TURUNCU ŞİİRLERİ

TURUNCU ŞİİRLERİ

Zeki Demirci

Yüreğimde yılların küllendirdiği
Sevda silüetleri
Göğsümdeki bıçak izlerini saymazsak
bir de üç krizin izleri kaldı
Bana hatıra yıllardan
Baharını yaşamadığımız
Yazların hazana dönüş noktasındayız
..

Devamını Oku
Ömer Tomruk

Aldırmıyorum yokluğuna,
Nasılsa her yolun sonunda gülüşün bekleyecek beni…
Her şişenin son kadehinde,
Kelebek bakışların ağlayacak sarhoş halime…
Gecelerim nasılsa kavuşacak sabaha,
Turuncu meltemlerin sen kokan aydınlığında…
Aldırmıyorum yokluğuna...
..

Devamını Oku
Vaner Kayaçelebi

Çok korkuyorum anne
Yağmur neden korkusuzca yağıyor?
Gökyüzü peki niçin böyle acımasız?
Sığınabileceğim odam var mı peki?
Uzayda yer kalmadı
Bu dünya sahiden bir oyun mu?
Galiba eve hırsız girdi
..

Devamını Oku
Ali Özenç Çağlar

Ne kadar serçe yavrusu biriktirdin yüreğinde
O nisan yağmurlarının düştüğü topraklarda

Bir dikene bir gülü sen aşıladın biliyorum
Senin sesine kondu korumasız şarkılar

Hangi incir dalına tutunur çaylak kuşu
..

Devamını Oku
Ceren Aydın

Ada'nın ovalarında yaşardım
Adımı Turuncu kız koymuştu sevdam
Toprak eker biçer
Bahçede sebze yetiştirirdim
Su kabaklarından saksılar yapar
İçine sardunyalar dikerdim
Beklerdim Mavi'mi günü güne ekleyip
..

Devamını Oku
Ferhat Çetin

Renklere asla güvenmem,,
frçalar ellerimde değilse,
Ne turuncu ne kırmızı,hatta siyah ile beyazı
Karıştırırsan birbirine,
Sevemezsin ne baharı ne yazı
Sen düşün,tabloda başköşede sen olsanda.
Neye benzer bu dünya,,
..

Devamını Oku
Mahmudiye Düzkaya

ruhumun altında kanayan yaralarım var
el değmemiş acılar
zakkum kokulu baharın solan yaprağından düşen gölgem gibi



turuncu gül bahçesine küsen kuşların sessizliği kadar acıklı
..

Devamını Oku
Vahdet Mehmet Güneş

Dağlara giden yol nerede biter

yükselmek kaya uçurumların sonunda

evler selvilerin gölgesinde görünmez dizge

ufuklar daha geniş Torosların silsilesinde
..

Devamını Oku
Ali Ercan Kılıç

Dağıldı, dağıttılar halklarını İslam’ın
Faşizan, kapitalist ve kızıl yalanlarla
Vicdanlara hapsedilmiş İslam’dı istedikleri
Birleşik şeytan; emperyal patronlar…

Nerede ezilen gözyaşları görürsen
Bilesin ki bizden olandır gördüğün
..

Devamını Oku
Yahya Harbalioğlu

Uçmayı öğrenen serçeler gibi
Kanat çırpıp durur zavallı kalbim
Düştüğü yer ıssız kör kuyu dibi
Kara göz sevdaya düşme sebebim

Gecenin sabahı gördüğü vakit
Kıpkızıl bir şafak şimdi gözlerim
..

Devamını Oku
Oya Özpoyraz

Kırmızı, turuncu kimi kez sarı
Açar kır çiçeği dağ bayır demez
Toprağın bağrında bekler baharı
Açar kır çiçeği dağ bayır demez

İncecik sapının ucunda açar
Bulunduğu ortama mutluluk saçar
..

Devamını Oku
Yahya Harbalioğlu

Parçalanmış bir kadehtir sanki gökte yarım ay
Şu İstanbul kızıla boyanmış mermerden saray

Çok hüzünlü bir şarkıyı mırıldanır martılar
Mızrap gibi kanatları turuncu makamı çalar

Sarhoş etmiş kırmızı akşam salınanan vapuru
..

