Piyango
Her zamanki gibi akşam saat 20.00 de eve geldi. Geliş saatini şaşırdığı, senede iki defa olurdu; ikramiye aldığı günler. O da evden izin almak kaydıyla. Arkadaşlarıyla imece şeklinde felekten bir gece çalarlardı. Hepsi maaşları ay sonuna kadar yetiremediklerinden ucuz bir lokanta bulup, hep aynı yere giderlerdi. Lokantanın müşterileri dar gelirli işçi, memur ve küçük esnaflardan oluşuyordu. Kapıyı anahtarıyla açtı. Ceketini kapının yanındaki askıya asarken, kilitte bir anahtarın dönme sesini ve arkasından kapının açılıp kapadığını duyan hanım koşturarak adama terliklerini verdi ve “hoş geldin bey günün nasıl geçti. Önce yemeğe mi oturalım yoksa biraz sırtını mı ovdurursun,” dedi. Adam içinden” garanti bir şey isteyecek beni tavlama numaralarına başladığına göre” diye düşünürken dışından “Yok hanım yemeğe oturalım, sende akşama kadar yoruluyorsun. Çocuklar nerde niye gözükmüyorlar? Garanti bir kabahat işlemişlerdir gene; sende beni yumuşatmaya mı çalışıyorsun? ” Diyerek hücuma geçti.
Yirmi senelik evlilik hayatı onlara şimdi on beş yaşında bir kız ve on sekiz ya-şında olan bir erkek çocuk vermişti. Kız lise ikide, oğlan da ikinci defa Üniversiteye hazırla-nıyordu. Dershane parası çıkışmadığından sınav dergilerinden ve gazetelerin, tiraj arttırmak için verdikleri eklerle idare ediyordu. Annesi de oğluna hak verip diğer talebelerin, on bin-lerce lira dershane parası ödeyerek; kazandıklarını söylüyordu. Adam bir şey söyleyemiyor, tevekkül ile boyun eğiyordu. Kadın kocasına büyük sevgi ve saygı duyuyor, ama ne çocukları, ne de kendini başından beri ezdirmiyordu. O yetersiz maaşla evi pek de güzel idare ediyordu. Kuaför ve makyaj gideri yok denecek kadar azdı. Paralı günlerden aldığı birikmişlerle; evin bir eksiğini kapatıyordu. Çocukların harçlığını ve eğitim giderlerini kısmamaya çalışıyorlardı, ama bir türlü çocukları memnun edemiyorlardı. Adam karısının ev idaresinden oldukça hoşnuttu. Ama bazen de iş yerinde ki stresinin eve gelince arttığını hissediyordu.
Kadın” aaa hiç öyle şey olur mu, bizim için koşturuyorsun, yorgunluğunu alalım da güler yüzle iki çift laflayalım istedim, zaten söyleyen gitti, ne halin varsa gör. Çocuklar hadi sofraya… Babanız geldi” diye içeriye seslendi. Adam söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, başı önde lavaboya geçmişti. İçinden de; (bu sefer tutturamadık ve 1-0 yenik durumda başladık akşama, bakalım beraberlik gelecek mi?) diye geçiriyordu. Sofrada çocuklar babala-rının hatırını aldıktan sonra, anneleri tarhana çorbası koymaya başladı tabaklara. Oğlan (gene mi çorba?) derken lafı yuttu, bu sene boş gezdiği gelmişti aklına. Kız, hazmı kolay ve kilo yapmadığını düşünerek; ses çıkarmadan üfleyerek ekmeksiz içiyordu. Adamcağız başka yemek yoktur kaygısıyla; çorbanın içine yarım ekmek doğradı. Kadın kocasına baktı ve “bu gün çok açsın herhalde, kıtlıktan çıkmış gibisin. Bulgur pilavını da ekmekle yersen şaşmam” diyerek ikinci yemeğin sinyalini verdi. Adam bu işi sevdi ve karısını pohpohlamak için “Bu kadar az parayla böyle leziz ve çeşitli yemekler yapmanın bir sırrı olmalı değil mi çocuklar? “ diyerek de müttefik aradı kendisine. Çocuklar