SPOR ŞİİRLERİ

SPOR ŞİİRLERİ

Erhan Baran

göbek yaptı sevdamız,
görmesin istedik elalem
ben boyuna içime çektim...
sen tutup spora gittin...

geçen yolda gördüm seni
ne diyeyim spor yaramış...
..

Devamını Oku
Vedat Koparan

Bu mu idi temaşada gözlenen
Bu mu olmalıydı
Bir can bir cana kıyarken

Bu kadar kolay bu kadar basit mi?
Düşünmeden hareket etmenin
Kınında çekilen o bıçağın ateşlenen silahın
..

Devamını Oku
Serhan Keserlioğlu

Atlı spor kulübü,
Sanki yüreğim.
Dört nala,
Birileri koşuyor.
Ne varan var,
Varılacak yere.
Ne de varılacak bir yer,
..

Devamını Oku
İbrahim Dolay

Ben bir televizyon hastasıyım
Televizyon başındayım
Yaşım genç görükür ama
Şu an elli yaşındayım.

Dünya haberlerini veren o
Dizi keyfi spor sayfası
..

Devamını Oku
Hüseyin Demircan

yumulmak şaraba dalıp boğaza
dünyadan kopması seninle güzel
bir spor araba yüklenip gaza
viraja sapması seninle güzel

nazar boncuk diye boyun bağını
takmaz isek örer kader ağını
..

