Bazen terk eden olan giden olan yetmiyormuş...
Sanki rüzgar esti ben savruldum..
Savrulurken ruhum kalbim yüreğim heryere çarptı savrulurken geçtiğim..
Kan içinde kaldı heryerim canım yandı..
Söylemedim kimseye anlatmadım..
Geçicek nasıl olsa biticek dedim kimse bilmesede olur..
Şimdi, kurulup bir hiçliğin içerisine, avucumda sımsıkı sakladığım çocukluğumu dökeceğim önüne. Kırılganlıklarımı göstereceğim sana, korkularımı… Daha çok sev diye değil, daha iyi anla diye hatalarımı.
Gök gürültüsünden korkardım ben, hoş hala titrer büyümeyen bir yanım. Sımsıcacık bir kucak için vazgeçilemez, ıskalanamaz bir bahanedir gök gürültüsü. İşte bu yüzden ne zaman haykırırsa gökyüzü, aç kucağını, sımsıkı sarıl bana…
Sobalı olmadı hiç evimiz, şimdi ne kadar sıcak olursa olsun bulunduğum mekanlar, hala üşürüm. Ne elektirikli battaniyeler, ne de el dokunmayacak kadar sıcak olan petekler, ısıtamaz çocukluğumu. Burnunu çeke çeke kendisine sarılan bir erkek çocuğuyum hala. Bak; sımsıkı sarılıp bırakmaman için beni, bir neden daha…
Aylardan Aralık olunca hangi günde olduğunun pek önemi olmuyor takvim yapraklarının.
İçinde bulunduğu ayın verdiği kasvet ve mutsuzluk nasıl olsa her güne bulaşıyor güneşin o cılız ışıklarına rağmen.
Pazartesi ya da Salı, Cumartesi ya da Pazar.
Aşkın memuriyeti yok nasıl olsa, ondan belki de önemi yok hafta içi / sonu olmasının.
Hiçbir yoklamada yok yazılmıyor nasıl olsa.
Tek taraflısı, platoniği, tutkulusu, naifi, karşılıksızı, delicesine olanı.
Hazırdım aslında ama açmak için zamanını bekleyen çiçeklere özenmiş;
Küçük bir yürek taşıyordum göğüs kafesimde.
Biriktirdiğim iyiliklerimi bedelsiz veriyorum şimdi köşedeki eskiciye.
Deri kaplı bir defterin sararmış sayfaları kadar toza bulanmış gibiyim,
Üzerimde eskimiş satırlardan aşk mektupları.
Şaire özenip artık demir almak günü gelmiştir diyorum kendime,
Bu hikâye senin için!
Anlamak kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yardım ettiğin için...
Anlamak ve anlaşılmanın sözde en güzel denilen sevişmeleri kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa olsun, dilinde bu kadar güzel bir özgürlük şarkısıyla yaşayabildiğin için... Senin için...
Bu, insanın içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de, neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikâyedir!
Sonra sen geldin.
Yaşayıp gidiyordum... Yaşayıp gitmek! Ne saçma! Bu fiili nedense, hayatımızın sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Yaşamak ve gitmek... Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum. O halde şöyle demeliyim:
Senli günlerimde hiç keşkem olmadı.
Her şeyi doludizgin yaşadım
Ve asla pişmanlık duygusu sarıp sarmalamadı beni..
Sevgi böyle bir şeymiş sende öğrendim.
Hayatı akışına bıraktım
Önüme ne getirdiyse düşünmeden yaşadım,
Gece usul usul süzülüyor odama yine..
Sesiyle irkilip açıyorum kapıyı..
Kapının kolunda bir yürek izi, hüznünüde takmış peşine..
Neden bilmem tanıdık geldi bu sahne..
Ve yine eski bir tanıdığı ağırlar gibi misafirperverim bu gece..
Alıp tam karşıma koyuyorum ikisinide..
Hangisinden başlasam karar veremiyorum aslında..
Ayrı ayrı düşünüldüklerinde anlamsız gelen bir yap-boz parçası gibiler..
Bir araya geldiklerinde görünüyor resim..
Yine bi geceye daha adım atmaların akşamındayım.. Yine hüzün..
Bu iki kelimenin ardına saklıyorum seni nicedir..
