çalışarak
ellerimi parkamın yan ceplerini geçirerek
nereye gidilebilirdim
içimdeki bu sevgi duygusu
ve tatlı heyecanla
ona son kez baktığım zamanki o yumuşak
o teşekkür dolu gözlerle
hava soğuktu
dışarısı sıfırın altında on derece olduğu halde
soluk alırken
kalkıp inen göğsümün üzerinde
nefesime dolanıyordu
buğu halkaları
*
çamurlu loş toprağın üzerinde
simsiyah ama yıldızlı bir gök vardı
içimde duyguların yüceliği
dünyada var olan her şeyin insanı yaralayan sıradanlığı
gözlerimin önüne uçsuz bucaksız bir sema
dört bir yanı yıldızlarla çevrili
dünyaya onlardan çok daha yakın duran
yukarı doğru kıvrılmış uzun bembeyaz kuyruğuyla
bir hilal görünüyordu
ışıklı uzun kuyruğuyla
sonsuz boşlukta bir eğri çizip
anlatılmaz bir hızla
evrene saplanmış bir hançer gibiydi
sayısız yıldızın arasından kuyruğunu yukarı doğru fışkırtıp
beyaz bir ışık saçarak parıldıyordu
içimde körpe
yumuşak duygular
yeni bir ürperişle ruhumda çiçek açtı
bambaşka bir yaşamın işaretiydi
gece
tütsülü, ıslak bir buhurdan tüten
yer kürenin orta noktasında
bir yanda
yaşama dair bildiğim her şey
hep rengarenk bir hatırat
köyler ,dağlar, ormanlar tüm güzellikleriyle şehir
güneş
ve
aydınlık…
*
yağmura inat
rüzgara karşı mavisiz denizlere doğru
buzu çözülmemiş saçlarımla
iliklerimde daha da hissederken soğuğu
yürürken amaçsız
gün görmemiş karınca yuvaları arasında
bir umut
gökten zembille iner gibi
bekler beni
hala uzaklarda
gün asla doğmayacak olsa da
hep öyle işte
ardına kadar açılmadan
daha açılmadan iliklerine kadar gökyüzü
ve gökyüzünde benim nazar izlerim
şimdi
hiç bahanesiz onu gözlerim
işte öyle
rüya içinde rüya olup gider duygularım uzaklara
bir kolum belinde
başım omzuna düşmüş
gözlerim gözlerinde
kulağımda o melodi
“batan güneş beni de al yanına”
belki de öyle bir rüyadır
dağ başında alev almasıdır
iki kuru dal parçasının
işte öyle bir hikayedir
bozuk klavye tuşlarının
anlattığı…
redfer
İlyas KaplanKayıt Tarihi : 16.8.2022 14:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!