Devamını Oku
Şeref Öztürk Usta

Çalıştığım iş yeri fabrika kuran büyük bir kazan fabrikasıydı. 50’li yıllarda haliçte kurulmuş ülkenin her tarafına buhar kazanları ile birlikte tesiste kuruyordu. İnşaattan makineye kadar komple fabrika kuruyordu. Yani fabrika yapan, fabrika hüviyetinde bir iş yeriydi.
Bende bu iş yerinde başarılı bir elektrik ustası ve kazanların işletmesini üstlenen brülör’den ve katı yakıt sistemlerini iyi bilen biriydim. Bu nedenle fabrika bacası tüten her ilde bulundum. Yolum İzmir’e düştüğünde henüz yapılacak kazan dairesinde benim yapabileceğim bir iş yoktu. Arkadaşlarım kazan montajını bitirinceye kadar Alsancak stadında Altay’ın bir İstanbul takımı ile maçı vardı. İzlemek üzere gittiğim müsabakada aklıma Metin Oktay’ların Mustafa Denizli gibi daha bir çok ünlü futbolcunun buralarda yetiştiği geldi aklıma, müsabaka saha da bitmişti. Ama en ufak arsa boşluğu bulan çocukların maçları hiç bitmiyordu. İstanbul’a döner dönmez, bu işe el atmalıydım. Bir Metin Oktay’da sen bulmalısın Usta deyip kolları sıvadım. İyi kazanıyorum maaştan başka yol harçları ve fazla mesai aldığım gibi işletmeye aldığım firmaların sahipleri tarafından ödüllendiriliyordum İnsanlar kazançlarını da iyi şeyler için kullanmalıydı. Çevrelerine faydalı olmalıydı. Maça ara veren çocukların daha terleri soğumadan sigara yaktıklarını gördüğümde kafamdaki Metin Oktay bulma fikrimin yerine bu çocuklardan bir kaçını sigaradan uzak tutabilsem asıl o zaman daha iyi bir iş yapmış olacağıma inanmaya başladım. Çalıştığım fabrikanın da spor şubesi başkanı idim. Fabrikanın servis otobüsü ile antrenmana gidiyorduk. Belgrad ormanlarına.Döner dönmez önce fabrika takımı ile girilen bir turnuvada grup şampiyonu olduk. İşi biraz ciddiye alınca hedefin tutturulacağını öğrenmiş olduk. Hepimize basın geniş yer vermişti. Şampiyonluğumuzun bundan yararlanmamızın tam sırasıydı, ünlü bir gazetemizin spor yazarı arkadaşımla yaptığım röportaj da gençlere hatta en miniklere kadar eğileceğimi, bir turnuva hazırladığımızı, kayıtlara başladığımızı duyurmuştu. Yalnız kendi muhitimizden değil, Haliç’in tümünü kapsayan bir kayıt kampanyası başlatmıştık. Çocuklarda bu işe o kadar susamışlar ki formalarla oynanacak bir müsabaka onlar için rüya gibi bir şeydi.
Kayıtlar bizim boyutumuzu çoktan aşmıştı. Yalnız kendi takımıma yazılan çocuk sayısı ilk hafta seksen kişiyi geçmişti. Muhit kahvelerini dolaşarak, esnafları ziyaret ederek çocuklarımızı kötü alışkanlıklardan uzak tutacak böyle bir oluşuma katkı vermelerini istedim. İki takım forma siparişi verilmişti. Çocukların bedenine uygun olarak Belediye başkanımızda indirimli olarak hafta içi stadı bize verilmesi için yardımcı oluyordu. Çok ciddi hazırlıklarla üç hafta sonunda 11 -15 yaş arası150’den fazla çocuk müracaat etmişti. Seçenekler bir an önce yapılmalı idi. İki kategoride ayrıldılar. 11-13 ve 13-15 yaşları olarak minik ve yıldızlar a ayırıp juniör’ler turnuvası seçmelerine başladık. Harika çocuklar vardı. Aralarında bizim dışımızda 7 takım daha turnuvaya katılacağını bildirdi. 10 takımın katılacağı 4 takımın ödülü alacağı bir turnuvaya kurallarını belirlemeye başlamıştık. Biz iki takımla katılma kararı aldık. Bir takım daha turnuvaya katılmak istiyordu 10. Ekip eleman sıkıntısı çekiyordu. Onlarda seçmelerde umut vaat eden 6 arkadaş önerdik. Bu hem daha fazla kişinin katılımını sağlıyordu. Hem de çocukların müsabaka içinde gözlem şansı olacaktı. Bütün bu çalışmaların ilk hedefi yeni Metin Oktay’lar bulmaktı. Ama o sigara içen taze ciğerleri gördüğüm andan itibaren bütün kavgam onların kötü alışkanlıklardan kurtulması yönüne doğru kaydırıldı. Madde 1; Sigara içtiği görülen veya kanıtlanan her sporcu turnuvadan ihraç edilir.
