Kim bilirdi acaba bu rezidans kelimesini bir iki senedir bu reklamlar hayatımıza girmeden önce. Birçok kimsenin de tam manası ile bildiğini zannetmiyorum. Ukalalık edip büyük sitelerde lüks daireye rezidans derler diye bir cevap da verip sizi sallayabilir, geçiştirebilirlerde. Sözlük açıklaması da aynen şöyle rezidansın onu da paylaşalım. ''Rezidans; içinde yaşayanlara hizmet veren, sosyal donatılara sahip, güvenlik imkânları olan, teknoloji açısından üst düzeyde olan ve yüksek kaliteli yapı olarak tanımlanabilir.'' ayrıca şu tanıma da bakmalı. ''Rezidans sözlükte, "oturma, konut, ev, ikametgah, mesken, ikamet, konak" gibi anlamlara karşılık gelmektedir.''
Dilimiz, güzel Türkçemiz bu rezidans kelimesini çok çabuk kabul etti gibi görünüyor. Bakıyorum televizyonlarda ki lüks konut reklamlarını hiç kimse ''kaliteli yapı'' kelimesini ya da ''ikametgâh'' kelimesini kullanmıyor. Sanki rezidans kelimesini kullanınca daha mı çok ev satıyorsunuz?
..
Çok zayıf adamın birisi
Kendisini toparlamak
İsterken
Bir süre sonra
150 kiloya kadar çıkınca
Japonya
Sumo Spor Federasyonu
..
Araç gereç sağlamada eğitimin içinde,
Sağlık veya benzeri gerektiren işlerde…
Öğretmenevleri ve mahalli yerellerde,
Bağışın hizmet demek eğitim öğretimde…
Öğrenci yurtlarımla huzur evlerim için,
..
Gençlik Spor Bayramı
Bir zafer abidesi
Mutlu eder adamı
Bu gençliğin gür sesi
Kurtuluş Savaşının
Başladığı bu tarih.
..
Dün, bugün, yarın ömrün törpüsü,
Sağlık, spor, aşk, gezi ömür örtüsü,
Aksi halde önündeki sırat köprüsü,
Öte dünyayı bilmem de bu dünyada;
Gününü gül et, allah’a kalsın ötesi.
..
Kızım daha okula gitmiyorken elinden tutar bakkala ya da markete götürürdüm, götürürken de marş söylerdik beraber ''Başka bir aşk istemez aşkınla çarpar kalbimiz, ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz'' bilirsiniz bu marşı çoğunuz, ilkokulda söylemeyeniniz yoktur. Şimdi büyüdü artık eski kadar sık olmasa da yine söylüyoruz bazı bazı, maksat küçük yaşlardan vatan sevgisini öğrensin keratalar...
Şu sıralar herkes maça kilitlenmiş durumda olay oldu, sanki Türkiye'nin Fenerbahçe-Galatasaray maçından başka derdi yok. Adam asgari ücret ile dört kişilik ailesini zor geçindiriyor, hanımına da yalan söyleyip İstanbul'a maça gidiyor, yazık çok yazık anlamak zor gerçekten böyle insanları. Başkan da demeç vermiş ''Cimbom son maçta Fenerbahçe stadında kupayı kaldırırsa ben de kahrederim'' diye. Sanki biri başka ülkenin takımı, meydan muharebesi değil ha yapılan spor karşılaşması, fanatikliğin bu kadarına hiç lüzum yok bence...
Havalar iyice gevşedi, geçen hafta biraz uzandık Gölbaşı'na ama yine de ara ara yağmurlu günlerde olacak, olması da lazım çiftçiler açısından düşünürsek eğer...
Pazar öğleden sonra çıktım bir alışveriş merkezine. Bu sıralar araba ile fazla uzaklara gitmiyorum. Eee benzin aldı başını gitti, beş liraya doğru tırmanıyor, kolay değil arabaya benzin yetiştirmek. Hatırlıyorum da bundan bir buçuk sene önce iki lira yetmiş kuruş civarındaydı. Nerdeeen nerelere gelmiş fiyat. Maaşlara yüzde on zam, benzine yüzde seksen, oh ne âlâ, ben de yönetirim böyle güzel güzel ülkeyi...
..
Sabah pazar oldu mu gerine gerine öyle yatıyor insan saat ona on bire kadar. Tembellik edesi geliyor, bir türlü kalkmak istemiyor insan yataktan. Bir zamanlar ''Tembellik Hakkı''diye bir kitap okumuştum galiba sanıyorum Fransız bir yazardı. Onu yazınca hemen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün sözü de geldi aklıma ''Tek bir şeye ihtiyacımız var, o da çalışkan olmak'' acaba Tembellik Hakkı kitabını zamanında okusa ne düşünürdü Ulu Önder...
