Çıkmaz yollar arasında kalmış, yolunu ve gideceği yeri bilmeden özgürce tutsaklığa cıkmış bir yolcuyuz.
Hangi han veya hangi hancı yardım edebilir bilinmez.
İşte tam burada başlar zaten, ‘ömür biter yol bitmez’ türküsü…
Yürümeye devam ettikçe, bir öncekinden farklı kavşaklar ve bir ötekine benzemeyen yollar sonu hep aynı yere çıkacaksa bu çeşitliliğin maksadı ne? Yoksa sevgiyle çıkılan yollar, kesişmeyebilir mi? Sevgiliyle gerçekler acıdır derler hep… O zaman söylesene; gördüğümde sevindiğim, dokunduğumda ürperdiğim, sığındığımda kollarına rahatladığım, sen gerçek değil misin?
Uyandıran sen olmadıktan sonra, kâbus dolu uykularımdan uyumanın anlamı ne? Azığımda, ekmeğimde tuzum, sürümde kuzum, toyumda gelinim olmayacak bir gerçeksen, acısın demek ki!
Ama ne acı ki gerçek değilsen ben, uyuya kalmış bir kamyon şoförünün yapacağı kazanın hemen öncesinde gördüğü bir rüyayı görüyorum.
Sen bir dev değilsin
Elleri büyük olur devin
ve sen bir dev değilsin
Yüreği büyük olur devin
sen bir dev değilsin
dünyanın senin etrafında döndüğünü sanırdın
oysa etrafında dönen bendim
bilemedin
gecelerini ışıklatan vesenin için parçalanıp yıldızlara dönen bendim
bütün med cezirler senden sanırdın oysa ben çekerdim onca eziyeti
Tamam belki kokunu içime çekerek yaşamak yerine yokluğuna iç çekerek yaşamayı seçmiş olabilirim.
bulunduğum ortamlarda adın geçtiğinde halen burnumun direği sızlıyor olabilir parfümünün kokusunu
aldığım herhangi bir yerde hüzünlenip sigaramı sigaramla yakma gereği hissediyor olabilirim.
bazen kızıyorum da kendime ölümsüzleştirdiğimiz anlarımızı yırtıp attığım için. yüzünün hatırlayamadığım
ayrıntılarına bakabileceğim bir fotoğraf bırakmadığım için ve sonra yine kızıyorum kendime
yüzündeki herhangi bir ayrıntıyı halen unutamamış olduğum için
Hey! Sen, orda bir yerde beni düşünüp duran
Sanıyormusun ki kolay oldu seni unutmam?
İçimdeki sevda ateşi söndü ama
Dağılmadı, her yer kül ve duman.
Sensizliğin rengi silindi gecelerimden
Kalmadı sanıyorsun senden hiç bir şey
Gel genzimdeki sızıyı burnumdaki kokuyu gözümdeki hayali alda git
Sensiz anlamını yitirdi şehrim
Sen kalem gibi kız dolaştığın sokaklar şiir oluyordu
Gel dizelerini alda git
Gurbette şehrime mahkumum şimdi
Gidersen ben susarım
Kimse duymaz sesimi. susarım
Ama en çok sana susarım
Konuşmam duyamazlar sesimi
Tamam belki kokunu içime çekerek yaşamak yerine yokluğuna iç çekerek yaşamayı seçmiş olabilirim.
bulunduğum ortamlarda adın geçtiğinde halen burnumun direği sızlıyor olabilir parfümünün kokusunu
aldığım herhangi bir yerde hüzünlenip sigaramı sigaramla yakma gereği hissediyor olabilirim.
bazen kızıyorum da kendime ölümsüzleştirdiğimiz anlarımızı yırtıp attığım için. yüzünün hatırlayamadığım
ayrıntılarına bakabileceğim bir fotoğraf bırakmadığım için ve sonra yine kızıyorum kendime
yüzündeki herhangi bir ayrıntıyı halen unutamamış olduğum için
ve 'işte tamam' dediğin anda kopacak kıyamet
fırtına ya da tufan
sen anlayacaksın sadece,
kalabalıklar fark etmeyecek
anlamayacaklar, fark etmeyecekler
Hiç ummadığım bir an ve zamanda, kirli pabuçlar, zorla çıkılan bir çamurlu yokuşun ardından kendimi sahnede buluverdim. “Oyun oynanacak, çabuk sahneyi temizle ve toparla” dendi; aceleyle işe koyuldum. İş biter, ter diner, fırsattan istifade oyunu da izlerim dedim ama aniden ağır ağır açılmaya başlayınca kalın saten perdeler, sahneden çıkmak gerektiğini anlayarak ayrılmaya çalıştım. Etrafımdaki eller ve bendenler izin vermedi sahneyi terk etmeme; oyun senin dediler ve ittiler. Çıkamadım, elde süpürge kalakaldım. Sahnede ben, süpürge, kirli pabuçlar ve seyirciler…
Bir şey söylemem gerekiyordu ama söylenebilecek tek bir söz bile yoktu. Gölge halindeki simalar beni izliyordu ve tektim sahnede, kimse yoktu. Korkuyor, titriyor ama hiçbir şey söyleyemiyordum. Ben bir oyuncu değildim, figüranlık bile bana hayal geliyordu. Düşünüyordum; benden ne bir prens, ne prenses, ne de herhangi bir şey olmuyordu. Elimdeki süpürge bile eğreti duruyordu; ben sahneyi süpürecek ve gidecektim oysa işim buydu…
Ben, yine yalnızdım koca sahnenin ortasında ama kalabalıklar ile çevriliydi etrafım ve her yanda insanlar vardı. Yanımda değillerdi, yine tek başıma ve yapayalnızdım.
Oyunun benim oyunum olduğunu söylediler ama ben ne oyunu ne de söyleyebilecek bir şeyi bulamıyordum. Eğreti duruyordum zaten sahnede, bütün ışıklar beni gösteriyordu. Karanlıktı diğer yerler; herkes beni görebiliyor, duyabiliyordu ama benim görebildiğim şeyler, gölgelerdi.
Tek başına oynanabilecek bir oyun bilmiyorum. Birileri olmalı, bir başrol, bir dublör, ya da herhangi bir şey olmalıydı. Ne yapmam gerektiğini söyleyen bir suflör bile yoktu. Bu oyun, kimin oyunuydu? Yoksa yine bir hata vardı da suçlu mu aranıyordu?
Kalabalıklar içerisinde ben hep yalnızdım. Zaten dokunduğum her şey ya donuyor, ya da susuyordu. Tutunamıyordum hiçbir yerde ve gönülde ama şimdi bu sahnede tektim, çağırsam biri duyar mı, gelir mi bilmiyordum. Bu nasıl bir döngü, nasıl bir karmaşaydı? “Şimdi kimi çağırabilirim? ” düşüncesi bile korkutuyordu beni. Sesime bir ses cevap verir miydi? Kim koşardı yardımıma, kim destek olurdu. Yapayalnız ve kimin olduğunu bilmediğim bir sahnedeydim. Benim ne işim vardı burada, neden buradaydım, ne yapmaktaydım? Sonrasında yapacağını bilmeyen biriydim ben.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!