Bütün takımların almak istediği çok kabiliyetli, çok golcü santraforu takımdan turnuvanın başlamasına 3 gün kala kadro dışı bırakmıştık.
Turnuva tertip komitesi başkanı olarak turnuvaya has lisanslar hazırlanmış belli sayılarda takımlara dağıtmıştık. 20’er adet verilen son listelerde değişikli turnuva sonunda yapılmayacaktı. Biz turnuva başlamadan en iyi oyuncumuzu kaybetmiştik. bilinçli olarak hem bütün çocuklara göz dağı vermek, hem de diğer takımların en korktuğu sporcuyu bile gözden çıkarabileceğimizi, en az 200 kişiye kanıtlamıştık. Onları da sevindirmişti. bu karar aralarında yeminler ederek bir daha içmeyeceklerini, bu turnuvada mutlaka oynamak istediklerini söylüyorlardı. İhbar edilmekten korkuyorlardı. Malzeme torbalarının altından çıkan izmaritler görülmemeye başlamıştı. İlk hedefimizi şimdilik 12’den vurmuştuk.
Turnuvanın gol kralı, centilmeni ve yardım severini ayrıca ödüllendireceğimizi 1.2.3’ye kupa diye açıklamıştık. Bu turnuvanın asıl amacının İstanbul karmasına girecek sporcuları seçmek olduğunu gazeteci arkadaşlarımızın yazması turnuvaya olan heyecanı turnuva başlamadan yükseltmişti. Turnuvaya basın kadar köklü kulüplerde ilgi göstermeye başlamıştı. Basının ilgisi sayesinde Sanlı hoca(Sarıalioğlu) , Serpil H. Tüzün, Zekeriya,A.İhsan zaman,zaman gelip müsabakaları izlemeye başladı. Ben Fenerbahçeli idim. Metin Oktay GS’li Sanlı Hoca, Beşiktaşlı bütün olanlar Türk futbolunun üst yapısı, alt yapısına geleceğine bakıyordu. Bu potansiyelin var olduğunu gördüler. Ve federasyona taşıdılar. Birinci hedefe varılmıştı. Çocuklarımız Haliç Çukurundan çıkıp o zamanki adı Dolma Bahçe stadında top oynamaya gidecektiler. Bu olay basamakları koşarak aşmaktı. İzinle futbolu oynamak isteyen çocuklar ilk defa bir bayan hakemle final oynayacaklardı. Haliç çukurundan turnuva sonrası yapılan seçmelere neredeyse 7 takımdan oyuncu seçilmişti. Alibeyköy’ün omurgası oluşmuştu yapılan takım, turnuvadan çok 200 den fazla çocuk için yapılmıştı ve seçilme telaşına girmişlerdi. Burada en çok zorlanan seçiciler arasında çocukların babaları, ağabeyleri eski futbolculardı. Turnuva bitmiş, bir şölen gibi geçmişti. Müsabakalar ve her maç çocuklar için askerlik anıları kadar uzundu. Ama bizim yolumuz daha uzundu ve henüz İstanbul şampiyonası başlayacaktı. Biz Haliç’i organize ederken Anadolu yakasında, Bakırköy’de Kadırga’da Beşiktaş’ta, Tophane’de ve Galatasaray’da turnuvada öne çıkma yarışı başlamıştı. Bizim çabalarımız doğru algılanmış İstanbul karmasının oluşması için yapılacak seçmeler yaklaşık 15-20 bin çocuk arasından, en fazla 36 kişiye geleceğin kapılarını açabilirdi. Bunlardan kaç kişi ayaklarının üstünde kalabilirdi, onu zaman gösterecekti. Çocuk psikolojisi gerçekten dünyanın en zor işidir. İlkokul öğretmenlerini daha iyi anlamaya başlıyorsunuz, ve onları kırmamak adına bir yerinizi kırmaya razı oluyorsunuz.
Hazırlık çalışmalarımızı bize destek veren ve umutlanan BJK alt yapısının fedakar hocaları, bugünün Türk Futbolunun ve gençler liginin gerçek sahipleri Sanlı Sarıalioğlu, Serpil H. Tüzün ve GS’li Salih Bulgurlu hocaları saygı ile anmak gerekiyor. İsimsiz kahramanlarda vardı bu işin içinde. Çapalı Muzaffer Garabet, Bayram, Zabıta Naci, Adnan Dinçer, İstanbul sporlu Hasan Hoca ve Ayhan Yarkın, Birol Hoca gibi aradan 28- 30 yıl sonra Türk futbolu için çok büyük başarılar elde etmiş isimsiz kahramanlar vardı. Bugün Çırağan sarayının olduğu semtte BJK’nin şeref stadı vardı. Karşılıklı hazırlık çalışmaları yaptık BJK ile.
..