hafta başında aldıkları haftalığın üçüncü gün bittiğini; babalarına nasıl söyleyeceklerini bulamamanın sıkıntısıyla, yarım ağızla destekle-diler. Kadın birden bire; ev sahibinin hanımının geldiğini ve bir aydır geciken kiranın bir an önce ödenmesini, sert bir dille rica ettiğini söyleyiverdi. Ev sahibesi ayrıca bu semtte; iki oda bir salon evlerin bu fiatın iki katına, o da bulunursa kiralandığını, beş yıllık kiracıları olma-salar, çoktan tahliye işlemlerine başlamış olacaklarını da; münasip bir lisanla sözlerinin arka-sına eklemişti. Bulgur pilavı adamın boğazına durmuş; aşağı gitmiyordu. Nefes alamadığın-dan, yüzü kızarmaya başlayınca; bir eliyle masaya vurup dikkatlerini çekmeye çalışıyor; öbür eliyle sırtını gösterip, vurun demeye getiriyordu. Hanım adamın sırtına üç-dört yumruk attık-tan sonra biraz rahatladı. Üstüne bir bardak da su içince; yeniden Dünya ya gelmiş gibi oldu. Şimdi, kapıdaki yumuşak karşılamanın sebebi anlaşılmıştı. Ne ucuz ev bulabiliyorlar, ne de geciken kirayı, ikramiyeden önce ödeyebileceklerine inanıyorlardı. İşe gitmek için iki vasıta, gelmek için keza iki vasıta ücretini de kiraya eklerse; maaşın yarısı böyle gidiyordu. Gazete-lerde icra-iflas haberlerini okuduktan sonra, kredi kartı almaktan korkmuş; iyi de yapmıştı. Mahallede ki bakkal, veresiye yazdıranlara birazcık pahalı verse de; ay sonunda ne verirsen fazla itiraz etmiyordu, ama aydan aya, hesap hiç düşmeden kabarıyordu sanki. Kasap peşin istediğinden değil beyaz etin daha sıhhatli olduğundan, beyaz ete dönüş yapmışlardı. Ayda bir yarım kilo kıyma alıp bol ekmek katıp köfte özlemini giderseler de; balık bile kara etin tadını unutturamıyordu. Giyim, kuşamı da pazardan hallettikleri halde; her ay açık veriyorlardı. Adam” Hadi az şekerli bir kahve yap da… Yok, yok, istersen çay demle de hep beraber içelim ve aile meclisi olarak bu durumumuzu konuşalım.” Dedi. Kız sofrayı toplayıp masayı silerken, annesi de çayın suyunu ocağa koyuyordu. Oğlan harçlıkları arttırma talebinin, bu akşamı kötü sonlandıracağını düşünerek ertelemeği yeğ tutmuştu. Aslında dershaneye de gitmediği için; biraz harçlık artırımı yapsalar; hiç de fena olmazdı. Ama kira gündemdeki ilk sırayı almış, diğer maddeler önemini kaybetmişti. Çaylarını içerken, adam ilk sözü aldı ve ekonomik yetersizliği kısaca özetledikten sonra; bu durumdan çıkmak için fikirler ve önerilerinizi bekliyorum dedi. Kadının dikiş makinesi alınırsa; terziliğini konuşturabileceğini ve aileye önemli katkıda bulunacağını, söylemesi üzerine; adam bunun olmayacak duaya amin demek olduğunu, dikiş makinesi alacak para olsa; kira sorunu olmayacağını söyledi. Bu sefer de kadın evlere temizliğe gidebileceğini, çalışmaktan utanmayacağını, bilakis mutlu olacağını söyleyince; başta adam olmak üzere çocuklar da itiraz ettiler. Evin işlerini kim yapacaktı? Pazara kim çıkacaktı? Yemeği kim yapacaktı? V.s. Aslında annelerinin yapacağı işten utanıyorlar; toplumda ki sosyal durumlarına uygun görmüyorlardı ve itirazlarının asıl nedeni buydu. Çocukların katkısı da harçlıklarıyla yetinmek; demek oluyordu. İkisinin de suratları biraz ekşimişti. Adam dua etmekten başka çaremiz