Ahlak, insanın doğuştan getirdiği veya sonradan kazandığı bir takım hukuk örf ve adetler, gelenekler, görenekler töreler, dinsel ve ulusal kavramların manevi seviyesini belirten tutum ve tavırlardır.
Toplumun kabul ettiği güzel ve doğruların oluşturduğu ahlak kurallarını terk etmeden yaşamını sürdüren kimseler makbul insanlardır. Toplumun güzel bulduğu davranışları, iyi ve doğruları benimseyerek yaşama geçiren kişilerin bunun, aksine davrananlara da itibar göstermemesi gerekirken günlük yaşamımızda bunu görememenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Oysa, ahlak geleneği ve kurallarına uygun olan ile olmayanı toplumun seçmesi gerekir. Toplumun kabul ederek bir takım kurallara bağlamış olduğu usûl, düzen, yol gibi normlara uymayanlara kötü insan denmesi gerekmez mi?
Toplumsal yaşamımıza yerleşen, olgunlaşmasına ve gelişmesine yarayan ve çoğunluğun kabul ettiği kuralları çiğneyenlerin karşısına hukuk çıkar, toplum adına müeyyidesini haklı olarak uygular. Oysa, iyi ve kötüyü doğru olarak değerlendirildiğinde topyekün manevi gücümüzün artacağını düşünmeden özel çıkar veya cehaleti yüzünden bu kuralların dışına çıkan kişi sayılarının gün geçtikçe arttığını görüyor ve toplum da buna seyirci kalıyor.
Toplum içinde yaşadığımıza göre, ortak yaşamın yükseldiği zorunluluğa paralel kişilerin korunması, uzlaşmanın gerçekleştirilmesi bir vicdan işi olduğunu unutmamalıyız. Kişi kendisi ile baş başa kaldığı vicdanından ayrılmaması gerekir. Kendine reva görmeyen başkasına da reva görmemelidir, iyi düşünen, vicdanından ayrılmaz, insanın vicdanı yargıç olmalıdır. Doğruyu bilmek yetmez. Onu yapmakla gerçekleşir. Vicdan, uygulama ile aydınlanır. Ahlakın konusu erdemliğe ulaşmadır. Erdemin olmadığı yerde kargaşa vardır.
Cesaret, dayanıklılık, sabır, ayırt etme, bilgelik, ihtiyat, ölçü, hayırseverlik, adalet, yaratılanı inciltmemek (yaratandan ötürü) , gerçek dost olmak, konukseverlik, acıma duygusu, yardımseverlik, hoşgörü, insaf, şevkat, sevgi, saygı, doğruluk, iyilik, barış, uzlaşma tavazu, affetme, bağışlama, helali / haramı bilme, alay etmeme, küfürlü konuşmama, nezaket kurallarını bilip uygulama, hakkı olmayana el uzatmama, cana kıymama, adam kayırmacılığı yapmama, devletin ve toplumun koyduğu kurallara uyma. Sonra çalışmak, çalışmak...
Kendi vicdanını işletmeyenler, Yaratan'ın her şeyi gören olduğuna göre, kötülük işleyenlere uyan cezaları, mükâfatları ya bu dünyada alır ya da halen kısa bir ömür (veya belki bir sürelik uyku sayılan) bu dünyadan göçtüğünde (veya sonsuzluğa uyandığında) mutlaka alacaktır.
Unutulmamalı ki; bugün düşünen, hisseden, anlayan insanın kendi vicdanı haline gelen amellerin en büyük gözetmeni kendi içimizde gizlenmiş olduğunu asla unutmamak gerekir. Din adına yapılmış her türlü kötülük, ahlaksızlık, dine dayanmayan rezillikten daha acıdır, daha geniştir. Hemen kaydedelim ki her dindar ahlaklı olmadığı gibi, her dinsiz de ahlaksız olmayabilir. Ahlak vicdanın köküdür. Her şey burada saklıdır.
Vicdanın oluşmasında ailenin, çevrenin ve eğitim kurumlarının bilgi düzeyi önem taşımaktadır. Toplumdan topluma ahlak, din, töre, gelenek, görenek, hukuk anlayışı değişir.
Beş bin yıla varan mazisi ile Türk Ulusunun ahlak anlayışı, Türklük, islamlık ve batı uygarlığı sentezinde biçim almıştır. Toplumsal yaşamda, kamuda, siyasette, inançta, bilimde ve sanatta bu ahlaksal düşüncelerimiz geçerliliğini korumalıdır.
Varlığımızın Sürekliliği söz konusudur. Öyle ise kamunun çıkarlarını özel çıkarlarımızdan daha üstün tutmalıyız. Bu da toplumsal ahlak boyutunu oluşturacaktır.
Ahlaklı bir toplum güçlü bir ulus güçlü ve saygın bir devlettir. Ulusça güçlü olmanın başında ahlak, bilgi, demokrasi kuralları, özgürlük anlayışı, sosyal hukuk düzeni yatar. İyi bir yurttaş; kendisine tanınan hakların dışına çıkmadan toplumda yerini alandır.
Kayıt Tarihi : 14.9.2008 00:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!