Devamını Oku
Edirneli Hasan Uzun

Av merakı var'dı içimizde,
Gezerdik meralık'la dere tepe,
Biraz spor,birkaç kuş ve tavşan,
Ayak izlerimizin durduğu yer,pamuk tepe...

Bağlık mevkiin'den başlar gezinti,
Pamuk tepe,kovan kayay'la yetinilirdi,
..

Devamını Oku
Cumhur İnsel

Karlı dağları aşarım
Kendime hep şaşarım
Zannetmeyin beyazpeynir
Ben çok eski kaşarım….

Aldım elime kalemi
Yazdım başıma geleni
..

Devamını Oku
Sami Bağcı

Bugün sabah yine erken kalktım
Bu aralar gözlerim isyankar
Daha doğrusu hiç uyumadım
Güneşin doğmasına çok var
Eşofmanım, spor ayakkabılarım
Koştum koştum...
Hıncımı yollardan aldım.
..

Devamını Oku
Volkan Yıldırım

ne demek ekmek karnesi yağ kuyruğu
ne demek yalın ayak
karda çamurda yürümek
ne demek incecik yamalı elbise ile üşümek
ne demek doğurur zor şartlar güçlü insanları

neyse dedeciğim haydi bay bay
..

Devamını Oku
Necip Küçük

*** İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. ***
** Ne güze ne doğru bir laf değil mi?
* Dün, bitti. * Yarını, hiç bilmiyoruz! !
* İyi şeylerde olabilir kötü de.... Dünün de tekrarı yok aynı rüyalar gibi.

* Ama şu anımı biliyorum ki Kalbim teklese de ülkemde olanlar için buruk ve kırık bir kalple bu yazıyı yazıyorum.... Ama eş dost yanımda... Gidenlere Allah rahmet eylesin Mekanları Cennet Olsun.. Aminn

..

Devamını Oku
Halenur Kor

Ufukta bir tekne var,
İçinde altın bir baş.
Ey ufak tekne yavaş,
Güzel Samsuna yanaş.

Türk Milleti bekliyor
Baharda bu bayramı,
..

Devamını Oku
Hakan Rodop

Damla damla yağıyor barış evlere
şenlik bir bahar var karşı kıyıda
balıkçılar ve ormancılar kardeş olmuş
hayal dünyasında bile kavgalar olmalı ama
iyi birşeylere hayır değil bu
toprak eskisi gibi sancılar çeksin
solucanlar bağıra çağıra duysunlar
..