Ne sen onlar olmadan sensin, ne de onlar sen olmadan bu kadar ayan beyanlar..
Bir sigara alevini bekliyormuş sanki hayalin..
Kibrit kokusunu aldığım anda farkettim duvardaki halini..
Etrafımı saran bu kasvetin tam ortasındayım..
Bir yanım sen oluyor, diğer yanım sensizlik..
Gecedendir diyorum.. İkiside net değil..
Bir yürek yangınını taşıma suyla söndürmeye çalışan bir adamın aceleciliği var mısralarımda..
Yangından kaçar gibiyim yazarken..
Sonra tutuşuyor parmak uçlarım..
Sıcaklığını hissediyor, erimeye başlıyorum..
Boşveriyorum o anda kağıdı kalemi..
Ne sıraladığım mısralar geliyor aklıma, ne de gecenin hüznü..
Göğsümde bir kor, yanaklarımdan süzdürüyorum yaşımı..
Neden sonra buz kesiyor elim ayağım..
Kaldırım taşında kıvrılıp yatan o ufak çocuğun üşümesini hissediyorum iliklerimde..
Ellerimin arasına alıp başımı, olur olmaz şeyler söylüyorum..
Duymak bile istemediğim..
Sanırım büyüyorum..
Ama öyle olsa cevapları bulmak bu kadar zor olmazdı..
Hem büyüyor olsam, korkarmıydım geceden..
Konuşurmuydum duvardaki hayalinle büyüyor olsam..
Ve her büyük taşır mı içinde acaba o haylaz çocukluğunu..
Ben içimdeki çocuğun gökten yıldız toplaması kadar sevdim seni..
Gece uzanıp sırt üstü çayıra çimene, hepsine adını verdim ayrı ayrı..
Kimi sadece adındı, kimi şehrin..
Kimi rengini söylüyordu bana, kimi korkularını..
Gördüğüm yıldızdın işin özü aslında..
Farketmiyordu kuyruklusu yada kayanı..
Bir yıldızdın gecenin karanlığını yırtan, ve en çok bunu sevdim..
Şimdi Kasımın ayazında, yıldızsız bir karanlıktan yazıyorum sana..
Üşüyorum.. Halbuki is kokuyor hala parmak uçlarım..
Son nefesi çekip sigaradan, bıraksam kalemi kağıdın yanına diyorum..
Usul usul gelen gece gibi sıyrılsam bende bu hüznün elinden..
Şarkının sözlerine takılıyorum sonra..
Dalgalanır deniz ne çıkar, durur yavaşlar..
Ama yok..
En hırçın hali olmalı bu aşkın..
Boyumdan yüksek hep dalgalarım..
Ne batıyorum adam akıllı ne de çıkabiliyorum..
Bir deniz feneri olsan diyorum sonra..
Döne döne aydınlatsan gecemi, rehberim olsan..
Belki son demimle ulaşırım sana.. Çıkarım kıyılarına..
İster yıldız ol, ister fener.. Ama acele et..
Adın hasret olmasın bu sefer, dayanamıyorum..
..
Ben özledim galiba seni
Bu yüzden bu kadar sitemlerim
..
Şimdi fonda bu şarkı.. Tutuyorum nefesimi..
Gecikme olur mu? ..
Şarkı: Murat Boz - Özledim
Zamanın, içinde durduğu takvimlerden sıyrılınca an’ın cismi, bir sen kaldın mayınlı gülüşleri sonsuzluğun hüznüne ayarlı. Kum saatinin belinden süzülen kumlarla saçlarını tarayan senin rüyanın melekleriydi. Ötelere gitmenin sızısıyla kıvranırken kendi avuçlarında, tuvallere sığmayan acılarındı kabullendiğim susuş. Bi bilsen..! Hayalin perdesini yırttım; görünen görünmeyendi. Aşkın perdesini yırttım; görünmeyen görünendi. Kendi perdemi yırttım hayadan uzak kahkahalarla; görünen aşktı, görünmeyen sen. Yolları uzatıp ömrüne, bir mim sesiyle ağlamayı öğretirken aşka, noktanın saklandığı elifi buldum noktanın içinde. Noktaysa elifin uçurum çiçeğiydi temmuz günlerinde. Dokunduğun yerlerimde kederden izler buldum. Sakıncalı bir haritanın başkentiydi düşlerin. Hasretine sarılıp uyurken gözkapaklarım, düştüğüm kuyuda aşktan çıkamadım. Kahrımın kenarına intihar notu ekleyip aklımın arka odalarında cesetleşmeden yaşamakta neyin nesiydi?
Kanım dondu aşkından. Ruhum yandı yokluğuna duyduğum aşktan. Bir gözyaşıyla geçip gitsen ya kentin yağmuruna sığınan yaralanmalarından… Her ecel aşka yakışır da kaderinde ayrılığın okunduğu aşka yakışmaz ecel. Çünkü aşk bir defa ölür. Olacak olan varlıktı gözlerin her an olmayacakmış gibi. İçimi açmayan anahtarlara kilitli kaldım. Kırk beşlik ampullerin kirli nefesinde yonttum sana dair kelimelerimi. Sırrın kördüğümünde sesin takıldı dilime. Bir şiirin yanağında ezberledim çocukluğundan yaralı ömrünü. Sana doğru koştukça bülbülün ahı battı çırılçıplak ruhuma. Sana toplandı acılarım; oysa lime lime edilmişti sevmeden gömdüğüm bedenim. Bakma öyle susarcasına, içimde gördüğün kırıklar aynalardan emanet bana. Miratıma ezel olmak ağır gelmez aşkın bütün isimlerini kendinde toplayan sana.
Yüzünü kolaçan ederek yürüdüm ardın sıra be sevgili. Düşte görülecek kadar asi ve imkânsız, gerçek olacak kadar acımasız bir tebessümdün. Açıklanamaz varlığınla yok diye anılması gerekendi güzelliğin. Bir vuslat, bir ayrılık, bir hüzün ve bir sevinçtin. Sen bunca güzelliğinle aşkın zıddıydın da aşkın kendisiyle kaim olan zıddı neydi? Çözemedim berhayat diye bilinen senin sen olmayanını. Meali sona saklanmış cümlelerle anlattım kapısı açılmamış baharın kıştan evvel yaşlandığını. Gelip geçen / delip geçen yara mıydı yoksa aşk mıydı? Sensizlik aşkın ötenazi isteyen feryadıydı, imdat sesli yalvarışıydı; duymamak için sağır bir gecenin yıldızlarını kaydırdım saçlarında. Kan hummalı titreyişlerde benden sonra yaratılan seni aşkla hatırladım. Senden kaçsam aşk, sana koşsam aşktı. Ben sende bildim; seni sevmek yönsüzlük ve yön, yurtsuzluk ve yurtmuş. Cinnet şeridinde gözlerin cennet; bu kadar delirirken haklıydım elbet.
Yasal sarılışların terli yataklarında ölümcül dalgadır aşk, yosun tutmaz çarşafta
Ruhumuzun soğuk odalarını ısıtmaz nefesimiz, mutluluğun bedeli ödenir yasakla
Tanımsız bir maviliktir gökyüzü, çocuklar sıkılınca sonsuzluğuna bakarlar inatla
En gerçek gözyaşıdır beklemek, sevdanın heybesini doldurur bu adam masallarla
Sırrımızın o kadim obalarında yorgun bir masalı dinlerken, gökyüzüne her baktığımızda insan olmanın erdemiyle, gönlümüzdeki o kıpır kıpır devinimlerle kendi masalımıza yürürüz. Kanatlarımızda alaz bir ıslaklık, kanımızda coşkulu ve haylaz bir kalabalıkla yararız yaşadığımız ovalardaki yaşam denizlerini. Neden bu kadar derinlere indiğimizi asla bilemeyiz. Ama ruhumuzdaki o sıkıntıya bir dokunuşun temasını hayal edip gönlümüzü çocuklaştıran armonilerle ve kapımıza gelip dayanan o mutluluk süvarileriyle karşılaşmayı isteriz.
Ağlamayacaktım
Geçtiğim sokakta canlanmasaydı hayalin,
Deniz mavi olmasa, mavi denize yağmurlar yağmasa,
Toprak kokmasa, toprakta olduğunu hatırlatmasa,
Ağlamayacaktım.
Balıkçıdaki kedi bakmasaydı yüzüme yeşil, yeşil
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!