Ben türbenin çobanlarını sevdim,
Ayağında gardaşlar lastiği,
Gözleri ışıl, ışıl, çakmak, çakmak.
Omuzunda heybesi,
Içinde kömbesi,
Sırtında hiç çıkarmadığı
Rengi solmuş göynek,
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Devamını Oku
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
DAĞLARA DÖNECEĞİM
---------
Aşık Ziya ŞAHİN’in DAĞLARA DÖNECEĞİM isimli şiir kitabı a) Milli Şiirler, b) Aile Şiirleri, c) Dağ- Köy Şiirleri, d) Hiciv Şiirleri (taşlama), e) Sevda Şiirleri bölümlerinden oluşan bir kompozisyondur…
Yazar Nurkal KUMSUZ arkadaşımın gönül penceresinden, Ozan ERBABİ kardeşimin mısralarından yansımalarla girilen kitaba şairimiz 131 adet şiirini sığdırmış. Kitabın 1. baskısı Nisan 2008 tarihli ve Lâçin Yayınlarının 160 numaralı kitabı olarak yayımlanmış. Kitabın kimliği sayfasında bir editörün ismini görmek isterdim doğrusu. Görülüyor ki bu eksikliği Lâçin yayınlarının tecrübesi kapatmış gibi… Bence bu durum yine de bir eksiklik tabi ki!..
Mat selefonlu karton kapak, göz yormayacak bir baskı kâğıdı seçimi ve desen olarak Erciyes Dağı doruğunda Bayrağımızın ay yıldızı hoş bir sunum…
Çoğu zaman mor rengiyle hemen her şairin- ozanın gönlünde taht kurmuştur dağ... Bu sebepten dolayıdır ki dağlarlar konusunda birkaç söz etmekten geçemeyeceğim bu bölümde şairimizin hoş görüsüne dayanarak..! Jeoloji ilminin söylediklerine bakacak olursak; dağlar yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükseliyor ve tabakaları birbirine bağlıyor. Bu özelliği ile sanki tahta parçalarını birbirine bağlayan birer çividir yeryüzünde. Nebe Suresinin 6. ve 7. ayetleri de bu özellikle paralellik arz etmez mi: “Biz yeryüzünü bir döşek olarak kılmadık mı? Dağları da birer kazık!..” Lokman Suresinin 10. ayeti ise yine dağların bu özelliğini vurgular niteliktedir: “O, gökleri bir dayanak olarak yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi…” Kainatın nasıl yaratıldığı konusunda tefekkür ederken, o dağlar bize “Her nakış bir nakkaşı gerektirir” sözünü hatırlatır hep.
Dağlar can kulağı ile dinlendiğinde; o sesli sessizliğin koynunda ulvi bir ahengin ruhları nasıl dinlendirmiş olduğunu görürsünüz. Onun zirvelerindeki sessizlik arttıkça insan adeta kendine yaklaşır, dolayısıyla da yaratanına… Bir şairin yüreğindeki fırtına düşlerini savurmuşsa bir taraflara ve geride bir kırılmış yürek, yorgun gecelerin çengeline asılı birkaç kuru tebessüm bırakmışsa, işte o zaman dağlar yoldaştır şaire… Bu noktada şair susar o muhteşem dağların kayaları şair adına çığlık oluverir bir bakıma.
Dağlar, kendisine yaslananlar içinse bir arka’dır her zaman. Gerektiğinde kendisini vadisinde akan sele verir, fakat arka olduğunu ele vermez hiçbir zaman. Dadaloğlu; “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” sözüyle, Koç Köroğlu; “Arkam sensin, kal’am sensin dağlar hey!” naralarıyla bu gerçeği nasıl da ifade etmişti…
“Sen bilirsin yürek sızımı, sana dağların esintisini gönül heybemde getirdim” hitabı ile elime ulaştı şairimizin kitabı. Dağlar adına, insanlık adına, ana-baba adına, köy ve kasaba adına, hatta her bir şeye borç adına ve hatta ki içinde boğulduğu med-cezirler, nafakası ödenmemiş geceler adına ortaya konan sözler dizimini sevmek ve onları okuyucusuna duyurmak için inanıyorum ki pek çok sebebim var…
Vakit akşam oldu gece başlıyor,
Yüreğime firkat çöker emmiler.
Gurbet beni döne döne daşlıyor,
Şu gönlüme hasret çöker emmiler.
Dörtlüğü ile ayrılıktan, akşamın getirdiği yalnızlıktan dert yanarken bizlere, Koyaktan toplanıp deryaya aktım/ Ummanlara dalıp azdan arındım. Sözleriyle toy dönemden olgunluğa nasıl erişmiş olduğunun resmini yansıtır yüreklerimize şairimiz…
Can parçası dertler bir değil, bin değil… Devlet Ezgisi’nde; Orta Doğudan, Balkanlardan, Kerkük’ten tutun da, Çeçenistan’a kadar kaybolan vatan parçalarımız için inci gibi gözyaşları vardır. Ve bu tür şiirlerin sonunda Türk toplumuna yürek reçetesin, kurtuluş reçetesini verir Ziya şahin:
Kurtuluşa ermek için kalksın eller bir bir/
Vatan bir, bayrak bir, Allah bir!..