Devamını Oku
İbrahim Yasar

GELİN TANIŞ OLALIM

Ülkemizde her yıl yapılan Uluslar Arası Türkçe Olimpiyatlarının dokuzuncusunun bir bölümünün tekrarı Bursa’da yapıldı. Bu çalışmalar zaten geçmiş yıllarda da kapalı spor salonunda birkaç bin kişiye sunuluyordu; fakat binlerce Türkçe sevdalısı bu programları ancak televizyonlardan seyrediyor bu salonda yer alamadığı için de organize edenlere gönül bırakıyordu. Bu sene öyle olmadı, bu konunun yetkilileri bu durumu düşünerek şehir stadını kiralamışlar herkes seyretsin gönül koymasınlar diye.
Günler öncesinden şehrin önemli yerlerine duyurular asılmış, ilanlar yapıştırılmış, televizyonlardan reklamları yapılmış, çok güzel motivasyon sağlanmıştı. Bursalılar bu organizasyonun geleceği günü sabırsızlıkla bekliyor, herkes davetiye bulma telaşına düşmüştü; ama bence bu telaşa gerek yoktu; çünkü stat yirmi beş bin kişilikti, bir o kadar da futbol sahası davetli alırdı, yani stadı dolduramazlardı diye düşünüyordum. 20.06.2011 tarihi akşamında gittiğimizde zaten davetiye yoktu elimizde, davetiyesiz de ilk etapta girme imkanımız görünmüyordu, tevekkelna alallah diyerek, Hacı Muzaffer ve ailesi, benim çoluk çocuk, cumbur camaat yani kalbalık bir grupla stadın kapısına dayandık, sanki bizi düşünmüşler gibi hepimizin eline birer davetiye tutuşturuverdiler. Bu işin bir güzel tarafı da ücretsiz olmasıydı. Neyse rahat bir şekilde içeri girdik; ama o stat nasıl dolmuş, iğne atsan yere düşmeyecek kadar dolu, oturanlar kadar ayakta kalan davetliler de vardı içerde. Uzun süre merdivenlerde kalakaldık, bir türlü ilerlemek mümkün değildi. Bir müddet böyle kaldıktan sonra futbol sahasına insanlar taşmağa başlamıştı; çünkü arkadan gelenlerin ardı kesilmiyor, stat doldukça doluyor taştıkça taşıyordu. Bu kadar kalabalık ancak çok önemli bir maçta futbol sevdalılarıyla dolabilirdi; ama bu defa Türkçe sevdalılarıyla dolmuştu, dilimiz adına gurur verici hadise diye düşünüyor ve mutlu oluyordum.
Nihayet program başladı; sunuculardan birisi de yabancı genç kızlardan birisiydi. Türkçeyi severek itinayla, pürüzsüz ve hatasız kullanayım diye dikkat ederken tarifi imkansız bir tatlılık ve ahenk saçıyordu etrafına. Hatırımda kaldığı kadarıyla ilk şarkı Orhan Gencebay’dan, arkasından gelen diğer eser Aşık Veysel’den “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsüydü. Halkoyunlarımız ve katılımcı yabancı gençlerin halkoyunları, şarkılarımız, şiirlerimiz peşpeşe sıralanıyordu, biz de coştukça coşuyorduk, alkıştan ellerimiz yorulmuş ve şişmişti, Bursa Bursa olalı Türkçe adına böyle bir coşku, böyle bir ahenk, böyle bir heyecan muhteşem bir gece görmemiştir sanırım. Gece hızla ilerliyor, hiçbir bıkkınlık, yılgınlık emaresi görülmüyordu davetlilerde. Program; duygu, sevinç, mutluluk ve heyecan doluydu. Güzel Türkçemizin bu denli güzelliğini yabancı gençlerin ağzından dinlemek bize çok büyük bir keyif veriyordu. Biz, çoğu zaman güzel Türkçemizi dikkatli, titiz ve itinalı kullanmadığımız için onun güzellikleri bize gizleniyormuş demek fikrine varıyorum.
Geceyi şereflendiren, şenlendiren, coşturan ve renklendiren önemli katılımcılar da vardı aramızda; başta Bursa Valisi Şahabettin Harput, Devlet Bakanı Bülent Arınç ve tüm Bursa millet vekilleri, Bursa Büyük Şehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve diğer belediye başkanlarının tamamı oradaydı. Bursa valisi, Bülent Arınç ve Recep Altepe birer konuşma yaptılar. Bilhassa Bülent Arınç’ın konuşması her zaman olduğu gibi yine harikaydı. Kamboçya’da açılan Zaman Üniversitesinin açılışına katılmış ve orada yaşadığı heyecanı, duygularını progrma aktarıyordu ki davetlilerin coşkusunu zirveye çıkardı. Bu gecede hayatımıza unutulmaz bir gece ekledik, süslü bir tablo gibi ömrümüzün bir köşesine astık bu geceyi. Zaman iyice ilerlemişti, her güzel anın bir sonu olduğu gibi bu muhteşem gecenin de sonu gelmişti ki bu defa da geceye havai fişekler renk katmağa başladı, artarda patlayan fişekler gök yüzünde eşsiz güzellikler ekliyordu bu geceye.
Hani bir atasözümüzde derler ya “Yiğidi öldür hakkını yeme” programın sonunda aklıma bu atasözü geliyor. Bu görkemli tablo nasıl, hangi zorluklarla hazırlanmış, bu sevimli, genç ve yabancı gençlerin kalbine bu Türkçe sevgisi nasıl kazandırılmıştı. Biz ilköğretim, orta öğretim, Üniversite derken bir ömür boyu Türkçe öğrettiğimiz halde anadilimizi hakkıyla sevdiremiyor kıytırık bir Türkçe kullananları gördükçe de kahroluyoruz. İçimden bu işin arkasındaki kahramanları, alperenleri yürekten kutlamak geliyor ve başarılar diliyorum. Kısaca bizim dilimizi seven bizi de sever muhakkak, güzel Türkçemiz dünya dili olma yolunda ilerliyor diye düşünüyorum. Bu yaşadığım güzelliği arkadaş listemle ve dahil olduğum gruplarla da paylaşmak istiyorum. Okuyan, yorumlayan tüm arkadaşlarıma daha baştan teşekkür ediyor minnet ve şükranlarımı arz ediyorum.
..

