Su üstünde deniz kabuğu Şiiri - İlyas Ka ...

İlyas Kaplan
1317

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Su üstünde deniz kabuğu

değişen hiçbir şey yok
yani dünden bu yana
boynu bükük birkaç sözcük
örümcek bağlamış
birkaç lakırdı
ben yüzümü yıkayıp saçlarımı tarıyorum
sabahın köründe

bu dünyada
elbette anlatılacak birçok hikaye var
daha ziyade
kendine bir dokunulmazlık alanı çizen
yönetmenlere
su üstünde deniz kabuğu yüzdürmeye de…
eyvallah

belki o zaman
umudumuz yeniden çoğalır yarına dair
okyanusumuzda yüzen koca bir gemi
yol alır uzak limanlara doğru
peynirden de olsa

ezan-ı muhammedi okunuyor
tüylerim diken diken
şükürler olsun
Allah en büyüktür ilahi nağmeleri
bu memleketin sokaklarında duyuluyor
seccadem alnımı kavradıkça
güç veriyor ruhuma

avuçlarım göğe açık
kutsal yerlerden gelene sarıldıkça
öpüyorum ak pak çehresini secdemin
gönlümde sığıntı birkaç mutluluk silsilesi
pencereler aralık
gölgeler bölüyor insicamımı

pencereden sızan iki görünmez haydut
dokunuyor ayağımın ucuna
içlerinden en çok ışıldayanı
fısıldıyor kulağıma
sen değil misin o şiirleri yazan
çiçek desenli umudu ,hayalleri ,düşleri
kağıtlara…
gökyüzünün ve denizin mavisini
kızıl rengini fecirlerin
kafdağının arkasına saklı devlerin sevdalısını

bahçeler çiçekler soluyor
bahar rengini arıyor
ben oturuyorum bir bankın üzerinde
kuru simit tadında
ve sabah mahmurluğunda
gazeteler şarampole yuvarlanmış
bir ölünün adından söz ediyor
üsküdar yağmurları
birbirlerine anlaşılmaz mevzular anlatıyor
mesela…

seyre dalıyorum
uykumu alıyor birkaç hece
birkaç kelime ordusu
üzerime üzerime geliyor memleket türküleri

küçücük bir dalgaya takılmış kırıntı gibi
yuvarlanıp duruyorum bir ileri bir geri
aynı çatananın sesi geliyor islim buharından
dişliler dünkü gibi dönüyor
mesailer hep bildiğimiz türden
aynı saatte başlayıp
aynı saatte bitiyor
bu bahar mevsiminin raconu

üzeri pas niyetinde kurutulmuş
birkaç yaş
mesela atmış dördün mayısı
kayalara vuruyor dalgalar
avuçlarımda demirden kurmacalar
ben dağlanan yüreğimle
baş başa
parçalara ayrılmakta

yoksa geçim derdine kendimi fazlaca mı kaptırmışım
evin kirası
suyun faturası derken
seslerden hepten mi uzaklaşmış
küçük bir kız
gözlerini iri iri açıp
uçan bir ağaç gördüğünü söylüyor bana
ne gökte uçan bir ağaç var
ne de gözleri iri bir kız
etrafta

ne yapsam olmuyor işte
bir tarafta uzarken boyu karamsarlığımın
düşe kalka yürüyorum
çıkış yolu ararken bu labirentten
ben lodos fırtınalarının salladığı bir geminin güvertesinde
bana bir lokma ekmek verin
bir tas su olsun yanında…

suya en güzel tohumlardan ormanlar ekeyim
denizlerde dalgalar yaratıp
önüne sereyim pazar sabahını
dip dalgalara baş kaldırmış yosunlar dolaşsın ayaklarımıza
hep beraber sırılsıklam yürürken
düşlerin üzerinde