Yeri gelir; ana-baba, bacı-kardeş, emmi-dayı zaman bahçesi bir yaşam içinde şairimiz için bir liman olur. Yorgun yüreğinin sızısını onlarla paylaşmak ulvi bir haz verir ona:
Pencereme bir çift güvercin kondu,
Sanki kanatları mektubun oldu.
Bak sevgili yavrun, sarardı soldu;
Can evimde yandım, vuruldum baba.
Özellikle de aşıkların taşı her zaman cebinde olurmuş… O taşı sapanına bir yerleştirdi mi; atış serbest!.. Taşlanmadık kim kalır ki orta yerde; arsızlar, ırsızlar, hırsızlar, hınazalar, particiler, pırtıcılar… Yani ozanın yüreğini sızlatan her olayın kahramanı yemiştir kesin bu taştan. Divan Edebiyatında hiciv diye geçen şiir türün günümüzdeki ismi taşlama… Haşlamaya da benziyor hani!
Aşık Ziya’m artık düzen bozuldu,
Avrupalı diye ferman yazıldı.
Meşakkat büyüdü, halkım ezildi,
Bunları defterden silelim gardaş.
*
Sanki saltanatı kaim kendine.
Çalı çırpı duvar örmüş bendine.
Maşallah diyesim geldi fendine,
Beni ensesiyle dinledi geçti.
İnsan şair olur da, aşık olurda sevgiliye serenatları yansımaz mı şiirlerine…
Hele de bir deli rüzgâr eser de baştan ve dahi tüm geçitler tutulursa, şairin nefesi adeta inleyen bir ney olmaz mı?.. İşte o an; geçer ömrünün kıyısına, o inleyen sesin lügatteki karşılığını şiir olarak kor ortaya, sonra da sazının bam teli olarak ses verir…
Gözlerim buğulu senden uzakta
Tutulmuş serçeyim ökse tuzakta.
Yaz günü kalmışım kışta, kızakta.
O yüzden ağladım, dün akşamüstü.
Sevdalının adı bazen; çimen gözlüm olur. Kimi zaman turna olur yar yurdunda beklenir… bazen dilde beddua; Allah seni yaksın, küle döndürsün!.. yeri geldiğinde maraldır o… Yerine göre de Çoban yıldızı1..
Mevsimleri sensiz yaşadı gönlüm,
Zaman durdu sanki, kısaldı ömrüm.
Sensiz bu dünyada yaşarken öldüm,
Hatırım yok muydu, özlemedin mi?
*
Tarak ülfet eder zülfün tararken.
Melekler imrenir sana bakarken.
Seher vakti arı çiçek ararken,
Yar dilinden düşen sözler bal olur.
Dağlara Döneceğim isimli elimizdeki bu kitabın şiirlerine şöyle bir göz attığımızda, şairimizin üslubunun oturmuş olduğu hemen göze çarpıyor. Dili yabancı sözcüklerden arınmış. Zaman zaman yöresel kelimelerin kullanılmış olması da şiire bir zenginlik katmış diyorum. Şiirlerin –birkaç serbest tarz dışında- tamamına yakını düzenli nazım şekillerinden oluşmuş aşık tarzı koşma türü… Sazla da şiirlerini yorumlayan ozanlarımızda bu tarz sıkça kullanılır zaten. Dörtlüklerin kafiyeleri genelde zengin kafiye, ya da tunç. Bu güzelliklerin yanında bazı mısralarda hece tutarsızlığına şahit olduğumu da söyleyeyim. Bu eksikliğin dizim hatasından olduğunu da sanıyorum. Dikkat edilmesi!..
Şiirler yine çoğunlukla 6+5 duraklı 11’li hece ile yazılmış. Durakların zaman zaman 4+4+3 şekline dönüşmesi ise bir yanlışlık ya da eksiklik değil, şiire ritim katması hasebiyle bir gerekliliktir. Şairimizi bu uygulaması nedeniyle de ayrıca kutluyorum.
Aşık Ziya şahin dostum tanıdığım kadarıyla şiir sevdalısı biri. Hüzün onun yüzüne çok da yakışıyor ama, başkalarını mutsuz etmemek adına o, hüznünü gülücükleriyle örtmesini iyi biliyor. Bu yönüyle de bir tiyatro aktörü diyebiliriz kendisine…
Gönül heybesinden tarafıma sunulan bu kitap için teşekkürlerimi sunuyor, şairimize bundan sonraki çalışmalarında da başarılar diliyorum…
ALİ RIZA NAVRUZ
24/04/2008
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta