Suyun içinde yüzen söğüt ağacı

İlyas Kaplan
1368

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Suyun içinde yüzen söğüt ağacı

Suyun içinde yüzen söğüt ağacı

Yatmadan hemen önce,
günü bütünüyle hatırlamak istediğimizde,
uzlaşı başlar o vakit.
Gün boyu üzerimize yağan renklerden
manalı bir resim yaparız.
Ele avuca sığan,
zamanın kapıp kaçamayacağı,
dalgaların silip götürmeyeceği bir resim.

Hayatın içinde yitip giden insanın,
kalabalıklar arasındaki yalnızlığı düşündürücü
ne derin bir yalnızlık bu!
Bizi bizden çalmışlar.

Ve sonra,
çekildiğimiz temaşanın münzevi kıyısından,
tam da şimdiye, bize seslendiğini,
onca hissizleştirmelerine,
duyarsızlaştırmalarına rağmen,
bakışları kirleten gri renksizliğe karşı,
gözleri yıkamalı bazen,
başka bir şekilde görmeli dünyayı.
Mesela rüzgâr olmalı,
yağmur yağmalı…

Ve sonra sabahleyin,
tepelerin arasındaki meyve bahçesi
insanın içini üşütüyor.
Buzsu bir dantel örtüye bürünmüş sanki,
sert rüzgârlardan perişan ve yorgun,
hüzünlü gülümseyişlerin öncüsü.
O dondurucu havayla sararmış geniş kıyılarda,
doruktaki dallarıyla elma ağaçları kıpır kıpır,
açılıyor, kapanıyor.
Görünümleri ayırt etme arzusu
sarmış yüreğimizi.

Alışılmadık yansımalar, parıltılar, sessiz ışık kamaşmaları
ve tarifi imkânsız yumuşaklıktaki sesler,
nasıl umut dolu bir yankı bırakıyor!
Gerçi üşümüşüz,
derinden derine iç dünyayı
ve dış dünyayı harlandıran yıkıcı güç
iş başında
Ama yine de umut doluydu her şey.

Ovuşturup ellerimizi boyuna,
çiğ düşmüş otların üstüne basa basa yürüdük,
çarçabuk kıyıya vardık.
Geçen köylüler var ötede,
vadiyi ikiye bölen toprak yolu arabalarla kaplamışlar.
Genciyle yaşlısıyla, başlarını yukarı çevirmeden
ve şaşmadan,
nasıl da sade bir doğallıkla
hayatı karşılıyor her biri.

Türlü kuşlar, heyecanlı sesleriyle ötüyor.
Gökyüzü, çehresiz ölümün fısıltılarına kulak asmaksızın,
sabahın soğuğunun içinden dopdolu ve tertemiz akıyor,
azaltmaksızın,
kendini ona açmaksızın.
Yüce zamandan kopup gelmiş,
uçsuz bir nilüfer gibi berrak,
onu kıskıvrak sarıyor ve işte her şey,
bir rüyadaymışız gibi.

Buzsu soğuk uzaklaşıveriyor,
tatlı hava dalgacığı sarıyor vadiyi.
Harika bir çağıltı:
Huzur, tırmanıyor patikalarına unutulmaz günün.
Kimi yerde yaşam,
açıkça arzın üstünde akan kuru ve görüntüsüz denizle
göğün kaynaşmasındandı.
Öyle ki hiçbir şey bu manzaradan
daha temiz, yoğun, dönüştürücü ve dingin değildi

Sular soğuk ve arı,
taşlı derinliklerde küçük, pullu balıklar görülüyor.
Karşımızda göze görünen ufuk alçalıp genişliyor.
O yankılarla dolu gümüşi ovanın üstünde
en vahşi ışık,
ağaçlarının kokusu
dalga dalga kubbeleniyor.
Sıcak yaz sabahları,
havada görülmedik pembelikte buğular uçuşuyor;
olağanüstü ilkel bir soluğun kızıla döndürdüğü güller,
yükseklerden düşüyor,
kanayan ve serpilen
ruhsal bir çağlayana dönüyor.

Bu üzgün saf gül,
karanlık sahillerin derinliklerinden
gün ışığına akan sessiz, asude bir çeşme gibi
Her yaprağın ardından bakan
alev alev göz şekillenip
serin, kırılgan dokulara bölünüyor.
parıltıya dönüşmek üzere topraktan fışkırmış,
goncalarında ve derinlerdeki dilsiz fırtınalarında
onu anmış bu güller,
sıcak gözyaşlarının esrarından yapılmış olmalı

Cıvıltılı ya da cıvıltısız doğanın
toprak ve ışığın söyleşisini duyuruyor ürpertiyle.
Öyle korkunç bir ürperiştir ki bu,
korkar, dokunamaz insan.
Görüsü çok,
çok dolaysızca.
Bir imkânsızlık ki,
uğurlu mu uğursuz mu söylenemez hiç.

Ama bir an gelir,
güllü toprağın yumuşacık nefesi uyarır
bütün doğayı ve sizi.
Konuşur canlı ve gülümseyen ağaçlar,
rüya yapraklarla yüklü.
İşte kırın çiçekli soluğunda yürümek,
sevgi ve özlemdir
Ötelerden içeriye,
içeriden ötelere dalgalanıp duran sonsuzluğa,
ana kucağına yuvarlanan...

Ve bu vakitte solunumu çeşitlenir yaprak uçlarının.
Suyun içinde yüzen söğüt ağacıdır,
kaynayan bir göl
ve donmuş bir kırlangıçtır da.
Toprağın özümlediği uzak ışınlar arasında,
milyarlarca saydam doğayı biçimlendiren ışığın,
o değişmez altın evrenin köpüklendiği görülür.
Her şeydeki bütün çıplaklığa rağmen,
o olağan gücün yerini bulmasında
garip bir örtülü var oluş vardır.

Gök, belirsiz incelikte eğriler çizerek
dört bir yana çarpar,
nüfuz eder,
donuklaşır;
mucizevi bir aydınlık çevreyi sarar,
ak ötesi bir ışık kımıltısının titreşimi
seçilir yalnızca.

Gökyüzü iyice aralanıyor artık,
güz güneşinin sarı ışıkları dolduruyor yeri,
bayırlara yayılmış,
kıvrımlarla kesişen meyve bahçelerini
ve canım kır evlerini
Canım Anadolu’nun

Hülasa, parçalar ayıklandıkça parıldar.
Bir yontucunun,
taştaki heykeli ortaya çıkarmak için yaptığını,
şairler hayata uyarlar.
Hepimiz bir anlama muhtacız,
onsuz yapamayız.
Çünkü o bizi biz yapar.
Dahası,
bizi biz yapan manalar
ayakta tutar.

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 11.8.2025 14:06:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!