bazı günler annem
bir kuş gibi gülerek uyanırdı
o sabah
cıvıltısını etrafa cömertçe saçarak kalktı
erkenden hazırladı
babamın yemeklerini
tel dolabına tencerenin birini
kuzinenin üstüne koydu diğerini
babama iyice tembih etti
bu yahni
bu madımak
sönerse soba
kurumuş odunlar var fırınında
ısıtmadan yeme emi…
o anda,
bir kadını en çok güzelleştirenin
anaçlık duygusu olduğunu düşündüm
annem,
uzun bir sefere çıkacakmış gibi
kendisi yokken evin işleyişini
tamamladı diğer işleri
su getirerek çeşmeden
doldurdu bütün kovaları evdeki
tavukların yemine, suyuna baktı
*
köyümüzde henüz elektriğin olmadığı yıllardı
kış gecelerinin
daha da uzun olduğu zamanlarda
ya birine giderdi insanlar
ya da birileri onlara gelirdi
annem,
köyden biraz ayrı olan mahalleye
önceden planlardı
belli aralıklarla yaptığımız gezileri
gündüz vakitlice gider
hatırı sayılır bir zaman kalırdık
üç dayım
iki teyzem yaşıyordu orada
aynı evde hala
aynı yoksul kardeşler
ailemin son çocuğuydum
annem beni küçükken yanından pek ayırmaz
bahçeye, tarlaya, çeşmeye
dağdan çam kozalağı
uzak harmanlara
madımak toplamaya
yanında götürürdü
annem oralarda çalışırken
oyunlar bulurdum ben de kendi kendime
bazen bir söğüt dalını at yapardım
tahta kılıçla hayali haydutlara savaş açar
çakımla bir şeyler yontardım
bazen de
anneme arkadaşlık ederek
kahramanlık yaptığımı düşünürdüm
gurur duyardım kendimle
*
babam
annemle gittiğimiz bu yerlere
pek gelmezdi
on dört yaşında yetim kalmıştı
evin zorlu dış işlerini
çocuk yaşta omuzlamıştı
hayvanlara bakmak
dağdan odun getirmek
öküzlerle çift sürmek
toprak evin yıkılan yerlerini tamir etmek
hepsi
babamın vazifesiydi
köyün bitmek bilmeyen ağır işleri
arkası olmayan bir yetimi
ezmeye çalışan hoyrat insanlar
onu erken yormuştu
sürekli hastaydı bir de
serili olurdu hep yatağı
evde olduğu zamanlar
uzanarak dururdu
çocukken bütün babaların böyle olduğunu düşünürdüm
yemeği hazırlayan sofraya koyan anneme
ömrü boyunca hep
minnetle baktı babam
kırıcı söz etmedi
gönlünü yıkmadı
perdenin rengine
kilimin desenine karışıp onu bunaltmadı
ev kadının dünyasıdır derdi
her zaman
*
annem
beyaz tülbendini başına aldı mı
yolculuğumuz başlıyor demekti
kadınlar bir başka mahalleye giderken
mutlaka bu örtüyü örterlerdi
bizim köyde
ve annem
bütün sorumluluklarını yerine getirmenin huzuru içinde
yanına alarak yola çıkardı en küçük oğlunu
yolun iki yanında salınan kavaklardan esen yel
annemin tülbendini havalandırır
yıllar önce
gösterişli iki atın çektiği bir araba üzerinde
gelinlikle geldiği yoldan
bir yürüyüş başlardı
çocukluğuna
gençliğine doğru
annemin
daha ilk adımlarla hafiflediğini anlardım
eski mahallesine
güzel zamanlarına
göçüp giden annesinin babasının hatıralarına
yürüdükçe
içini çocuksu bir sevinç doldurur
çok eskilerden geldiği belli olan
sözlerini tam anlayamadığım
bir türkü mırıldanırdı hep
annem
genç kızlığında
arkadaşlarıyla birlikte
madımak toplarlarken
ya da ailecek orak tarlasına giderken
söyledikleri bir türküydü
yaşadığımız zamandan çok uzaklara dalıp giderdi
gidişlerimizde
annemin elinde
büyükçe bir çıkın olurdu
yeğenlerini sevindirmek için şeker, lokum, bisküvi
habersizce bir kenara bırakıvermek üzere
makarna, pirinç, çay, şeker
ziyaretlere hiç boş gitmezdi
*
annem
yolda giderken nahif planlar yapardı
küçük teyzenlere uğrarız önce
yemek vaktini
onlara denk getirip bunaltmayalım
büyük dayınların durumu daha iyi
o mahallede uğradığımız evlerin hepsi
bir örnek eşyalarla diziliydi
kuzine olur hayatın merkezinde
düzenlenirdi ev ona göre
üzerinde yemek yapılır yaz kış
ekmek ısıtılır fırınında
ıslak meşe odunları kurutulurdu
evin bir duvarında
üzeri rengarenk naylon örtülerle
tahta raflar uzanır
hangi eve gitseniz kapıların önünde
orlondan örülmüş bir paspas serili olurdu
hiçbir nesne görevini bitirip bir kenara çekilemezdi köyde
deterjanı bitmiş plastik kutular
menekşeye, küpeliye,fesleğene
saksı olarak pencere önlerini süsler
biten yağların teneke kutuları
kimi evlerde
sobanın önünde küllük
kimilerinde
buğday, arpa doldurmak için kap olurdu
teyzemin yıllarca giydiği
pazen kumaş eteği
bir gezimizde hamur teknesinin üzerinde
örtü olarak görürdük
neredeyse hiçbir eşya yok olmaz köyde
başka bir eşyaya dönüşürdü
*
büyük dayım, bana
nasılsın çavuş diye takılır
cevabımı beklemeden gülerek
yüzüme bakar sonra da
çok güzel, çok güzel… derdi
köyümüzden askerde çavuş olan
nadir kişilerdendi dayım
kendisinden hala çavuş diye söz edilir
bu hitap hoşuna giderdi ki
bu payeyi kendisi de
başkaları için sık sık kullanırdı
sararmaya başlayan siyah beyaz bir fotoğrafta görürdüm dayımı
eski pazar hatırası yazan bir şeridin önünde üç arkadaş
muhtemelen üçü de çavuş
gülerek
gururla poz vermişlerdi
*
annem
seferberlik zamanında
otuz altı ay askerlik yapan abisinin bu resmini özenle saklardı
köyde son durağımız her zaman
büyük teyzemler olurdu
kerpiçten yapılmış
iki göz bir evde oturuyorlardı
odanın yarısını kaplayan
kocaman bir karyolada yatak
her zaman açık olurdu
teyzemi genellikle bu yatakta yatarken hatırlıyorum
teyzem,
yatağın başındaki küçük tahta kapağı açar
bana şeker ya da bisküvi uzatırdı
bu anı sabırsızlıkla bekler
o kapağın ardında nelerin olduğunu
hep merak eder dururdum
diğer evlerde gördüğüm şenlikli havanın aksine
büyük teyzemlerde
ağır bir sükunet fark ederdim
bu ağırlık, eve gelen herkesi etkilerdi
onların evinde güle oynaya koşturamazdım
özellikle diğer odaya girmem yasaktı
o kapıya yöneldiğimde
annemin yasağı hatırlatan bakışlarını
üzerimde hisseder
geri dönerdim hemen
*
o gün
annemler konuşmaya dalınca
kendimi unutturarak bütün merak ve cesaretimle
dönüşte azar işiteceğimi
bir daha seni getirmeyeceğim tehdidini
göze alarak
o kapıya yöneldim
birkaç saniye bekledim
kapının önünde
ittim kapıyı
zorlanarak açıldı
içeri girdim tedirgin adımlarla
evin pencereleri
örtülmüştü kuş resimli perdelerle
loş bir aydınlık vardı içeride
gözüm tavana kaydı ilk önce
simsiyahtı toprak damlı tavanın mertekleri
bir soba vardı ortada
borular sökülmüş,yaslanmıştı duvara
kilimler, odanın bir kenarına toplanmıştı
beyaz kireçle boyanmış duvarlar
koyu bir yalımla kararmıştı
normal bir durum değildi gördüğüm
içinden çıkılmaz kördüğümdü
korkmuştum
fazla duramadım
dışarı çıktım yavaşça kapatarak kapıyı
geri döndüm merakımı daha da artırarak
annem, teyzemlerle vedalaşma faslındaydı
dönüş yolunda tüm cesaretimi toplayıp
anne dedim
büyük teyzemlerin o odanın tavanı neden simsiyah
bir an duraksadı annem
kötü bir haber almış gibi
huzursuz bir bakış attı bana
*
pek kızmazdı çocuklarına
hele bana hiç kızmazdı
oğlum, dedi
o odada yangın çıkmıştı yıllar önce
teyzenlerin bir kızları vardı
bir süre durdu
meraklanmıştım
yangında kaybettiler, dedi
kısık bir sesle
bunu beklemiyordum
bu odayla ilgili her ziyaretimizde
çocuk muhayyilemde canlanan
haydutlu, eşkıyalı ,hazineli
masalların yerini
acı bir hikaye almıştı
daha on sekiz yaşındaymış kızı
imrenilecek güzellikteymiş
sobayı yakıyormuş
nasıl olmuşsa
sobadan çıkan alevler odayı sarmış
yokmuş evde kimse
yangınla boğuşmuş
kendine de olan olmuş
*
acı bitmiş hikaye
o günden sonra o odaya pek girilmemiş
kalmış öylece
büyük teyzem bu yüzden
hep durgun
hep hastaydı
eniştem bu yüzden
tabakasından tütün çıkarıp sarar
dumanına dalıp giderdi
bu yüzden annem
şen şatır olamazdı
sohbetleri bir dertleşmeye dönüşürdü
toprak damlı evler
annem, babam,teyzemler,dayılarım
yitip kayboldular bir bir
yıkılmış evlerin
tarumar olmuş hatıraların üzerinden
dumanlar yükseliyor şimdi
ve bir çocuk hala
annesinin elinden tutup
masalsı zamanlara gitmek istiyor
redfer
Kayıt Tarihi : 19.12.2022 16:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!