kalmadı artık derken; kadın da “duayla maaş arttığı? Hiç görülmüş mü bey? İyiden iyiye saçmalamaya başladın. Kalk yat bari, dinlen, kendine gel” dedi. “Gelmeli hanım bu yılbaşı para gelmeli! Yoksa ne yaparız? ” dedi adam. Cevabı hazırdı kadının. “ Demek verdiğin siparişin naklini bekliyorsun bey.” Diye hafiften dalga geçiyordu kocası ile. Adam istihzayı sezinlemiş ama üstüne gitmemişti karısı-nın, bir tatsızlık daha çıksın istemiyordu, bunca tatsızlığa ek olarak. Elini pantolonunu cebine atarken de hepsine birden sordu.”yılbaşına kaç gün var? ” Bir ağızdan cevap verdiler iki gün var. Adam tekrar sordu ”yılbaşı çekilişinde büyük ikramiye ne kadar? ”
Oğlan cevap verdi “On beş milyon, ama şehirde bilet kalmadı herkes küçük yerlere gidiyor; bilet bulmak için. “
Adam elini cebinden çıkarıp “üçüncü ve son soru bu elimde gördüğünüz ne? Dedi. Çocuklar piyango bileti diye bağırırken; kadın histeri nöbetine tutulmuşçasına katıla, katıla gülmeye başladı. Gözünden yaşlar gelene kadar güldü. Gülmesi bittiğinde yorgunluktan divana uzandı. İçinden kim söylemişse iyi söylemiş; güleriz ağlanacak halimize diyordu. Adam fena bozul-makla birlikte; Peki karıcım ya çıkarsa o zamanda ben gülebilir miyim? Hem çıkmış gibi hayal kurmanın, iki gün umutla yaşamanın, iki gün boyunca bütün isteklerimizi sanal olarak yapmanın kime, ne zararı olur? ”
Adam, önce bir araba alırım deyince kadın yattığı yerden doğrularak “Saçmalama bey, bize önce ev lazım. En az dört oda bir salon iki banyo, çocuklara birer oda, bir misafir yatak odası, banyonun biride misafir için, mutfak hazır dolap ve ankastre olmalı ve geniş olmalı ki; yemek masası da orada olmalı” dedi. “Çok haklısın anne! Çok yerinde görüşlerin var” dedi kız. Oğlan hemen taşı gediğine koydu. “Harçlıklar yetmiyor. Üniversite hazırlık için dershaneye yazılmalıyım, gidip-gelmek için de; takdir edersiniz ki bir motora ihtiyacım var” deyince; kız lafa girdi “motor deyince aklıma geldi, bizim bir deniz motoruna ihtiyacımız olacak değil mi babacığım? ” “Haklısınız bunların hepsi de bizim ihtiyacımız, herkesin ihtiyacı tek tek yerine getirilecektir. Ben de spor bir alfa-romeo alacağım kendime.
..
Bir tek bedenler değil, zihin de çalışmıyor,
Ortalama bir soru yapan yeni nesilde.
Eğitim değil onlar diploma istiyorlar,
Teoride gözü yok, gözleri reçetede...
Hatta kitap yerine broşür, el ilanı,
..
MİLİ EGEMENLİK
Bir milletin kendi kaderine hakimiyet olarak,kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir...
ATATÜRK'ün
19 MAYIS 1919 da SAMSUNA ayak basmasıyla birlikte TÜRK TARİHİNDE ilk defa KİŞİSEL EGEMENLİKTEN, MİLLİ EGEMENLİĞE geçiş süreci başlamıştır......
Tarhimizi unutanlara.........................................................................
................................................................................................................
..
Vazgeçtim diyet yapmaktan
ders çalışmaktan
Vazgeçtim su içmekten
spor yapmaktan
Vazgeçtim sağlıktan
yaşamaktan
..
yaşadım ondokuz sene
spor araba
çek defteri
bar kapıları
şımarık bi iklim kuşağı
yaşadım
..
uzanmış babam eski divana
uyku öncesi,
sessiz...
televizyonda spor haberleri,
diğer divanda
..
