Yaşlılığın izleri nasıl da kendini gösteriyordu Aynadaki sanki ben değildim. Yüzümdeki çizgiler nasıl da belirginleşmişti. Yüzümdeki her bir çizgi, yaşadığım acıların, zamanın izleriydi sanki.
Kendi kendime:
’’ Zeynep, bu hallere düşecek kadın mıydı? ’’Dedim
Zaman ne kadar acımasızca yüzünde çizgileri oluşturmuş, saçlarına nasıl da akları düşürmüştü.
Upuzun ve gür saçlarım vardı bir zamanlar. Ama şimdi bembeyaz ve seyrekleşmiş saçlarıma bırakmıştı yerini.
Bir tek yüreğim değişmemişti. Yüreğime işlememişti zaman. Hâlâ sevgi dolu ne bir ak, ne de bir çizgi vardı…
İnsan, gençken hiç yaşlanmayacak gibi yaşıyor hayatı. İşte en büyük hatayı burada yapıyoruz.
Hayat çok hızlı akıp gidiyor bir bakıyoruz ki aynaya, yüzümüzde çizgiler ve biz yapayalnızız.
Devletin yaptırdığı konutlarda yaşamımı sürdürüyordum. Diğer evim Fırat kenarında meyve bahçelerinin arasındaydı.
Yeni eve alışmam kolay olmamıştı. Güzelim meyve bahçelerinin arasından çıkıp, kurak bir yere gelip yerleşmek. Bizler için çok zor olmuştu.
Renk, renk çiçekler ekmiştim bahçeme, onlarla avutuyordum kendimi. Onlarla sohbet ediyor,dertlerimi onlarla paylaşıyordum.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte çiçeklerime bakmaya çıktım. Susamışlardı. Hortumu takıp çiçeklerin arasına daldım.
On dört,on beş yaşlarında sırma gibi, sırtıma kadar düşen dalgalı saçlarım vardı. Perçemlerimi şöyle bir tarayıp saçlarımı iki belik yapıp pınar yoluna düştüğüm de; köyün delikanlıları bana bakarlardı. Ben ise; dünyayı ben yarattım havaları ile bir eda bir çalımla geçerdim önlerinden. İnsan o zamanlarda hiç yaşlanacağı gelmiyor akıllara. Hep öyle genç kalacağını düşünüyor.
Pınardan eve su taşırdık arkadaşlarla toplanıp. Meyve bahçelerinin içinden geçerek pınar başına giderdik. Şakalaşır, kovalaşırdık. Ne eğlenirdik o zamanlar.
Onunla da pınar başında karşılaşmamış mıydık? Kalbim küt, küt atmıştı. Onun o bakışları beni perişan ediyordu. Kalbim yerinde fırlayacakmış gibi oluyordum.
Günlerden bir gün; pınara gitmek için arkadaşlarımı çağırdığımda herkesin bir işi vardı. Ben yalnız yola koyuldum. Kimsecikler yoktu. Meyve bahçelerinin arasından hafiften bir şeyler mırıldanarak pınar yoluna koyuldum.
Eve bir an önce iki kova su götürmeliydim.
Pınara geldiğimde,
mis gibi temiz kokan havayı içime çekip, kovayı doldurdum. Tekrar yoluma koyuldum. Kendi kendime şarkılar mırıldanırken birden karşımda onu gördüm. Bir taşın üstüne oturmuş sigarasını içiyordu. Kömür karası gözleri, saçlarını yana taramış beni görünce ayağa kalktı heyecandan. Ben ise ne yapacağımı bilmez bir durumda kaldım.
Heyecandan aklıma Binbir şey gelmişti. Kovayı bırakıp kaçsam mı, yoksa tekrar pınar başına dönsem mi diye bir bocalama yaşarken. Ayağım birbirine dolaşıp yere yuvarlandım.
İki kova suya mı yansam? Yoksa Köyün delikanlısı Hasan’a rezil olduğuma mı yansam. Dümdüz olduğum yerden kalkmayı beceremezken. Hasan yetişti imdadıma. Ellerimden tutup kaldırıp:
‘’Bir yeriniz acımadı inşallah? ’’ Dedi.
Gözleri, gözlerime değdiği an, kalbim duracak sandım. Hemen toparladım kendimi. Fırladım düştüğüm yerden;
“sağ olun bir şey olmadı, dedim; ama kızardığımın farkındaydım. O da Yüzüm, kıpkırmızı olmuştu. Kovalarımı alıp tekrar pınar yoluna koyuldum. Kalbim hala küt, küt çarpıyordu.
