The Labirent - dalgalanmalar / öykü

Cevat Çeştepe
1210

ŞİİR


147

TAKİPÇİ

The Labirent - dalgalanmalar / öykü

Yıkılmış minarenin merdivenlerinde,son şerefeye kaç basamak kala söndü ışıklar bilmiyorum. Karanlık çöküverdi birden gözlerime, yüreğime. Soluğum kilitlendi, oturdum. Seni burada bekleyeceğim, tam burada işte, ne bir basamak yukarıda ne bir basamak aşağıda.
Gelirsen, gelirsin. Elindeki o billur renkli fanusun içinden doyumsuz güzellikleri bir kartpostal gibi alırsın fonuna, çıkar gelirsin. Derin mavi
gözlerinin içinden, bulutlardan çaldığın bin türlü dansın parendelerini
alnıma yapıştırmak için çıkar gelirsin. Biçimli dudaklarının sıcaklığını
yeryüzündeki milyarlarca insanın alnından izinsizce çekip alır ve yumuşacık ellerini yalnızca benim saçlarımda dolaştırmak için çıkar gelirsin. Sesinin gizemli tonunun içinden tüm metal parçacıklarını ayıklamak ve tenlerimizi aynı renge boyamak için ve beni bir tuhaf etmek ve bana ben olmak için çıkar gelirsin. Seni tam burada bekleyeceğim. Ne bir basamak aşağıda ne yukarıda.

Çıkıp gelmelisin; şiddet tanrısının içimdeki egemenliğine karşı tam yanımda saf tutup yürekli ve dürüst mücadelenin erdemini bana anlatmak için. Dansettiğimiz o ilk gece, yüksek topuklu ayakkabılarınla ayaklarımın üzerinde gezinmene karşı başımı uysal bir çocuk gibi önüme düşürüp yüzüne gülerek baktığım için mutlaka gelmelisin.
Tüm bu söylediklerimi duymamış gibi ama benim ne duymak istediğimi
bilerek, ona göre yorumlar yapmak için gelmelisin. Ve öldükten sonra, diğer tüm sevdiklerimiz, yakınlarımız gibi bir karasinek gibi geriye dönüp dönmeyeceğimizin yanıtını vermek için gelmelisin. Işık dolu bin çeşit pastel renk gibi gelmelisin. “alnıma bir karasinek kondu, elimle
kovalasam mı bilmiyorum”

Seni, işte tam burada bekliyorum, çıkıp gelmelisin. Gelmedin ….

Neredeyse sürüklenerek çıkarıldım karanlık merdivenlerden. Ensemde demir soğukluğu, yakamda, oralarım, buralarım da pençe izleri. Ve arkamda senin olmayan gölgen, duyamadığım sesinle.
“Hadi, daha çabuk! sallanmayın, hadi …”
Şimdiye kadar hiç bu kadar yakın olmadığım demir soğukluğu, tırmalayan pençeler ve bir saniye sonrasının bilinmezliği içinde çoğulcu yalnızlık ve korkular demekti –hadi, daha çabuk-. Ucuz atölyelerin bir kenara atılmış, işe yaramaz tuvallerinin üzerine bile kondurulamayacak kadar karanlık ve çaresiz uçurumlarda, yukarılara doğru sürükleniyorum. Ardına saklanacağım bir bulut bulabilsem bütün inançlarım karşılığında satın alacak ve pervaneleşerek kaçıp kurtulmaya çalışacağım. Bir gün değil yaşadığım saniyelerin hesabındayım. Ve soluklarını ve adımlarını yaşadığın zamana karşı kişinin kendisinin ayar dışı kalmasının zavallılığını ağır bir kozmos uçurtmasının kuyruğunda dalgalanarak hissediyorum.

Bir kapının önünde durduk. Sanki sonsuzluğa kadar sürüklenmiştim. Kainatın son noktasında bir kapı vardı tam önümde ve belki arkasında bir başka sonsuzluk başlıyordu. Paçamdan doğru gelen ses bir kibrit alevinde kapının üstünden kuyrukluyıldız gibi uçup gitti: “biz geldik Sayın Bayan, görevliyiz “. Sanıyorum bu isimle yeni sonsuzlukların okyanuslarında korsan dalgalarla beraber ulaşılacak pek çok hazinenin gömülü adalarında sürgünümü yaşayacağım ya da ilk gençlik yıllarımın yaşamadığım her şeye fazlası ile sahip delikanlılığımda, olgunluktan uzak, çizgileri derinleşmemiş bir entelektüel olamadan ve ideal tokmaklarımla tam-tam çalamadan kaçak kahvehane pejmürdelerinin aktüalitesinde kala-kalacağım. Ve sessiz bir nezaketle açılan kapıdan içeriye sırtıma indirilen hoyrat bir yumruk tekmelenerek itildim.