Devamını Oku
Tuncay Özer 2

tüm renklerinle her tonda
yeniden icat et beni
kalbimin sevda diyarında
tek ol benimle – tüm tonlarınla

bazen turuncu bir sonbahar
bazen bembeyaz bir kış mevsimi
..

Devamını Oku
Gülay Aruç

O meş’ um akşamı hatırladım yine Abi
Birden tek tek kapandı evlerin perdeleri
Kara bulutlar kapladı turuncu çatıları
Sıcak zift kokan asfaltlar beyaz şeritlere sığındı.

Yirmi üçü biraz geçe, bir kaç serseriye döşek oldu serin surlar
Bir hayalet gibi süzüldü Yeşilköy’deki kalem uçaklar
..

Devamını Oku
Sabri Özcan

Bu gün Taksim'deydim görevli olarak;
Duvarlardaki seviyesiz yazılar, barikatlar yoğun yanık ve gaz kokusu, sanki bir klan savaşı yapılmış gibi demir çubuklu barikatlar.yakılmış dozer, kamyon enkazları içinde; tanıdığım ve eyleme destek veren kişilerle aynı sokaktan bile hiç geçmediği belli olan, nursuz garip kılıklı kişiler ortalıkta dolaşıyor birşeyler yapıyorlar. Bunlar kim gerçekten bu ülkede mi yaşıyorlar dedirtecek kadar halktan kopuk, belki hayatında bir gün bile para kazanmak için çalışmamış ve devlete bir kuruş vergi ödememiş bu insanlarla, benim tanıdığım o pırıl pırıl insanlar polise taş mı atıyorlar,bu mümkün mü! ? ....Ne idiğü belirsiz kişilerle, ülkeyi bir iç savaşa sokma bahasına hükümeti mi devirmek istiyorlar, ağaçları mı kurtarmak istiyorlar. Bu şeytani hava içinde hangi gerçek ortaya çıkabilir ki! ? ....
Burada yaşanan şey anarşidir, bu anarşi, zaten çökmüş siyasal sistemin de, bu sistem dışında kalmış illegal örgütlerin de arayıp bulamadığı bir kaos ortamı. En iyi balık bulanık suda yakalanır, toplum mühendisliği yapanlar bunu çok iyi bilmektedir.
Şuna eminim politik güç sahiplerinin hepsi "istisnasız" bu sayede, tabanını partizan haline getirip, yeniden kategorize ederek seçime taşımak gayretindeler. Zira hiçbirinin sorulacak temel sorulara verecek bir cevabı yok.
Diğer taraftan, bu olayları tetikleyen, "turuncu devrim" sevdalısı dış güçler de; Türkiye'yi tökezletmek ve gözdağı vermek için bu senaryoyu çık iyi kullanmışlardır.
Bir takım paylaşımlar var İngilizce Türkçe "bütün dünya duysun" diye etiketlenmiş.
Daha üzerinden 100 sene geçmedi o "bütün dünya" birleşip senin ülkeni işgal etmedi mi.Dünyanın en büyük soy kırımını senin üzerinde denemedi mi. Kimi kime şikayet ediyorsun.Sen ağaç diyorsun onlar çığlık çığlık manşet atıyor "Türk Baharı" diye, adamların neyi arzuladığını görmüyor musun Biz kavga da ederiz, muhabbet te ederiz, kol kırılır yen içinde kalır. Ancak düşmanı dost bilmek, sırtlan sürüsüne sığınmış kuzu misali acıklı bir akibete davetiye çıkarmaktır.
..

Devamını Oku
Yahya Harbalioğlu

Soldurduğun takvimlerden döktün beni yaprak yaprak
Ne geçti eline söyle senin yaralı kalbimden koparak

Ellerin kadar beyazdı bahtım şimdi saçın kadar kara
Hiç baktın mı rüzgarlı ve soğuk bir karanlıkta yıldızlara

Bezenmişti tepelerimiz oysa kızıl ve beyaz çiçeklerle
..