beyaz bulutlara bakıp
uçan ağacı görmenin sevinciyle
ortalık neşeye boğuluyor
kahkaha atıyorum umarsızca
şakaklarına ak düşmüş bir kadın
çıkan seslere kulağını tıkıyor
ortalığa karışıyor salıncakların gıcırtısı
insan bir kez duymayagörsün
güvertedeki çocuklarının neşesini
işte böyle
gıcırtılarla oyalanıyor

gençlik işte
saçlarını sağa yatırıp
kollarını geniş geniş açarak yürüyen mahalle delikanlısı
vakit üstü bambaşka hayallerde
geçim derdi yok
sağa yatırılan saçlarla birlikte
volta atıyor
o erişilmeyen hayallere
salına salına yürürken

rüzgar bu
içimde eriyen bir memleket ahvali
ve öfke
ve kırgınlık
umutlarıma savaş açıyorum
bu kaçıncı bezginlik
bu kaçıncısı
zemine düşen damlaların

leylekler yuva yaptığı bacadan
uzun gaga
ince bacaklarıyla
gözden kaybolup gidiyor
geniş kanatlarından rüzgarlar çıkararak
göç mevsimi değildi oysa
ayakların üstünde durma zamanıydı
onlar bunun çoktan farkındaydı

denizden koparıp gözümü
şehrin temaşasına bırakırken
kimi dededen kalma savaş madalyaları gibi
hezimet kokuyor düşüncelerim
kimileri ellerindeki meşalelerden
yepyeni bir asrın aydınlığına yol açıyor
her biri başka bir ilke ve tutku
cebimde birkaç metelik şıkırtısı
bakıp gördüğüm ışıklardan olsa gerek
bu göz yorgunluğu

tozlu rafta puntolar dizili
efkarla dolu puntolar
baygın mavi
gök mavisi yazılmış satır arası
hem kirli
hem pek çok zamanın hışmına uğramış
yırtık pırtık

arabesk bir şarkı sürgüne uğramış
urganlara bağlanmış kahrın son deminde
diyor ki kaçıyorum
hey sizden
karanfil kokulu
nar çiçeği rengi
yonca sarmalı bakışlara
yüreğime emanet ediyorum
ardımdan gelen haykırışlara

ömrüm hep aramakla geçti
biliyorum
meğerse sonunda sığınılacak o varmış
camiye giderken
yaslana yaslana yürüdüğüm
alelade bir bastonmuş

ben o ezanı
ilk defa dedemin sesinden duydum
hiç unutmadım
bu dünyada yalnız olmadığımı
hayatın asıl anlamını
kurtuluşu hatırlatan
beni huzura davet eden
dua ve amini

bağrıma hüzün düşüyor
bir kez daha
yine doğum günümü hatırlatıyor mayıs
nasıl dile gelirdi söylesene ey çınar
tarihin alnımdan öptüğü gün
nerden bilirdim sevildiğimi
aksam efsunu pervin tepelerinden
yüzgörümlüğü diye katılmasa
düşlerime

önümden şemsiyesini koltuğunun altına almış
düşünceli adımlarının yoldaşlığında biri geçiyor
dalgın dalgın
oyalanacak bir şeyler arıyor
duvar dibinde durmuş
geçenlere bakıyor

o düşünceli adımların peşine takılıp gidiyor
sayısız ihtimaller
şemsiyesini koltuğunun altına sıkıştırıp
yürürüm adım adım
bende bazen böyle
yağmur mu
hiç mühim değil

duvar dibinde bana bakan birileri var
onlar benim hayallerim
ruhumun zenginliği
uçuk kaçık şeyler
sessiz kalacaklar yoksa
şiir cümleleri

hangi satıra sorsam şimdi
cevabı sükut
baş eğer gecenin derinliğine
gönül suskun
dil mahcup
arzular çile
neden sensiz bıraktın beni böyle
kimler geri getirecek
bana …
kaybolan kimliğimi
anne

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 1.5.2025 16:02:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!