Acaba o da benim taşıdığım duyguları taşıyor muydu? İçim pır, pır etmeye başladı. Tarifi imkânsız duygulardı bunlar.
Eve geldiğim de; annem beni bekliyordu. Merak etmiş olacak ki kapı önünde işini gücünü bırakmış Zehra Teyzeyle konuşuyordu. Beni görünce,
‘’Nerede kaldın çok geç kaldın kızım’; ’ dedi
Ben de söylemeye çekindim düştüğümü, yüreğimde deli dolu heyecanlar olduğunu:
‘’Arkadaşlarla konuşmaya dalmışım’, deyip geçiştirdim.
Bir günüm, O’nu düşünerek geçti.
’’Of Allah’ım nasıl bir duygudur bu! ’’
Hep içimden onu görmek geliyordu.
Akşamı zor etmiştim. Akşam yemeğimi yiyip, hemen yatakları hazırladım. Erken yatayım ki çabuk sabah olsun diye.
Yer yatakları yapardık. Yazın o kavurucu sıcaklarında dışarıda yatardık. Ben hemen yatağıma yatıp yıldızları izleyip Hasan’ı düşünürken
Uyuya kalmışım.
Sabah; hayvan sesleriyle uyandım yine. Horoz, inek, eşek sesleriyle yeni güne yeni umutlarla başladım.
Ondan sonra; her gün, pınar başında karşılaşmaya başladık. O beni bekliyordu, ben de, O’nun orada olacağı saatte pınara gidiyordum.
Deliler gibi seviyordum Hasan’ı. Acaba; O da benim taşıdığım duyguları taşıyor mu? Taşımıyor mu? Deyip, gelgitler yaşarken yüreğim… Bir gün,
Hasan, yalnız bir anımı yakalayıp yolumu kesmişti.
Öleceğimi sandım o an. Gözlerine bakmaya bile cesaret edemediğim Hasan’ım ellerimden sıkıca tutup:
‘’Seni seviyorum Zeynep, artık dayanamıyorum’’, demişti.
O an sanki dünya durdu. Kimse yoktu şu evrende. Bir ben, birde Hasan vardı.
Bu günden sonra, kaçamak buluşmalarımız başlamıştı. Kimi gün pınar başında, kimi gün nazlı, nazlı akan Fırat kenarında buluşuyorduk.
Yaz mevsimi meyve zamanı olurdu. Meyvelerin toplanması, pazara götürülüp satılması… Her yaz öyle koşturmayla geçerdi. Hasan’la birbirimize çok bağlanmaya başlamıştık. Onu ölesiye seviyordum.
Hasan’la evlenmeye karar verdik bir gün.
Beni gelip ailemden istetecekti.
O gün geldi çattı. Haber tüm köye yayılmıştı. Ailemden gelip istediler. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle Nişan oldu, düğün oldu.
Bahçe içinde sazlar çalındı, türküler söylendi.
Üç gün üç gece sürdü. Rüya gibiydi dünyanın en mutlu kızı bendim. Bu rüya hiç bitmesin der gibi hep Hasan’ımın gözlerine bakıp durdum.
Hasan’a olan sevgim her geçen gün artıyordu.
Çocuklarımız oldu; iki kız, bir erkek. Hayat ne kadar hızlı gelip geçiyor derken,
Bir baktım çocuklarımı büyütmüşüm, evlendirmişim.
Hayat ne garip. Göz açıp kapayana kadar geçiyor ömür.
Derken baraj nedeniyle evlerimizi boşaltmamız devlet tarafından bize bildirildi. Bu ne demektir bilir misiniz?
Evinizden, yurdunuzdan edilmek, çocukluğunu, gençliğini, anılarını, aşkımla yaşadığım günlerimi sular altında bırakmaktı..Emek verdiğimiz göz nuru gibi baktığımız meyve bahçelerimiz.
Emeklerimiz, göz nurlarımız, anılarımız sular altında kaldı. Çok ağladık Hasan’la.
Babamın ve annemin mezarına bile sahip çıkamamıştım sular altında bırakmıştık.
Meyve bahçelerini, evlerimizi terk ederek kurak bir bölgeye yerleşmiştik. Hasan’ın bu durum, içine çok oturmuştu. Ağır gelmişti ona bu yük. Kalbine yenik düştü bir gün Hasan.
Bense o gittikten sonra hayata küstüm.
Kayıt Tarihi : 27.4.2010 21:38:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ayşe Akdoğan](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/04/27/sular-altinda-kalan-hayatlar.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!