Devamını Oku
Ömer Şancı

Elif, evinin bodrumun da küçük, sevdiği eşyalarla döşenmiş, sadece ona ait odasın da eline ilk kez aldığı boya fırçalarına bakıp, önünde sonsuzluk kadar derin görünen tuval karşısında düşünüyordu: Nereden, nasıl başlamalıydı? Bu cümleyi kendi yaşamını anlatacağı ilk şiirine başlarken de tekrarlamıştı. “Nereden, nasıl başlamalı? Nasıl anlatmalı? ” Bu sefer anlatım dili olarak boyaları, renkleri, tuvali seçmişti. Hani şimdiye kadar kelimeler arasında gidip gelmeyi, bazen sarsak adımlarla, bazen usta kelime cambazlıkları arasında dolanmayı seviyordu ama bu sefer durum farklı idi. Hiç bilmediği bir ormanda kendine yol arayan bir serüvencinin heyecanı doldurmuştu içini. Hangi yoldan gitmeli, hangi kavşakta ne tarafa dönmeli, her kavşakta gözüne ilişenleri, bunların içinde yarattığı titreşimleri nasıl anlatmalıydı? Biraz daha seyretti boş tuvali. Sonra şu soruyu yanıtlamalıyım diye geçirdi içinden. Geçmişimi mi, bu günümü mü, yoksa geleceğimi mi çizmeliyim tuvale? Sonra “saçmalama,” dedi kendine, “geleceği nasıl çizersin. Tanrıyı oynama fikri de nereden geldi aklına? ” Güldü kendine. Geleceği çizme gücü olsaydı elinde neler çizmek isterdi? Birden şaşırdı. Bilmek istemiyor, çizmek istemiyordu. Olması gerekenler olmalıydı. “İşin kolayına kaçıyorsun Elif” dedi kendine.
Elbette geçmişten başlamalı idi çizmeye. Peki hangi dönemi çizmeli? Yaşama merakla bakıp her günün diğerinden farklı olacağını düşündüğü saflık dönemini mi… “Bu dönem için bolca beyaz ve pembe renkleri seçmeliyim. Şiir tadında olmalı renkler. Hatta bakanlar kuş cıvıltılarını duymalı kulakları ile. Evet müzikal olmalı, şiirsel olmalı ama araya başarısızlıkları, hayal kırıklıkları ve ihanetleri yansıtacak griler, koyu bordo siyahlar da katmalı! ” dedi kendine. Yine durdu düşündü. Bu renkleri rast gele fırça darbelerinin emrine mi vermeli yoksa zeminde hep biraz muzip, çocuksu ruhu yansıtan ama yüzünün diğer yarısı hüzün olan bir kadını mı ortaya çıkarmalıydı fırça darbeleri? Karar veremiyordu bir türlü. Bilirdi yaratmak, ürün vermek, kendini özgürce ifade etmek zordu, sancılıydı. Ama o hep sevmişti bu sancılı paylaşımı. Çok örselenmiş, berelenmiş ama bundan vazgeçmemişti. Daha doğrusu bu paylaşma inadı olmasa geçemeyeceğini biliyordu dar boğazlardan. Dönemeyeceğini biliyordu yelken açtığı okyanuslardan. Biliyordu hepten katlanılmaz bulacağını bu acınası dünyayı. Sonra yine gözlerini bomboş tuval üzerinde dolaştırdı. Eline fırçayı alıp beyaza buladı ve çizmeye başladı Önce bir yüz belirdi fırçanın ucundan. Ne kadar beyaz, pembe ve yeşil de kullansa, gözlere yerleşen hüzün ifadesini değiştiremiyordu. Fırçayı tekrar tekrar göz bebekleri üzerinde gezdirdi. Olmuyordu. Fırça istemi dışında hareket etmekteydi sanki. Silemiyordu hüznü. Ama son bir çaba ile iki pırıltı yerleştirdi iri iri bakan kahve gözlere. Evet olmuştu. Sevinçle bakıyordu yüz kendisine. Daha çok yıllar var mutlu olunacak, çevredekileri mutlu edecek çok yıllar. İçimdeki çocuk hiç büyümeyecek, hep soracak, hep aldanıp yeniden tamir edecek ama incineceğim diye asla denemekten, yüreğinin kapılarını açmaktan vazgeçmeyecek diyordu bu yüz kendine. Sonra