Hava ve su insanın iki temel hayat kaynağı, onlar olmadan asla olmaz, işte bu sebep ile biz de havadan sudan bahsediyoruz. Edebiyatta da ara sıra havadan sudan bahsetmek gerek hep ciddi hep ciddi konular yaz insan bunalıma girer kardeşim...
Ha bu arada benim yarışmamda başlamış şu Kenan Işık'ın sunduğu ''Kim Bir Milyon İster'' doğru düzgün televizyon seyretmem ama konu bilgi yarışması oldu mu hoşuma gider. Bazı yarışmacıları Kenan Işık'ın; tabi hak edenleri bozması da hoşuma gidiyor açıkçası, ilkokul çocuğunun dahi bileceği bir soruda zorlanıyorsan hiç çıkma oraya kardeşim sen de...
Öğleden sonra öyle aheste aheste Gölbaşına doğru seğirttik yine. Tabi oğulcuğum yine kendi başına takılmayı yeğ tuttu bizle olmaya, kızamıyorum ne yapalım, onun da kendi çevresi kendi arkadaşları var, haliyle bizimle zaman zaman takılsa da çoğu zamanda takılmak istemiyor.
..
Neyse şu meşhur derbi de bitti de sonunda güzel yurdum rahata kavuştu. Bir aydır sanki memleketin başka sorunu yok gibi derbi ile yattık derbi ile kalktık. Fanatik taraftarlar ölüp ölüp dirildi nerede ise, bir bakıma takımlarını kendileri ile özdeşleştiriyorlar, takım yenildi mi yerle bir oluyor galip geldi mi isterse yüz milyar borcu olsun hiç başka bir şeyin önemi yok...
Yazık çok yazık hem de. Bu söylediklerim bir kulübü diğerinden ayırmadan düşündüğüm, yazdığım çizdiğim olsun. Çünkü az çok bütün kulüplerde fanatiklik var. Oysa Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ne demiş ''Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim'' var mı bunun ötesi. Hangi kulüpten olursa olsun şike yapan, doping yapan, hakemlere saygısızlık yapan ve bu gibi olaylara alet olan sporcuların bir an önce spor ile bütün ilişkileri kesilmelidir kanımca...
Mayıs ayı geldi, havalarda bir ısınmadı gitti güzel yurdumda. Sanki mevsimler birer ay kaydı gibime geliyor, nisan yağmurları da pek fazla yağmadı, yağmur mayıs da yağar oldu. Dünyanın dengesi değişiyor, düzeni tabiatı arızalanıyor gibi. Bunu da yapan başka kimse değil ha sakın öyle zannetmeyin biz insanlar. Londra Hayvanat Bahçesinde gidip görmüş olanlar az çok bilir, bir aynanın üstüne demir parmaklık gibi çizgiler çekilmiş ve üstünde de şu yazı ''Dünyanın en vahşi hayvanını görüyorsunuz'' tabi baktığınız zaman gördüğünüz kendiniz, yani insan. Hiç bir hayvanın, buna en vahşileri aslan, kaplan, çakal veya sırtlan da dâhil bir seferde yüz binlerce canlıyı öldürdüğünü gördünüz mü; ama insan denen vahşi yaratık Hiroşima'da yüz binlerce insanı, sade insanı da değil, hayvanı bitkiyi bir anda yok etti. Şimdi burada gel de aslanları ve kaplanları baş tacı yapma. Hem onlar hayatta kalmak için bir yerde mecburlar bu davranışa, ya insan?
..
Geçmiş zamanlarda Ferhan Şensoy'un yazıp kendisininde oynadığı bir oyunun adıydı ''Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı'' diye sahnelendi bir çok kere. Bakkal gibi küçük esnaf takımı sınıfına giren iş sahiplerinin büyük marketler ile olan mücadelesi anlatılırdı iki buçuk üç saatlik bu oyunda. Şimdilerde biliyorsunuz her yanımızda AVM dedikleri büyük alışveriş merkezlerinin borusu ötüyor büyüklü küçüklü bir çok şehirlerimizde...