Devamını Oku
Aydın Aktay

“İnsanların sizinle ne kadar az ilgilendiklerini bilseydiniz, onlar için gösterdiğiniz tüm çabaların ne kadar gereksiz olduğunu anlardınız.”
Diyordu okuduğum bir kitapta ismini hatırlamadığım birisi…
Fakat yaşam koşuşturması içinde, içine girilen ortamlar, diyalog kurulan insanlar ve bu yüzden takınılması gerektiği düşünülen tavırlar insana aslında çok da tanıdık gelen bu düşünceyi unutturuveriyor bir anda. Ve sahte bir surat takınarak, bizim olmayan davranışlar ve fikirlerle beraber yürümeye başlarız. “Bu ruha bu beden, bu bede bu ruh ters…” durumlarını yaşarız, adeta. Giydiğimiz onca elbise içinden, taktığımız bunca maske arasından kendimizi bir daha ulamamacasına kaybederiz. Bizim olanı, biz olanı aramakla geçer bunda sonraki ömrümüz. Ve kaybolmak hissi, terk etmeyen tek sevgilimiz bizim…
Bu duyguları yoğunlukla yaşadığım yerler oldu benim için, gittiğim ilk büyük şehirler; İstanbul, Ankara, İzmir ve Sakarya gibi….
Sözgelimi bindiğim bir otobüste ilk zamanlar yadırganmayacak bir oturuş şekli, insanlarla kurulacak ilişkilerin sınırları hep düşündürtürdü beni. Girdiğim, kapalı bir mekanda oturanların beni beklediklerini ve herbir çift gözün beni izlediğini düşünürdüm.
O zaman maskeleri olanca hızla takacak manevra kabiliyetim de gelişmemişti. Psikolojiden öğrendiklerim sonradan imdadıma yetişecekti. Savunma mekanizmaları gittikçe hayatımın bir parçası ve onu kolaylaştıran dostları oldular. Kah pollyanna’ydım kah mantığa bürüyen, eşekten düşüşünü “zaten inecektim”’lerle açıklayan bir tuhaf olup çıkmıştım.
Ve İstanbul şehri, hayallerim genişledikçe Siirt’i gözlerimde un ufak eden kartpostalların vazgeçilmez manzarası. Böyle bir şehir vardı ve ben ona siyah-beyaz kutunun ekseriyetle Türk Filmlerinde rastlardım. Ve en çok kartpostallarda..
..

Devamını Oku
Halime Erva Kılıç

SÖYLEŞİ 2



İsteriz ki hayatımız film gibi olsun. Seyrettiğimiz yerli dizilerin başkahramanı biz olalım. Her reklam arasında kendini bulan ruhumuz, oraya ait olmadığını anlayınca, derin bir nefes alma ihtiyacı duydurur bedenimize. Şimdilerde soluksuzca izlediğimiz, adrenalin dolu sinemalarda bile öyle; bir resmin içine girmiş gibi. Zaten bizden parçalar sunmadıkça daha fazla da tutamaz bizi ekran.

Her öykü bir vücut ve hücreleri olan bizlerse; kendini yenilemesi için izin veririz. Daha taze acılar yaşamak için, kahkaha atmak veya deli olmak için, neşeyi bulmak veya ağlayabilmek için, spor yapmak, dik durmak veya boyun eğmek, hor görmek veya aşağılanmak için, öğrenmek için… Ne çok sebebimiz vardır oysa atıp tutmak, esip geçmek, denizde boğulmak için… Birilerini korumak için… Şimdi inanılamayacak kadar tutkulu bir sevdanın tam ortasında, yerini bir sonraki haftaya bırakan, ismi bilmem ne adlı oyunun içinde kalakaldım. “ Sadece bir oyun”, dedim kendime:“gerçek olamaz”.
..