Bence esas olan,
Doğru yoldan,
Sıvını eşinle kullanman.
Yok eğer bekârsan,
Doğrusu spor yapıp,
Kendi kendineyi azaltman.
..
en demokratik okullar, köy okullarıdır. eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün simgesidir her biri. şehirlerin uzağında, iklimlerle baş başa, yalnızlık şarkıları söylerler durmadan... solgun duvarlar, aldanışsız gülümser; alay edercesine hayata. asfalta hasret yollar, mırıldanır çocuksu şiirleri, fısıldar umuda dair ezgileri...
en demokratik okullar, köy okullarıdır. hiçbir öğrenciye kılık kıyafet yönetmeliğini uygulayamaz öğretmenler. her öğrenci kafasına göre takılır; kimi kravatsız okul kıyafeti ile gelir sınıfa, tarak uğramamış saçlarını savurur; kimi kot pantolonu, solgun kazağıyla haykırır çocukluğunu...
en demokratik okullar köy okullarıdır. her çocuk istediği dilde oyunlar oynar teneffüs saatlerinde, kimi zaman derste. istediği şarkıları haykırır köy çeperlerinde. Kürtçe çalar ıslıklarını, Türkçe gösterir saygılarını. hiçbirinin diğerinden üstün olmadığını yine en çok kendileri bilir. aynı acının dersine girmiştir hepsi, aynı feleğin ağıdını tutmuştur kimbilir...
en demokratik okullar köy okularıdır. birlikte halay çekilen, birlikte hüzne bürünen bir cephanedir okul bahçesi. herkes dinler birbirini, herkes özgürdür söylediği her cümlede. herkes tanır birbirini, herkes birdir; aynı nehirde yüzen aynı kayık, aynı şiirin kardeş harfi...
..
Keşke çocuk olsaydım
Mutlulukla dağa bayırda koşsaydım
Biraz umudum olsa da
Aşık olup çoşsaydım
Engel tanımam aşarım
Ben mutluluğa koşarım
..
“Bu gün rejime girdim. ” Bu, herhangi bir yerde herhangi birinden ama her zaman duyabileceğiniz ve duymaya alışık olduğunuz bir cümledir. Tanıdık bir cümledir bu ve her yerde karşınıza çıkabilir. Sabah işe gitmek için bindiğiniz dolmuşun arka koltuğunda oturan bir bayanın sitem ve isyanla karışmış sesinde vücut bulabileceği gibi en yakın arkadaşınızla karşılaşmanızda merhabasından önce gelir. Kimi zaman müdürünüzden bile duyabilirsiniz bunu, pantolon kemerinden sarkan göbeğini ceketinin korumalığına teslim ederken yaramazlık yapmış küçük bir çocuğun edasıyla size işte oturup durmaktan nasıl göbek bağladığını artık spor yapmanın gereklerini anlatabilir . İşte, evde, sokakta her yerde duyarsınız. Hatta aynı kişiden defalarca da dinleyebilirsiniz. Öncesi ve sonrası yoktur. Ama hep vardır.