fırçayı siyah ve beyazın karışımı ile elde ettiği griye batırdı. Fırça tuval üzerinde kendiliğinden gezinmeye başladı. Yüreğinin yarısını griye diğer yarısını kırmızıya boyamıştı. Neden böyle yaptığını pek bilmiyordu. Aslında fırça istemişti bunu. O katmıştı bu renkleri yüreğe. Sonra fırça, duru bir çocuk yüzünü andıran portrenin gerisindeki boşluğu çizmeye başladı. Fırça yine kendiliğinden almış başını gidiyordu. Önce denizleri sonra dağları çizdi ama hiç ova çizmiyordu. Deniz' in yaşamı gibi hep ya yükseklerde, ya çok derinlerde seyrediyordu fırça. Fırça istemişti bunu, o çiziyordu. Deniz söylememişti bunları çizmesini. Almış başını gidiyordu. Sonra göç eden kuşları çizdi fırça. Bunlar içimden göç eden sevinçler mi acaba, dedi Deniz' e sessizce. Bilmiyordu. Fırça çizmeye devam ediyordu. Gökyüzüne birkaç sevdalı bulut çizdi. Bulutlar da bir yöne doğru akıyor, ileride bir gökkuşağında son buluyordu sevdaları.
Sonra fırça yine griler siyahlar üzerinde gezindi. Aldığı renkleri portrenin yüzünde, yüreğinde gezdirmeye koyuldu. O sırada yürekteki renkler de değişmiş bir yarısı siyah bir yarısı beyaz olmuştu. Renkler yok olmuştu sanki. Susmuştu türküler. Fırça bir darbede, göç eden kuşları gök kuşağının yedi rengini silmiş, geriye tek düze gri tonlar kalmıştı. Bu grilikler içinde yine dağlar denizler seçiliyor ama pembeye rastlanmıyordu. Elif anladı; fırça kendiliğinden bu güne geçmişti. Ne büyük heyecanların rengi “kırmızı”, ne yeni umutların rengi “yeşil” vardı artık. Ama gri tonların, tüller tarzında derinlikler yarattığı tabloda çok gerilerde bir yerlerde güneş ışığına benzer bir turuncu, tüm grilere inat durmaktaydı orada. Minicik bir ışık huzmesi gibi bir şey. Gözü oraya takıldı Elif’in. Fırçanın kendisine oynadığı bir oyun, küçük bir sürpriz olmalıydı. O ışığı turuncudan sarıya, güneş renklerine değiştiren son darbeyi vurduğunda tüm grileri yırtarak geçen bu ışık geldi durdu tuvalin kıyısında. Adı “umuttu” ışığın. Bir tebessüm yerleşti tuvaldeki kadının dudaklarına. Öylece bakıyordu şimdi Elif’e, gözlerinde çocuk sevinci, yüreğinde hüzün, dudaklarında buruk bir tebessüm ile. Fırça işini bitirmiş kenardaki kavanozun içine, kendi dünyasına dönmüştü artık. Sessizce. Şimdi odada, sadece tuvaldeki kadının tebessümü ve yerde yanan mumlar ışıldamaktaydı. Deniz neredeydi? Kim di o? Şaşkınlıkla aradı, kimse yoktu. Peki Elif kiminle konuşmuştu?
..

Devamını Oku
Aslan Bağcı

Dağlardan bakınca ovalara
Ovalar sensiz sessiz
Sis basmış durgun gölleri
Ben suspus, balıklar suspus

Sen geçersin ovalardan dağlara
Ovalara yağmur yağar baharla
..

Devamını Oku
Reşide Coşkun

Sen hiç sarılarak dalamadın uykulara benle..
Gök gürültüsünün bir çığlık olduğu,ıslak eylül gecelerinde..

Ve sen hiç göremedin eylül sabahlarında,
Turuncu bir güne açılan kömür gözlerimi benim..

Ellerimin üstünde ellerin açamadı pencereleri,
..

Devamını Oku
Osman Kuzgun

Her dilde aşk yok söylenecek
Kaçamak bakışlar, kulağında çarpan kalp
ve anlamsız küsüşlerdir belki de aşk.
Acıya tutunmaktır beklide,
Yüreğinin sızısını ve efkarlı maviyi bir arada yaşamaktır.
Meçhule giden bakışlarda
söylenen en anlamlı şeydir beklide.
..

Devamını Oku