Bu gün akşam iki arkadaş Bornova’dan İZBAN’a (hafif raylı trene) bindin Şirinyer’e geliyoruz. Yollar o kadar bozuk ki metronun vagonları bağlayan ek yerlerindeki kayna belki on santim… Her kütürtüde yüreğimiz ağzımızda… Tam karşımızda da Konforlu yolculuklar başlıyor afişi var. Meğer 15 gündür konforlu yolculuk yapıyormuşuz da haberimiz yok. Tek kişilik boş yerler olduğu için arkadaşım karşımda, ona afişi gösterip gülümsedim… ‘’60 oturak, 200 ayakta yazısı da yanında olsa çok yakışacaktı’’ dedim. O yazı vagonların baş taraflarında… Gülüştük… Yanımda karısıyla oturan bir bey vardı. Karısı da gülümseyince bozuldu. Sitemli sitemli konuşmaya başladı. Hani ‘’kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle’’ hesabı… Karısına söylüyor ama bizi azarlıyor. ‘’Şükretmesini bilmiyorlar ki, biz çocukluğumuzda yalınayak dolaşıyorduk, şimdi ayakkabımız var, yürüyerek gidiyorduk şimdi otobüsümüz METRO’muz var… Bizden eskiler daha kötü durumdaydı(Bize göre 25-30 yaş genç) . ’’ Haliyle karısının tebessümü kayboldu. Hata yaptığını anladım. Bunları söylemekte biraz geç kalmıştı nedenini sonra anladım ben cevap vermek için döndüğümde kalkmaya hazırlandı kapıya doğru yürüdü… Bilirsiniz bizde yüzleşmekten kaçanlar hep kapıyı kapattıktan sonra konuşur veya küfür ederler. Söyleyeceklerim imiğimde kaldı… Şimdi hanım hafif yollu yiyecek bir şeyler getirecek, yemek yolunu açayım ki yiyebileyim diye imiğimdekileri buraya dökeceğim…
Be yavrum, biz her verilene razı olup ‘’Çok şükür deseydik, sen hala yalınayak dolaşırdın. Eleştiri olmadan, bu kusurlar nasıl düzeltilir diye düşünüp, daha iyisini yapma hedefin olmadan değişim olur mu? Bizim gibi şükür etmesini bilmeyenler olmasaydı, sen şimdi hala yalınayak, hala yürüyerek, ya da hala doğduğun köyden çıkamamış olurdun. Belki de hastane olmazdı ambulans olmazdı anan seni doğururken ölürdü. İyi olur muydu? Hepimiz şükür etseydik en zenginle en fakir arasındaki uçurum daha büyük olurdu. Hep bu ‘şükür’ etmesini bilmeyen sayesinde bu gelişmeler, yaşam şartlarının bu kadarcık da olsa düzelmesi, biz de şükür edecek olsaydık, hala kölelik devrini yaşardık ve şimdi şu, kıskançlıktan köşeye sıkıştırdığın karını önce sahibin becerirdi. Tabi sana geçmişi hep yanlış anlattıkları için geleceği de yanlış algılıyorsun… Umarım biraz düşünürsün bunları…
Arkadaşım suratımdan anlamış ki ‘’Canını sıkma yahu, kalas üstüne ne kadar cila atsan yine kalastır’’ dedi, ‘’ yaşken yontulmayan kuruduktan sonra zor yontulur.’’ Arkadaşıma hak verdim ama yine de rahatlayamadım…
Bir avuç insanın mücadelesi ile bu kadar gelişen insanlık, eğer sermaye kendi çıkarlarını koruyabilmek için yönettiği toplumları bu kadar uyuşturmasaydı, bu gelişme kat kat fazla olmaz mıydı? Çalışanlar, kendi için çalıştığını bildikten sonra, daha şevkle çalışıp, daha fazla üretmez miydi? O üretilenler eşit bölüşülünce kişi başına daha çok gelir düşmez miydi? Evet, ama o doymaz azınlık bunları kendi tekeline alıp üstünlük sağlayamazdı.
Başkalarının kanını emmekten haz duyanlar, o hırslarıyla, dünyayı kaosa boğuyorlar. Günlük nafakayı çıkarınca mutlu olanlar, gözü ihtiyacından fazlasında olmayanlar, bu politikalara ilgisiz kaldığından, sonuçta kötüler kazanıyor. İyilerinde hiç olmazsa ezilmeyecek kadar ürettiğinden kendi payına düşeni isteyip alacak kadar hırslı olması gerekiyor.
Hırsın azı da çoğu da zararlı, ama arada bir denge kurulmalı…
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta