'Ağlıyorum canım kardeşim' mi dedin!
Ağlamak da ağıtlar da birer minik parçamız değil mi
malatyanın memedi gökveli idi
darboğazın memedi ulupınar
ne fark eder ki mirim
su kaynadığı yerden akmaya başlar…
ulupınar ile gökvelioğlu göğün bir köşesinde
enimkonum buluşacaklar...
kainat hakkettiğini istiyor ve alıyor da söke söke
insanlık ıkınıp sıkınıyor
ama hayasız tıkınıyor
yakasına salyasını döke döke…
buraya kadar anlıyorum...
ölüm ve korku da var bunun içinde
yokoluşumuz ve hiçliğimiz daha doğrusu
kendi enerjimize kavuşuşumuz
hakettiğimiz yerde ve zamanda
zamansızlıkta ve mekansızlıkta
hepsi içinde ve içimizde
kıyım kıyım kıyılıyor içimiz…
deccal zaptetmiş bağırsaklarımıza kadar
ne dolabiliyoruz yeniden, ne emebiliyoruz
değişimin mucizevi enerjisini memesinden…
ne de boşaltabiliyor insan kendi akıl bağırsaklarını
kabızlık sürüyor ha vira
lakin koptu geliyor fırtına
okursun yakında
gökte bir öksürme var ki sorma
ciğerleri sökülüyor göğün
ateş olarak patlayacak yerin dibinden bu öksürme
magmada yanmamayı bellemişlerin öfkesi olarak gelecek
ve ayazda donmamayı belleyebilmişlerin yangını gibi
kasıp kavuracak yabanıl her şeyi
ve beyin hadımı herkesi...
yörüngede
mevsimlerin lüksünü yaşamaktan alıkoyacak
'şems' anamız
“yaşam alanı dünya” denen yeryuvarlağını:
ışıklanmayacak yeryüzü
fotosentez yapamayacak ot çöp
soluk alamayacak insan denen nankör mahluk…
Yeni bir enerjiyle irkileceğiz inan
kutsayıp içimize çekeceğiz
kucaklayacağız onu
elele tutuşup horon tepeceğiz belki
ilk çığlıkla soluklanan bir bebek gibi acıyacak ciğerlerimiz
ve gülümseyeceğiz sadece
bugüne değin öğürülmüş tüm acıları kusacak ağız dolusu
ayaklarımızın dibine dökecek safrasını…
“Devrim” mi dedin
“sevgili devrimim” mi dedin?
adını bilemiyorum inan ki
kendi adımı bile bilemediğim gibi...
kanat çırpıp sisin dumanın tepesinde
“cikcik”liyorum yalnızca
kuşbakışı bakıyorum
dağlardaki yangınlara
patlama çatlamalara
vıcık vıcık akan lavlara…
yanıyor kanatlarımın altı
dem yerimden üşüyorum bazen
kıvrılıp ısınıyorum bulutların ateşinde…
“fazla verimlenirse
ağır salkım yük olur kendi dalına…”
“kırlangıçlar hiç pes etmezler
kırlangıçlar direnişin simgesidirler
çok seviyorum kırlangıcı...
ya sen destansın”
… mı dedin mirim!
Geç bunları!
Destanı efsaneyi
Hesabı kitabı yapıyor kainat
sözü, diziyi dizeyi düzmeyi düzdürmeyi
sessizce, gıdıklamadan ve gıdaklamadan
ötmeden örtünmeden anadanüryan
atmosferin hassas defterine yazıyor doğa
kaderi kadersizliği, öfkeyi bilenmeyi ve hıncı
şaşmadan atlamadan soluk soluğa…
kolay anlamaz bunu ne yolcu, ne hancı…
gagam yarıyor bulutların en karanlık “mağaristan”ını
fırtınalar geliyor güneş yanığı kanatuçlarıma
ağırlayıp yolluyorum
pürüzsüz haslığımda…
gerekli bunlar, hatta zorunlu
bir kartal gibi yenilenebilmek için
derin derin nefeslenebilmek için...
başka türlü bir hayatta
yaşıyor olmanın tadı tuzu var mı bilmem
minik enerjilerimizi başka türlü nasıl iade edebiliriz ki aslımıza
“ilklik”imize
kainat anamıza
“ölüm yaşamın bittiği son nokta değil”
diye bir dizesi var kırlangıcın
gelecekte yaşam var ya
dönüşmüş kök salmış bir enerji o…
iletişim denen şeyin özü burada
yani aracısız dolayımsız ve sürekliliği sonsuz bir ilişki biçimi
darboğazın ulupınarı
malatyanın gökvelisi…
ne fark eder, ha teker teker
ha birer beşer karışılır sonsuzluğa…
dualar edilir, duasız bizim ağıtlarımız
gözyaşlarımızsa külliyen mezar…
anlayın işte dilsiziz; lafsız sözsüzüz
su kaynadığı yerden akmaya başlar…
işte yürek konulan yer...
yüreğinizi tüfek yapıp çatın namlu namluya
suyun akarına uçun kuşlar…
Kayıt Tarihi : 14.8.2009 09:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!