“Sayın bayan” tam önümde ayakta duruyordu. Çok ileri yaşının yaş kütüğü ortasında yeni açmış tomurcuk tazeliğindeki gözleri ile bana ve diğerlerine bakıyordu. Gözlerinin içinde; korkunun karanlıkları ve umudun aydınlıkları gri ve yüksek katmanlı bulutlara dönüşüyordu. Doğruldum yavaşça. Demir soğukluğu ve pençe tırmalamaları kalkmıştı üzerimden.
“Sayın bayan” tam önümdeydi ve bana bakıyordu bulutlu bir tomurcuk tazeliğindeki gözleriyle. Gözlerimi gözlerinden bir an kaçırdım ve tüm duvarları umursamaz bir cehennem topu gibi sessizce taradım bu belki
-sonsuzluğumun- ilk ve yeni attığım adımımın rahim ağzını.

Oldukça geniş, havları iyice dökülmüş çift kişilik ve yaşı antika çizgisini çoktan aşmış olduğunu tozu kalkmamış bir gururla haykıran koltuğa yan yana oturtulduk “Sayın Bayan” ile. Namlunun kadrajında sanki ikimiz birlikte yer alıyorduk. Oturduğumuz koltuğun tam arkasındaki duvarda, çok büyük boy gösterişli bir yağlıboya tabloda; sonradan renklendirilmenin yaratacağı yapaylıktan korkarak ressamının ellerine en uçuk tonlu pastel harmanının makyajını sunan belli ki “Sayın Bay”
şaşkın ve çaresiz bize bakıyordu. Belki de benim şaşkınlığım orada gene benim üzerime yansıyordu.
“Sayın Bayan” ile göz göze geldik yeniden. Neler oluyor bilmecesinin çözülmemiş ve neredeyse tamamı boş karelerine kimseden yanıt çıkmayacağını anlama kronometresi serüven duygusunu kaybetmiş ve kendi ritminde çalışıyordu. Çözülmemiş bulmacanın bu tarafındaki ben; beni biliyordum da hemen yanımdaki o, belki sadece sonsuzluk kapılarındaki ev sahipliğinde sadece kendini yaşayan ve anılar denizinin anaforlarındaki soluksuzluğu ile de mut çiçeklerini her gün yeni baştan değiştirmeye çalışan öylesine ve rasgele bir seçilmişlikti. Ve bu nedenle de gözlerindeki korku ağır bir saltanat sarhoşluğu ile tahtında bağdaş tazelerken belki umut dediğim aydınlıklar ay’ın görünmeyen tarafına doğru yelken açıyorlardı. Gözlerinin rengi değişiyordu “Sayın Bayan”ın.

Arkamızdaki ses, önümüze geçti, namlu hala olduğu yerde. “Sayın Bayan”ın hızlandırılmış soluğunu şimdi daha yakından duyuyordum.
Ses gürledi: - Ben Tanrıyım! …. Tüm yaşanmışlıkların, geçmiş zamanların Tanrısıyım ben! .....Beyinde, yürekte, nerede ne yaşanmışsa, ne şekilde yaşanmışsa ….Yolda yürüyüşlerin… Yan bakışların …. Ölüm sonralarının ….Az öncelerin ….Ben Tanrıyım, yaşanmış zamanlarla oynuyorum ….

Gözlerimiz soruyordu, biz bir şey diyemiyorduk. O gözlerimizi okuyordu. Gene gürledi: - Sizden tek istediğim Ulu Tanrının, benim bugüne kadar kabul etmediği “geçmiş zamanlar tanrısı” olduğumu kabul etmesine tanıklık etmeniz, bana yardımcı olmanız. O buraya gelecek ve oyunumuzu izleyecek ve benim tanrılığımı kabul edecek. Siz de bu oyunu oynamakla ve benim tanrılığımın tesciline tanıklık etmekle bana yardımcı olacaksınız….Sonra herkes yaşamına kaldığı yerden devam edecek … İsterseniz elbette ……Ve bu oyun ve tanıklık etmek içinde zaten hiçbir seçme hakkınız da yok … Yani istemeseniz de …..

