Erzurum’da doğdu. Sosyoloji mezunu. Uzun yıllardır ticaretle uğraşıyor.
Şiir, roman ve senaryo alanında yazıyor.
Dergilerde yazıları yayımlandı; Esaretten Özgürlüğe, Beyaz El ve İçimdeki Şeytan adlı üç romanı bulunuyor.
Biz ki, kaderin kalemini dahi tereddüde düşüren bir hüküm idik.
Can ateşinde dövülmüş, ezel suyuna batırılmış bir yemindik.
Öyle bir duruş ki, ne zevalin eli erişir ne de inhitat diz çöktürürdü.
Ne zalimin büyüsü, ne feleğin oyalayan nakışı
çözemezdi bu düğümü.
Ezel'de unuttuğum yeminin pasıdır zaman,
Ben, o ahdin gölgesinde sürgün edilmiş ruh.
İçimdeki perdeyi yırtan o ilk çığlık—
Hatırlanan yeminin sancısıdır—
Ve Arş'ın kapıları bu sızıyla gıcırdar.
Bir kopuş için seçtik bu kahrı, bu demir leblebiyi,
Reddettik o avutur diyen putu, o morfinli tekkeyi.
Bileklerimizi kesmek daha evlaydı sahte şifadan,
Bir Yâr'in keskin gölgesine sığındık, terk edip dünyadan.
Dinle bu ney’i; ruhuma saplanmış bir gurbet hançeridir,
Her deliği, ayrılığın damıtıldığı bir imbiğin ağzıdır.
Ey Saba Yeli, sen ki anıların antika postacısısın,
Götür bu feryadı O’na; bu mektup, kalbimin paslı telgrafıdır.
Ben, Elest Meclisi’nde mühürlenmiş bir sürgün fermanıyım,
Bakışın soğuk neşter, sineme dağ vurulmaz mı?
Yarama bastığın mühür, en gizli yerde durmaz mı?
Gözünden sızan o zehir, rakibi kıskandırmaz mı?
Elinden içtiğim azap, bir imtiyaz sayılmaz mı?
Herkes sofrandan alırken payına düşen şifayı,
Bak! Kopuzdan bir iniltidir dolanır ıssız zamana,
Kâh Altay olur sesim, kâh bir dua Buhara’da.
Ötüken’in rüzgârında titrer özümün yankısı,
Bir at nefesiyle uyanır hatıra, cana, toprağa.
Seninle düşerim yola, İtil’den Talas’a dek,
Biz o gece Meriç'te bir avuç serdengeçtiydik,
Ölümle ezelde yemin etmiş, o kutlu ahdi seçmiştik.
Karşımızda Vukaşin, Uglješa; kibirle dolu her biri,
Sanırlardı ki bu topraklar, onların şarap sofrası yeri.
Bir güneşe mıhlanmışsa o yorgun bakışların hâlâ,
O yitik nurda can çekişen o boş zamana yanarsın.
Sanırsın ki her şey aşikâr, her şey apaçık ortada,
Oysa asıl sır, güneşin battığı kara suda saklanır.
Her bir batış, Zülkarneyn'in o derin sırrıyla demlenir;
Erlik’in unuttuğu o dipsiz yurda indim,
Celladımla göz göze, belâmla diz dize geldim.
Ruhumu kuşanan bir kam ayiniydi bu cenk;
Varlıkla hiçliğin son, kadim pazarıydı.
Karşımda Tamag açıldı — ne kapı, ne de kubbe,
Kar mı dedin, Feraye?
Bu şehir bir kefen artık, sokakları tersten okunmuş bir dua.
Toprağın bile dili tutulmuş, çiçekler sus pus mezar taşında.
Senin gökyüzünden süzülen o masumiyet,
Benim ruhuma kök salmış bu dipsiz ayazı dağıtamaz,
O yağan kar değil Feraye, o yağan:
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!