Küçükesnaf adı üstünde kısıtlı bir sermaye birikimi ile ailesini geçindirip helal rızk peşinde koşan kişi. Bendeniz de o güruhun içinde gurur duyarak gidip geliyorum işime... Bundan otuz sene önce başkent Ankara'da bir, bilemediniz iki üç tane büyük alışveriş merkezi varken şimdilerde bu sayı otuzlu sayıları bile geçti neredeyse. Alış veriş merkezlerinde A'dan Z'ye kadar her şeyi bulmak olası tabi ki bu onların en büyük avantajı. Alışverişinizi yapıyorsunuz, sinemasına gidiyorsunuz, yemek yiyorsunuz, bazılarında spor salonu dahi var. Oysa cadde ve sokaklarda küçücük dükkanlarında geçimini temin etmeye çalışan esnaflar çoğu kere güne bir sıfır yenik başlıyorlar bu durumda. Cadde ve sokaklardan artık insanlar ellerini eteklerini çeker oldular. Oysa ki küçük esnaf toplumun can damarıdır, çimentosudur. O iyi olursa, o güzel para kazanırsa, mutlu olursa ülke de her şey yolunda demektir. Küçük esnaf orta büyüklükte ki işletmeleri, orta büyüklükte ki işletmelerde büyük işletmeleri ayakta tutar.
Mantar gibi her yerde AVM denen büyük alış veriş merkezlerinin yapılmasına sınırlamalar getirilmesi, küçük esnafların korunması açısından çok önemli bir olgudur. Tabi ki AVM ler de gerekli bir ülkeye lakin bunların sayısı ihtiyaca göre ayarlanmalı. Dünya markaları buralarda işletme açıp mallarını çok yüksek fiyatla satmaktadırlar haliyle burada kiralar ve mülk ücretleri çok fazladır. Bu da satılan malların fiyatını astronomik rakamlara yükseltmektedir...
..
Araç gereç gerekmez ayakların yeterli,
Çok yerde faydalıdır yürürsen seviyeli…
İster genç ol istersen bildiğimiz ihtiyar,
Az veya çok bu çeşit spor şahsına kâr sağlar…
Beyin kan ile dolar bünyen tam nefes alır,
..
Bu bir davetiye hedeften okullara,
Spor zamana karşı her yaştan her yaşlara…
Gönüllülerimiz var onlar bilinç aşılar,
Milletimiz de hazır dolsun taşsın alanlar…
Bu tanışma zamanı oryantiring sporlarla,
..
Lise yıllarında, cuma öğleden sonraları dağılırdık Ankara'nın sokaklarına. Yetmişli yılların sonu seksenli yılların başı idi tarihler. Daha İnternet hayatımıza yıldırım hızı ile girmemiş, adı bile geçmiyor hiç bir yerde, kimsenin bu konuda bilgisi yok. Aynı şekilde cep telefonu da yeryüzün de daha kullanımda değil. İşte o yıllar biz gençlerin en büyük tutkusu, bilardo salonlarında bilardo ve masa tenisi oynamak. Aramızda bu işi çok iyi becerenler olduğu gibi, benim gibi yeteneksiz amatörlerde var; sonradan epey geliştirmiştim ama kendi hakkımı yemeyeyim...
Tunalı Hilmi Caddesinde ki Öztekin Bilardo Salonu biz liseli gençlerin en büyük buluşma yeriydi. Sabahçı olduğumuzdan, cuma öğleden sonraları, çantayı atıp, kravatları çıkartıp, spor ayakkabıları ve kot pantolonları alta çekip doğru oranın yolunu tutardık. Sigaraları da yeni yeni ciğerlerimizle buluşturuyoruz. Sonradan kokusu çıkacak ama serde gençlik var, arkadaşlarımız içiyor biz içmesek olmaz, millete hava basmasak olmaz. O yaşlarda ki delikanlı psikolojisi işte ne yaparsınız?
Cuma günü sabahı bir başka mutlu olurduk. Öğlen saat 13.00 oldu mu son ders zili çalacak demektir ve sınıfta ki kız, erkek bütün öğrencilerin gözü illa ki saatte. Hele bir de son ders, önemli bir ders değilse, beden gibi, müzik gibi, gönül yaylarımız iyice gevşemiştir o dakikalarda. Tatlı tatlı sohbetler olur son derste. Her türlü muhabbete varız gençlik olarak, ceylan muhabbeti, geyik muhabbeti, muhabbetin yüz çeşidi...
Bir de Kızılay'da Sakarya Biracıları var. Çok sık olmasa da, ara sıra oralara da takılıyoruz. İki bira, bir tabak kızarmış patates önümüze geldi mi değmeyin keyfimize. Hesap her zaman ki gibi öğrenciye en uygun ödeme şekli ''Alman Usulü'' yani herkes kendi kesesinden yesin içsin saltanatım var benim durumları diyeyim siz anlayın...
..
Çoğu zaman sokaklarda caddelerde gezerken tabelaları okumaya özen gösteririm. Birçok tabela firma sahiplerinin karakterini de yansıtır ara sıra. Emlakçi tabelalarına baktığınızda ''Benin Evim'' ya da ''Sıcak Yuva'' veya ''Yuvam Emlak'' gibi benzer isimde firmalara rastlarsınız. Hatta reklamlarına sloganda eklerler filankes emlak ''Yuvanızı yapar.'' ben de o reklamı görünce ''Hadi len oradan derim yuvayı dişi kuş yapar.'' Spor mağazalarına baktığınız zaman ''Atletik'' ya da ''Kros'' veya ''Sportif'' gibi isimler karşınıza çıkar. Gerçi mahalle aralarında bile şimdi kalmadı ama bakkal işletmeleri ile karşılaştığınız zaman ''Bizim Bakkal'' veya ''Aile Bakkalı'' ya da ''Güven Bakkal'' gibi küçük işletme isimleri görüş alanınıza girer. Ha keza o da az kaldı şimdilerde terzi esnafı da ''Altın makas'' gibi mesleği ile yakından ilgili isimler koyarlar dükkanlarına...
Gelelim bu meşhurluk meselesine. Yine hizmet sektörü olan çoğu firmaların tabelalarında görüyorum, meşhur dönerci Abuzuttin Usta ya da meşhur pideci Kahraman Usta ve ya meşhur lokumcu Necati ağabey. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Meşhur leblebici Sinan Usta daha bir sürü meşhur piyangocu Kısmet Abla, meşhur çiğ köfteci Zeynel Birader. Sanki meşhur piyangocudan bilet aldın mı büyük ikramiyenin sana çıkması garanti ya da meşhur bir dönercide yemek yedin mi karnın mutlaka tıka basa doyar. Öyle mi zannediyor acaba insanlar...
''Ağabey şura da meşhur bir lokanta var bir ızgara yapıyor, parmaklarını yersin vallahi, biraz pahalı mahalı olsa da meşhur ağabey bu lokanta Rüknettin Usta'nın yeri gel girelim geçen ben yedim çok güzeldi hem de diyeyim yani meşhur çoook meşhur.'' sonra devam eder '' Yemekten sonra çay kahve ikram ederler hatta onlar bile meşhur, çayları Seylan'dan, kahveleri Yemen'den özel olarak getirtiyorlarmış kominin biri söylemişti.''
'' Hey dostum benim oğlanın işleri iyi gitmiyor, hep zarar hep zarar, senin bildiğin meşhur bir Hoca varmış Ardahan'da nefesi kuvvetli, uzak muzak ama Hoca meşhurmuş, bizim oğlanı ona götürsek de bir okuyup üflese, işleri açılır belki, şimdi normal hocalara götürsek etki etmez, bu meşhurmuş bir ön ayak ol da götürelim şu bizim oğlanı.''
..
Bundan seneler önce,daha rahmetli babaannem ve babam hayattalar.Soğuk bir kış günü,lapa lapa kar var Ankara'da,akşam sohbet ediyoruz; amca çocukları da var.Annem,kardeşim,babam ve ben.Bizim apartman aile apartmanı olduğu için,zırt pırt birbirimize girer çıkarız.Deyim yerindeyse,evler yolgeçen hanı gibi aramızda...
Daha o zamanlar babaannem yüzbeş yaşlarında,sağlıklı dinç,hayatında doktor nedir bilmez.Ara sıra amcaoğlu akordion çalınca bizlen beraber atabarı bile oynar...
Bizim içimizde bileği en kuvvetlimiz büyük amcaoğlu Adnan'dır.Geri kalan üçümüz bir adam etmeyiz.Onun yarı kuvvetine bile erişemeyiz...
Spor mağazalarında bileği kuvvetlendirmek için satılan halkalar vardır; vücut çalışanlar bilir.Adnan abim biryerden almış eve getirdi.Hepimiz deniyoruz sırayla halkayı.Sıkıyoruz ve bırakmadan dakka tutuyoruz.Küçük amcaoğlu Murat iki dakika tuttu,ben iki yirmi filan tuttum,kardeşim üç dakika kadar dayanabildi,halkanın ele verdiği baskıya,en çok büyük amcaoğlu üçbuçuk dakka dayanabildi; bir ara babam denedi o da fena tutmadı o yaşında...
..
On dokuz Mayıs bugün
Tüm gençlik eğleniyor
Bütün düşmanlar üzgün
Türkiye seviniyor.
Gençlik Spor Bayramı
Bir zafer abidesi
..