Bu gün gene yorgun ve yoran bir iş gününden sonra dağ tırmanışlarından inip, basamaklara tırmanırken (basamakları tırmalarken demek daha doğru olur) Alt komşumun kapısı açıldı ve beni içeriye oturmaya davet etti. Bense kendimi hemen eve atabilme telaşı ile teşekkür edip, eve gitmem gerektiğini ve evimin çok dağınık olduğunu tertip yapacağımı söyleyip yoluma devam etmeyi düşünürken, o reddedilmenin dayanılmaz hafifliği içerisin de o dayanılmaz ve bana bu cümleleri yazdıracak kadar etkili cümlesini kurdu (vurdu demek daha doğru olur.) “Evet seni ne zaman görsem bunları söylüyorsun, şu ev temizliği bir türlü bitiremedin gitti ne zaman bitecek bu temizlik söyler misin? Seninkisi mazerete döndü ama”
Derin bir sessizlik. Sonrasında cevap olarak dudaklarımdan dökülen zayıf bir “BİLMİYORUM” dan sonra er meydanında yenik pehlivan edasıyla asılı kaldığım basamaktan kurtulup yoluma devam ettim. Eve girip kapımı kapatınca
vurgun yemişliğin etkisiyle evimi dolaşmaya başladım. Dağınıklık arıyordum. Komşuma verdiğim cevabın haklılığını onaylayan kanıtlar aradım her yerde. Buldum da bilgisayar masamda dağılmış kağıtlar, Yatağın bir köşesinde okunmak üzere yetim bırakılmış İçinde bulunulan aya ait Atlas dergisi. Sokak kapısı kenarında sahibini bekleyen kedi yavruları gibi bırakılmış pofuduk terlikler. Hislerim buğulaşmış, kaybolmuş, karışmış, anlaşılması zor bir durum bu. Çünkü ERTELEMEK ve MAZERET BULMAK. İşte ben bu iki nokta arasında gidip gelen bir doğruyum. Her akşam eve gelip de dünden kalmış yarım porsiyon dağınıklığımı neden toplayamadığımın en gerçek üstü cevabını bulmak beni yeni bir yer keşfetmiş bir kaşif kadar sevindireceğine nedense bulanık bir suyun içine dalmışcasına tedirgin etti. Anlaşılıyor ki bazı durumlar, ve olaylar insanın iç dünyasına bir aynadır. Tıpkı her seferinde yeminlerle ve kati sözlerle girilen rejimler gibi her seferinde kapının kilidini her çevirişim de kendi kendime verdiğim tertip sözlerinin sonuçsuz kalması belki de her seferinde değişeceğine inandığım ve değiştireceğime kendi kendime söz verdiğim hayatımın değişmeyişi hayatımı tıpkı bir çok insan gibi ertelemeler ve mazeretler üzerine kurduğumun birer kanıtı. Tilkinin kuyruğunu ısırmaya çalışması gibi sürekli yerimizde dönüyoruz. Ve hep gelecekte güzel şeyler olacağının ümidi içerisinde var olanı unutuyoruz ve erteliyoruz , aşındırıyoruz zamanla ve azar azar. Gözümüzün önünde hep var olan ve orada durana değil de hep ileriye bakıyoruz.
VE hep ilerideki gülleri düşlerken ayaklarımızın altındaki kır çiçeklerini ezdiğimizin farkına bile varmıyoruz . Tıpkı şişman bayanlar gibi, hayata karşı rejimleri hep
YARINA BIRAKIYORUZ.
..
''...Güvercinlerimize uçsuz bucaksız mavilikler...'' diye imzalamış Rıfat Ilgaz bir imza gününde ''Güvercinim Uyur mu'' adlı şiir yapıtını, 2 Temmuz 1985'te bana. 2 Temmuz Sıvas cankırımının yıldönümü günleri gelip çattığında, o kara günü anlatan yapıtları, yitirdiğimiz ozanların, yazarların kitaplarını bir bir indirip kitaplıktan yeniden yeniden okurum. Ama yine de bir şeyler eksik gelir bana... Ya o büyük acıya dayanamayarak onların ardından gidenler? .. Sıvas cankırımında otuz beş aydın yaşamını yitirdi. Ya o otuz beş aydının acısıyla aramızdan ayrılanlar? Onlar kaç otuz beş kişi acaba? ..
İşte onlardan biri, 2 Temmuz karayelinin vurduğu Anadolu çınarlarından biri de Rıfat Ilgaz'dı. Kara günden beş gün sonra (7 Temmuz 1993) , ''Artık yaşam yalama oldu'' diyerek ayrıldı aramızdan.