Geçmiş zamanlar tanrısı; anlatmaya başladı oyundaki rollerimizi ya da yaşadıklarımızı.
Sen “Sayın Bayan” tam yetmiş iki yaşındasın. Kocan “Sayın Bay” öleli tam on sekiz sene oluyor ……O kocaman, yıkılmaz denilen koca fabrikasının kapısına kilit vurmaya çalışırken durdurdu kalbini …... Cenazesi nedense çok küçük bir ibadethaneden kaldırıldı. Kimselerin katılmadığı küçük bir törenle sadece. Günlerden bugün gibi bir gündü ve yağmur çiseliyordu. Sen “Sayın Bay” toprağa verildikten sonra doğruca bu eve, evine geldin. İnzivayı bile aşarak kapattın kendini içeriye. Kapını biz görevliyiz diye gelen memurlardan başka kimselere açmadın.
Onlarda sadece sayaçlarda gördüklerini yazıp gittiler ve iki kelime bile konuşmadın. Ne yedin, ne içtin ……Bilmiyorum, araştırmadım, merak bile etmedim …. Kocanla ve onunla yaşadıklarınla yaşamaya devam ettin …… Onu ilk tanıdığın günden sonra onun dışında hiçbir şey düşünmemek gibi yaşadın o öldükten sonrada …..
Sen “Delikanlı”, sen “Sayın Bay”ın öldüğü gün doğdun. Seni çok seven ve çok şey bekleyen bir ailen var, onların tek çocuğusun. her şeylerini sana veriyorlar sende onlara çok şey veriyorsun. Gelecek hayallerinde bir gün doktor oluyorsun, bir gün jet pilotu. Ya da uzak ülkeler rüyası …… Ne olursun, nasıl olacaksın bilemem. …

Tanrının ne zaman geleceği belli değil diyordu “geçmiş zamanlar tanrısı” o gelecekti muhakkak ve geldiği zamanda onun varlığının tescili için gerekli senaryo oynanmalı ve sonuç onun istediği gibi olmalıydı.
- Sevişeceksiniz! dedi ve sırtını “Sayın Bay”ın resminin olduğu duvara dayadı. Namlu hala üzerimize çevriliydi.

“sayın Bayan”ın çöl kumu renkli ellerinin üzerinde, bereketli vahalarda akan nehirler gibi masmavi damarlarında akan kan debisini yükseltmiş ve beynine hız ve şiddet olup akmaya başlamıştı. Benimde dizlerimden daha yukarılara gönderilen mesajlarla emir yerine ulaşmıştı gecikme hakkını kullanmadan. Birimiz diğerinin başını, yüzünü avuçlarımızın içine alıp göğsümüze bastırmıştık ama hangimiz. “Sayın Bayan”la beraber bir garip ama heyecan verici yolculuğa sürüklenmeye başlamıştık iki kişilik antika koltuğun üzerinde. Kulaklarımda sesini duyduğum “Sayın Bayan” – bana güzel bir şey söyle hadi – diyordu ve ben ona çok güzel şeyler söylemeye hazırlanıyordum.
………….
Aradan ne kadar zaman geçti ya da hangi yağmurlarda ıslandı kanatlarım, hiç bilmiyorum. Oda aynı oda ama sanki yapayalnızım.
Etrafa göz gezdirmeye çalışıyorum, neler göreceğimi bilmeden, belki korkarak. Sadece üzerime çevrili namlunun soğukluğu ve kadrajında benden başka kimsenin olmadığı bir sessiz yalnızlıktı şu an ortalarda gezinen. Başımı arkaya çevirdim. “Sayın Bay”ın gösterişli portresinin asılı olduğu duvara.
O resim gitmiş yerine bir başka resim asılmıştı. Gene pastel renklerin harmanı ve yapaylıktan korkan aşırı makyajlı ama bir başka resim vardı duvarda asılı.
Ben ve “Sayın Bay” ayakta duruyorduk yeni resimde. Birbirimizin koluna girmiş ya da kollarımız birbirine dayanmış kadar yakındık. Mutluyduk sanki, yüzümüzde saklanmasına gerek kalmamış rahat bir tebessüm.ve tam önümüzdeki iki kişilik, havları dökülmüş antika koltukta “Sayın Bayan” oturuyordu ve kucağında belli ki yeni doğmuş çocuğu ile o da bizim gibi çok mutlu görünüyordu.

Gözlerimi duvardaki resme bağlayan şaşkınlık halatlarım gevşemeden saklı bir sesin kimliği belirsiz fısıltısı yankılandı odanın içinde.
-Tamam geliyor……

Ve benim içeri atıldığım kapının altından ışık dolu, içinde saklı bütün renklerin aydınlığı süzülmeye başladı.

Ve kapı çaldı ….

Cevat Çeştepe
Kayıt Tarihi : 14.3.2007 11:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


yaklaşık on yıllık geçmişi bu hikayenin hikayesi yok. göre kısa açıklamalar la geçiştirelim. neden 'The' yabancılaşmadan. hele yaşadığınız labirentlerde bir dalgalanmaya yol açıyorsa içinizde kopan fırtna, işte arkası bu durum.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Handan Kalsın
    Handan Kalsın

    Gerçek bir ilham perisi olmalı yakınlarınızda? :)

    Cevap Yaz
  • Sadalsuud
    Sadalsuud

    Anlatımınız çok güzel. Bir çırpıda nasıl okuyup bitirdiğimi anlayamadım. Defalarca okunası bir hikaye olmuş. Tebrikler.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Cevat Çeştepe