-0001-Fairy Of Turk -5023 -Norwegian
Vet du...
Fairy Av Turk....
Så jeg spør, hvem er disse...
Vår nyeste historie, frelse krigføringen...
..
Şeytana spor,küfret besmele çek
Şaka zannederdim yaşamasaydım
Bir şeytana gönlümü kaptırmasaydım
Acele ettim, ellerim kirli
Ters giymişim pabucumu da belli
Şeytan olduğunu anlardım da
Her gelişinde öpüşün
..
Spor yapan kişiler
Mutlu ve canlı olur
Yaşamaktan zevk alır
Hep heyecanlı olur.
Sebze, meyve, süt, yoğurt
Yüzlere renk getirir
..
yoktu o zamanlar,
ne arap baharı
ne de kendini kral sanan soytarı
parazit çalan radyomuzda bir adam,
o günü ''çifte bayram'' ilan etmişti.
bir gençlik ve spor bayramı öncesi
Türkiye, Demokratik Almanya'yı 2-1 yenmişti
..
DERİN ACILARIN KANITIDIR; “KUTLAMA, BAYRAM” ADIYLA ANILAN GÜNLER
19 Mayıs 1919, Atatürk’ün, ülkeyi düştüğü vahim durumdan, bizzat gelip arsız ve yüzsüzce içine yerleşmiş Alman, Fransız, İngiliz başta olmak üzere işgal kuvvetlerinden kurtarmak için yol arkadaşları ve milletle el ele nasıl bir yol izlenmesi gerektiğinin konuşulup, tartışılıp karara bağlanmak için Samsun’da ilk adımı atarak bir dizi toplantılar yapmak amacıyla, Samsun’a ayak bastığı gün…
23 Nisan 1920, bir noktada birleşmek amacıyla yapılan tüm toplantılardan ardından, okullardan toplanan eski sıraların kullanılabilir hale getirildikten sonra organize bir şekilde hareket etmenin gerekliliğinden kaynakla, aynı çatı altında toplanmanın, gece-gündüz demeyip çalışmanın elzem olduğu kanaati üzerine, taş bir binanın Türkiye Büyük Millet Meclisi adı ile yapılandırılması ve gecelerce uykusuz kalarak ülke için çalışmaların hummalı bir şekilde yapılacağı, sıraların üzerinde yorgunluktan bitap düşerek uyuya kalındığı T.B.M.M’sinin açılış günü…
29 Ekim 1923; Aç, susuz, uykusuz, kar-boran, kan-revan demeden savaşılan o bitmek bilmez anlarda omuz omuza verip, kadın-erkek, çoluk-çocuk bilfiil içinde olunan, imkanların oldukça kısıtlı, düşmanın oldukça güçlü göründüğü bir savaştan galip çıkmanın verdiği yorgunluk, bitkinlik ancak bir o kadar onur ve gururla yepyeni bir ülke, devlet ve Cumhuriyet rejiminin, halk iradesini en iyi temsil edeceği, halkın iradesinin egemen olduğu, kimsenin kimseye üstün olmadığı, herkesin eşit olduğu düşünceleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu, bir milletin yeniden var oluş destanının tüm dünyaya duyurulduğu ve adeta Adolf Hitler’in; ”Türkler, öyle bir millettir ki, hayatta tek bir tane kalsa bile kendi devletini kurar, intikamını alır! ”, sözlerini kanıtlarcasına Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının Dünya Tarihine imzasının atıldığı gündür.
“Bayram, Kutlama”, adı altında anılan hiçbir millî günümüz, eğlenceler, şenlikler sonucunda ortaya çıkmış değildir. Özünde yatan milletimizin derin acılarının kanıtı olan MillÎ Günlerimiz, bu bilinçle ele alınıp, günümüzde de devam eden ülkemiz üzerine oynanan oyunlara pabuç bırakmayacak şekilde, bu günlerimizin anlam ve önemi dile getirilerek, Kurtuluş Savaşımızda var olan ve Ülkemizin düze çıkmasında en büyük etken olan birlik-beraberlik ruhumuzu korumanın ve canlı tutmanın gerekliliği vurgulanmalı, gençlerimize manevi ve millî duygularımız yaşatılmalıdır.
Daha nice 19 Mayıs’lara, sağlık, huzur, birlik beraberlik ruhuyla çıkmak dileğiyle, Atatürk’ün; “Gençler, Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu sonsuza kadar yüceltecek ve yaşatacak olan sizlersiniz! ” sözlerinde belirttiği gibi gençlere armağan ettiği, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.
Sonsuz Sevgi ve Saygılarımla
..