Yaşamı boyunca, yaşamı güzelleştirmek için savaşım veren, ellerinden hiçbir şey gelmeyip de ''artık benden geçti'' diyenlere ''Aç iki kolunu iki yana / korkuluk ol'' diyen bir ozanın, ''Artık yaşam yalama oldu'' demesi ne kadar hüzün verici... Bu hüzünle açtım ''Güvercinim Uyur mu'' kitabını Rıfat Ilgaz'ın. Bu kitapta en çok sevdiğim iki şiirden biri, kitaba adını veren ''Güvercinim Uyur mu'', öteki de ''Aydın mısın'' şiiridir. Bu iki şiir bana her zaman umut vermiş, güç vermiş, insana olan inancımı tazelemiştir. Ne demişti kitabının sunu yazısında büyük ozan:
''Güvercinlerimize uçsuz bucaksız mavilikler.''
..
Duru ve sessizliğe gömülü bir gecede balkonun ışığı yanıyor. Uykum gelmedi, sanki sabahın dördünden bu yana ayakta olan ben değilmişim gibi. Pencereyi açtım. Derin bir nefesle yaşamakta olduğumu hissettim. Burnuma yanık kokusu geldi. Pek azdı duman ama havayı derinden soluyunca genzim biraz yanmıştı. İlkbaharda bile sobasını yakıp, geceyi közlerin başında geçiren insanlar var demek.
Evimizin manzarası, tüm şehri olmasa da belirli bir bölgeyi kapsamına dâhil ediyor; Bitişik evler, sokak lambaları, merkeze inen damar yollar, spor sahası, haliç boyunca uzayan cadde neredeyse ayağımızın altında. Birden, gökyüzünde, gri bulut kümelerinin ardınca gizlenen ayın bembeyaz ışıltısı, yürüyen bulutların ardında “gece-gündüz” oynamaya başladı. Ay, bir yok oluyor, bir ortaya çıkıyordu; tüm pırıltısıyla göz kırpıyordu adeta. Sonra korkmaya başladım. Bu gri bulutlar, git gide pencereme yanaşıyordu. Ay, kayboluyor, sonra gökyüzünde tekrar beliriyordu. Kara bir gölge, gri bir bulut, siyah, simsiyah kümeler bu tepeye, odamın camına pek yakındı. Daha dikkatlice baktığım bu gölgeler yürüyordu. Yüzüme değmek üzereyken pencereyi kapattım. Evde herkes uyuyordu. Biraz takırtı yaptım, kimse uyanmadı. Dolaşmaya başladım. Önce su içtim sonra da elma yıkadım. Ama yemedim. Doğrusu, yeşil ve ekşi görünmüyordu. Kırmızı ve sarı elmalar vardı sepette. Yıkadığımı da onun içine attım. Diğer oda boştu. Işığı yanıyordu. Kocaman bir halı vardı yerde. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Balkonun kapısını açmak üzere olan parmaklarımı, kara bulut gölgelerine benzeyen bir şey erteletti. Ve sonra vazgeçtim.
Tekrar kendi odama gittim. Karanlıktı ama balkonun ışığı hâlâ yanıyordu. Karşımda bir gölge gördüm, önce irkildim ve sonra onun da korktuğunu hissettim. Bakmayacaktım bu gölgeye, dönmeyecektim yüzümü. Hayır, burası benim odamdı ve izin vermeyecektim cirit atmasına. Ama sonra “benim” derken, bencillik yaptığımı düşündüm “ben bile benim değilken.” Tamam, dedim. Korkuyordum. O şey de korkmalıydı. Elimi uzattım önce, o da bana uzattı. Ne yani, eli var mıydı? Yaklaştıkça, onun da yaklaştığını ve mesafemiz azaldıkça, bana ne kadar benzediğini fark ettim. Arada tereddütle tersimi dönmeye kalksam, o da uzaklaşıyordu.
Yaklaştık. Daha çok yaklaştık. Bu, dışarıda gördüğüm, ürkütücü, gri ve hızlıca yüzüme değmek isteyen şeyden daha edepliydi. Adım adım geliyordu. Balkonun ışığı yanıyordu. Yatağım hiç bozulmamıştı. Bir tahtakurusunun kulak tırmalayan gıcırtısı, geceyi tamamlıyordu. Kulaklarıma değince daha da büyüyordu bu çığlık. Aslında küçülmeliydi çünkü geceydi.