Devamını Oku
Besir Demir

CENTİLMEN TAKIM DİYE BİLİNİR,
SPORUCULARI PEKTE SEVİLİR,
HOCASIDA MUSTAFA DENİZLİDİR,
İLK TAKIMIMIZDIR BEŞİKTAŞ.


AVRUPANIN FATİHİ LAKABI VAR,
..

Devamını Oku
İlhan Koruyucu

Kış ile yaz arasında gezen ince soğukluk
Güneş içini yakmasa da hafif ılıklık
Bir baştan bir başa her boydan çocuklar
Ellerinde kum taneleri, yüzünde gülücükle
Büyüklerin ellerinde minik yürekler
Firari gönlüm çağlayan, bir ben çocukken
Güzel bir yürüyüşün ardında hep birlikte
..

Devamını Oku
Canan Ereren

En çok hangi hediye sizi sevindirir dedi,
Kitap dedim,
Hissettiğiniz yıllar dedi,
Altmışdokuzlu yıllar dedim.
Hangi tip evde yaşamayı istersiniz dedi,
Yalı dedim.
Müzik tercihiniz dedi,
..

Devamını Oku
Nilgün Budak

Bir yıl daha geldi geçti işte. Yürüyerek, koşarak; kimin işine hangisi geliyorsa o dolmuşa binerek, dolduruşa gelerek; 'yok ben dolduruşa gelmem, dolmuşa da binmedim binmem, sera gazından bana ne 4x4 le gezerim, arazi mi asfalt mı bakmam' diyerek, yolsuzluğa hırsızlığa kırmızısından yeni donlar biçerek, KÜRECEK bir ısınıp, bir krize girerek; “açılsak mı açılmasak mı”diyerek, yeni bir hayvan türü griple daha tanışarak, tanışmaktan kaçarak; kocaman sene geçti gitti.

İstemek başarmanın yarısıysa; özellikle politikacıların barış, sağlık, huzur, bol kazanç isteklerinin temenniden öteye geçmemesine ne demeliyiz? Bu olumsuzluğun; ya isteyenler, ya istenen şey ya da isteyenlerin istedikleri yerleriyle bir ilgisi olmalı. Yürekten mi istediler, böbrekten, dalaktan mı, ya da dil ucuyla mı! ... Sorun isteyenlerde veya istenen şeylerde olsaydı, isteyenlerin kendilerinin de dahil oldukları 'istedikleri kesim' nasıl ihya olurlardı?

Güle güle eski yıl hoşgeldin yeni yıl sloganlarıyla, herşeye rağmen umutla bakarız yeni yıla ve ilk umudumuz ilk yenilgimize dönüşürse endişesine rağmen piyango biletimizi de alırız. Yeni yılın ilk dakikalarına 'ya milyoner olursak' hayaliyle girebilmek için alınan biletler, şanslı bir kaç kişinin dışında kalanların elinde patlayacaktır ve ilk hayal kırıklığımızla yolumuza devam edeceğizdir. Öldürmeyen acı güçlendirir diyerek bu talihsiz olayla yeni seneye daha bir güçlü başlamamız bile olası! Beslenme biçimimizden ve türkülerimizden de bellidir ki biz acıyı seven bir milletiz.
Ayrıca biz milletçe pırıltıları, simleri, alları, pulları da severiz ki bunu anlamak için de padişahlarımızın kılık kıyafetlerine bakmak kafidir. Genlerimizde var. Ama iyi ki genlerimizden gelen bu al pul merakı padişahların giysi tarzlarını günümüze taşıma biçiminde sürmemiş. Düşünsenize kırmızı spor arabasından elinde dizüstü bilgisayarıyla inen bir iş adamı ve üstünde sim işlemeli bir kaftan!

..

Devamını Oku