Yatağıma oturdum. Saçlarım, kırmızı güllerle kaplı pikeme değiyordu. Onun da saçları vardı hatta benimki gibi bir pikesi bile. Sonra, kendimi gördüm. Biranda siyah gölge kaybolmuş, benim rengimi almıştı.
..
Erkeklik Organının Örtüsünü Kesmek
Halk arasında "Sünnet" diye adlandırılan bu eylemin getirisi ve götürüsü üzerinde kendimce feslefe yapacağım! Tıbbi yanını doktorlara, dinsel yanını da dini literatüre bırakacağım!
Argo dilde anlatılmış bir fıkrayla tebessüm ettirip, düşünmeye sevk etmek isterim! Eski zamanda sahtekarın biri bir köye imam olmuş. Ahali fazla bilgili olmadığından imamın gerçek imam olup olmadığını da anlayamamış. Teravih namazında kadınların da camide olduğu bir vaazında; "Muhterem hanımlar, beylerinize söyleyin ayakta bevl etmesinler (işemek) , günah olur! Eğer 'Hoca kendi zaten ayakta bevl ediyor' derlerse, benim geçerli maazeretim var, benimki zaten yere değiyor; eğilmeme gerek kalmıyor." Sahtekardan imam olunca vaazın konusu da böyle olmuş...
..
SİVASSPOR İÇİN SLOGANLAR
Cumhuriyet kenti coşacak bugün
Yiğido golleri atacak bugün
Galibiyet bizim olacak bugün
..
Çocuğum evde boş durma boş hayal kurma
Suları boşa akıtma çöpleri sokağa atma
İşte size öğütlerim işte sizden dileklerim
Spor yap ders çalış iyi yaşa doya doya
İş yap eğitim altak altın bilezik kola
Lazım olduğu kadar bak sağa sola
İşte size öğütlerim işte sizden dileklerim
..
Bu gün ramazan bayramı,
Kaptan bacanak el öptü,
Teyzesi ona bir kazak hediye etti.
Siyah sarı geniş çizgili
Beykoz spor renkleri
Ya ya ya şa şa şa;
..
Bir elinde tütün,
Bir elinde fincan,
Buna dayanır mı can
Her ne kadar yapsan da spor
..
HERKESLERE VAR KARDEŞİM / BİZE GELİNCE ÖDENEK YOKLUĞU / MUZ VARMIŞ! ! ! !
Binlerce engelli vatandaşımızın spor yapma imkanı bulduğu Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Yönetim Kurulu, dün inanılmaz bir karara imza attı...
"Federasyonumuza ödenek aktarılmadğından dolayı Yönetim Kurulumuzun 25 Ocak 2015 tarihinde almış olduğu karar ile 05-08 Şubat 2015 tarihleri arasında Mersin'de yapılacak olan Atıcılık Türkiye Şampiyonası hariç diğer tüm branşların faaliyetleri ödenek bulunmaması nedeni ile ertelenmesi uygun görülmüştür." (Gazete haberi)
******
..
Arkadaşlar hadi oğlum
Maça gidelim diyor
Bahanem çok, nede olsa
Maksat spor
Her gece bir sahada
Deplasmanda
..
''Yanıma otur dedim, karşımda fazla güzelsin..''
Yirmi yaşından yeni gün almış bir kadına hayatın zorluklarından bahsedemezsin. Çünkü, elinde parayla ay sonunu nasıl getireceğini düşünen bir annenin halinden anlamaz. Spor arabalardan bahsedersin, rugan ayakkabılardan, fondotenin tonundan ve saç boyalarından...
O gün bardan içeri girdiğinde, üstünde pahalı kahverengi deri ceketi, boyundan büyük deri siyah çizmelerinin içine soktuğu siyah kot pantolonuyla, at kuyruğu yaptığı saçları ile yavru bir tayı andırıyordu. Ben üzerimde salı pazarı patentli eski bir tişört, belediyeden verilen krem rengi yeni spor ayakkabılarım ve fazla yıkanmaktan kapri haline gelmiş mavi keten pantolonumla karşıladım onu;
-''Hoş geldin..'' dedim sesimde üşüyen bir serçenin korkaklığıyla..
..